7-)Beşinci risâle îmân ile ölmek için kardeşim ehl-i beyt ile eshâbı sevmelisin

Hasret ruzgari

Aktif Üyemiz
Hurûfîler, hazret-i Mu’âviyenin islâmiyyete hizmetleri ve hadîs-i şerîfle medh olunması karşısında, ne yazacaklarını şaşırarak, babasının âile hayâtını kurcalıyorlar. Hazret-i Mu’âviyeyi, bu yoldan lekelemeğe çalışıyorlar. Babası ne kadar kötülense, Ebû Leheb kâfiri derecesine düşüremezler ya! Adına âyet nâzil olan Ebû Leheb kâfirinin oğlu Utbe, Resûlullaha çok eziyyet yapardı. Bunlar yetmiyormuş gibi, sıkıntısı artsın diye, mubârek kerîmesini boşamışdı. (Kısas-ı Enbiyâ)da diyor ki, (İşte bu Utbe, Feth günü îmâna geldi, afv diledi. Resûlullah afv buyurup, hayr düâ eyledi. Utbe, Huneyn gazvesinin en kızgın zemânında Resûlullahın önünden ayrılmadı). Ebû Leheb kâfirini hiç kötülemiyor. O habîsin oğlu olduğu için ve Resûlullaha çok işkence yapmış olduğu için, Utbeye birşey demiyorlar. Çünki Utbe, birinci halîfenin hazret-i Alî olmasını istiyordu. Bunun için şi’r söylüyordu. Görülüyor ki, yazarın kıymet ölçüsü, islâm ve küfr veyâ Resûlullaha hizmet ve eziyyet etmek gibi, ana da’vâlar değildir. Hazret-i Alîye oy verip vermemek da’vâsıdır. Din yolunda değil, siyâset yolundadır. Eshâb-ı kirâmı geçimsiz ve âdî kimseler göstermek da’vâsındadır.
Yukarıda, (Kısas-ı Enbiyâ)nın çeşidli sahîfelerinden aldığımız yazılar, Sonbehâr mecmû’asındaki iftirâların yalan olduklarını açıkça göstermekdedir. (Kâmûsul-a’lâm)da diyor ki, (Hind binti Utbe bin Rebî’a bin Abd-i Şems, Kureyşin asılzâdelerinden idi. Ebû Süfyânın zevcesi idi. Ebû Süfyândan önce, Fâkıh bin Mugîrenin zevcesi idi. İslâmda sebât ve hüsn-i hareket etdi. Akllı, ileriyi gören, idâreci bir hanımdı. Yermük gazâsında zevci Ebû Süfyân ile birlikde bulunup, müslimânları rumlara karşı cihâda teşvîk ederdi).
Hindin “radıyallahü anhâ” îmânının kuvvetini ve iffetinin derecesini bütün kitâblar yazmakdadır. İslâmiyyetden önce Arabistânda nikâh ve âile hayâtı vardı. Lûtfen, otuzaltıncı maddeye bakınız! Sonbehâr mecmû’asını yazan kimse, âile hayâtını, kendi müt’a denilen metres hayâtına benzetiyor. Kendisi gibi herkesin de harâm işlediğini zan ediyor. (Me’âric-ün-nübüvve) kitâbında diyor ki, (Hind “radıyallahü anhâ” îmâna gelip, evindeki heykelleri kırdıkdan sonra, Resûlullaha iki kuzu hediyye gönderdi. Resûlullah kabûl buyurup, Hinde bereket ile düâ eyledi. Hak teâlâ, Onun koyunlarına, o kadar bereket verdi ki, sayısı bilinmez oldu. Hind, her zemân, bunlar Resûlullahın bereketidir, derdi). Abdülganî Nablüsî, (Hadîka)nın yüzyirmialtıncı sahîfesinde buyuruyor ki, (Resûlullaha îmân eden herkesin kalbinde, Onun büyüklüğü ve sevgisi vardır. Fekat, mikdârı muhtelifdir. Kalbleri bu sevgi ile dolup taşanlar az değildir.
 

