4-)ÜÇÜNCÜ RİSÂLE TEZKİYE-İ EHL-İ BEYT (1.ci kısm)

Hasret ruzgari

Aktif Üyemiz
İşte, Resûlullahın “sallallahü aleyhi ve sellem” Eshâbı “rıdvânullahi aleyhim ecma’în” birbirini bu kadar çok seviyordu. Bütün gazâlarda canını ölüme atan imâm-ı Alî ve Resûlullahın sevgilisi olan Fâtıma-tüz-zehrânın “radıyallahü anhümâ” üç halîfeyi ve Eshâb-ı kirâmın çoğunu sevmemesi hiç düşünülebilir mi? Böyle olduğunu söylemek, Onlar için bir kıymet ve üstünlük olmayıp, âyet-i kerîmelerin ve hadîs-i şerîflerin yasak etdiği bir kötülük ve alçaklık olur. Kendileri böyle, alçak, kötü işleri yapmakdan uzak ve tertemiz oldukları için, böyle sözlerin, islâm düşmanları tarafından uydurulduğu, yalan ve iftirâ olduğu anlaşılmakdadır. Bu konuda fazla bilgi istiyenlere, (Îmân ile ölmek için kardeşim, Ehl-i beytle Eshâbı sevmelisin) kısmını okumalarını tavsiye ederiz.
9—Câriye demiş ki, (Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem” efendimizin vefâtında, hazret-i Alî “kerremallahü vecheh” cenâze işleri ile uğraşırken, Ebû Bekr-i Sıddîk ile Ömer Fârûk “radıyallahü anhümâ” Ensârdan beş altı kişi ile, Sakîfe oğullarının çardağı altında toplanarak halîfeliği paylaşmağa başladı. Sonunda hazret-i Ömer, hazret-i Ebû Bekrin elini tutup halîfe sen olacaksın dedi. Oradakiler de kabûl etdi: Hazret-i Ömer elinde yalın kılınç Medîne sokaklarında üç gün dolaşıp rastladığına, Ebû Bekrin halîfeliğini zorla kabûl etdirdi. Hazret-i Alî ikinci günü toplantı yerine gelip, içinizde bilgisi en çok olanınız, en üstün ve en kahramanınız benim. Ne hak ile, hilâfeti elimden alıyorsunuz. Dahâ nice sözlerle hakkını istemiş, kendisine yirmi kişi uymuş. Sonra, kendisi, Ebû Bekrin hilâfetini kabûl etmiş ise de, kalbi bunu istememiş).
Doğrusu ise, Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem” vefât edince, Eshâb-ı kirâmın hepsi bu derin üzüntü ile ne yapacağını şaşırdı. Üzerlerine çöken acıdan, dehşetden, kiminin dili tutuldu. Kimisi yerinden kalkamaz, sokağa çıkamaz oldu. Hazret-i Alî de, ayrılık ateşinden ne yapacağını şaşırmışdı. Hazret-i Ömer şaşkınlıkdan eline kılınç alıp, (Kim Resûlullah öldü derse, boynunu vururum) diyerek sokak sokak dolaşmışdı. Kötü niyyetli olan münâfıklar, bu kargaşalıkdan fâidelenmeğe kalkmışdı. Bu karışık hâli gören Ebû Bekr-i Sıddîk mescide gidip, minbere çıkarak, (Ey Resûlullahın Eshâbı! Biz Allahü teâlâya kulluk ediyoruz. O hep diridir. Hiç ölmez. Hiçbir zemân yok olmaz. Zümer sûresinin otuzuncu âyetinde meâlen, (Ey sevgili Peygamberim! Birgün gelecek, sen elbette öleceksin. Onlar da elbette öleceklerdir) buyuruldu. Allahü teâlânın haber verdiği gibi, Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem” efendimiz vefât etmişdir), dedi.
 

