Hasret ruzgari
Aktif Üyemiz
Amma sarahat-ı Kur’aniyeyle, veraset-i nübüvvetin evliya-i azimesi ve ehl-i sahve olan asfiyanın gördükleri mertebe-i uzma-yı tevhidî ise, hem çok yüksektir, hem rububiyet ve hallâkiyet-i ilâhiyenin mertebe-i uzmasını, hem bütün esma-i ilâhiyenin hakiki olduklarını ifade ediyor. Ve esasatını muhafaza edip ve ahkâm-ı rububiyetin muvazenesini bozmuyor.
Çünkü; derler ki, Cenab-ı Hak, ehadiyet-i zatiyesiyle ve mekândan münezzehiyetiyle beraber, her şey bütün şuunatıyla doğrudan doğruya ilmiyle ihata ve teşhis edilmiş ve iradesiyle tercih ve tahsis edilmiş ve kudretiyle isbat ve icad edilmiştir. Bütün kâinatı bir tek mevcud gibi icad ve tedbir ediyor. Bir çiçeği kolaylıkla halkettiği gibi, koca baharı o suhuletle halk eder. Bir şey, bir şeye mâni olmaz. Teveccühünde tecezzi yok, aynı anda her yerde kudret ve ilmiyle tasarruf noktasında bulunuyor. Tasarrufunda tevzi ve inkısam yok. On Altıncı Söz ve Otuz İkinci Sözün İkinci Mevkıfının İkinci Maksadında bu sır tamamıyla izah ve isbat edilmiştir. 1
kaidesiyle temsildeki kusura bakılmadığından, gayet kusurlu bir temsil söyleyeceğim, tâ iki meşrebin bir derece farkı anlaşılsın. Meselâ:
Harika ve emsalsiz gayet büyük ve gayet ziynetli, şark ve garbe bir anda uçacak ve şimalden cenuba ulaşan kanatlarını kapayıp açacak, yüzbinler nakışlarla tezyin edilmiş, o kanadının her bir tüyünde gayet dâhiyane sanatlar derc edilmiş olan bir tavus kuşu farz ediyoruz. Şimdi seyirci iki adam var; akıl ve kalb kanatlarıyla bu kuşun yüksek meziyetlerine ve harika ziynetlerine uçmak istiyorlar. Birisi bu tavus kuşunun vaziyetine ve heykeline ve harikulâde her bir tüyündeki kudret nakışlarına bakar, gayet aşk ve şevk ile sever, dakik tefekkürü kısmen bırakır ve aşka yapışır. Fakat görür ki, her gün o sevimli nakışlar, tahavvül ve tebeddül eder. Sevdiği ve perestiş ettiği o mahbublar kayboluyor, zeval buluyor. O adam kendine teselli vermek ve aklına sığıştırmadığı “Vahdet-i hakikiye ile rububiyet-i mutlaka ve ehadiyet-i zatıyla hallâkıyet-i külliyeye malik bir nakkaşın bir nakş-ı sanatıdır.” demek lâzım gelirken, o itikad yerine, “Bu tavus kuşundaki ruh o kadar âlidir ki, onun sânii onun içindedir veya o, o olmuş, hem o ruh vücuduyla müttehid ve vücudu ise suret-i zâhiriyle mümteziç olduğundan,
1- Temsilde hata yoktur.
Çünkü; derler ki, Cenab-ı Hak, ehadiyet-i zatiyesiyle ve mekândan münezzehiyetiyle beraber, her şey bütün şuunatıyla doğrudan doğruya ilmiyle ihata ve teşhis edilmiş ve iradesiyle tercih ve tahsis edilmiş ve kudretiyle isbat ve icad edilmiştir. Bütün kâinatı bir tek mevcud gibi icad ve tedbir ediyor. Bir çiçeği kolaylıkla halkettiği gibi, koca baharı o suhuletle halk eder. Bir şey, bir şeye mâni olmaz. Teveccühünde tecezzi yok, aynı anda her yerde kudret ve ilmiyle tasarruf noktasında bulunuyor. Tasarrufunda tevzi ve inkısam yok. On Altıncı Söz ve Otuz İkinci Sözün İkinci Mevkıfının İkinci Maksadında bu sır tamamıyla izah ve isbat edilmiştir. 1
kaidesiyle temsildeki kusura bakılmadığından, gayet kusurlu bir temsil söyleyeceğim, tâ iki meşrebin bir derece farkı anlaşılsın. Meselâ:
Harika ve emsalsiz gayet büyük ve gayet ziynetli, şark ve garbe bir anda uçacak ve şimalden cenuba ulaşan kanatlarını kapayıp açacak, yüzbinler nakışlarla tezyin edilmiş, o kanadının her bir tüyünde gayet dâhiyane sanatlar derc edilmiş olan bir tavus kuşu farz ediyoruz. Şimdi seyirci iki adam var; akıl ve kalb kanatlarıyla bu kuşun yüksek meziyetlerine ve harika ziynetlerine uçmak istiyorlar. Birisi bu tavus kuşunun vaziyetine ve heykeline ve harikulâde her bir tüyündeki kudret nakışlarına bakar, gayet aşk ve şevk ile sever, dakik tefekkürü kısmen bırakır ve aşka yapışır. Fakat görür ki, her gün o sevimli nakışlar, tahavvül ve tebeddül eder. Sevdiği ve perestiş ettiği o mahbublar kayboluyor, zeval buluyor. O adam kendine teselli vermek ve aklına sığıştırmadığı “Vahdet-i hakikiye ile rububiyet-i mutlaka ve ehadiyet-i zatıyla hallâkıyet-i külliyeye malik bir nakkaşın bir nakş-ı sanatıdır.” demek lâzım gelirken, o itikad yerine, “Bu tavus kuşundaki ruh o kadar âlidir ki, onun sânii onun içindedir veya o, o olmuş, hem o ruh vücuduyla müttehid ve vücudu ise suret-i zâhiriyle mümteziç olduğundan,
1- Temsilde hata yoktur.