Hasret ruzgari
Aktif Üyemiz
Ondan sonra vahy gelmek ihtimâli kalmadı. Fekat, Kur’ân-ı kerîm nice Eshâbın ezberinde idi. Kur’ân-ı kerîmde açık bildirilmiyen şeyler de, sünnet-i seniyye ile, ya’nî Resûlullah ne demiş ve ne yapmış ise, yâhud bir kimseyi bir iş yaparken görüp de men’ etmemiş ise, öyle yapılır oldu. Fekat, sünnet-i seniyye ve ehâdîs-i şerîfler de, bütün Eshâbın ezberinde değildi. Çünki, bir kısmı pazar yerlerinde alışveriş ile, kimi hurmalıklarda, çiftçilikle uğraşır, sohbete her zemân gelemezlerdi. Bunun için, Resûlullahın öğretdiklerini işitenler, işitmiyenlere bildirirlerdi. İşitmedikleri hadîs-i şerîfleri, birbirlerinden sorup öğrenirlerdi. Hattâ, meselâ, Resûlullahı nereye defn edelim diye çok düşündüler. Ebû Bekr-i Sıddîkın işitdiği bir hadîs-i şerîfe uyarak, vefât etdiği yere defn etdiler. Bunun gibi, vefâtından sonra kalan malın vârislerine nasıl taksîm edileceğini araşdırdılar. Yine, Ebû Bekr-i Sıddîk (Peygamberlerden mîrâs kalmaz) hadîs-i şerîfini işitdiğini söyledi. Öyle yapdılar.
Mü’minlerin annesi Âişe-i Sıddîka “radıyallahü anhâ” buyurdu ki: (Resûl-i ekrem “sallallahü aleyhi ve sellem” vefât edince, münâfıklar baş kaldırdı. Arablar mürted oldu. Ya’nî dinden çıkdı. Ensâr bir yana çekildi. Eğer, babamın üzerine inen belâlar, dağların üzerine inseydi, ezerdi. Öyle iken, her nerede uyuşmazlık olsaydı, babam “radıyallahü teâlâ anh” yetişip, o işi çözer, herkesi barışdırırdı).
Eshâb-ı kirâm “radıyallahü teâlâ anhüm ecma’în”, önlerine çıkan bir işin nasıl yapılacağını sünnet-i seniyyede de bulamazlarsa, re’y ve kıyâs ederek, ya’nî bilinenlere benzeterek, o işi yaparlardı. Böylece, ictihâd kapısı açıldı. Eshâb-ı kirâmın veyâ başka müctehidlerin, bir iş üzerindeki ictihâdları birleşirse, şübhe kalmaz. İctihâdların, böyle birbirine uygun olmasına (İcmâ-ı ümmet) denildi. İctihâd yapabilmek için, derin âlim olmak lâzımdır. Böyle âlimlere (Müctehid) denir. Bir iş üzerinde, müctehidlerin ictihâdları birbirine uymazsa, her müctehidin kendi ictihâdına göre söylemesi ve yapması vâcibdir.
Halîfe seçilmesi de, ictihâd işi idi. Gerçi Ebû Bekr, Ömer, Osmân ve Alînin “radıyallahü anhüm” halîfe olacaklarına, hadîs-i şerîflerde işâretler vardı. Fekat, hiçbirinin vakti, açık bildirilmemişdi. Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem”, benden sonra şunu halîfe yapınız, dememişdi. Bu işi, Eshâbının seçmesine bırakmışdı. Halîfe seçmekde, Eshâb-ı kirâmın ictihâdları birbirine uymadı. Üç dürlü ictihâd oldu:
Birincisi, Ensârın re’yi [buluşu]dir ki, dîn-i islâma en çok yardım eden halîfe olur, dediler. Arablar, bizim kılınclarımızın gölgesinde müslimân oldu.
Mü’minlerin annesi Âişe-i Sıddîka “radıyallahü anhâ” buyurdu ki: (Resûl-i ekrem “sallallahü aleyhi ve sellem” vefât edince, münâfıklar baş kaldırdı. Arablar mürted oldu. Ya’nî dinden çıkdı. Ensâr bir yana çekildi. Eğer, babamın üzerine inen belâlar, dağların üzerine inseydi, ezerdi. Öyle iken, her nerede uyuşmazlık olsaydı, babam “radıyallahü teâlâ anh” yetişip, o işi çözer, herkesi barışdırırdı).
Eshâb-ı kirâm “radıyallahü teâlâ anhüm ecma’în”, önlerine çıkan bir işin nasıl yapılacağını sünnet-i seniyyede de bulamazlarsa, re’y ve kıyâs ederek, ya’nî bilinenlere benzeterek, o işi yaparlardı. Böylece, ictihâd kapısı açıldı. Eshâb-ı kirâmın veyâ başka müctehidlerin, bir iş üzerindeki ictihâdları birleşirse, şübhe kalmaz. İctihâdların, böyle birbirine uygun olmasına (İcmâ-ı ümmet) denildi. İctihâd yapabilmek için, derin âlim olmak lâzımdır. Böyle âlimlere (Müctehid) denir. Bir iş üzerinde, müctehidlerin ictihâdları birbirine uymazsa, her müctehidin kendi ictihâdına göre söylemesi ve yapması vâcibdir.
Halîfe seçilmesi de, ictihâd işi idi. Gerçi Ebû Bekr, Ömer, Osmân ve Alînin “radıyallahü anhüm” halîfe olacaklarına, hadîs-i şerîflerde işâretler vardı. Fekat, hiçbirinin vakti, açık bildirilmemişdi. Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem”, benden sonra şunu halîfe yapınız, dememişdi. Bu işi, Eshâbının seçmesine bırakmışdı. Halîfe seçmekde, Eshâb-ı kirâmın ictihâdları birbirine uymadı. Üç dürlü ictihâd oldu:
Birincisi, Ensârın re’yi [buluşu]dir ki, dîn-i islâma en çok yardım eden halîfe olur, dediler. Arablar, bizim kılınclarımızın gölgesinde müslimân oldu.