Hasret ruzgari

Aktif Üyemiz
Böyle te’sîrli sözlerle nasîhat etdi. Eshâb-ı kirâmın şaşkınlıkları gidip, aklları başlarına geldi. Hattâ dinleyiciler arasında bulunan hazret-i Ömer, Ebû Bekr-i Sıddîkdan bu âyet-i kerîmeyi işitince, bu âyet-i kerîme, öyle hâtırımdan çıkmışdı ki, yeni nâzil oldu sandım buyurmuşdur. Hazret-i Ebû Bekr-i Sıddîk “radıyallahü teâlâ anh”, münâfıkların bir fesâd çıkarmak üzere olduklarını, kendilerinden birini halîfe seçmek için bir yere toplandıklarını sezerek, cenâze işlerini hazret-i Alîye bırakıp, halîfe seçmeği görüşen Eshâb-ı kirâmın yanlarına gitdi. Görüşme sonunda, oradakilerin hepsi, hazret-i Ebû Bekri halîfe seçdi. Resûlullahın vefâtının ikinci salı günü, hazret-i Alî de mescide gelerek hazret-i Ebû Bekre bî’at eyledi. Hazret-i Ebû Bekr, sözbirliği ile halîfe yapıldı.
Allahü teâlâ, kullarına gönderdiği kitâbların hepsinde, kibri ve gurûrlanmağı kötülemiş ve yasak etmişdir. Meselâ, Kur’ân-ı kerîmde, Nahl sûresinin yirmiüçüncü âyetinde meâlen, (Allahü teâlâ, kibrli olanları elbette sevmez!) buyurmakdadır. İncîlde bildiriyor ki, havârîler, Îsâ aleyhisselâma sordu: Ey Allahın Peygamberi! İçimizde, hangimiz büyük, hangimiz küçükdür? Bu sorularına karşılık olarak, Îsâ aleyhisselâm: (En büyüğünüz, en küçükdür. En küçüğünüz de, en büyükdür) buyurdu. Böylece, kendini büyük gören küçükdür. Kendini küçük gören büyükdür demiş oldu. Peygamberlerin sonuncusu ve hepsinin en üstünü olan Muhammed aleyhisselâm da, birçok hadîs-i şerîflerinde, kibrli olanları kötülemiş, alçak gönüllü olanları övmüşdür. Meselâ bir hadîs-i şerîfde, (Allah rızâsı için tevâzu’ edeni, ya’nî kendini müslimânlardan üstün görmiyeni, Allahü teâlâ yükseltir) buyurmuşdur. Ehl-i sünnet âlimleri “rahmetullahi aleyhim ecma’în” buyuruyor ki, Allahü teâlâ ilm gibi, kudret gibi bütün sıfatlarından kullarına biraz ihsân buyurmuşdur. Fekat, yalnız üç sıfatı kendine mahsûsdur. Bu üç sıfatdan hiç bir mahlûkuna vermemişdir. Bu üç sıfatı, kibriyâ, ganî olmak ve yaratmak sıfatlarıdır. Kibriyâ, büyüklük, üstünlük demekdir. Ganî olmak, başkalarına muhtac olmamak, herşey Ona muhtac olmak demekdir. Buna karşılık olarak kullarına üç aşağı, alçak sıfat vermişdir. Bunlar da, zül ve inkisâr, ya’nî aşağılık, kırıklık ile ihtiyâc ve fânî olmak, yok olmakdır. Bunun için kibrlenmek, Allahü teâlânın sıfatına, hakkına tecâvüz etmek olur. Kullara kibrlenmek yakışmaz. En büyük günâhdır. Hadîs-i kudsîde, (Azamet ve kibriyâ bana mahsûsdur. Bu iki sıfatda, bana ortak olmak istiyenlere, çok acı azâb ederim) buyuruldu.
 