Hasret ruzgari

Aktif Üyemiz
Sözbirliği ile bildirildi ki, Ebû Süfyânın “radıyallahü anh” zevcesi Hind “radıyallahü anhâ”, (Yâ Resûlallah! Mubârek yüzünüzü hiç sevmezdim. Şimdi ise, O güzel yüzün, bana herşeyden dahâ çok sevgilidir) demişdir.)
Sonbehâr mecmû’ası, hazret-i Mu’âviyenin “radıyallahü teâlâ anh” zulm etdiğini bildiriyor. Hâlbuki, hazret-i Mu’âviye halîfe olunca, islâm memleketlerine sulh, sükûn, huzûr geldi. Geçimsizlikler sona erdi. Cihâd ve fütühât başladı. Adâleti, ihsânları her yere yayıldı. Târîh kitâbları bunları uzun uzun anlatıyor.
8— (Saltanat gâyesiyle hurâfeler yaratan, güzelim islâm dînini koyu te’assub ve ümmetçiliğe çeviren zihniyyetin tohumu Osmânlı pâdişâhlarının ba’zılarının zihninde ve gönlünde yeşerdi. Bütün bu olanlar şî’îler içindi. Çünki, şî’îler, birlik istemişlerdi. Vahdâniyyetin (Muhammed-Alî) ile başladığını biliyorlardı. Amaçları Ehl-i beyti sevmek idi. Ümmetçilik tahakküme başlayınca, şî’îler ve aydınlar bunun karşısında olmuşlardır. Halîfelik zemânı, seçimle ilk halîfe olan hazret-i Alî değil miydi?) diyor.
Allahü teâlâ müslimânlara (Resûlümün ümmeti) diyor. Peygamber efendimiz “sallallahü aleyhi ve sellem”, müslimânların kendi ümmeti olduğunu bildiriyor. Meselâ, (Ümmetimin büyük günâhı olanlarına şefâ’at edeceğim) ve (Ümmetimin âlimleri, Benî İsrâîlin Peygamberleri gibidir) gibi dahâ nice hadîslerde (Ümmetim) diyor. Bu yazar ise, Osmânlı pâdişâhları “rahmetullahi teâlâ aleyhim ecma’în” islâm dînini ümmetçiliğe çevirdiler, diyerek, müslimânların halîfelerini kötülüyor. Ümmetçiliği de sonradan meydâna çıkmış göstererek, beğenmiyor. Yazarın bu sözü de, müslimânlıkla taban tabana zıddır. Hurûfîliği savunmakdadır. Hurûfîlerin bütün plânları, müslimân görünerek islâmiyyete saldırmakdır. Birlik istiyorlarmış. Bu sözleri kasabın keseceği koyuna, (Ben seni çok seviyorum, canına kıymak istemiyorum) demesine benziyor. Yazar, hurûfî olduğunu, ya’nî islâmiyyetde, kardeşi kardeşe öldürtmek fitnesini ortaya çıkaran İbni Sebe’in yolunda olduğunu örtmeğe çalışıyor. İbni Sebe’in yolunda olan Hasen Sabbâhın, kıydığı canları, akıtdığı binlerce müslimân kanını târîhler uzun uzun yazmakdadır. Yalnız Hasen Sabbâhın cinâyetlerini, hıyânetlerini okuyanlar bu hurûfînin yanlış yazdığını pek iyi anlarlar.
(Kısas-ı Enbiyâ)nın sekizyüzseksenyedinci sahîfesinde diyor ki, Hasen Sabbâh, İbni Sebe’in yolunda bir sapık, bir mülhid idi. Harâmlara halâl diyerek, çok kimseleri yoldan çıkardı. (Elemut) kal’ası ve civârı bunun tarafdarları ile doldu. Yol kesicilik yaparlardı. Ehl-i sünnete yezîdî diyorlardı. Bir yezîdî öldürmek, on kâfiri öldürmekden dahâ sevâbdır biliyorlar. Bunun için, hâcıları, hâkimleri, âlimleri, askerleri hançer saplayıp öldürürlerdi.
 

