7-)Beşinci risâle îmân ile ölmek için kardeşim ehl-i beyt ile eshâbı sevmelisin

Hasret ruzgari

Aktif Üyemiz
Şimdi, yirminci asrın motorlu vâsıtaları ile bunlar yapılamıyor. (Arabistânda nehrler akmadıkça, kıyâmet kopmaz) hadîs-i şerîfi, sanki hazret-i Osmânın zemânındaki medeniyyeti haber vermekdedir. Adî bin Hâtem Tâîye söylenen hadîs-i şerîfde, (Ömrün çok olursa, bir kadının Hire şehrinden Kâ’beye râhat râhat Allahdan başka kimseden korkmadan geleceğini görürsün) buyurulmuşdu. Hazret-i Osmân zemânında malın, servetin artacağını, iş hayâtının gelişeceğini bildiren çok hadîs-i şerîf vardır. Eshâb-ı kirâm, bu bereketi ve huzûru görünce, hazret-i Osmânın idâresini, başarısını takdîr eylediler. Onlar da, halîfe gibi çalışmağa başladılar. Hazret-i Alî, Yenbû’ ve Fedek ve Zühre denilen yerlerde, Talha, Gâbedde, Zübeyr, Zihaşebde, tarlalar ve bağlar yapdılar. Hicâz kıt’ası, ma’mûr oldu. Hazret-i Osmânın hilâfeti birkaç sene dahâ uzasaydı, Şîrâzın gül bağçelerini ve Hiratın korularını geride bırakacaklardı. Ölü toprakları, Halîfeden izn alarak, herkesin kendi malı ile işletmesi câizdir. Bunu yapmak halîfenin kendisi için de niçin câiz olmasın? Böylece yetişdirdiği mahsûl, kendisine neye halâl olmasın? Hazret-i Osmân, kendi malı ile, çok toprakları ihyâ etdi. Bağlar, bağçeler yapdı. Kuyular kazdırdı. Sular akıtdı. Herkese önayak oldu. Millete iş imkânı sağladı. Yeni bir çığır açdı. (Mal, malı çeker) sözü gereğince, gelirleri katkat artdı. Onun zemânında, Medînede tarla sürmeyen, bağ yetişdirmiyen kimse kalmadı. Hindli Mevdûdî ile Mısrlı Seyyid Kutb, İslâm târîhlerini veyâ hiç olmazsa, Hindistânda yazılmış olan (Tuhfe) kitâbını okumuş olsalardı, Resûlullahın halîfelerini “radıyallahü teâlâ anhüm ecma’în” lekelemekden belki hayâ ederlerdi. Onları medh ve senâ etmekden de âciz olduklarını anlarlar, edebli davranırlardı.
Beytülmâldan Zeyd bin Sâbite “radıyallahü teâlâ anh” bin dirhem bağışladı, sözü de, hâdiselere kötü gözle bakmanın ifâdesidir. Birgün beytülmâldan hakkı olanlara dağıtım yapılmasını emr eylemişdi. Bin dirhem kadarı artmışdı. Bunun, müslimânların hizmetinde kullanılmasını emr buyurdu. Zeyd, bu para ile mescid-i Nebevîyi ta’mîr eyledi.
Beşyüzyetmişaltıda vefât eden Şâfi’î âlimlerinden hâfız Ahmed bin Muhammed Ebû Tâhir Silefînin (Meşîhat) kitâbında ve ayrıca İbni Asâkir Alî bin Muhammedin bildirdikleri hadîs-i şerîfde, (Ebû Bekri sevmek ve Ona şükr etmek, ümmetimin hepsine vâcibdir), buyuruldu. Bu hadîs-i şerîfi, imâm-ı Münâvî de, Deylemîden naklen yazmakdadır. Hâfız Ömer bin Muhammed Erbilî (Vesîle) kitâbındaki hadîs-i şerîfde, (Allahü teâlâ size nemâzı, zekâtı ve orucu farz etdiği gibi, Ebû Bekri, Ömeri, Osmânı ve Alîyi sevmeği de farz eyledi) buyuruldu.
 