Hasret ruzgari

Aktif Üyemiz
Bunun içindir ki, din âlimleri, tesavvuf büyükleri, her zemân, müslimânlara tevâzu’, alçak gönüllü olmağı emr buyurmuşdur. Müslimânlar egoist olmaz. Egoist olanları, Allahü teâlâ sevmez. Evliyânın büyüklerinden tesavvufun reîslerinden olan seyyid Abdülkâdir-i Geylânî “kuddise sirruh” hazretleri, dörtyüzyetmişbir yılında Îrânda Geylân şehrinde tevellüd, 561 [m. 1166] senesinde Bağdâdda vefât etdi. Yanında Seyyid Ahmed Rıfâ’î ve birçok talebesi olduğu hâlde, birgün Dicle nehri kenârında oturmuşlardı. Konuşurlarken kendisinden hâsıl olan kerâmetler, dinleyicileri hayran bırakıyordu. Bunlardan birisi şaşkınlıkla, medh edici bir söz kaçırınca, Abdülkâdir-i Geylânî hazretleri nefsini kırmak için, (Dünyâda, benden aşağı bir müslimân bulunacağını sanmam) buyurarak, oradakileri gaflet uykusundan uyandırmışlardır. Ahmed Rıfâ’î hazretleri beşyüzoniki yılında Basra ile Vâsıt arasında (Ümm-i Ubeyde) köyünde tevellüd, 578 [m. 1183] senesinde, orada vefât etmişdir. Görülüyor ki, kibr, gurûr kötü birşeydir. Tevâzu’ iyi, güzeldir. Bütün Peygamberler, her işlerinde, tevâzu’ göstermişdir. Eshâb-ı kirâmın hepsi de, elbette böyle idi. Halîfe seçerken de, birbirlerini öne sürmeleri, sen olmalısın demeleri, tevâzu’larının pek çok olduğunu göstermekdedir. Böyle olunca, hazret-i Alînin çıkıp da, Eshâb-ı kirâma karşı, benden dahâ çok âlim, benden dahâ üstün, benden dahâ kahraman, içinizde var mıdır diyerek, müslimânlara meydân okuması, kibr ve gurûru gösterir. Bu ise, ben Ondan dahâ hayrlıyım diyerek öğünen İblîse yakışan bir söz ve sıfatdır. Böyle sözler hazret-i Alînin büyüklüğüne, üstünlüğüne aslâ yakışmıyacağından, Allahın arslanına karşı çirkin bir iftirâ, alçakça uydurulmuş bir yalan olduğu anlaşılmakdadır. Hazret-i Ömerin kılıncını çekerek Ebû Bekri halîfe yapmak için, Eshâb-ı kirâmı korkutdu, zorladı demek de, çok yersizdir. Çünki, Eshâb-ı kirâm arasında en kuvvetli olanı, Benî Hâşim ile Benî Ümeyye kabîleleri idi, ya’nî hazret-i Alînin kabîlesi idi. Ebû Bekr-i Sıddîk ile Ömer Fârûkun akrabâsı az idi. Hazret-i Ömerin kılınç çekerek bu iki büyük kabîleyi seçime zorlaması imkânsız birşeydir. Hem de hazret-i Alî, Allahın arslanı idi. Eshâb-ı kirâmın bunu bırakıp da istemiyerek, bir Ömerin zoru ile, Ebû Bekri seçmeleri düşünülemez.
Gerkük âlimlerinden birinden işitdim: Yolum Îrân memleketine düşdü. Mescidlerine girdim. Âlimlerinden biri va’z veriyordu. O sırada dedi ki, birgün hazret-i Alî, hazret-i Abbâsın evine gitmişdi. Onu ağlamakda görüp, sebebini sordu. Güneşin te’sîrâtından kendimi korumak için kapının önüne birkaç tahta mıhlamışdım. Halîfe Ömer görerek yoldan geçenlere sıkıntı verir diye yıkdırdı. Bu hakârete ağlıyorum, dedi.
 

Hasret ruzgari

Aktif Üyemiz
Bu hâl, hazret-i Alîye ağır gelerek, halîfe Ömerden intikâm almak için Zülfikâr kılıncına sarılıp, onu aradı ise de, Ömer haber alıp, kaçarak canını zor kurtarmışdı. Bunu söylerken talebesinden biri söz isteyip, hazret-i Alî, bir tahta perde için, halîfeye karşı kılıncını çekip onu kaçırabiliyor da, Ebû Bekr halîfe seçilirken, kılıncını çekerek, Ona oy verenleri neden kaçırmadı? O zemân da kılıncını çekip, üzerlerine yürüseydi, ümmet-i Muhammed, bu yüzden parçalanmaz, çokları yoldan çıkmakdan kurtulurdu, dedi. Hocası, bu söz üzerine şaşaladı, verecek cevâb bulamadı. Bağıra bağıra: Bu adam kâfir olmuş. Vurun, öldürün deyip adamcağızı câmi’den dışarı atdılar. Yehûdî kitâbı, hazret-i Alînin halîfe Ömer üzerine kılınc çekdiğini uydurduğu gibi, hazret-i Ömerin kılınc çekerek Eshâb-ı kirâmı zor ile hazret-i Ebû Bekri halîfe yapmaları için zorladığını da, sıkılmadan yazıyor.
Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem” efendimizin âhıreti şereflendirdikleri gün Eshâb-ı kirâm arasında olan olayları çok alçak ve çirkin iftirâlara bürüyerek anlatan yehûdî kitâbları, müslimân yavrularını aldatıyorlar. Bunun için, Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem” efendimizin vefâtını ve o gün Eshâb-ı kirâmın başına gelenleri (Kısas-ı Enbiyâ)dan alarak geniş olarak aşağıda bildirmeği uygun gördük:
Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem” efendimizin, hicretin onbirinci yılı, Safer ayının yirmiyedinci günü, mubârek başı ağrımağa başladı. Zevce-i mükerremesi hazret-i Âişe “radıyallahü anhâ” hazretlerinin odasına teşrîf buyurdu. Abdürrahmân bin Ebî Bekri çağırıp, kendilerinden sonra, Ebû Bekr-i Sıddîkın halîfe seçilmesi için, vasıyyet yazdıracağını bildirip, hokka ve kalem getirmesini emr buyurdu. Abdürrahmân emrlerini yapmağa giderken (Sonra getirirsin, şimdi dursun!) buyurdu ve mescid-i şerîfe teşrîf eyledi. Eshâb-ı kirâm “aleyhimürrıdvân” haber alıp, mescide toplandılar. Fahr-i âlem “sallallahü aleyhi ve sellem” minbere çıkıp Eshâbına nasîhat verdi ve halâllaşdı. Sonra, Ebû Bekr-i Sıddîkın Eshâb arasındaki üstünlüğünü, kıymetini, kendisinden çok hoşnud olduğunu bildirdi. Birkaç gün sonra hastalık artdı. Ensâr-ı kirâm, ya’nî Medînenin yerli ehâlîsi çok üzüldü. Mescid-i şerîfin etrâfında pervâne gibi dolaşmağa başladılar. Hazret-i Abbâsın oğlu Fadl ile, Ebû Tâlibin oğlu olan hazret-i Alî bu hâli Resûlullaha haber verdi. Merhamet buyurarak, sıkıntıya katlanıp ve bu ikisi birer koltuğuna girip tekrâr mescid-i şerîfe getirdiler. Eshâb-ı kirâm mescidde toplandı. Hâtem-ül-enbiyâ hazretleri minbere çıkdı. Allahü teâlâya hamd ve senâ etdikden sonra, Ensâra dönüp, (Ey Eshâbım! Benim ölümümü düşünüp telâş ediyormuşsunuz.
 

