7-)Beşinci risâle îmân ile ölmek için kardeşim ehl-i beyt ile eshâbı sevmelisin

Hasret ruzgari

Aktif Üyemiz
Onlar azâbdan kurtulucudur. Onlara rahmetimi ve rıdvânımı ve Cennetlerimi müjdelerim. Onlar, Cennetlerde, sonsuz olarak ni’metlere kavuşacaklardır) buyurmakdadır. Abbâs ile Ebû Süfyân “radıyallahü teâlâ anhümâ” îmâna geldiler. Feth yılında Mekkeden Medîneye hicret etdiler. Ebû Süfyânın Tâif gazâsında bir gözü çıkdı. Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem”, Ona Cenneti müjdeledi. Ebû Bekr “radıyallahü anh” halîfe iken yapılan Yermük gazâsında, ikinci gözü çıkdı ve o gazâda şehîd oldu.
27 — (Sıffîn harbinde iki tarafdan yetmiş bin kişi öldü. Bunların yirmibeşbini, Aliyyül Mürtezâ tarafında olanlardandır. İşbu müdhiş kıtâlin müsebbibi kimdir?) diyor.
Bu muhârebeye (Abdüllah bin Sebe’) yehûdîsi ile ona bağlanmış olan ve (Sebe’iyye) denilen zındıkların sebeb olduklarını, (Tuhfe) kitâbından terceme ederek, yukarıda, onaltıncı maddede uzun yazmışdık. Fekat, sebe’iyyeciler, yehûdîlerin bu suçunu Eshâb-ı kirâmın büyüklerinden olan hazret-i Mu’âviyeye yüklemek, böylece müslimânları parçalamak çabasındadırlar.
28 — (Cemel harbinde Âişe-i sıddîka tarafından olan, Aşere-i mübeşşereden, Talha ve Zübeyr ictihâdlarından, hatâlarından rücû’ ile harb yerini terk eylediler) diyor.
Cennetle müjdelenmiş olan bu iki Sahâbî, hazret-i Alî ile harb etmek için ictihâd etmemişlerdi. Resûlullahın çok sevdiği ve Cennet ile müjdelediği bu iki zâta, böylece leke sürmek istiyorlar. Hazret-i Alî, bunlara tesâdüf edip, müslimânlarla harb etmek istemediğini söyleyince, yehûdîlerin tuzağına düşdüklerini anladılar. Bunun için harbden vazgeçdiler.
29 — (Talha ölürken, yanından geçen Aliyyül mürtezânın tarafından birini tanıyıp, elini uzat! Alî nâmına bî’at edeyim demişdir) diyor.
Hazret-i Âişe ile yanındakiler, Basrada, hazret-i Alî ile harb etmek için değil, Onunla anlaşarak, Ona bî’at ederek, fitne ve fesâda son vermek istediklerini bildirmişlerdi. Kısas-ı Enbiyâda, dörtyüzonsekizinci sahîfede diyor ki, (Resûlullah vefât edince, kimin halîfe olacağı görüşülürken, Zübeyr bin Avvâm kılıcını çekerek, Alîye bî’at olunmadıkça kılıcımı kınına sokmam, diyerek ısrâr ediyordu). İşte, Cennetle müjdelenmiş on kişiden biri olan bu Zübeyr, Deve vak’asında, Âişe-i Sıddîkayı, hazret-i Alîye karşı götürenlerden biri idi. Kısas-ı Enbiyâdaki bu yazı, hazret-i Alînin ictihâdında olmıyan Eshâb-ı kirâmın hepsinin, Onu, kendilerinden dahâ yüksek ve halîfe olmağa lâyık bildiklerini ve Onunla anlaşmak istediklerini isbât etmekdedir.
 