Hasret ruzgari

Aktif Üyemiz
Abdüllah ibni Adînin bildirdiği, Münâvîde yazılı hadîs-i şerîfde, (Ebû Bekrle Ömeri sevmek îmândandır. Onlara düşmanlık münâfıklıkdır) buyuruldu. İmâm-ı Tirmüzî buyuruyor ki, Resûlullahın yanına bir cenâze getirildi. Nemâzını kılmadı ve, (Bu adam Osmâna düşman idi. Onun için, Allahü teâlâ da, buna düşmandır) buyurdu. Tevbe sûresinin yüzbirinci âyetinde meâlen, (Muhâcirlerin ve Ensârın önce îmâna gelenlerinden ve Onların yolunda gidenlerden Allah râzıdır. Onlar da Allahdan râzıdırlar. Allah, Onlar için Cennetler hâzırladı) buyuruldu. İlk üç halîfe, önce îmâna gelenlerdendir. Hazret-i Mu’âviye ile Amr ibni Âs da, Onların yolunda olanlardandır. Bu din büyüklerine dil uzatanlar, âyet-i kerîmeye ve hadîs-i şerîflere karşı gelmiş oluyorlar. Âyet-i kerîmeye ve hadîs-i şerîfe karşı gelen, dinden çıkar, kâfir olur. Müslimân olduğunu açıklarsa, münâfık veyâ zındık olduğu anlaşılır.
6— (Diğeri acûze kadın Safvân ile yaşadığı çöl aşkını gerdanlık gaybı behânesi ile örtmeğe çalışıyor. Diğer tarafdan da, boşanma sebebini hazret-i Alîye yüklüyor. Böylece, Cemel vak’ası doğuyor) diyor.
Mecmû’a, burada mü’minlerin annesi, Resûlullahın sevgili zevcesi olan Âişe-i Sıddîka “radıyallahü teâlâ anhâ” hazretlerine, hayâsızca saldırmakdadır. Hadîs âlimlerinden Abdülhak Dehlevî hazretleri, (Medâric-ün-nübüvve) kitâbında bakınız ne buyuruyor:
Âişe-i Sıddîka “radıyallahü teâlâ anhâ” hazretlerinin fazîletleri, üstünlükleri, sayılamıyacak kadar çokdur. Eshâb-ı kirâmın fıkh âlimlerindendi. Çok fasîh ve belîğ konuşurdu. Eshâb-ı kirâma fetvâ verirdi. Âlimlerin çoğuna göre, fıkh bilgilerinin dörtde birini hazret-i Âişe haber vermişdir. Hadîs-i şerîfde, (Dîninizin üçde birini Humeyrâdan öğreniniz!) buyuruldu. Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem”, hazret-i Âişeyi çok sevdiği için, Ona (Humeyrâ) derdi. Eshâb-ı kirâmdan ve Tâbi’înden çok kimse, hazret-i Âişeden işitdikleri hadîs-i şerîfleri haber vermişlerdir. Ürvetübni Zübeyr hazretleri buyuruyor ki, Kur’ân-ı kerîmin ma’nâlarını ve halâl ve harâmları ve Arab şi’rlerini ve neseb ilmini, hazret-i Âişeden dahâ çok bilen kimse, görmedim. Resûlullahı medh eden şu iki beyt, hazret-i Âişenindir:
Ve lev semi’û ehl-ü Mısre evsâfe haddihî,
Lemâ bezelû fî sevm-i Yûsüfe min nakdin.

Levîmâ Zelîhâ lev reeyne cebînehû
Le âserne bil-kat’il kulûbi alel eydi.
 

Hasret ruzgari

Aktif Üyemiz
Mısrdakiler, Onun yanaklarının güzelliğini işitmiş olsalardı, Yûsüf aleyhisselâmın pazarlığında hiç para vermezlerdi. Ya’nî, bütün mallarını, Onun yanaklarını görebilmek için saklarlardı. Zelihâyı kötüliyen kadınlar, Onun parlak alnını görselerdi, ellerinin yerine kalblerini keserlerdi (de acısını duymazlardı).
Hazret-i Âişenin şân ve şereflerinden birisi de Resûlullahın sevgilisi olmasıdır. Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem”, Onu çok severdi. Resûlullaha, en çok kimi seviyorsun denildikde,(Âişeyi) buyurdu. Erkeklerden kimi? dediler. (Âişenin babasını) buyurdu. Ya’nî en çok hazret-i Ebû Bekri sevdiğini bildirdi. Hazret-i Âişeye sordular ki, Resûlullah en çok kimi severdi? Fâtımayı severdi, dedi. Erkeklerden en çok kimi severdi dediler. Fâtımanın zevcini buyurdu. Bundan anlaşılıyor ki, zevceleri arasında, hazret-i Âişeyi, çocukları arasında, hazret-i Fâtımayı, Ehl-i beyti arasında, hazret-i Alîyi, Eshâbı arasında ise, hazret-i Ebû Bekri en çok severdi “radıyallahü teâlâ anhüm ecma’în”. Hazret-i Âişe buyuruyor ki, (Birgün Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem” mubârek na’lınlarının kayışlarını çakıyordu. Ben de iplik iğriyordum. Mubârek yüzüne bakdım. Parlak alnından ter damlıyordu. Ter damlası, her tarafa nûr saçıyordu. Gözlerimi kamaşdırıyordu. Şaşakaldım. Bana doğru bakdı. (Sana ne oldu ki, böyle dalgın duruyorsun?) buyurdu. Yâ Resûlallah! Mubârek yüzündeki nûrların parlaklığına ve mubârek alnındaki ter dânelerinin saçdıkları ışıklara bakarak kendimden geçdim, dedim. Resûlullah kalkıp yanıma geldi. Gözlerimin arasını öpdü ve (Yâ Âişe! Allahü teâlâ sana iyilikler versin! Beni sevindirdiğin gibi, seni sevindiremedim) buyurdu. Ya’nî, senin beni sevindirmen, benim seni sevindirmemden çokdur, dedi.) Hazret-i Âişenin mubârek gözlerinin arasını öpmesi, Resûlullahı severek, Onun cemâlini anlıyarak gördüğü için âferin ve takdîr olmakdadır. Mısrâ’:
Âferin gözlerime ki, senin güzelliğini görebiliyor!
Beyt:
Ne iyi O gözler ki, güzele bakmakdadır.
Ne tâli’li O kalb ki, Onun için yanmakdadır!