Hasret ruzgari

Aktif Üyemiz
Hiçbir Peygamber, ümmeti arasında sonsuz kaldı mı ki, ben de sizin aranızda sonsuz kalayım? Biliniz ki, ben Rabbime kavuşacağım. Size nasîhatım olsun ki, Muhâcirlerin büyüklerine saygı gösteriniz) buyurdu. Sonra, (Ey Muhâcirler! Size de vasiyyetim şudur ki, Ensâra iyilik ediniz! Onlar size iyilik etdi. Evlerinde barındırdı. Geçinmeleri sıkıntılı olduğu hâlde, sizi kendilerinden üstün tutdular. Mallarına sizi ortak etdiler. Her kim, Ensâr üzerine hâkim olur ise, onları gözetsin, kusûr edenleri olursa afv etsin) buyurdu. Sonra çok güzel, te’sîrli nasîhatlar edip, (Allahü teâlâ, bir kulunu dünyâda kalmak ile, Rabbine kavuşmak arasında serbest bırakdı. O kul, Rabbine kavuşmak istedi) dedi. Bu sözden yakında vefât edeceği anlaşılıyordu. Ebû Bekr-i Sıddîk “radıyallahü anh” bu sözün ne demek olduğunu anlayıp, canımız sana fedâ olsun yâ Resûlallah! diyerek ağladı. Resûl-i ekrem “sallallahü aleyhi ve sellem” Ona, sabr ve katlanmak lâzım geldiğini emr etdi. Mubârek gözlerinden yaş akıyordu. (Ey Eshâbım! Dîn-i İslâm yolunda sıdk ve ihlâs ile malını fedâ eden Ebû Bekrden çok râzıyım. Âhıret yolunda arkadaş edinmek elde olsaydı, Onu seçerdim) buyurdu. Sonra, Eshâb-ı kirâmdan mescid-i şerîfe kapıları açık olanların kapılarını kapatdı. Yalnız, Ebû Bekrin “radıyallahü teâlâ anh” kapısının eskisi gibi açık bırakılmasını emr eyledi. Yine lutf ederek söze başlayıp:
(Ey Muhâcirler ve ey Ensâr! Vakti belli olan bir şeye kavuşmak için acele etmenin fâidesi yokdur. Allahü teâlâ, hiçbir kulu için acele etmez. Bir kimse Allahü teâlânın kazâ ve kaderini değişdirmeğe, irâdesinden üstün olmağa kalkışırsa, Onu kahr ve perîşan eder. Allahü teâlâya hîle etmek, Onu aldatmak istiyenin işleri bozulup, kendi aldanır. Biliniz ki, ben sizlere karşı raûf ve rahîmim. Siz de bana kavuşacaksınız. Kavuşacağınız yer, Kevser havuzunun başıdır. Cennete girmek, bana kavuşmak isteyen, boş yere konuşmasın. Ey müslimânlar! Kâfir olmak, günâh işlemek, ni’metin değişmesine, rızkın azalmasına sebeb olur. İnsanlar, Allahü teâlânın emrlerine itâat ederse, hükûmet başkanları, âmirleri, vâlîleri onlara merhamet ve şefkat eder. Fısk, fücûr, taşkınlık yapar, günâh işlerlerse, merhametli başkanlara kavuşamazlar. Benim hayâtım, sizin için hayrlı olduğu gibi, ölümüm de hayrdır ve rahmetdir. Eğer bir kimseyi haksız yere döğmüş veyâ fenâ bir söz söylemiş isem, bana aynı şeyi yaparak hakkını almasına, birinizden haksız birşey almış isem, geri istemesine râzıyım ve halâllaşmağa hâzırım. Çünki, dünyâ cezâsı, âhıret cezâsından pek hafîfdir. Buna katlanmak dahâ kolaydır) buyurdu. Minberden indi. Nemâzdan sonra tekrâr minbere çıkıp, vasiyyet ve nasîhatdan sonra (Sizi Allahü teâlâya ısmarladım) diyerek odasına teşrîf buyurdu.
 