Hasret ruzgari

Aktif Üyemiz
Deve vak’asının yehûdî oyunu ile nasıl başladığını, onaltıncı maddede bildirmişdik. Kitâbın yazısı da, bu tercememizin doğru olduğunu gösteriyor. Müctehidlerin ictihâdları suç değildir ki, ictihâdlarını değişdirmeleri bir fazîlet olsun.
30 — (Âyet-i kerîmede, evlerinizde karâr kılın, oturun “hârice çıkmayın, harb ile ve darb ile uğraşmayın”... buyuruldu. Hatâsını bu âyetden anladı) diyor.
Bu âyet-i kerîme evden hiç çıkmamayı emr etseydi, bundan sonra, Resûlullah zevcelerini hacca, ömreye ve gazâlara birlikde götürmezdi. Ana-babalarını, hastaları, vefât edenlerin âilelerini ziyâret etmelerine izn vermezdi. Hâlbuki böyle yapmadığı meydândadır. O hâlde, âyet-i kerîme, açık saçık çıkmamalarını emr etmekdedir. Dînî sebeblerle, örtülü çıkmalarını yasak etmemişdir. Hazret-i Âişe de, Eshâb-ı kirâmın büyüklerinden idi “radıyallahü teâlâ anhüm ecma’în”. Eshâbın istekleri üzerine, âdil olan halîfenin kısâsını istemek için çıkmışdı. Şî’î kitâblarının yazdıklarına göre, hazret-i Ebû Bekr halîfe iken, hazret-i Alî, hazret-i Fâtımayı hayvana bindirip, Medîne sokaklarında dolaşdırmışdı. Eshâb-ı kirâm, ikinci halîfe zemânında Zevcât-ı tâhirâtı hacca götürürlerdi.
31 — (Resûl-i ekrem “sallallahü aleyhi ve sellem” Ammâr bin Yâserin yüzünü okşıyarak, sen bir fie-i bâgıyye tarafından öldürüleceksin buyurdu. Bu haber, Mu’âviye ve ahzâbının bâgî olduğunu bildirmekdedir. Ammâr şehîd olunca, bu haberi bilenler, Mu’âviyeyi terk ile Aliyyül Murtezâ tarafına geçmişlerdir. Bâgî demek, ısyân ve serkeşlik eden demekdir) diyor ve bu bilgileri, Kısas-ı Enbiyâdan aldığını yazıyor.
(Kısas-ı Enbiyâ) kitâbına bakdık. Ammâr hazretleri vefât edince, bu haberi işitenlerin hazret-i Alî tarafına geçdiğini bildiren yazı görmedik. Muhârebenin dahâ kızışdığını, hazret-i Alînin askerinde ayrılık başladığını yazmakdadır. Bu kitâbın da bildirdiği, Ammâr hazretleri hakkındaki hadîs-i şerîf, hazret-i Mu’âviyenin ve yanında bulunan Amr ibni Âs hazretleri gibi Eshâb-ı kirâmın kâfir olmadıklarını isbât etmekdedir. Bunların hepsi, Resûlullahla birlikde, kâfirlerle cihâd etmişdi.
(Kısas-ı Enbiyâ)da diyor ki: Mekkenin feth yılında, Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem”, Ummân hükümdârı Ceyfere mektûb yazıp, Amr ibni Âs “radıyallahü anh” hazretleri ile gönderdi.
Tâif halkı müslimân olunca, Resûl-i ekrem, Ebû Süfyân bin Harbi Tâife gönderip, (Lat) denilen putu yıkdırdı.
 

Hasret ruzgari

Aktif Üyemiz
Ebû Süfyân ve oğulları Yezîd ile Mu’âviye, Resûlullahın kâtibliğini yaparlardı. Hâlid ibni Zeyd ebâ Eyyübel Ensârî ile Amr ibni Âs da kâtiblik yapan zevât-ı kirâmdandır. Amr ibni Âs, Resûlullahın ordu kumandanlığını da yapmışdır. Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem”, Ebû Süfyânı Necrân vâlîliğine, oğlu Yezîdi Teymaya hâkim ta’yîn buyurmuşdur “radıyallahü teâlâ anhümâ”.
Resûlullahın vefâtında, Amr ibni Âs hazretleri Ummânda idi. Medîneye gelince, Eshâb-ı kirâm, Onun başına toplanıp yolda gördüklerini sordular: (Ummândan Medîneye kadar arablar mürted olmuş, bizimle harbe hâzırlanmış gördüm) dedi. Hazret-i Ebû Bekr, Eshâb-ı kirâmı fırka fırka, mürtedler üzerine yolladı. Amr ibni Âs kumandasındaki birliği “radıyallahü teâlâ anhüm ecma’în” Hudâ’a mürtedlerine gönderdi.
Amr ibni Âs hazretleri, zemân-ı se’âdetde, Sa’d ve Hüzeyfe ve Uzre kabîlelerinin zekâtlarını toplamağa me’mûr iken, Ummâna hâkim yapılmışdı. Dönüşde, eski vazîfesinin yine Ona verileceği va’d buyurulmuşdu. Ummândan gelince, halîfe hazretleri bunu eskisi gibi zekât toplamağa gönderdi. Böylece, Resûlullahın va’dini yerine getirdi. Mürtedler çoğalınca, bunu bir fırkaya emîr yapmak istedi. Mektûb yazıp, (Resûlullahın vermiş olduğu sözün yerine gelmesi için seni eski vazîfene göndermişdim. Şimdi sana, dünyâca ve âhıretce dahâ hayrlı başka bir vazîfe vermek istiyorum) buyurdu. Amr ibni Âs cevâbında, (Ben islâmın oklarından bir okum. Onları atacak ve toplıyacak, Allahdan sonra sensin. Bak, hangisi dahâ kuvvetli ve te’sîrli ise, onu at) dedi. Halîfe hazretleri, Onu bir fırkaya emîr yapdı. (Eyle) yolu ile Filistine gönderdi. Ebû Süfyânın oğlu Yezîdi de, bir fırkaya emîr edip (Belka) yolu ile Şâm tarafına gönderdi. Ebû Süfyânın ikinci oğlu hazret-i Mu’âviyeyi de başka bir fırkaya emîr yapıp, kardeşinin emrine gönderdi. İmperatör Herakliyüs, kardeşini yüzbin askerle Amr bin Âs hazretlerine karşı ve Yorgi ismindeki bir generali de, büyük bir ordu ile Yezîde karşı gönderdi. Kendisi Humsda kaldı. İslâm fırkaları, halîfeden emr alarak, (Yermük)de birleşdi. Rumlar da, İslâm askeri karşısında toplandı. Müslimânlar, müdâfe’a yapıp, halîfeden yardım istedi. Halîfenin emri ile, Allahın kılıcı Hâlid hazretleri, Irakdan on bin askerle imdâda gelip, Amr ibni Âsın emrine girdi. Ecnâdinde yapılan kanlı savaşda, rum ordusu fenâ bozuldu. Sonra Yermükde, ikiyüzkırkbin rum askeri ile, kırkaltıbin islâm askeri çetin savaşa girdi. İçlerinde bin Sahâbî vardı. Yüzü Bedr kahramanlarından idi. Hâlid hazretleri, başkumandan seçildi. Amr ibni Âs ile Şerhabil sağ kanadı, Yezîd bin Ebî Süfyân ile Ka’ka’ sol kanadı idâre etdiler.
 