Tâbi’înin büyüklerinden olan imâm-ı Mesrûk, hazret-i Âişeden gelen bir haberi bildirirken, (Resûlullahın sevgilisi ve Ebû Bekr-i Sıddîkın kerîmesi olan hazret-i Sıddîka buyuruyor ki) diyerek söze başlardı. Ba’zan da, (Allahü teâlânın ve göklerde olanların sevdiklerinin sevgilisi diyor ki) derdi.
 

Hasret ruzgari

Aktif Üyemiz
Âişe “radıyallahü anhâ”, kendisinin, ezvâc-ı tâhirâtın hepsinden dahâ üstün olduğunu söyliyerek, Allahü teâlânın ni’metlerini sayar, öğünürdü. (Resûlullah beni istemeden önce, Cebrâîl aleyhisselâm, benim resmimi getirip gösterdi ve bu senin zevcendir, dedi!) derdi. O zemân canlı resmi yapmak harâm olmamışdı. Hem de, resmi, insan yapmamışdı ki, Ona günâh olsun. (Buhârî) ve (Müslim) kitâblarındaki hadîs-i şerîfde, Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem” Âişe “radıyallahü anhâ” valdemize buyurdu ki, (Seni üç gece rü’yâda gördüm. Melek, beyâz ipek üzerindeki resmini bana gösterdi. Bu senin zevcendir, dedi. Rü’yâda, meleğin gösterdiği resmi unutmadım. Tâm sensin). Âişe valdemiz buyurdu ki, (Resûlullah gece nemâzı kılıyordu. Ben yanında yatmış idim. Bu hâl yalnız bana mahsûsdu [diyerek öğünürdü]. Secdede, mubârek elleri ayaklarıma değince, ayaklarımı çekerdim). Hazret-i Âişenin fazîletlerinden birisi de, aynı kabdan, birlikde gusl abdesti almalarıydı. Bu da, Resûlullahın hazret-i Âişeyi ne kadar fazla sevdiğini göstermekdedir. Resûlullaha, Âişeden başka, hiçbir zevcesinin yatağında (vahy)gelmedi. Bu da, hazret-i Âişenin Allahü teâlâ indinde kıymetinin pekçok olduğunu göstermekdedir. Ümm-i Seleme hazretleri, Resûlullaha, Âişe için birşey söylemişdi. (Âişe için beni incitme. Bana vahy, yalnız Âişenin yatağında iken gelmekdedir) buyurulmuşdu. Ümm-i Seleme de, (Seni bir dahâ incitmem, tevbe yâ Resûlallah) demişdi. Birgün hazret-i Fâtımaya (Benim sevdiğimi sen de sever misin?) buyurdu. Evet dedi, (Öyle ise, Âişeyi sev!) buyurdu “radıyallahü teâlâ anhümâ”.
Hazret-i Âişe, (Bana karşı yapılan iftirânın yalan olduğu Allahü teâlâ tarafından bildirildi) diyerek öğünürdü. Allahü teâlâ, Nûr sûresindeki onyedi âyeti göndererek, Âişeye iftirâ edenlerin Cehenneme gideceklerini bildirdi. Hazret-i Âişenin izzeti ve şerefinin yüksekliği bu âyet-i kerîmelerle de anlaşıldı.
Hazret-i Âişeye iftirâ, hicretin beşinci yılında (Müreysi’) gazvesinde olmuşdu. Bu muhârebeye (Benî mustalık) gazvesi de denir. Resûlullah, bu gazâya bin kişi ile gitmişdi. Hazret-i Âişe ile Ümmi Selemeyi de götürmüşdü. Ganîmete kavuşmak için, çok sayıda münâfık da gelmişdi. Askerin önüne hazret-i Ömeri koydu. Kanlı savaşdan sonra beşbin koyun ile onbin deve ve yediyüzden ziyâde esîr alındı. Cüveyriyye de bunlar arasında idi. Resûlullah, bunu satın alarak, tezvîc buyurdu. Eshâb-ı kirâm, bunu görünce, Resûlullahın akrabâsı nasıl esîrimiz olur diyerek, ellerindeki esîrleri âzâd etdiler “radıyallahü teâlâ anhüm ecma’în”. Cüveyriyye ne bahtiyâr kız imiş ki, kavminin esâretden kurtulmasına sebeb oldu. Resûl-i ekrem, Selmân-ı Fârisîyi, yehûdî olan sâhibinden bu sene satın alıp âzâd etmişdir.
 