Hasret ruzgari

Aktif Üyemiz
Bunlara, (Bâtınıyye) veyâ (İsmâ’îliyye) de denir. Kâfir ve azgın kimselerdi. Hasen Sabbâh, otuzbeş sene çok kimselerin dinlerine ve canlarına kıydı, 518 [m. 1124] senesinde Cehenneme gitdi. Beşyüzelliyedide (557) reîs olan torunu Ahund Hasen, hepsinden dahâ alçak zındıkdı. Müslimânları aldatmak için, kendilerine (Alevî) adını takan bu hâindir. Hazret-i Alînin şehîd edilmiş olduğu Ramezânın onyedisinde, beşyüzellidokuzda (559) bir meydânda minbere çıkıp, (Beni Alî gönderdi. Ben bütün müslimânların imâmıyım. İslâmiyyetin aslı, faslı yokdur. İş kalbdedir. Kalbi temiz olana günâh zarar vermez. Herşeyi halâl etdim. Keyfinize bakınız!) dedi. Kadın erkek, karma karışık şerâb içdiler. O günü yıl başlangıcı yapdılar. Bu zındık beşyüzaltmışbirde (561) kaynı tarafından öldürüldü. Torunu, Celâleddîn Hasen, bu bozuk yolu bırakdı. Ehl-i sünnet mezhebine girdiğini halîfeye bildirdi. Hasen bin Sabbâhın yazdığı zındıklık kitâblarını toplayıp yakdırdı. (618) de öldü. Yerine geçen oğlu Ahund Alâeddîn Muhammed, İsmâîliyye devletinin yedinci hükümdârı olup, dedelerinin bozuk yolunu tutdu. Harâmları halâl yapdı. Oğlu Ahund Rükneddîn (652) de, bu habîsi yatağında öldürtdü. Babasının habs etdiği şî’î âlimlerinden Nasîreddîn-i Tûsîyi vezîr yapdı. Fekat altıyüzellidörtde (654) Hülâgünün kardeşi, Mâverâünnehrde, bunu i’dâm etdi. Hülâgü, İsmâîlî mülhidlerini kılınçdan geçirdi. Müslimânları bu zındıklardan kurtardı. (Dinsizin hakkından îmânsız gelir) sözünün doğru olduğu bir kerre dahâ zâhir oldu.
(Kâmûsul-a’lâm)da, İsmâ’îliyye kelimesinde diyor ki: (Şî’îlerin içine sızan dalâlet fırkalarından birisidir. İmâm-ı Ca’fer Sâdık hazretlerinin hayâtında ölen büyük oğlu İsmâ’îli son imâm tanıdıklarından bu ismi almışlardır. İbni Sebe’in yolundadırlar. Tenâsüha inanırlar. Harâmlara halâl derler. Her ahlâksızlığı sıkılmadan yaparlar. Çok müslimân kanı döken (Karâmıtî) zındıkları ile Hasen Sabbâh hâini ve Mısrda islâmiyyeti yıkmağa çalışan (Fâtımî) devleti hep İsmâ’îlî idi. Bid’at ehlinin azgın olanları ve Dürzîler ve hurûfîler de, bunlardan türemişdir). Bunların kendilerine (Alevî) dedikleri (Müncid) kitâbında yazılıdır.
Hurûfîler (Muhammed-Alî) birliğinde toplanıyoruz, diyor. Kur’ân-ı kerîmde ve hadîs-i şerîflerde medh-ü senâ buyurulan Eshâb-ı kirâm, bu birlikden dışarıda imiş. Cennet ile müjdelenen ilk üç halîfe ve bunlar zemânında İslâmiyyeti üç kıt’aya yayan islâm mücâhidleri, başka birliklerde imiş. Fekat, Sonbehâr mecmû’asının yazarı (Muhammed-Alî) sözünde de samîmî olmadığını anlatmakdadır. Çünki, hazret-i Alî, üç halîfeyi, hattâ, kendileriyle harb etdiği Eshâb-ı kirâmın hepsini çok severdi.
 