Hasret ruzgari

Aktif Üyemiz
Ebû Süfyân bin Harb askere cesâret veriyordu. Kahramanlıklar gösteriyordu. Çok kanlı savaş oldu. İmperatörün kardeşi ile birlikde yüzbin rum kılıçdan geçdi. Ebû Süfyânın mubârek gözüne ok gelip kör oldu. Rumlar, Ürdünde seksenbin askerle tekrâr hücûm etdi. Hâlid ortada, Amr ibni Âs ile Ebû Ubeyde iki kanadlarda idi “radıyallahü teâlâ anhüm ecma’în”. Rumlar bozuldu. Pek azı kurtulabildi.
Ömer-ül-Fârûk hazretleri halîfe iken, müslimânlar, Şâmı kuşatdı. Hâlid bin Velîd bir kapıda, Amr ibni Âs bir kapıda, Yezîd bin Ebî Süfyân bir kapıda idiler. Yezîd, kardeşi Mu’âviyeyi ileri kol kumandanı yaparak, Saydâ ve Beyrut şehrlerini, Amr ibni Âs da Filistini feth eylediler. Amr ibni Âs hazretleri, Filistindeki askerin kumandanı idi. Emîrül-mü’minîn hazretleri, Amr ibni Âsa sık sık imdâd gönderiyordu. Amr ibni Âs, meşhûr dâhîlerden ve kurnaz bir idâreci idi. Kudüs ve Remleye birer fırka gönderdi. Mu’âviye de Kaysâriye şehrini sardı. Bu şehrde çok asker vardı. Dışarı hücûm ediyorlardı. Hazret-i Mu’âviye, çıkanları bozup kırıyordu. Amr ibni Âs ise, Rumların başkumandanı ile harb edip dağıtdı. Gazze ve Nablûs şehrlerini feth eyledi. Hazret-i Ömer, yerine hazret-i Alîyi vekîl bırakıp Kudüse geldi. Yezîd bin Ebî Süfyân, Hâlid, Amr ibni Âs ve Şerhâbil karşılayıp halîfe ile kucaklaşdılar. Rumlar Kudüsü hazret-i Ömere teslîm etdiler. Îrândan alınan ganîmetleri Ziyâd bin Ebîh Medîneye getirdi. Îrân savaşları hakkında halîfeye gâyet fasîh ve belîğ bilgi verdi. Yezîd Şâm vâlîsi yapıldı. Mu’âviye Kaysâriye şehrini feth eyledi. Şâm vâlîsi Yezîd, tâûndan vefât etdi. Yerine kardeşi Mu’âviye Şâm vâlîsi ta’yîn buyuruldu. Sûriye kumandanı Ebû Ubeyde ve yerine geçen Mu’âz bin Cebel de, tâûndan öldü. Amr ibni Âs hazretleri, başkumandan olunca, herkesi dağlara çıkardı. Böylece, vebâ salgınına nihâyet verdi. Amr ibni Âs hazretleri, Mısr seferine kumandan ta’yîn olundu. Bir ay muhârebeden sonra, rum askeri dağıldı. Mısra girdi. Bu muhârebede mancınık kullandı. Heraklius İstanbulda büyük bir ordu hâzırlayıp, Amr ibni Âsa karşı gelmekde iken öldü. Amr ibni Âs üç ay muhârebeden sonra, İskenderiyeyi de aldı. Sonra Trablusa gitdi. Bir ay savaşdan sonra feth eyledi. Hazret-i Ömer şehîd olunca oğlu Übeydullah, kâtil zannı ile eski acem şahlarından Hürmizânı öldürmüşdü. Hazret-i Alî, Übeydullaha kısâs lâzımdır, dedi. Medînede iznli olarak bulunan Mısr vâlîsi Amr bin Âs söz alarak, (Dün Ömer, bugün de oğlu öldürülmek nasıl olur?) dedi. Halîfe olan Osmân “radıyallahü anh”, bu sözü beğenerek, kısâs işini diyete çevirdi ve diyet paralarını kendi malından verdi. Bu bir ictihâd ayrılığı idi. Hazret-i Mu’âviye, Anadoluda gazâya başlayıp, (Amûriyye) şehrine kadar ilerledi.
 