Hasret ruzgari

Aktif Üyemiz
Selmân hazretleri, hicretin birinci senesinde müslimân olmuşdu.
Fârisî (Me’âricünnübüvve) kitâbının türkçe tercemesi olan (Altı-Parmak)da diyor ki, Resûlullah gazâya giderken, zevceleri arasında kur’a çekerdi. Hangisinin adı çıkarsa, Onu birlikde götürürdü. Hazret-i Âişe buyuruyor ki, (Kadınların örtünmesi için âyet gelmişdi. Bana bir çadır yapdılar. Çadırla deveye bindirirlerdi. Gazâdan dönüşde, Medîneye yakın konmuşduk. Seher vakti göç sesleri işitildi. Abdest bozmak için, askerden uzaklaşmışdım. Hemen geldim. Gerdanlığımı bulamadım. Geri gitdim. Aradım, buldum. Yerime gelince, askeri göremedim. Gitmişler. Beni çadırın içinde sanıp deveye yükletmişler. O zemân az yirdim. Za’îf idim. Ondört yaşında idim. Şaşırdım, kaldım. Beni bulamayınca ararlar diyerek, oturup bekledim. Uyumuşum. Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem”, Safvân bin Mu’attil Sülemînin arkadan gelmesini emr eylemişdi. Gelip beni uykuda görünce, bağırmış. Sesden uyandım. Onu görünce, yüzümü örtdüm. Devesini çökdürdü. Uzaklaşarak, (Deveye bin!) dedi. Bindim, Safvân yuları tutdu. Sıcak basınca, askere yetişdik. Önce münâfıklara rastladık. Çirkin şeyler söyleşdiler. Onları İbni Ebî Selûl kışkırtıyordu. Müslimânlardan Hassân bin Sâbit ve Mistah da onlara uymuşdu. Medîneye gelince, hasta oldum. İftirâ söylentileri heryere yayılmış. Benim haberim yokdu. Fekat, Resûlullah beni eskisi gibi aramıyor, hastalığımı yoklamıyordu. Sebebini anlıyamıyordum. Bir gece, Mistahın annesi ile halâya çıkdım. Etekleri ayağına sarılarak düşdü. Oğluna [Mistaha] la’net etdi. Niçin söğersin? dedim, söylemedi. Birkaç kerre sordum. Ey Âişe! Onun ne söylediklerini işitmedin mi? dedi. Sordum. İftirâ sözlerini bana anlatdı. Hastalığım hemen artdı. Ateşim yükseldi. Tepemden duman çıkdı zan etdim. Aklım gitdi. Düşdüm. Aklım başıma gelince, evime geldim. Babamın evine gitmek için, Resûlullahdan izn istedim. İzn verdi. Ne olduğunu öğrenmek istiyordum. Anneme sordum. Yavrum hiç üzülme! Senin işin kolaydır. Güzel olan ve zevci tarafından çok sevilen her kadın için böyle şeyler söylerler, dedi. Şaşırdım. Böyle sözler acabâ Resûlullahın mubârek kulağına da gitmiş midir? Babam da duymuş mudur diye üzüldüm. Çok ağladım. Babam başka odada Kur’ân-ı kerîm okuyordu. Sesimi duymuş. Annemden sormuş. Annem de, dillerde dolaşan sözleri şimdi işitdi, demiş. Babam da ağladı. Sonra yanıma gelip, (Yavrum sabr et! Allahü teâlâdan ne âyet geleceğini bekliyelim) dedi. O gece, sabaha kadar uyumadım. Gözlerimin yaşı dinmedi).
 