Hasret ruzgari

Aktif Üyemiz
Hastalık zemânında, ezân okundukça, mescid-i şerîfe çıkar ve imâm olup, cemâ’at ile nemâzı kılardı. Vefâtına üç gün kala, hastalığı ağırlaşdı. Artık mescid-i şerîfe çıkamadıklarından (Ebû Bekre söyleyiniz! Eshâbıma nemâz kıldırsın) buyurdu. Ebû Bekr-i Sıddîk “radıyallahü anh”, Resûlullahın hayâtında müslimânlara imâm olarak, onyedi vakt nemâz kıldırdı. Cenâze işlerini hazret-i Alînin yapmasını emr buyurdu. Hastalıkdan önce, kendilerine gelmiş olan birkaç altını fakîrlere verip, birkaçını da, Âişeye “radıyallahü anhâ” vermişdi. Rebî’ul-evvelin onuncu Cumartesi günü, Allahü teâlâ Cebrâîl aleyhisselâmı göndererek hâl ve hâtırını sordu. Pazar günü yine gelip sordu ve Yemende Peygamber olduğunu söyleyen yalancı Esved-i Anesînin öldürüldüğünü haber verdi. Resûl-i ekrem de, Eshâbına bildirdi. Pazar günü, Resûlullahın hastalığı ağırlaşdı. Ordu kumandanı yapdığı Üsâme hazretleri gelmişdi. Resûlullah, dalgın yatıyordu. Üsâmeye birşey söylemedi. Fekat, mubârek kollarını kaldırıp, Onun üzerine sürdü. Ona düâ etdiği anlaşıldı. Pazartesi günü Eshâb-ı kirâm mescid-i şerîfde saf saf olup Ebû Bekr-i Sıddîk hazretlerinin arkasında sabâh nemâzını kılarlar iken, Fahr-i âlem hazretleri mescid-i şerîfe geldi. Ümmetinin saf saf olup ibâdet etdiklerini gördü. Sevinerek tebessüm buyurdu. Kendisi de hazret-i Ebû Bekre uyup, arkasında nemâz kıldı. Eshâb-ı kirâm Resûlullahı mescidde görünce, hastalık geçdi sanarak sevindiler. Resûl-i ekrem “sallallahü aleyhi ve sellem” ise hazret-i Âişenin odasına teşrîf buyurup yatdı. (Allahü teâlânın huzûruna, dünyâ malı bırakmadan gitmek isterim, yanında kalan altınları da, fakîrlere dağıt!) buyurdu. Sonra ateşi artdı. Bir müddet sonra, tekrâr gözlerini açıp, hazret-i Âişeye “radıyallahü teâlâ anhâ ve an Ebîhâ” altınları dağıtıp dağıtmadığını sordu. Dağıtacağını söyledi. Bunların hemen dağıtılmasını tekrâr tekrâr emr buyurdu. Hemen dağıtılıp, bildirilince, (Şimdi râhat etdim) buyurdu.
Üsâme “radıyallahü teâlâ anh” tekrâr geldi. (Allahü teâlâ yardımcın olsun! Haydi cenge git!) buyurdu. O da çıkıp ordusuna gitdi. Hemen, hareket emrini verdi.
O sâatde hastalık artdı. Muhterem ve çok sevdiği kızı Fâtımatüz-Zehrâyı istedi. Kulağına bir şey söyledi. Hazret-i Fâtıma ağladı. Tekrâr birşey söyledi. O zemân güldü. Sonra anlaşıldı ki, önce (Ben öleceğim) buyurmuş. O da ağlamış. Sonra (Ehl-i beytimden, ilk önce, benim yanıma gelecek sensin!) buyurmuş. O da, bu müjdeye sevinip gülmüş.
O gün öğleden önce, Cebrâîl aleyhisselâm ve Azrâil aleyhisselâm, birlikde kapıya geldi.
 