Hasret ruzgari

Aktif Üyemiz
Halîfe, Amr ibni Âsı Mısr vâlîliğinden azl etdi. Halîfe İstanbulun feth edilmesini Endülüs yoluyle düşünüyordu. Endülüse asker çıkardı. Şâmda kumandan olan Mu’âviye “radıyallahü teâlâ anh”, gemilerle Kıbrısa asker gönderdi. Mısrdan da yardım geldi. Çok muhârebe ederek ada feth olundu.
İstanbul kayseri üçüncü Kostantin 47 [m. 668] de Bizans imperatoru olmuş, 66 [m. 685] da ölmüşdür. Büyük bir donanma ile Akdenize çıkdı. Hazret-i Mu’âviye “radıyallahü teâlâ anh” ile Mısr vâlîsi Abdüllah da birer donanma ile çıkdılar. Büyük bir deniz harbi sonunda, Ehl-i islâm gâlib geldi. Hicretin otuzüçüncü senesinde Şâm vâlîsi hazret-i Mu’âviye, rumlarla gazâ ederek İstanbul boğazına kadar geldi. Mu’âviye bin Ebî Süfyân “radıyallahü anhümâ”, Resûlullahın kâtibliğini yapmış bir sahâbî-i zîşân idi.
Hazret-i Alî “radıyallahü anh”, islâmiyyetin kurulması ve kökleşmesi için canını tehlükelere atıp düşmanlarla arslan gibi döğüşdü. Nice kâfirleri katl eyledi. Hazret-i Mu’âviye de “radıyallahü anh”, islâmiyyetin yayılması ve doğuya, batıya ışık salması için canını tehlükeye koyup, Bizans orduları ile döğüşdü. Nice memleketler feth eyledi.
Abdüllah bin Sebe’ adında bir yehûdî dönmesi Mısrda çok kimseleri aldatdı. Hilâfet, Alînin hakkıdır diyerek, milleti ısyâna teşvîk eyledi. Amr ibni Âs hazretleri, Mısr vâlîliğinde bulunsaydı, bu fitneye meydân vermezdi. Kûfede vâlîye gücenen birkaç kimse, hazret-i Osmânı çekişdirmeğe başladılar. Halîfe bunları Şâma sürdü. Şâm vâlîsi Mu’âviyeye, (Bunlara nasîhat et!) diye yazdı. Mu’âviye bunlara Kureyşlileri övdü. (Resûl-i ekrem, beni işlerinde kullandı. Sonra üç halîfesi beni vâlî yapdılar. Benden râzı oldular) dedi. Çok nasîhat verdi. Dinlemediler. Onları Hums şehrine gönderdi. Hums vâlîsi olan Abdürrahmân bin Velîd, bunlara sert davrandı, korkutdu, tevbe etdirdi. Halîfe; Mu’âviye, Amr bin Âs ve diğer üç vâlîyi Medîneye çağırdı. Fikrlerini sordu. Mu’âviye (İşleri vâlîlere bırak) dedi. Amr bin Âs ise “radıyallahü teâlâ anhümâ”, (Yâ halîfe! Sen, Benî Ümeyye ile birlikde nâsa güvendin. Pek merhametli davrandınız. Şiddet veyâ isti’fa, yâhud kuvvetli irâde ile ileri git!) dedi.
Mısrda bulunan (İbni Sebe’) ve başka vilâyetlerdeki adamları, birbirleriyle haberleşiyorlardı. Vâlîler zulm ediyor, diyerek ve bir yalana bin katarak uydurdukları iftirâları her tarafa yayıyorlardı. Bu şikâyetleri halîfe işitdi. Vâlîleri toplayıp şikâyetlerin sebebini sordu. Mu’âviye dedi ki, (Sen beni vâlî yapdın. Ben de çok kimseyi me’mûr yapdım. Onlardan sana hayr gelir. Herkes kendi memleketini dahâ iyi bilir ve idâre eder) dedi.
 