Hasret ruzgari

Aktif Üyemiz
Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem”, hazret-i Alî ile Üsâmeyi “radıyallahü anhümâ” çağırıp, (Bu işin sonu neye varacak?)dedi. Üsâme, (Yâ Resûlallah! Biz senin zevcenin yalnız iyi olduğunu biliriz) dedi. Hazret-i Alî de, (Yeryüzünde kadın çok. Allahü teâlâ sana yeryüzünü dar eylemedi. Âişeyi, câriyesi olan Büreydeden sor!) dedi. Ona soruldu. Allaha yemîn ederim ki, Onda bir ayb görmedim. Arada bir uyurdu. Koyun gelince, un ile hamur yapıp yirdi. Çok zemân Onun yanında bulundum. Onda hiçbir ayb görmedim. Ağızlarda dolaşanlar doğru olsaydı, Allahü teâlâ, onu sana bildirirdi) dedi. Resûlullah, birgün evinde üzüntülü oturuyordu. Ömer-ül-Fârûk hazretleri geldi. Resûlullah, Onun ne düşündüğünü sordu. (Yâ Resûlallah! İyi biliyorum ki, münâfıklar yalan söylüyorlar. Allahü teâlâ, senin üzerine sinek kondurmuyor. Bir mırdar yere konup da, sonra senin üstünü kirletmesin diye muhâfaza ediyor. Seni az bir pislikden saklıyan Allah, pisliklerin en kötüsünden elbet saklar) dedi. Hazret-i Ömerin bu sözü Resûlullahın hoşuna gitdi. Mubârek yüzü güldü. Sonra, hazret-i Osmânı çağırdı. Ona da sordu. (Bu sözü münâfıkların yaydığından ve yalan olduğundan şübhem yokdur. Hepsi iftirâdır. Allahü teâlâ, senin gölgeni yere düşürmiyor. Mubârek gölgenin bile pis bir yere düşmesini, yâhud habîs bir kişinin, O gölgeye basmasını önlüyor. Mubârek evine pislik sokmasını hoş görür mü?) dedi. Bu sözden de, mubârek kalbi ferahladı. Sonra hazret-i Alîyi çağırıp sordu. O da, (Bu sözler yalandır, iftirâdır. Münâfıkların uydurmasıdır. Sizinle nemâz kılıyorduk. Siz nemâz içinde iken mubârek na’lınınızı çıkardınız. Size uyarak biz de çıkardık. (Na’lınlarınızı niçin çıkardınız?) dediniz. Size uymak için dedik. Siz de, (Cebrâîl aleyhisselâm geldi. Na’lında necâset bulaşığı olduğunu bana haber verdi. Onun için çıkardım) buyurmuşdunuz. Nemâz içinde bile vahy ederek seni pislikden koruyan Allah, mubârek zevcelerine böyle pislik yapılmasına izn verir mi? Böyle bir şey olsaydı, bunu da hemen haber verirdi. Mubârek kalbin üzülmesin. Allahü teâlâ, vahy edip, mubârek zevcenizin pâk olduğunu elbette size bildirir) dedi. Bu söz de, Resûlullahı sevindirdi. Hemen hazret-i Ebû Bekr-i Sıddîkın evine teşrif buyurdu “radıyallahü teâlâ anh”.
Hazret-i Âişe diyor ki: O gün ben durmadan ağlıyordum. Ensârdan bir hanım gelmiş, o da ağlıyordu. Annem ve babam yanımda oturuyorlardı. Ânsızın Resûlullah gelip selâm verdi. Yanımda oturdu. O zemândan beri yanıma hiç gelmemişdi. Bir ay geçmişdi. Hiç vahy inmemişdi. Resûlullah oturunca, Allahü teâlâya hamd-ü senâ eyledi. Şehâdet kelimesini okudu.
 

