Hasret ruzgari
Aktif Üyemiz
Hem nasıl ki, bulutsuz gündüz ortasında, güneşin, deniz yüzünde bütün kabarcıklar üstünde ve karada bütün parlak şeylerde ve karın bütün parçalarında cilvesi göründüğü gibi ve aksi müşâhede edildiği halde güneşi inkâr etmek, ne derece acîb bir divânelik hezeyânıdır. Çünkü, o vakit birtek güneşi inkâr ve kabul etmemekle, katarât sayısınca, kabarcıklar miktarınca, parçalar adedince hakiki ve bilasâle güneşcikleri kabul etmek lâzım geliyor. Her zerrecikte-ki, ancak bir zerre sıkışabildiği halde-koca bir güneşin hakikatini, içinde kabul etmek lâzım geldiği gibi; aynen öyle de, şu sıravârî içinde her zaman hikmetle değişen ve düzgünlük içinde her vakit tazelenen şu muntazam kâinatı görüp, Hâlık-ı Zülcelâli evsâf-ı kemâliyle tasdik etmemek, ondan daha berbat bir dalâlet divâneliğidir, bir mecnunluk hezeyânıdır. Zîrâ her şeyde, hattâ her bir zerrede bir ulûhiyet-i mutlaka kabul etmek lâzımdır. Çünkü, meselâ, havanın her bir zerresi her bir çiçek ile her bir meyveye, her bir yaprağa girer ve işleyebilir. İşte şu zerre, eğer memur olmazsa, bütün girebildiği ve işlediği masnu'ların tarz-ı teşkilâtını ve sûretlerini ve heyetlerini bilmek lâzımdır; tâ içinde işleyebilsin. Demek, muhît bir ilim ve kudrete mâlik olmalı ki, böyle yapsın.
Meselâ toprakta, her bir zerresi, kâbildir ki, muhtelif bütün tohumlar ve çekirdeklere medâr ve menşe' olsun. Eğer memur olmazsa, lâzım geliyor ki, otlar ve ağaçlar adedince mânevî cihazât ve makineleri tazammun etsin; veyahut onların bütün tarz-ı teşkilâtını bilir, yapar, bütün onlara giydirilen sûretleri tanır, dikebilir bir san'at ve kudret vermek lâzım gelir. Daha sâir mevcudâtı da kıyas et; tâ, anlayacaksın ki, her şeyde âşikâre, Vahdâniyetin çok delilleri var.
Evet, bir şeyden Herşeyi yapmak ve Herşeyi birtek şey yapmak, her şeyin Hâlıkına has bir iştir.
-1- ferman-ı zîşânına dikkat et. Demek, Vâhid-i Ehadi kabul etmemekle, mevcudât adedince ilâhları kabul etmek lâzım gelir.
İkinci İşaret:
Hikâyede bir yâver-i ekremden bahsedilmiş ve denilmiş ki: Kör olmayan herkes onun nişanlarını görmekle anlar ki, o zât, padişahın emriyle hareket eder ve onun has bendesidir. İşte o yâver-i ekrem, Resûl-i Ekremdir (Aleyhissalâtü Vesselâm). Evet, şöyle müzeyyen bir kâinatın, öyle mukaddes bir Sâniine böyle bir Resûl-i Ekrem, ışık şemse lüzûmu derecesinde elzemdir. Çünkü, nasıl güneş, ziyâ vermeksizin mümkün değildir; öyle de, Ulûhiyet de, peygamberleri göndermekle kendini göstermeksizin mümkün değildir.
Hiçbir şey yoktur ki Onu övüp, Onu tesbih etmesin. (İsrâ Sûresi: 44.)
Meselâ toprakta, her bir zerresi, kâbildir ki, muhtelif bütün tohumlar ve çekirdeklere medâr ve menşe' olsun. Eğer memur olmazsa, lâzım geliyor ki, otlar ve ağaçlar adedince mânevî cihazât ve makineleri tazammun etsin; veyahut onların bütün tarz-ı teşkilâtını bilir, yapar, bütün onlara giydirilen sûretleri tanır, dikebilir bir san'at ve kudret vermek lâzım gelir. Daha sâir mevcudâtı da kıyas et; tâ, anlayacaksın ki, her şeyde âşikâre, Vahdâniyetin çok delilleri var.
Evet, bir şeyden Herşeyi yapmak ve Herşeyi birtek şey yapmak, her şeyin Hâlıkına has bir iştir.
İkinci İşaret:
Hikâyede bir yâver-i ekremden bahsedilmiş ve denilmiş ki: Kör olmayan herkes onun nişanlarını görmekle anlar ki, o zât, padişahın emriyle hareket eder ve onun has bendesidir. İşte o yâver-i ekrem, Resûl-i Ekremdir (Aleyhissalâtü Vesselâm). Evet, şöyle müzeyyen bir kâinatın, öyle mukaddes bir Sâniine böyle bir Resûl-i Ekrem, ışık şemse lüzûmu derecesinde elzemdir. Çünkü, nasıl güneş, ziyâ vermeksizin mümkün değildir; öyle de, Ulûhiyet de, peygamberleri göndermekle kendini göstermeksizin mümkün değildir.
Hiçbir şey yoktur ki Onu övüp, Onu tesbih etmesin. (İsrâ Sûresi: 44.)