Hasret ruzgari

Aktif Üyemiz
Sa’îd de, (Bu sözler uydurmadır. Gizlice ortaya atılıyor. Herkes inanıyor. Bu yalanları çıkaranları bulmalı ve öldürmeli) dedi. Amr ibni Âs, (Sen yumuşak davrandın. Yerine göre sertlik göstermelisin) dedi. Halîfe, vâlîlerle Medîneye geldi. Alî ve Talha ve Zübeyri de çağırdı. Mu’âviye, söz alarak, (Siz Eshâbın yükseklerisiniz. Halîfeyi seçdiniz. Şimdi ihtiyâr oldu. İleri atılmayınız) dedi. Hazret-i Alî, bu sözlere üzüldü. (Sus) dedi. Dağıldılar. Mu’âviye, halîfeyi Şâma çağırdı. Kabûl eylemedi. (Öyle ise, seni korumak için asker göndereyim) dedi. Halîfe, (Resûlullahın komşularına baskı yapmak istemem) dedi. Hazret-i Mu’âviye, (Sana kıyacaklarından korkuyorum) deyince, Halîfe, (Allahın dediği olur) buyurdu. Bunun üzerine Mu’âviye, yol elbiselerini giyerek, Alî ve Talha ve Zübeyr ve başka Sahâbîlerle görüşüp, halîfeyi onlara emânet ve herbirine vedâ’ ile Şâma gitdi. Ayrılırken, (Ebû Bekr dünyâyı istemedi. Dünyâ da Ona yanaşmadı. Ömere dünyâ yanaşdı. O dünyâyı red eyledi. Osmâna dünyâdan az birşey geldi. Biz ise dünyâya daldık) dedi.
İbni Sebe’in adamları, Mısr ve Kûfede toplanarak birkaç bin kişi, hacca gideceğiz, diyerek, Medîneye geldiler. Hazret-i Osmân “radıyallahü teâlâ anh” şehîd edildi. Şâmdan ve Kûfeden imdâda gelen askerler yetişemedi.
Kısas-ı Enbiyânın, birinci cihân harbindeki baskısından aldığımız yukarıdaki yazılar, hazret-i Mu’âviye ile hazret-i Amr ibni Âsın, ne kadar sâdık, hâlis müslimân olduklarını, Eshâb-ı kirâm arasındaki derecelerinin yüksekliğini, islâmiyyete hizmetlerini ve kâfirlerle cihâddaki gayretlerini açıkca göstermekdedir. Kısas-ı Enbiyâ kitâbı, Abbâsî târîhçilerinin, Emevîleri kötülemek ve kendi hükûmetlerine yaranmak için, yazdıkları târîhlerindeki uydurma hikâyelerin te’sîri altında yazılmış olduğu hâlde, yukarıda bildirdiğimiz gerçekleri de bizlere haber vermekdedir. Deve ve Sıffîn vak’alarını anlatırken, Abbâsî târîhlerindeki bu iki büyük Sahâbînin ve Ebû Süfyân “radıyallahü teâlâ anh” hazretlerinin şânlarına yakışmıyan iftirâları da katmış ise de, seçerek yukarıya yazdıklarımızı okuyan keskin görüşlü ve anlayışlı kimseler, Eshâb-ı kirâmın büyüklüğünü hemen anlarlar. Kısas-ı Enbiyâdaki onları lekeliyen yazıların uydurma ve iftirâ olduğunu kavrarlar.
32 — (Eshâbdan ve Mu’âviyenin Amr bin Âs ile berâber Mısra gönderdiği kumandanlardan Mu’âviye bin Hadîc, Aliyyül Mürtezânın elçilerinden Muhammed bin Ebî Bekri katl etdikden sonra, eşek lâşesinin içine koyarak yakmışdır. Bu fâci’aya insan ne diyeceğini bilmez oluyor) diyor.
 