Hasret ruzgari

Aktif Üyemiz
Bana dönüp, (Ey Âişe! Senin için bana şöyle söylediler: Eğer sen, dedikleri gibi değil isen, Allahü teâlâ, yakında senin doğru olduğunu bildirir. Eğer bir günâh hâsıl oldu ise, tevbe istiğfâr eyle! Allahü teâlâ, günâhına tevbe edenlerin tevbesini kabûl eder) buyurdu. Resûlullahın mubârek sesini işitince, ağlamakdan vazgeçdim. Babama dönüp, cevâb vermesini söyledim. (Vallahi bilmem ki, Resûlullaha ne cevâb vereyim. Biz câhiliyyet zemânında putperest idik. İnsan heykellerine tapınıyorduk. İbâdet etmesini bilmezdik. Hiç kimse bizim kadınlarımıza böyle birşey söyliyemezdi. Şimdi elhamdülillah kalblerimiz islâm nûru ile parladı. Evimiz islâm ışığı ile aydınlandı. Herkes bizim için böyle söyliyorlar. Ben, Resûlullaha ne diyeyim?) dedi. Sonra anneme döndüm. Sen cevâb ver, dedim. O da, (Ben şaşırdım kaldım. Ne söyliyeceğimi bilmiyorum. Sen söyle) dedi. Sonra, ben söze başladım. Dedim ki: Allahü teâlâya yemîn ederim ki, mubârek kulağınıza gelmiş olan lâfların hepsi yalandır. Eğer onlara inanmış iseniz, temiz olduğumu ne kadar söylesem, bana inanmazsınız. Allahü teâlâ biliyor ki, benim birşeyden haberim yokdur. Yapmadığım birşeye evet dersem, kendime iftirâ etmiş olurum. Vallahi başka diyeceğim yokdur. Yalnız Yûsüf aleyhisselâmın dediğini derim ki, (Sabr etmek iyidir. Onların söyledikleri şey için, Allahü teâlâdan yardım beklerim). Şaşkınlığımdan, Ya’kûb “aleyhisselâm” diyeceğim yerde, Yûsüf “aleyhisselâm” dedim. Sonra yüzümü çevirip dayandım. Rabbimin beni temize çıkaracağını, Allah hakkı için hep bekliyordum. Çünki, kendimden emîndim. Suçum yokdu. Fekat, Allahü teâlânın benim için âyet-i kerîme göndereceğini sanmıyordum. Kıyâmete kadar heryerde, benim için âyet-i kerîme okunacağını aklıma sığdıramıyordum. Allahü teâlânın büyüklüğünü ve kendi aşağılığımı bildiğim için, benim için, âyet-i kerîme göndereceğini hiç ümmîd etmiyordum. Yalnız günâhsız olduğumu, kalbimin temizliğini Peygamberine rü’yâda bildirir veyâ kalb-i şerîfine ilhâm eder, diyordum. Allah hakkı için doğru söyliyorum ki, Resûlullah, oturduğu yerden dahâ kalkmamışdı ve kimse odadan dışarı çıkmamışdı. Mubârek yüzünde vahy alâmetleri göründü. Oturanların hepsi, vahy geldiğini anladı. Babam bu hâli görünce, deriden bir yasdık vardı. Yasdığı Resûlullahın mubârek başının altına koydu. Bir yemenî çarşaf ile üzerini örtdü. Vahy gelmesi bitince, mubârek yüzünden örtüyü kaldırdı. Gül gibi kırmızı yüzünden, inci gibi parlıyan terleri, mubârek elleri ile sildi. Gülümsiyerek, (Müjdeler olsun sana ey Âişe! Allahü teâlâ, seni temize çıkardı. Senin pâk olduğuna şâhid oldu) buyurdu. Babam hemen (Kalk yâ kızım! Resûlullaha çabuk teşekkür et!) dedi.
 