Hasret ruzgari

Aktif Üyemiz
Cebrâîl aleyhisselâm içeri girdi. Azrâîl aleyhisselâmın kapıya geldiğini, içeri girmeğe izn beklediğini söyledi. Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem” izn verdi. Azrâîl aleyhisselâm içeri girdi. Selâm verdi. Allahü teâlânın emrini bildirdi. Resûl-i ekrem “sallallahü aleyhi ve sellem” Cebrâîl aleyhisselâmın yüzüne bakdı. O da, yâ Resûlallah! Mele-i a’lâ sizi bekliyor dedi. Bunun üzerine, Fahr-i âlem “sallallahü aleyhi ve sellem”, (Yâ Azrâîl! Gel, vazîfeni yap!) buyurdu. O da, Muhammed aleyhisselâmın mubârek rûhunu alıp, a’lâ-yı ılliyyîne ulaşdırdı.
Resûl-i ekremde mevt alâmetleri görülünce, Ümm-i Eymen “radıyallahü anhâ” hazretleri, oğlu Üsâmeye haber gönderdi. Üsâme ve Ömer Fârûk ve Ebû Ubeyde bu acı haberi alınca, ordudan ayrılıp, Mescid-i Nebevîye geldiler. Âişe-i Sıddîka ve diğer hâtunlar, ağlayınca, mescid-i şerîfdeki Eshâb-ı kirâm şaşırdı. Ne olduklarını anlıyamadılar. Beynlerinden vurulmuşa döndüler. Hazret-i Alî ölü gibi, hareketsiz kaldı. Hazret-i Osmânın dili tutuldu. Hazret-i Ebû Bekr, o anda evinde idi. Koşarak geldi. Hemen, hucre-i se’âdete girdi. Fahr-i âlemin yüzünü açdı. Vefât etmiş olduğunu gördü. Mubârek yüzü ve her yeri latîf, nazîf olarak, nûr gibi parlıyordu. Memâtın da, hayâtın gibi ne güzel yâ Resûlallah! diyerek, öpdü. Çok ağladı. Mubârek yüzünü örtdü. Evdekilere tesellî verdi. Mescid-i şerîfe geldi. Şaşırmış olan Eshâb-ı kirâma nasîhat verip, ortalığı düzene koydu. Böylece hepsi, Resûlullahın vefât etmiş olduğuna inandı. Bu esnâda Üsâme ordusundaki asker şehre girdi. Büreydet ibni Hasîb hazretleri, elindeki sancağı Resûlullahın kapısı önüne dikdi. Hüzn ve keder, Eshâb-ı kirâmın yüreğine bir zehrli hançer gibi saplandı. Gözler ağlar, göz yaşları çağlar, hasret ateşi, herkesin ciğerini dağlar idi.
Hazret-i Abbâs ile oğlu Fadl ve Alî “radıyallahü teâlâ anhüm” ve evdekiler, göz yaşı dökerek, cenâze hizmetine başladılar. Hazret-i Ebû Bekr de, odanın kapısında durup, yanıp yakılmakda, hizmete nezâret etmekde idi. Lâkin yanmakla, ağlamakla iş bitmeyip, ümmetin işini görmek ve islâmiyyetin emrlerini yerine getirmek için bir baş, bir halîfe lâzım idi. O vakt, bu vazîfeyi yapmağa elverişli Ebû Bekr-i Sıddîk idi.
Hazret-i Abbâs ve Alî “radıyallahü anhümâ”, Resûlullaha dahâ yakındılar. Fekat, Fahr-i âlem “sallallahü aleyhi ve sellem” hazretleri, mağaradaki arkadaşı olan Ebû Bekri Eshâbının hepsinin üstünde tutardı. Hasta iken, Eshâbına vedâ’ etdiği gün, en çok Ebû Bekrden râzı olduğunu bildirmişdi. Mescid-i şerîfe açık olan kapıları hep kapatıp, yalnız Ebû Bekrin kapısını açık bırakdırdı. Vefâtına üç gün kala, Onu Eshâbına imâm yapdı.
 