Hasret ruzgari

Aktif Üyemiz
Onların mü’min olduklarını, kıymetli olduklarını hutbelerinde ve her toplulukda söylerdi. Onları medh-ü senâ buyuruyordu. Alevî ismi ile şereflenen kimsenin de böyle olması lâzımdır. Ehl-i beyt yolunda olduklarını söylüyorlar. Yurdumuzdaki alevîlerin ve sünnîlerin birlikde sevdikleri mübârek alevî ismini kendilerine maske yapıyorlar. Hâlbuki, bütün yazıları ve bütün hareketleri, alevî olmadıklarını göstermekdedir. Bunların iç yüzünü meydâna çıkarmak için, o zemân yazılmış olan (Tuhfe) kitâbında diyor ki:
1) Hurûfîler (Muhammed-Alî birliği) sözü altında, Resûlullah ile, hazret-i Alîyi bir derecede tutuyorlar.
2) İster yehûdî, ister hıristiyan, ister müşrik olsun, hazret-i Alîyi seven herkes Cennete girecek, diyorlar. Eshâb-ı kirâmı sevenler, çok ibâdet yapsalar da, Ehl-i beyti de sevseler de, Cehenneme gireceklerdir, diyorlar.
3) Alîyi sevenlere, günâh zarar vermezmiş.
4) Ümmet-i merhûme olan Ehl-i sünnete “rahmetullahi teâlâ aleyhim ecma’în” ümmet-i mel’ûne diyorlar.
5) Kur’ân-ı kerîmi hazret-i Osmân “radıyallahü teâlâ anh” değişdirdi, diyorlar. Birçok âyeti inkâr ediyorlar.
6) Hazret-i Ömere la’net etmek, zikrden ve Kur’ân okumakdan dahâ sevâbdır, diyorlar.
7) Eshâb-ı kirâma ve Zevcât-ı zevil ihtirâma la’net etmek ibâdetdir. Nemâz gibi, onlara hergün la’net farzdır, diyorlar.
8) Hazret-i Ebû Bekre, hazret-i Ömere bir kerre la’net etmek, yetmiş ibâdet gibidir, diyorlar.
9) Hazret-i Rukayye ile Ümm-i Gülsüm, hazret-i Osmân ile evlendikleri için, Resûlullahın kızı değildirler, diyorlar.
10) Hazret-i Ebû Bekr, Ömer ve Osmân “radıyallahü anhüm” münâfık idi, diyorlar. Bu sözleri ile, bu üç halîfeyi medh eden hadîs-i şerîfleri inkâr ediyorlar. Bu hadîs-i şerîfler, Şâh Veliyyullah-ı Dehlevînin “rahmetullahi aleyh”, (İzâlet-ül-hafâ) kitâbında, vesîkaları ile birlikde yazılıdır.
11) Hazret-i Ebû Bekr, (Temîm) kabîlesinden ve hazret-i Ömer (Adî) kabîlesinden olduğu için, Temîm ve Adî bir putdur. Ebû Bekrle Ömer “radıyallahü teâlâ anhümâ” gizlice bu putlara tapınırlardı, diyorlar. Hâlbuki hazret-i Alî, hazret-i Ebû Bekrin oğlu Muhammede kızını verdi ve Onu vâlî yapdı. Bir kızını da hazret-i Ömere verdi. Bir yandan, hazret-i Alî ma’sûmdur, hiç yanılmaz, diyorlar. Bir yandan da, hazret-i Alînin kızlarını verdiği din büyüklerine ve Resûlullahın kayın pederlerine ve dâmâdına münâfık diyorlar.
 

Hasret ruzgari

Aktif Üyemiz
13) Ehl-i sünnet, hazret-i Alînin “radıyallahü teâlâ anh” kâtili olan İbni Mülcemi âdil tanıyor, diyorlar. Buhârî ondan hadîs haber veriyor, diyorlar. Bu sözleri yalandır. Buhârîde ibni Mülcemden hadîs yokdur.
14) Ehl-i sünnete düşman oldukları için, sünnet kelimesine de la’net ediyorlar.
15) Nemâzda (ve teâlâ ceddük) diyenin nemâzı bozulur, diyorlar.
16) Ehl-i sünnet “rahmetullahi teâlâ aleyhim ecma’în” yehûdîden ve hıristiyandan dahâ fenâdır ve dahâ pisdir, diyorlar.
17) Kendilerinin muhtelif fırkaları, birbirlerine düşman iseler de, Alîyi sevdikleri için, hepsi Cennete girecekmiş.
18) Ehl-i sünnetin “rahmetullahi teâlâ aleyhim ecma’în” bildirdiği ibâdetleri yapmak lâzım değildir, diyorlar.
19) Birşeye başlarken, Besmele yerine, üç halîfeye la’net ediyorlar. İlk iki halîfeye la’net yazılı kâğıdı taşıyan veyâ suyunu içen hasta iyi olurmuş.
20) Hazret-i Âişeye ve hazret-i Hafsaya “radıyallahü anhümâ” günde beş kerre la’net etmek farzdır, diyorlar.
21) Resûlullah, zevcelerini boşamak için, Alîyi vekîl etdi. O da Âişeyi boşadı, diyorlar. Hâlbuki âyet-i kerîmede, Resûlullaha bile boşamak hakkı verilmemişdir.
22) Alî olmasaydı, Peygamberler yaratılmazdı, diyorlar. Peygamber olmıyanın, Peygamberden dahâ üstün olduğunu söyliyenin kâfir olacağını düşünmiyorlar.
23) Kıyâmetde, yalnız Muhammed ile Alînin dedikleri olur, diyorlar.
24) Ömer “radıyallahü teâlâ anh” öldürülünce, melekler, üç gün kimseye günâh yazmadı, diyorlar.
25) Her hacda, Minâda Ebû Bekrle Ömer “radıyallahü anhümâ” taşlanıyor, diyorlar.
26) Dabbe-tül-erd âyeti, hazret-i Alînin tekrar dünyâya geleceğini bildirmek içinmiş.
 