Hasret ruzgari

Aktif Üyemiz
Ben de, vallahi kalkmam, Allahü teâlâdan başkasına şükr etmem! Çünki, Rabbim benim için âyet-i kerîme indirdi, dedim. Sonra Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem”, Nûr sûresinin onbirinci âyetinden başlıyarak, on âyet-i kerîme okudu. Babam hemen kalkıp başımı öpdü.
Âişe “radıyallahü anhâ” hakkında bu âyet-i kerîme gelmeden önce, hazret-i Ebû Eyyûb Hâlidin zevcesi, (Âişe için ağızlarda dolaşan sözlere ne dersin?) diyerek, hazret-i Hâlidden sormuş. Hazret-i Hâlid de, (Allah için, bu sözler yalandır. Sen bana karşı böyle kötülük yapar mısın?) demiş. (Hâşâ yapmam) deyince, hazret-i Hâlid de, (Âişe, dîni bizden dahâ bütün iken, Resûlullaha karşı böyle şey yapmış olabilir mi? Biz böyle söylemedik. Bu sözler büyük iftirâdır) demiş. Hak teâlâ da, hazret-i Hâlidin tâm bu sözü gibi âyet-i kerîme göndermişdir. Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem”, hemen Eshâbını mescide topladı. Gelen âyet-i kerîmeleri okudu. Âyet-i kerîmenin bereketi ile, mü’minlerin kalblerindeki şübheler kalkdı. Mistah, hazret-i Ebû Bekrin akrabâsı idi. Fakîr idi. Hazret-i Ebû Bekr, onun geçinmesine yardım ederdi. Mistah, bu işte münâfıklarla bir olunca, ona yardım etmemeğe yemîn etdi. Bunun üzerine, Allahü teâlâ, Nûr sûresinin yirmiikinci âyetini gönderdi. Ebû Bekr-i Sıddîk, bu âyet-i kerîmeyi işitince, (Allahü teâlânın beni afv etmesini severim) dedi. Mistaha eskisi gibi yardım etdi. Hazret-i Âişenin “radıyallahü teâlâ anhâ” temiz olduğunu bildiren âyet-i kerîmeler gelince, Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem”, bu sözleri söyliyenlere, (Kazf) haddi vurulmasını emr buyurdu. Dört kişiye seksen değnek vurdular. Birisi kadın idi ve Resûlullahın baldızı idi. (Me’âric) kitâbının yazısı temâm oldu.
Hazret-i Âişe için gelen onyedi âyet-i kerîmeden birincisinin tefsîrini (Mevâkib tefsîri) şöyle bildiriyor: (Âişe “radıyallahü anhâ”ya iftirâ edenler, sizden birkaç kişidir. Siz bu iftirâyı kendiniz için kötülük sanmayın! Bu sizin için hayrlıdır. [Bu iftirâ sebebi ile çok sevâb kazandınız. Onların yalanı meydâna çıkdığından, sizin şânınız, şerefiniz artdı. Âyet-i kerîme, sizin temiz olduğunuzu bildirdi.] O iftirâ edenlerden herbiri için kazandıkları günâh kadar cezâları vardır. Büyük iftirâ yaparak, çok çirkin şeyi söyliyenlere dünyâda ve âhıretde büyük azâb vardır). Bunlara had vuruldukdan sonra, Abdüllah bin Ebî, hakîr, zelîl oldu. Hassân, ölünceye kadar kör oldu. Mistahın eli çolak oldu. Onikinci âyet-i kerîmede meâlen, (Bu iftirâyı işitince, mü’min erkek ve kadınlar, kendi âilelerine iyi gözle bakmalı. Bu, meydânda bir yalan ve iftirâdır, demelidirler) ve ondokuzuncu âyet-i kerîmede meâlen, (Mü’minlerin kötü olarak anılmasını sevenlere, dünyâda ve âhıretde acı azâblar vardır) ve yirmialtıncı âyet-i kerîmede meâlen, (Habîs söz söylemek, habîs adamlara lâyıkdır. Habîs adamlara, habîs kelâm yakışır) buyurulmuşdur.
 

Hasret ruzgari

Aktif Üyemiz
Resûlullah ve hazret-i Âişe ve Safvân, o alçakların söylediklerinden uzakdırlar. Onlar için afv, mağfiret ve Cennetde ni’metler vardır. Safvân hadîs-i şerîf ile medh edilmişdir. Onyedi senesinde, Erzurûm fethinde şehîd oldu.
Hazret-i Âişeye iftirâ edenlere, Allahü teâlâ, çok acı azâblar vereceğini bildirmekdedir. Allahü teâlâ, bu alçakların cevâbını tâm verdiği için, bizim birşey eklememize lüzûm kalmamışdır. Yalnız (Mir’ât-i kâinât) kitâbının ikiyüzdoksanikinci sahîfesindeki fetvâyı bildireceğiz:
(Hasâis-ul habîb) kitâbında diyor ki, Resûlullahın mubârek zevcelerinden birini (Kazf) edenin, kötüliyenin kâfir olduğuna ve tevbesinin kabûl olmıyacağına, Abdüllah ibni Abbâs hazretleri fetvâ vermişdir. Hele, hazret-i Âişeye kötü demek, Kur’ân-ı kerîmi inkâr etmek olur. Bunun küfr olduğu sözbirliği ile bildirilmişdir. Eshâb-ı kirâmdan birinin annesine [meselâ Hinde] kötü diyenin cezâsı da, kazf cezâsının iki katıdır. Allahü teâlâ, böyle belâya düşmekden alevî ve şî’î kardeşlerimizi ve bütün müslimânları kurtarsın! Âmîn.
7— (Birçok erkeğin aşk mâceralarının şöhretli kadını, Utbenin kızı Hind, hazret-i Hamzanın ciğerlerini yirken, habeşli kölenin sevdâsını yaşamış. Kocası ibni Mugiyre tarafından, fâhişeliği sebebiyle boşanmış ve Ebû Süfyân tarafından da karı olarak kabûl edilmişdi. Ebû Süfyânla evliliği Hindin diğer erkeklerden vazgeçmesini sağlıyamadı. Şöhretli hayâtına devâm etdi. İşte bu evlilikden doğan, hangi erkeğe oğul olarak nisbet edileceği bilinmiyen, fekat görünürde Ebû Süfyâna nisbet kılınan Mu’âviye mel’ûnunun zulmü başladı) diyor.
Resûlullahın “sallallahü aleyhi ve sellem” en büyük düşmanı olan ve kendisine la’net edilen Ebû Cehle ve İblîse karşı bile, insan bu kadar çirkin, bu kadar iğrenç kelimeleri kullanmakdan hayâ eder. Fekat, Kur’ân-ı kerîmde, (Habîs sözler, habîs insanlara yakışır) buyuruldu. Söz, kişinin aynasıdır. Kanalizasyondan gül kokusu beklenemez ya! Yukarıda yazılı çirkin yalanlar, kötü iftirâlar, Allahü teâlânın afv buyurduğu, Cenneti ve ni’metleri müjdelediği büyük insanları lekeliyemez. Fekat bu sözlerin sâhiblerinin alçaklığını meydâna çıkardıkları için de, bir tarafa atılamaz.
 