Hasret ruzgari

Aktif Üyemiz
Dînin temel direği olan nemâzda, Onu hepsinin önüne geçirdi. Bunlar hep, Ebû Bekrin halîfe yapılmasına işâretlerdi. Eshâb-ı kirâmın birleşip de, Onu seçmeleri işi kalmışdı.
Fekat, Ensârdan bir kısmı, kendilerinden halîfe seçmeğe kalkışdı. Benî Sâide çardağı altında toplandılar. Hazrec kabîlesinin başı olan Sa’d bin Ubâde “radıyallahü anh”, hasta olduğu hâlde, oraya gelmişdi. Ensâra dedi ki:
Ey Ensâr! Sizin üstünlüğünüz, hiçbir kabîlede yokdur. Muhammed aleyhisselâm, onüç sene Mekkede, kavmini dîne çağırdı. İçlerinden pek az kimse inandı. Fekat, cihâd edecek kadar olamadılar. Allahü teâlâ sizi müslimân yapmakla şereflendirince, Resûli ile Eshâbının korunmasını ve dîn-i islâmın cihâd ile kuvvetlenmesini ve yayılmasını size nasîb etdi. Düşmanları sindiren siz oldunuz. Arabistân köylüleri, sizin kılınçlarınızın korkusu ile müslimân oldu. Resûl-i ekrem, sizden râzı olarak vefât etdi. Şimdi, başa geçmek, sizin hakkınızdır. Onu başkasına vermeyiniz, dedi. Orada bulunan Ensârın çoğu, doğru söylüyorsun. Allah yardımcın olsun. Seni halîfe seçdik, dediler.
Ensârdan Evs kabîlesi, bu hâli beğenmedi. Başları olan Üseyyed bin Hudayrın yanına toplandılar.
Muhâcirler ise, Ensârın iki kabîlesini de halîfe yapmazdı. Çünki Kureyş kabîlesi, Arabistândaki kabîlelerin en üstünü, en şereflisi idi. Halîfe seçiminde, müslimânlar arasında büyük bir ayrılık başgöstermek üzere idi.
İşte, böyle dar ve tehlükeli bir anda, Ebû Bekr ile Ömer ve Ebû Ubeyde, oraya Hızır gibi yetişdiler. O anda, Ensârdan biri kalkıp, bizler Resûlullaha yardım etdik. Muhâcirler bize sığındı. Halîfe, bizden olmalıdır, diyordu.
Hâlbuki, Resûl-i ekrem “sallallahü aleyhi ve sellem” her yerde, sağ yanına Ebû Bekri, sol yanına Ömeri alırdı. Ebû Ubeyde için de (Bu ümmetin emînidir) buyururdu “radıyallahü teâlâ anhüm”. Üçü birdenbire, meydâna çıkınca, sanki Resûl-i ekrem kalkmış, oraya gelmiş gibi oldu. Herkes, bunların ne söyliyeceğini bekliyordu. Hazret-i Ebû Bekr:
(Bu ümmet, önceden putlara tapardı. Allahü teâlâ kendisine ibâdet etmeleri için, onlara Resûl gönderdi. Kâfirlere, babalarının dînini bırakmak, güç geldi. Allahü teâlâ, Muhâcirleri, mü’min yapmakla şereflendirdi. Bunlar, Resûlullaha arkadaş ve derd ortağı oldular. Onun çekdiği sıkıntılara ortak oldular. Onunla birlikde, din düşmanlarının işkencelerine sabr etdiler. Yer yüzünde Hakka önce tapan ve Resûlüne îmân eden Onlardır. Bunun için, halîfe Onlardan olmak lâzımdır.
 

Hasret ruzgari

Aktif Üyemiz
Bu işde, kimse Onlara ortak olamaz. Ancak zâlim olan, ellerinden almak ister. Ey Ensâr! Sizin de islâma olan hizmetiniz inkâr olunamaz. Allahü teâlâ, sizi kendi dînine ve Peygamberine yardım için seçdi. Resûlünü sizlere gönderdi. İlk muhâcir olanlardan sonra, sizden dahâ kıymetli kimse yokdur. Resûlullahı bağrınıza basdınız. Ona yardımla öğünmek şerefi, üstünlüğü sizindir. Buna kimsenin bir diyeceği yokdur. Fekat, bütün Arabistân halkı, halîfenin Kureyşden olmasını ister. Başkasını halîfe görmek istemez. Çünki, arabın soyca, irfanca en üstünü Kureyş olduğunu herkes bilir. Memleketleri de Arabistânın ortasındadır. Biz âmir oluruz. Siz de vezîrimiz, müşâvirimizsiniz. Hiçbir şey, size danışılmadan yapılmaz) dedi.
Hazret-i Ömer de “radıyallahü teâlâ anh”, söz alıp (Ey Ensâr! Resûl-i ekrem hasta iken, sizi bize vasıyyet etdi. Eğer siz, emir olacak olaydınız, bizi size vasiyyet ederdi) dedi.
Ensâr-ı kirâm “radıyallahü anhüm”, diyecek bir söz bulamayıp, düşünmeğe daldılar. İçlerinden Hubâb bin Münzir kalkdı. Bizden bir emîr, sizden de bir emîr bulunsun, dedi. Hazret-i Ömer (İki emîr, bir arada olamaz. Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem” hangi kabîleden ise, halîfesi de, o kabîleden olmadıkça, arablar kabûl etmez. Ona itâ’at etmezler) dedi. Hubâb cevâb vererek, (Ey Ensâr! Arablar bu dîni, sizin kılınçlarınız ile kabûl etdi. Hakkınızı başkasına kapdırmayınız!) dedi.
Ubeyde -tebnil- Cerrâh “radıyallahü teâlâ anh” söz alıp (Ey Ensâr! Başlangıçda, bu dîne hizmet eden sizler idiniz. Sakın, işi önce bozan da, sizler olmıyasınız) dedi. Bu söz üzerine, Ensârdan ve Hazrec kabîlesinden Sa’d bin Nu’mân bin Kâ’b bin Hazrec oğlu Beşîr “radıyallahü anh” ayağa kalkıp:
(Ey müslimânlar! Muhammed aleyhisselâm, Kureyş kabîlesindendir. Halîfenin de, Onun kabîlesinden olması dahâ uygundur. Yerinde bir işdir. Evet biz önce müslimân olduk. Malımızla, canımızla, İslâma hizmet şerefini kazandık. Lâkin biz bunları Allah ve Onun Resûlünü “sallallahü aleyhi ve sellem” sevdiğimiz için yapdık. Biz, bu hizmetimiz için dünyâda bir karşılık beklemiyoruz) dedi. Hubâb, buna karşılık, (Yâ Beşîr! Amcam oğluna hased ve nefsâniyyet mi ediyorsun?) dedi.
Beşîr “radıyallahü teâlâ anh”, (Vallahi öyle değil. Kureyşin hakkına saldırılmasını istemiyorum) dedi.
İşte o anda hazret-i Ebû Bekr “radıyallahü teâlâ anh”, (Size şu iki zâtı aday yapdım. Birini seçiniz) dedi. Ömer ile Ebû Ubeydeyi gösterdi. İkisi de, çekindi ve (Hazret-i Peygamberin ileri geçirdiği kimsenin önüne kim geçebilir?) dediler.
 