Hasret ruzgari

Aktif Üyemiz
29) Hazret-i Ömerin “radıyallahü teâlâ anh” şehîd olduğu Rebî-ul-evvelin dokuzuncu günü bayramlarıdır.
30) Mecûsî bayramı olan Nevruz günü mubârek günleridir.
31) Farzdan başka nemâzlar, her tarafa doğru kılınırmış. Meşhedde imâm-ı Alî Rızânın kabrinin her köşesinde kabre karşı nemâz kılıyorlar. Tuhfe Muhtasarı, 300. cü sahîfesinde, (İmâmların mezârına karşı, kıbleye arkaları dönük nemâz kılarlar. Hurûfîlerin bu hâlleri müşriklere benzemekdedir) diyor.
32) Çıplak olarak her zemân nemâz kılınır derler. Sev’eteynden, (Ya’nî ön ve arkadaki iki çirkin yerden) başka yerleri avret saymadıkları (Minhâcüssâlihîn) adındaki kitâbında açıkça yazılıdır. Bu kitâbın, 1385 [m. 1966] da Necefde onbeşinci baskısı yapılmışdır.
33) Yimek ve içmek nemâzı bozmazmış.
34) 218. ci sahîfesinde diyor ki, Cum’a nemâzı kılmazlar. Öğle, ikindi, akşam ve yatsı nemâzlarını bir arada kılarlar.
35) Onyedinci inanışları olarak, ma’sûm imâmın dokunduğu şeyler, Kâ’beden binlerce def’a dahâ kıymetlidir, derler.
36) Suya girince oruc bozulur, derler.
37) Muharremin onuncu günü ikindiye kadar oruc tutarlar.
38) Cihâd ibâdet değildir, câiz değildir, derler.
39) Bir kadınla para karşılığı, belli zemân evli yaşamağa (Müt’a nikâhı) diyorlar. Böyle nikâh çok sevâbmış. (Müt’a-i devriyye) denilen genel ev hayâtına câiz dedikleri de 227. ci sahîfede yazılıdır.
40) Câriyeyi vakf sûreti ile erkeklere teslîm etmek sahîhdir, derler.
41) Seyyid Mahmûd Şükrü Âlûsînin, (1302) hicrî yılında hâzırladığı ve (1373) yılında Kâhirede basılan (Muhtasar-ı Tuhfe-i İsnâ-aşeriyye) adındaki arabî kitâbın 325. ci sahîfesinde diyor ki: Halâda tahâret için kullanılmış olan su ile pişen et ve benzeri temiz olur ve yimesi câiz olurmuş. İstincâda kullanılan suyun temiz olduğu (Minhâc) kitâblarında da yazılıdır.
 

