Hasret ruzgari
Aktif Üyemiz
Selmân Fârisî ile Eshâb-ı kirâmdan beş altı kişi hazret-i Alî tarafında kalıp, üç halîfeye oy vermediler. Bu zâlimlerle yirmibeş sene uğraşdılar. Bu yüzden üç halîfe ve [Cennet ile müjdelenmiş olan] on kişi ve bunlara oy veren binlerce Sahâbî [hâşâ] kâfir oldular) demiş, bu din büyüklerine söğmüş, kaba, çirkin küfrler söylemiş.
Hurûfîler, hazret-i Alîyi aşırı sevdiklerini göstermek için, halîfeliği de araya karışdırıyor. Burada da, islâmiyyetin dışına taşarak, bozuk düşüncelere saplanıyorlar. Dikkat edilirse bunlar, islâmiyyetin emr etdiği hilâfeti, dünyâ saltanatı sanıyorlar. Saltanat sürmek, devlet reîsi olmak için, babası oğlunu, oğlu babasını öldüren kralların kurduğu tuzakları, çevirdikleri fırıldakları târîhlerde okuyup, Resûlullahın “sallallahü aleyhi ve sellem” dört halîfesini de bunlara benzetiyorlar. Dört halîfenin, insanlara nasıl hizmet etdikleri târîhlerde geniş yazılıdır. Hilâfet de, bu demekdir.
Ebû Bekr-i Sıddîk “radıyallahü anh” efendimizin halîfe iken, arkasına bir çuval un alarak götürdüğünü, hazret-i Ömer görüp sebebini sormuşdu. Yâ Ömer! Çoluk çocuğumun ihtiyâçlarını kazanmak lâzım değil mi buyurdu. Hazret-i Ömer, halîfenin bu cevâbını son derece beğenmekle berâber hayretle karşıladı. Resûlullahın halîfesinin bütün insanlara hizmet etmesi lâzımdır. Bu hizmeti yapabilmesi için beytülmâldan, ya’nî devlet kasasından halîfeye ma’âş verelim dedi. Eshâb-ı kirâmın hepsi, bu sözü uygun görüp halîfeye beytülmâldan lâzım olan malın verilmesi kararlaşdırıldı. Ebû Bekr hazretleri, herkes gibi yaşayacak kadar alır, artarsa, geri verirdi. İkinci halîfe Ömer “radıyallahü anh” da böyle idi. İslâm orduları Kudüs-i şerîfi ve etrâfını aldıkları zemân Avrupa devletleri tarafından, Kudüse gönderilen çok bilgili ve tecribeli bir sefîr, halîfe ile konuşup, dilekleri kabûl edilmemiş olduğu hâlde, kendi hükûmetine, hazret-i Ömerin ahlâkını, adâletini övmekden kendini alamamış ve (öyle bir pâdişâh ki, yüksek ilmi ile ve dehşeti ile birlikde, ne bir serâyı, ne de süslü elbiseleri yokdur. Elbisesine dikkat etdim. Onsekiz yerinde yama vardı. Böyle zînetsiz, gösterişsiz, hep harbe, gazâya hâzırlanan bir kahramâna karşı koyulmaz) dediği, Avrupanın teassub gütmeyen târîhlerinde yazılıdır. Celâleddîn-i rûmînin [604 hicrî yılında Belh şehrinde doğmuş, 672 [m. 1273] de Konyada vefât etmişdir] kırkyedibinden çok beyti bulunan (Mesnevî) kitâbı bütün yabancı dillere çevrilmişdir. Burada diyor ki, Rum imperatorunun gönderdiği sefîri, Medîneye gelince, halîfenin serâyını sorar. Bir kulübeyi gösterirler. Oraya gidince, halîfeyi bağçede, kuru toprak üstünde, bir taş parçasını yasdık yapmış yatıyor görür.
Hurûfîler, hazret-i Alîyi aşırı sevdiklerini göstermek için, halîfeliği de araya karışdırıyor. Burada da, islâmiyyetin dışına taşarak, bozuk düşüncelere saplanıyorlar. Dikkat edilirse bunlar, islâmiyyetin emr etdiği hilâfeti, dünyâ saltanatı sanıyorlar. Saltanat sürmek, devlet reîsi olmak için, babası oğlunu, oğlu babasını öldüren kralların kurduğu tuzakları, çevirdikleri fırıldakları târîhlerde okuyup, Resûlullahın “sallallahü aleyhi ve sellem” dört halîfesini de bunlara benzetiyorlar. Dört halîfenin, insanlara nasıl hizmet etdikleri târîhlerde geniş yazılıdır. Hilâfet de, bu demekdir.
Ebû Bekr-i Sıddîk “radıyallahü anh” efendimizin halîfe iken, arkasına bir çuval un alarak götürdüğünü, hazret-i Ömer görüp sebebini sormuşdu. Yâ Ömer! Çoluk çocuğumun ihtiyâçlarını kazanmak lâzım değil mi buyurdu. Hazret-i Ömer, halîfenin bu cevâbını son derece beğenmekle berâber hayretle karşıladı. Resûlullahın halîfesinin bütün insanlara hizmet etmesi lâzımdır. Bu hizmeti yapabilmesi için beytülmâldan, ya’nî devlet kasasından halîfeye ma’âş verelim dedi. Eshâb-ı kirâmın hepsi, bu sözü uygun görüp halîfeye beytülmâldan lâzım olan malın verilmesi kararlaşdırıldı. Ebû Bekr hazretleri, herkes gibi yaşayacak kadar alır, artarsa, geri verirdi. İkinci halîfe Ömer “radıyallahü anh” da böyle idi. İslâm orduları Kudüs-i şerîfi ve etrâfını aldıkları zemân Avrupa devletleri tarafından, Kudüse gönderilen çok bilgili ve tecribeli bir sefîr, halîfe ile konuşup, dilekleri kabûl edilmemiş olduğu hâlde, kendi hükûmetine, hazret-i Ömerin ahlâkını, adâletini övmekden kendini alamamış ve (öyle bir pâdişâh ki, yüksek ilmi ile ve dehşeti ile birlikde, ne bir serâyı, ne de süslü elbiseleri yokdur. Elbisesine dikkat etdim. Onsekiz yerinde yama vardı. Böyle zînetsiz, gösterişsiz, hep harbe, gazâya hâzırlanan bir kahramâna karşı koyulmaz) dediği, Avrupanın teassub gütmeyen târîhlerinde yazılıdır. Celâleddîn-i rûmînin [604 hicrî yılında Belh şehrinde doğmuş, 672 [m. 1273] de Konyada vefât etmişdir] kırkyedibinden çok beyti bulunan (Mesnevî) kitâbı bütün yabancı dillere çevrilmişdir. Burada diyor ki, Rum imperatorunun gönderdiği sefîri, Medîneye gelince, halîfenin serâyını sorar. Bir kulübeyi gösterirler. Oraya gidince, halîfeyi bağçede, kuru toprak üstünde, bir taş parçasını yasdık yapmış yatıyor görür.