Hasret ruzgari

Aktif Üyemiz
Bunu Ravzatül Ebrâr kitâbından aldığını söylüyor.
Hâlbuki, (Kısas-ı Enbiyâ) kitâbında diyor ki, (Hazret-i Alînin Mısrdaki vâlîsi Muhammed bin Ebî Bekr, ehâlîyi sıkışdırınca, halk hicretin otuzsekizinci yılında silâha sarıldı. O sırada Mısrda bulunan Eshâb-ı kirâmdan Mu’âviye bin Hadîc “radıyallahü anh”, hazret-i Osmânın kanı da’vâsına kalkışarak, etrâfına çok kimseyi toplamışdı. Hazret-i Mu’âviye, Amr ibni Âs hazretlerini Mısrı almağa gönderdi. Muhammed bin Ebî Bekr, askerlerle buna karşı koydu. Mu’âviye bin Hadîc gelip, Amr ibni Âsın askerleriyle birleşdi. Mısr askeri bozuldu. Muhammed bin Ebî Bekr saklandı. Mu’âviye bin Hadîc, onu bulup öldürdü. Bir eşek lâşesinin içine koyup yakdı. Çünki, Muhammed bin Ebî Bekr, Mısrdan Medîneye gelen eşkıyâ ile bir olarak, halkı hazret-i Osmâna karşı kışkırtmışdı. Hazret-i Osmânın evini saranlardan biri de bu idi. Hazret-i Osmânı koruyanlar arasında bulunan hazret-i Hasen bin Alî ok ile yaralandı. Muhammed bin Ebî Bekr, Hasenin üzerindeki kanı görünce telâşa düşdü. (Hâşim oğulları bunu görürlerse, üzerimize hücûm ederler, işimiz bozulur. Bir kestirme yol bulalım) dedi. Yanına bir iki kişi alıp bitişik evin dıvârından aşarak, hazret-i Osmânın odasına girdiler. Önce Muhammed bin Ebî Bekr girip, (Şimdi seni Mu’âviye kurtaramaz) dedi ve halîfenin sakalından tutdu. Halîfe Kur’ân okuyordu. Muhammedin yüzüne bakıp, (Baban bu hâlini görseydi, ne kadar üzülürdü) dedi. Muhammed utanıp, çıkıp gitdi. Arkasından gelen arkadaşları, halîfeyi şehîd etdi). İşte halîfenin şehâdetine sebeb olduğu için, bu cezâya dûçâr oldu. Kitâbın yazarı, bunun yakılmasını gençlere anlatarak, yanıp yakılıyor. Hâlbuki, Abbâsîlerin, Emevî halîfelerinden çoğunun ve hurûfîlerin de, Ehl-i sünnet âlimlerini, bu arada Şirvanşâhı ve Bağdâd vâlîsi Bekir pâşayı diri diri ve Beydâvî hazretlerinin kemiklerini mezârlarından çıkarıp yakdıklarını da yazsa idi, kimlerin dahâ vahşî olduğu iyi anlaşılırdı. Hazret-i Mu’âviye, Mısrı alınca, Amr ibni Âsı oraya vâlî yapdı. Amr, hazret-i Ömerin zemânında dört sene, hazret-i Osmânın zemânında da dört sene Mısrda vâlîlik yapmışdı. Amr kırküç yılında vefât edince, yerine bunun oğlu Abdüllahı vâlî yapdı. İki sene sonra azl edip, yerine Mu’âviye bin Hadîci vâlî yapdı. Elli senesinde Mu’âviye bin Hadîci azl edip yerine kendi adamlarından ve Sahâbeden Meslemeyi Mısr ve Afrikıyye vâlîsi yapdı. Mu’âviye bin Hadîc hazretleri yetmişüç senesinde vefât etdi.
33 — (Mu’âviye, Büsr bin Ertâd kumandasında olan bir fırkayı Haremeyne musallat ederek, kadınları ve ma’sûm çocukları kılınçdan geçirtmişdir.
 

Hasret ruzgari

Aktif Üyemiz
Bu meyanda Abbâsın beş ve altı yaşlarındaki torunları olan Abdürrahmân ve Kusem de şehîd edilmişdir. Bu sabîler, valdeleri Âişenin gözü önünde katl olunmuşlardır. Bîçâre Âişe, bu müdhiş cinâyete tahammül edemiyerek, tecennün eylemiş, hayâtının sonuna kadar mecnûn olarak, baş açık, yalın ayak, perişan bir hâlde gezmişdir) diyor. Bunları El-Kâmil ve El-Beyân vettebyîn kitâblarından aldığını bildirmekdedir.
Vesîka olarak gösterdiği kitâblar, kendi yüzkarasını meydâna çıkarmakdadırlar. Elbeyân vettebyîn kitâbını Ehl-i sünnet düşmanı olan bir mu’tezilî yazmışdır. Bu işin doğrusu, (Tezkire-i Kurtubî Muhtasarı), yüzotuzbirinci sahîfesinde şöyledir: (Hakemlerin karârı ile hazret-i Mu’âviye halîfe seçildikden sonra, üçbin nefer ile Büsr bin Ertâd Âmirîyi, kendine bî’at etdirmek için Hicâza gönderdi. Önce Medîneye geldi. O gün, Medînede hazret-i Hâlid ebâ Eyyübel-ensârî, hazret-i Alî tarafından vâlî idi. Vâlî gizlice Kûfeye, hazret-i Alînin yanına geldi. Büsr minbere çıkıp, vaktîle burada bî’at etmiş olduğum halîfeyi, [ya’nî hazret-i Osmânı] ne yapdınız? (Eğer hazret-i Mu’âviye bana yasak etmeseydi, hepinizi kılınçdan geçirirdim) dedi. Başda Câbir hazretleri olmak üzere, Medîneliler bî’at etdi. Sonra Mekkelileri de bî’at etdirdi. Büsrün hazret-i Mu’âviyeden (kimseyi öldürme!) emrini aldım demesi, Mekkede ve Medînede kimseyi öldürmediğini göstermekdedir. Sonra, Yemene gitdi. O zemân Yemen vâlîsi olan Ubeydüllah bin Abbâs, Kûfeye hazret-i Alînin yanına kaçdı.Âlimler buyuruyor ki, Ubeydullah kaçınca, Büsr bunun iki oğlunu öldürdü. Hazret-i Alî, Büsre karşı, Hârise-tebni Kudâmeyi iki bin kişi ile Yemene gönderdi. [Büsr Eshâbdan değil idi.] Hârise Yemene gelip, hazret-i Alî şehîd oluncaya kadar, orada vâlî kaldı. Nice kimseleri öldürdü. Medîneye geldi. Orada imâm olan Ebû Hüreyre hazretleri kaçdı. Hârise, (Eğer o kedi babasını bulaydım, öldürürdüm) dedi.) Görülüyor ki, hazret-i Alînin kumandanı, Resûlullahın çok sevdiği ve övdüğü sahâbîsini öldürmek istemiş ve Resûlullahın koyduğu mubârek isim ile alay etmişdir. Hazret-i Alînin ve hazret-i Mu’âviyenin “radıyallahü teâlâ anhümâ” kumandanlarının yapdıkları zulmlerden, O büyükleri lekelemeğe kalkışmak ve olayları, uydurma hikâyelerle şişirmek, doğrusu çok insâfsızlık olur.
34 — (Mu’âviye minberlerde Aliyyül Murtezâya ve evlâdlarına la’net etdirmek üzere bütün vâlîlerine emrler göndermişdir. Ömer bin Abdül’azîz bu la’netlemeyi kaldırmışdır. Eshâbdan Hacer bin Adî, Alîye la’net etmediği için, yedi refîki ile birlikde, Mu’âviyenin emri ile şehîd edilmişdir!) diyor ve Agânî, İbni Ebulhadîdin şerh etdiği Nehculbelâga ve Akdül Ferîd kitâblarını da şâhid gösteriyor.
 