Hasret ruzgari

Aktif Üyemiz
Bunun gibi, çok kimselerin tahâretlendiği ve köpeğin bevl yapdığı su temizmiş, içmesi ve bir şeyi pişirmesi câizmiş. Yarısı kan veyâ bevl olan su da böyle imiş.
42) Aç olanın, ekmeği olup da vermiyeni öldürmesi câizdir, derler.
43) İkinci bâbda, yetmişbeşinci keyd, ya’nî hîleleri olarak diyor ki, nemâzda toprakdan yapılmış kerpiç üzerine secde yapmak lâzımdır. Ehl-i sünnet toprak üzerine secde etmedikleri için, şeytâna benziyor, diyorlar.
44) Tuhfe Muhtasarı, ikiyüzdoksandokuzuncu sahîfesinde, (Hıristiyânlar, Îsâ aleyhisselâmın ve hazret-i Meryemin uydurma resmlerini yapıp kiliselerinde, bu resmlere karşı secde yapdıkları gibi, hurûfîler de imâmların uydurma resmlerini yapıyorlar. Bu resmlere saygı gösteriyorlar, hattâ secde ediyorlar) diyor. Zemânımızda Îrânda ve Irakda sarıklı ve sakallı uydurma resmleri câmi’lere, evlere ve dükkânlara asdıkları, hazret-i Alînin resmidir, diyerek bunlara tapındıkları görülmekdedir.
45) Tuhfe Muhtasarında, ondördüncü sahîfede diyor ki, hurûfîlerin taşkın olanları, hazret-i Alîye ilâh diyorlar. Bu taşkınlar yirmidört fırkaya ayrılmışdır. Bunlardan yirminci fırka, tanrı, Alîye ve çocuklarına hulûl etmişdir. Alî ilâhdır, diyorlar. Bunlar Şâmda ve Haleb ve Lazkiyyede bulunmakdadır. Türkiyede yokdur.
Yukarıda yazılı kırkbeş maddedeki hurûfî inançlarının çoğunun, hangi kitâblarda bulunduğu (Tuhfe-i İsnâ-aşeriyye)de yazılıdır. Herbirinin yanlış ve bozuk olduğu vesîkalarla isbât edilmekdedir. Alevîler, hazret-i Alînin şânını, şerefini, kıymetini ve islâmiyyete hizmetini bilerek, O Allahın arslanını, Peygamber efendimizin bildirdiği gibi çok seven müslimânlardır. Ehl-i sünnet denilen biz müslimânlar, hazret-i Alîyi böyle sevdiğimiz için, Alevîyiz. Böyle Alevî olanları severiz. Onları kardeş biliriz. İbâdetlerimizi serbestçe yapdığımız ve huzûr içinde yaşadığımız Türkiyenin mubârek topraklarında, elele verip çalışmamız, sevişmemiz, vicdan borcumuz olmalıdır.
İslâmiyyeti içerden yıkmağa uğraşan dinde reformculardan biri, hattâ birincisi hurûfîler olduğu yukarıda bildirildi. Bunlar şî’î değildir. Şî’îlik, üç halîfeyi sevmemekdir. Düşmanlık etmek değildir. (Şî’â), cemâ’at, topluluk, fırka, parti demekdir. Bu partiden olana (Şî’î) denir. (Kısas-ı Enbiyâ)da diyor ki:
Eshâb-ı kirâma düşman olmak fitnesini ilk meydâna çıkaran (Abdüllah bin Sebe’) isminde Yemenli bir yehûdîdir.
 

Hasret ruzgari

Aktif Üyemiz
Bu yehûdî, müslimân göründü. Önce Basraya geldi. (Îsâ “aleyhisselâm” tekrâr dünyâya gelecek. Muhammed “aleyhisselâm” gelmez olur mu? O da gelecek, Alî ile birlikde dünyâyı küfrden kurtaracak. Hilâfet Alînin hakkı idi. Üç halîfe, Onun hakkını elinden zorla aldı) diyordu. Basradan koğuldu. Kûfeye gelip, halkı aldatmağa başladı. Buradan da koğuldu. Şâma geldi. Şâmda, Eshâb-ı kirâmdan yüz bulamayınca Mısra kaçdı. Mısrda, Hâlid bin Mülcim, Sûdan bin Hamrân, Gâfıkî bin Harb ve Kinâne bin Bişr gibi soysuz, azılı haydutları etrafına topladı. Kendisini Ehl-i beytin âşıkı olarak tanıtdı. Herkese, hazret-i Alîye uymak, Ona uymıyanlara düşman olmak lâzım olduğunu söylüyordu. Kendisine inananlara da, ayrıca (Peygamberden sonra, insanların en üstünü hazret-i Alîdir. O, Peygamberin vasîsi, kardeşi, dâmâdıdır) diyordu. Sözlerine inandırmak için, âyet-i kerîmelere yanlış ma’nâlar veriyor, hadîs uydurarak câhilleri aldatıyordu. Böyle yapanlara (Zındık) denir. Bu sözlerine de inananlara, (Peygamber kendinden sonra hazret-i Alînin halîfe olmasını emr etdi. Eshâb, Peygamberi dinlemediler. Alînin hakkını çiğnediler. Dünyâ çıkarları için, dinlerini terk etdiler) diyordu. Bu sırları herkese açma, diye sıkı tenbîh ediyordu. (Ben şan ve şöhreti sevmem. Maksadım, yalnız, size doğru yolu bildirmekdir) diyordu. Böylece hazret-i Osmânın şehîd edilmesine sebeb oldu. Sonra, hazret-i Alînin askeri arasına, üç halîfenin düşmanlığını yaymağa çalışdı. Burada da başarı sağladı. Buna aldananlara (Sebeiyye) denir. [Sonradan hurûfî denildi.] Hazret-i Alî, bu dedikoduları haber alınca, minbere çıkıp, üç halîfeye dil uzatanları ağır suçladı. Birkaçını döğmekle korkutdu. İbni Sebe’ bu başarısını görünce, seçdiklerine, gizlice, hazret-i Alînin kerâmetlerini ileri sürerek, (Bu insan gücünün üstündeki işleri, Onun ilâh olduğunu anlatıyor) diyor ve hazret-i Alînin (Sekr-i tarîkat) hâlindeki sözlerini de şâhid gösteriyordu. Hazret-i Alî, bu sözleri de haber aldı. İbni Sebe’i ve ona inananları, ya’nî hurûfîleri ateşde yakacağını bildirdi. Bunları Medâyn şehrine sürdü. Fekat, orada da râhat durmadı. Adamlarını Irâka ve Azerbaycâna göndererek, Eshâb-ı kirâm düşmanlığını yaydı. Hazret-i Alî, Şâmlılarla harb etmekde olduğundan, bunlarla uğraşmağa, halîfelik işlerini yapmağa vakt bulamadı.
Süâl: Hazret-i Alî, Deve ve Sıffîn vak’alarında, karşısında bulunan Eshâb-ı kirâm ile anlaşsaydı, Onlarla harb etmeseydi, O din kardeşleri ile birleşerek, O sevdikleri ile elele vererek, İbni Sebe’ kâfiri ile ve onun yanına toplanmış olan hurûfîlerle harb etselerdi, islâmiyyete yapmış olduğu büyük hizmetlere, bir yenisini de katmış olurdu.
 