Hasret ruzgari

Aktif Üyemiz
Bu sırada, gürültü başladı. Her kafadan bir söz çıkar oldu.
Hazret-i Ömer “radıyallahü teâlâ anh” söz aldı. Hazret-i Ebû Bekre dönerek, (Resûl-i ekrem, seni, dînin direği olan nemâzda, kendisine halîfe yapdı. Seni hepimizin önüne geçirdi. Elini uzat! Ben, seni halîfe seçdim) dedi. Ebû Ubeyde de, Ebû Bekri seçmek için elini uzatırken, Beşîr yerinden fırladı. Bunlardan önce, Ebû Bekrin elini tutup bî’at eyledi. Ya’nî halîfemiz sensin, dedi. Ömer ve Ebû Ubeyde de bî’at etdi. Evs kabîlesinin hepsi, reîsleri Üseyyed bin Hudayr ile birlikde gelip, bî’at etdiler. Bunları görünce Hazrecliler de bî’at etdi.
Ebû Bekr, Ömer ve Ebû Ubeyde “radıyallahü anhüm” yetişmeseydi, Sa’d bin Ubâdeye bî’at olunacak, böylece Evs kabîlesi ile Hazrec kabîlesinin arası açılacakdı. Kureyş ise, bunu hiç kabûl etmeyip, müslimânlar parçalanacakdı. İşte Ebû Bekr-i Sıddîk, bu büyük tehlükeyi önledi. Onun halîfe seçilmesi ile, islâmiyyet parçalanmakdan kurtuldu.
Bu hizmetde büyük payı bulunan Beşîr bin Sa’d hazretleri, ikinci Akabede, Bedrde, Uhudda ve bütün gazâlarda bulunmuş, kahramanca çarpışmışdır. Hicretin onikinci senesinde, Yemâme cenginde şehîd olmuşdur.
Hazret-i Ebû Bekr “radıyallahü anh” pazartesi günü halîfe seçilince, salı günü, mescid-i şerîfe gelip, Eshâbı topladı. Minbere çıkdı. Hamd ve senâdan sonra, (Ey müslimânlar! Sizin üzerinize vâlî ve emîr oldum. Hâlbuki, sizin en iyiniz değilim. Eğer iyilik yaparsam bana yardım ediniz. Fenâ iş yaparsam, bana doğru yolu gösteriniz! Doğruluk emânetdir. Yalancılık hıyânetdir. Sizin za’îfiniz, bence çok kıymetlidir. Onun hakkını kurtarırım. Kuvvetine güveneniniz ise, bence za’îfdir. Çünki, ondan, başkasının hakkını alırım. İnşâallahü teâlâ, hiçbiriniz cihâdı terk etmesin. Cihâdı terk edenler zelîl olur. Ben Allaha ve Resûlüne itâat etdikçe, siz de bana itâat ediniz. Eğer ben Allaha ve Resûlüne âsî olur, doğru yoldan saparsam, sizin de bana itâ’at etmeniz lâzım gelmez. Kalkınız, nemâz kılalım! Allahü teâlâ hepinize iyilik versin!) dedi.
Sonra, Resûlullahın “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” işini temâmladılar. Erkek, kadın, çocuk, köle, herkes, bölük bölük odaya girip, akşama kadar, cemâ’atsız olarak, nemâzını kıldılar. Çarşamba gecesi karanlıkda, o odaya defn etdiler.
(Kısas-ı enbiyâ) kitâbı dörtyüzonuncu sahîfede diyor ki: Resûlullah hayâtda iken, vahy geliyor ve ümmete teblîg olunuyor idi.
 
Üst Alt