Hasret ruzgari

Aktif Üyemiz
Hayâsızlığın bu derecesi ve iftirâların bu kadar alçakçası görülmemişdir. Önce şunu söyliyelim ki, vesîka olarak ileri sürülen kitâblar, Tuhfeden terceme ederek, onuncu maddede bildirdiğimiz gibi, hurûfîlerin kitâblarıdır. Egânî kitâbını yazan Ebül-ferec Alî bin Hüseyn İsfehânînin bid’at ehlinden olduğu, (Esmâül-müellifîn)de de yazılıdır. Bu adam, (Mukâtil-i âl-i Ebî Tâlib) adındaki kitâbında edebsizce kelimeler kullanarak Eshâb-ı kirâmın büyüklerine saldırmakdadır. İbni Ebülhadîdin azılı bir Mu’tezilî olduğunu onuncu maddede bildirmişdik. Bu iftirâların Ehl-i sünnet kitâblarına da sızmış oldukları esefle görülmekdedir. Ehl-i sünnetin büyük âlimlerinden ve Evliyâ-i kirâmın reîslerinden olan imâm-ı Muhammed Ma’sûm-i Fârûkî “kaddesallahü teâlâ sirrehül’azîz” hazretleri, iftirâlara vesîkalarla pek güzel cevâb vermekdedir. Bu kıymetli cevâbı terceme ederek kitâbımızın 2. ci kısmında, yetmişikinci sahîfesinden başlıyarak bildirmişdik. Oradan okunmasını tavsiye ederiz.
Hazret-i Mu’âviyenin, hazret-i Alîye la’net etdiğini söylemek, hazret-i Mu’âviyeye iftirâdır. Hazret-i Mu’âviyeye dil uzatmak câiz değildir. Evet Emevî halîfelerinden birkaçı, birkaç kişi için la’net etdirdi. Fekat, Mu’âviye “radıyallahü anh”, Emevî halîfelerinden idi ise de, Ona birşey denemez. Hurûfîler, üç halîfeyi ve hazret-i Mu’âviyeyi ve Ona uyanları kötüliyor. Bütün Eshâb, sonradan mürted oldu, diyorlar. Hepsini kötüliyorlar. Ehl-i sünnete göre, Eshâb-ı kirâm için iyilikden başka bir şey söylenemez “radıyallahü teâlâ anhüm ecma’în”.
Hazret-i Emîr, hazret-i Mu’âviye ile birlikde olanlar için (Kardeşlerimiz bize uymadı. Kâfir ve fâsık değildirler. İctihâdları ile hareket ediyorlar) buyurdu. Bu sözü, bunlardan küfrü ve fıskı kaldırmakdadır. İslâm dîninde hiç kimseye, hattâ frenk kâfirlerine bile la’net etmek ibâdet değildir. Eshâb-ı kirâmdan herhangi biri, beş vakt nemâzdan sonra, düâ yerine la’neti dile alır mı? Böyle çirkin bir yalana inanılır mı?
Bir kimseyi kötülemek ve ona la’net etmek, bir iyilik ve ibâdet olsaydı, İblîs-i la’îne, Ebû Cehle, Ebû Lehebe ve Peygamber efendimizi “sallallahü aleyhi ve sellem” inciten, Ona cefâ ve ezâ eden ve bu hak dîne, kötülük, ihânetler yapan Kureyşin azılı kâfirlerine la’net etmek, islâmın îcâblarından olurdu. Düşmanlara la’net etmek emr edilmeyince, dostlara la’net sevâb olur mu? Dahâ çok bilgi almak için (Se’âdet-i ebediyye) kitâbında, ikinci kısm, yirmiikinci maddeyi de lûtfen okuyunuz!
 