Hasret ruzgari

Aktif Üyemiz
Târîh boyunca islâm âlemini kana boyamış olan (Sebeiyye) fırkası yok olurdu, denirse:
Cevâb: Öyle ictihâd buyurmadı. Kader-i ilâhîyi keşf etdi. Ona tâbi’ oldu. Ehl-i sünnet âlimleri, hazret-i Alînin ictihâdının doğru olduğunu bildiriyor. İkinci Abdülhamîd hânın “rahmetullahi aleyh” başına gelen de, bunun gibi idi. Mason plânları ile hâzırlanmış olan çapulcu ordusu, Sultânı hal’ için gelirken, İstanbuldaki pâşalar, karşı koyalım, dedi. İstanbuldaki kışlalar ta’lîmli asker dolu idi. Fekat, Abdülhamîd hân, hazret-i Alînin “radıyallahü anh”ictihâdına uydu. Kader-i ilâhiyyeye tâbi’ oldu. Âsîlere karşı gelmedi. Böylece ittihâdcıların, kendisinden ve binlerce müslimândan intikam almalarını önledi.
Bozguncuların günden güne artması yüzünden hazret-i Alînin “radıyallahü anh” askeri dörde ayrıldı:
1) İlk şî’a fırkası olup, hazret-i Alîye “radıyallahü anh” uydular. Eshâb-ı kirâmdan hiçbirisine dil uzatmadılar. Hepsini sevgi ile, saygı ile andılar. Şeytânın vesvesesinden kurtuldular. Harb etdiklerini de kardeş bildiler. Onlarla savaşmakdan vazgeçdiler. Hazret-i Alî bunların sözlerini kabûl buyurdu. (Şî’a) adı ilk olarak bunlara verilmişdir. Bunların yolunda olanlara, (Ehl-i sünnet ve cemâ’at) denildi.
2) Hazret-i Alîyi “radıyallahü anh”, Eshâb-ı kirâmın hepsinden üstün tutanlara (Tafdîliyye) denildi. Hazret-i Alî bunları dövmekle korkutdu. Şî’î deyince, bu fırkadan olanlar anlaşılır.
3) Eshâb-ı kirâmın “radıyallahü teâlâ anhüm ecma’în” hepsine fâsık, hattâ, kâfir diyenlerdir. Bunlara (Sebeiyye) ve (Hurûfî) denir.
4) Ençok aldananlardır. Bunlar, (Gulât), ya’nî azgın olanlardır. Allah, hazret-i Alîye hulûl etmişdir, dediler.
Hazret-i Hüseynin oğlu İmâm-ı Zeynel’âbidîn Alî, hicretin (94). cü senesinde, kırksekiz yaşında vefât edince, oğlu (Zeyd bin Alî) “radıyallahü teâlâ anhüm ecma’în”, halîfe Hişâma karşı ısyân etdi. Bir ordu ile Kûfeye yürüdü. Zeyd hazretleri, askerin Eshâb-ı kirâma sövdüklerini işitince, men’ etdi. Nasîhat eyledi. Fekat askerler dağıldı. Zeydin yanında az kimse kaldı ve yüzyirmiiki (122) senesinde şehîd oldu. Kaçanlar kendilerine (İmâmiyye) adını takdılar. Zeydin yanında kalanlara (Zeydiyye) denildi.
Hazret-i Alînin ilk şî’ası olan Ehl-i sünnete göre, hazret-i Alî, zemânının en üstünü idi. Hilâfet Onun hakkı idi. Ona uymıyanlar hatâ etdi, bâgî oldu. Hazret-i Âişe, Talha, Zübeyr, Mu’âviye ve Amr ibni Âs gibi Eshâb-ı kirâm “radıyallahü teâlâ anhüm ecma’în”, hazret-i Alî ile, halîfelik için harb etmediler.
 