Hasret ruzgari

Aktif Üyemiz
(Îmân, geçmiş günâhları temizler, yok eder) hadîs-i şerîfi, hazret-i Mu’âviyenin ve mubârek babası Ebû Süfyân “radıyallahü teâlâ anhümâ” hazretlerinin ve iffetini, asâletini, Mekkenin feth gününde Resûlullahın huzûrunda isbât eden mubârek Hindin “radıyallahü anhâ” tertemiz olduklarını ortaya koyan sarsılmaz bir vesîkadır.
Bu üç sahâbînin büyüklüğünü, üstünlüklerini yazan kitâblar sayılamıyacak kadar çokdur. Biz, herkesin bulması kolay olan (Kısas-ı Enbiyâ)dan birkaç satır alacağız:
(Arablar arasında âile hayâtı ve akrabâlık gayreti pek kuvvetli idi. Herbiri kendi aşîret ve akrabâsının şerefini fevkal’âde gözetirdi) diyor. (Arablar, şi’r söylerler, panayır yerlerinde, toplantılarda, va’z ve nasîhat verirlerdi). (Fahr-i âlem “sallallahü aleyhi ve sellem” hazretleri Safâ tepesine çıkıp oturdu. Ömer-ül-Fârûk hazretleri de, alt yanına oturdu. Önce erkekler, sonra kadınlar gelip birer birer müslimân oldular. Kadınların arasında hazret-i Alînin kız kardeşi Ümm-i Hânî ile, hazret-i Mu’âviyenin annesi Hind de vardı. Resûl-i ekrem “sallallahü aleyhi ve sellem” kadınlara (Hırsızlık etmiyeceğinize söz verin!) buyurunca, Hind ileri gelip, (Eğer hırsızlık etseydim, Ebû Süfyânın malından çok şey çalardım), dedi. Fahr-i âlem “sallallahü aleyhi ve sellem”, o vakt Hindi tanıdı. (Sen Hind misin?) buyurdu. (Ben Hindim. Geçmişi afv et! Allah da seni afv eylesin!) dedi. Resûl-i ekrem “sallallahü aleyhi ve sellem” zinâ etmemek şartını söyleyince, Hind, (Hür olan kadın hiç zinâ eder mi?) dedi. Sonra evlâdlarını öldürmemeği şart buyurunca, Hind, (Biz onları küçük iken büyütdük. Büyük iken, sen onları Bedrde öldürdün. Artık ne oldu ise orasını sen ve onlar dahâ iyi bilirsiniz) dedi. Hazret-i Ömer çok sert ve ciddî olduğu hâlde, Hindin bu sözüne dayanamayıp güldü. Kadınların iftirâ etmemesini teklîf buyurunca, Hind, (Vallahi iftirâ çirkin şeydir. Sen bize güzel ahlâkı emr ediyorsun) dedi. Nihâyet ısyân etmemeği teklîf buyurunca, Hind, (Biz bu yüksek huzûra, sonra ısyân etmek niyyeti ile gelmedik!) diye söz verdi. Hindin öldürülmesi emr olunmuşken, böylece afva kavuşdu ve hâlis kalb ile îmân etdi. Hemen evine gelip ne kadar heykel var ise, (Bu kadar zemân size aldanmışız) diyerek hepsini parçaladı. Resûl-i ekrem “sallallahü aleyhi ve sellem” oradaki kadınlara hayr düâ eyledi). Hindin afv ve îmâna kavuşması, başka kaçanlara cesâret verdi. Gelip afv dilediler. Kabûl buyuruldu. Hind böylece, çok kimsenin ölümden kurtulmasına ve îmâna gelmesine sebeb olmakla bahtiyâr oldu. (Ebû Süfyân ile oğulları kuvvetli müslimân oldular. Resûl-i ekrem, onları kâtiblikde kullandı) diyor “radıyallahü teâlâ anhüm”.
 
Üst Alt