Hasret ruzgari

Aktif Üyemiz
35 — Hurûfî kitâbında, (Mu’âviye, imâm-ı Haseni, zevcesine büyük bir mikdârda altınlar vererek, kandırıp, zehrletdirmek sûreti ile öldürmüş, şehîd etdirmişdir) diyor. Taberî târîhindeki iftirâları onuncu maddede bildirmişdik. Büyük (Taberî târîhi) çok kıymetlidir. Bunu, Ehl-i sünnet âlimlerinden Muhammed bin Cerîr Taberî “rahmetullahi aleyh” yazmış ve hicretin üçyüzonuncu senesinde vefât etmişdir. Bir hurûfî bu ismle ortaya atılarak, bu târîhi ihtisâr etmiş ve (Târîh-i Taberî) adını vermişdir. Bugün elde bulunan türkçe Taberî târîhi, bu kitâbdan terceme edilmişdir. Kitâbın doğrusu, bundan pek dahâ büyükdür. Mürevvicüzzeheb kitâbının da, iftirâlarla dolu bir târîh kitâbı olduğunu, Tuhfe kitâbından terceme ederek onuncu maddede bildirmişdik. Mu’âviye “radıyallahü anh” hazretlerinin şânına yakışmıyan çok çirkin ve pek alçak yalanları, bir din kitâbında yazarak, iki paçavrayı da, vesîka olarak koymak, bir müslimâna yakışır mı?
Feth sûresindeki âyet-i kerîmede meâlen, (Senin Eshâbın, birbirine çok ve hep merhametlidir. Kâfirlere karşı çok ve hep sertdirler) buyuruldu. İslâm düşmanları ise, Eshâb-ı kirâm birbirlerine düşman idi. Birbirlerini zehrletdiler, diyorlar. Müslimânlar, elbet Allahü teâlâya inanır. Eshâb-ı kirâmın birbirini çok sevdiklerini söyleriz. Eshâb-ı kirâm, hazret-i Osmânın kâtillerine kısâs yapılması işinde ictihâd etdiler. Bu bir din işi idi. İctihâdları ayrıldı. Resûlullahın zemânında da ictihâdları ayrı olurdu. Hattâ, Resûlullahın ictihâdından da ayrılırlardı. Bu ayrılık, bir suç olmazdı. Hattâ, hepsinin sevâb kazandıkları bildirildi. Bir kaç kerre âyet-i kerîme gelerek, Resûlullahın ictihâdına uygun olmıyan bir ictihâdın doğru olduğu, vahy ile bildirildi. Çünki islâmiyyet, insanlara düşünmek ve her düşündüğünü bildirmek hürriyyetini vermişdir. İnsan hakları, insan hürriyyetleri islâmiyyetdedir. İşte, Eshâb-ı kirâm, kısâs için, ictihâdda ayrıldılar. Allahü teâlâ da, Onun Resûlü de ve akl-ı selîm sâhibi olan herkes, bu ayrılığı suç saymıyor. İnsanlara verilmiş bir hak tanıyorlar. İctihâdda ayrılanlar, döğüşmeği, hattâ birbirlerini incitmeği hâtırlarına bile getirmediler. Çünki, bu ilk def’a olan bir ayrılık değildi. Her zemân ictihâdda ayrılıklar olmuşdu. Birbirlerini incitmek bile hâtırlarına gelmemişdi. Babaları arasındaki ictihâd ayrılığını gören ba’zı çocuklar, birbirleri ile birkaç kerre sert konuşmuşlar ise de, babaları buna bile dayanamıyarak, kendi çocuklarını paylamışlardı. Şî’îler de, bunu pek iyi biliyorlar. Fekat, zındıklar, Eshâb-ı kirâmın birbirlerine düşman olduklarını, bu yüzden de, âdî, iğrenç işler yapdıklarını herkese inandırmak için uğraşıyorlar. Böylece Eshâb-ı kirâmın düşüncesiz, bilgisiz ve kötü huylu olduklarını yaymak çabasındadırlar.
 
Üst Alt