Hasret ruzgari

Aktif Üyemiz
Hazret-i Osmânın kâtilleri aranıp bulunmadığı için ve bunlara kısâs yapılmadığı için karşı koydular. Uyuşmak üzere iken (Abdüllah bin Sebe’) ve adamları savaşa başladı ve olan oldu. Hazret-i Alî ile harb eden Eshâbın hepsi, hilâfet Onun hakkı olduğunu, Onun kendilerinden dahâ üstün olduğunu söyliyorlardı. Onu övüyorlardı. Hazret-i Alî de, kendisi ile harb eden Eshâb-ı kirâmı seviyordu, övüyordu.
10 — Hurûfîler, Ehl-i beyt, Eshâb-ı kirâmı “radıyallahü teâlâ anhüm ecma’în” kötüledi. Onların işkencelerinden feryâd etdiler, diyorlar. Eshâb-ı kirâmdan çoğunun ve hele hazret-i Mu’âviyenin ve babasının ve Amr bin Âs hazretlerinin mürted olduklarını yazıyorlar. Bu mürtedleri seven ve övenler de, Onlarla birlikde Cehenneme gideceklerdir, diyorlar. Evet, Eshâb-ı kirâmdan sonra, vâlîler arasında, Ehl-i beyte zulm ve işkence edenler oldu. Abbâsîler zemânında yapılan işkence, Emevîler zemânında yapılandan katkat çok idi. Ehl-i beyt imâmlarından, bu vâlîleri kötüliyen sözler işitildi. Ehl-i beyt imâmlarının o sözlerini Eshâb-ı kirâm için söylemiş gibi çevirdiler. Böylece, Ehl-i beyte de, Eshâb-ı kirâma da hiyânet eylediler.
Eshâb-ı kirâmı kötüliyen kitâbları, Ehl-i sünnet âlimlerinin kitâbları gibi göstererek câhilleri aldatdılar. Meselâ Keşşaf tefsîrinin sâhibi, Tafdîlî ve Mu’tezilîdir. (Ahtab hârezmî) azgın bir Zeydîdir. Me’ârif kitâbının sâhibi (İbni Kuteybe) ve Nehcülbelâga kitâbını şerh eden (İbni Ebilhadîd) mu’tezilîdir. Tefsîr sâhibi (Hişam Kelebî) bid’at ehlidir. Murevvicüzzeheb sâhibi olan (Mes’ûdî) ve Egânî kitâbını yazan (Ebülferec İsfehânî) ve Rıyâdunnadara kitâbını yazan (Ahmed Taberî) gibiler de, azgın Ehl-i sünnet düşmanlarıdır. Hurûfîler, bunları, Ehl-i sünnet âlimi tanıtarak, gençleri aldatıyorlar. Kolay aldatabilmek için, kendilerinin bid’at ehli olduklarını söylemiyorlar. Birçokları da büsbütün gizleniyor. Ehl-i sünnet görünüyorlar. Ehl-i sünnet âlimlerini övüyorlar. Fekat Eshâb-ı kirâmın büyüklerini kötüliyorlar. Vesîka olarak da, yukarıda yazdığımız kitâbların ismlerini koyuyorlar. O hâlde, müslimânlar uyanık olmalıdır. Bu bozuk kitâblardan alınmış yazıların, tercemelerin bulunduğu anlaşılan kitâbları ve mecmû’aları okumamalıdırlar. İslâmiyyeti ve Ehl-i sünnet âlimlerini ne kadar överse övsün, içinde bu kitâbların adı görülen din kitâbını zehr bilmeli, perde arkasından islâmiyyeti yıkmak istiyen hurûfîlerin tuzağı olduğunu anlamalıdır.
(Süddî) isminde iki din adamı vardır. Biri, İsmâ’îl-i Kûfîdir. Sünnîdir. Öteki, sagîr diye meşhûrdur ve azgın bid’at sâhibidir. İbni Kuteybe de ikidir. (İbrâhîm ibni Kuteybe) bid’at sâhibidir.
 
Üst Alt