Hibe kitabı

ceylannur

Yeni Üyemiz
Ben diyorum ki: Bu meselenin hilaf üzerine mebni olması mümkündür. Zira Kınye´de, Aliyyi Sadi´ye

isnaden şöyle denilmiştir: «Baba küçük oğluna kendi malından bir şeyi ikrar eder ve o ikrarında da

onu kendi nefsine izafe ederse, o zaman temlik etmiş olur. Eğer kendi nefsine iza-fe etmeyerek

mutlak şekilde söylerse, meselâ, «Evimin altında biri veya şu evin altında biri oğlumundur.» derse,

ikrar olur.»

Kınye adlı eserde daha sonra Necmü´l-Eimme Buhâriye´ye dayana-rak da, «Her iki halde de temlik

değil, ikrardır» denilmiştir.

Minâh´ın ikrar bahsinde de şöyle denilir: «Bu ifadeden anlaşıldığına göre, meselede hilaf vardır. Şu

kadarı var ki, zikredilen asıl ancak meş-hur olandır. Bu asil üzerine de Haniye ve diğer kitaplarda

fer´î meseleler vardır.»

Buna şöyle cevap verilir: Adamın, «Benim alacağım olan deyn» sö-zündeki izafe mülkiyet izafesi

değil, nisbet izafesidir. Nitekim sarih de ikrar bahsinde, «Benim evimde olan herşey falanındır» gibi

sözlerin ik-rar olduğu şeklinde cevap vermiştir. Fakihler de şöyle demiştir: «Benim olduğu kabul

edilen veya bana nisbet edilen herşey» sözleri ikrar ifade sözlerdendir.» ALLAH daha iyisini bilir.

Bu mesele hastanın ikrarı bahsinin hemen öncesinde geçmiştir. Biz orada bu itirazlara buradan

daha güzel şekilde cevap verdik.

«Kabzedilmeyen sadaka geçerli değildir ilh...» Yukarıda taksimi ka-bul olan birşeyin sadaka olarak

iki fakire verilmesi Musannıfın, «On dir-hemi iki fakire vermek» sözünde geçmişti.

Ben derim ki: Burada muşa (ortak mal) dan maksat, muşa olan bir şeyin bir bölümünü yalnız bir

kimseye vermektir. O halde müşâdan mak-sat, taksime ihtimali olan bir muşadır. İki fakire verilen

sadakada bunun aksine şüyu yoktur. Yukarıda geçtiği gibi. Bahır.

«Zengine de yapılsa ilh...» Hidâye´de yalnız bu tercih edilmiştir. Zi-ra zengine yapılan sadakadan da

aile fertlerinin çok olması hasebiyle, sevap kasdedilebilir. Bahır.

Bu görüş, Rücû babından hemen önce, «Zengine yapılan sadaka, hibedir» sözüne zıttır. Umulur ki,

bunların ikisi ayrı iki sözdür.

METİN

PRATİK MESELELER:

Bir kimse Devlet başkanına bir dilekçe yazarak belli bir toprağın temlikini istese, sultan da bu

konuda tapu senedi (berat) düzenlenme-sini emretse, katibi de «Onu sana mülk kıldım» diye yazsa,

bu akit mec-lisinde kabule muhtaç mıdır. Kıyasa göre, evet, şu kadarı var ki, adamın meclisine

ulaşması güç olduğundan onun dilekçe aracılığı ile istekte bu-lunması, onun orada hazır olmasının

yerine geçer.

Kadın kocasına, kocasının isteği üzerine kocasının rahat geçimini temin için bir mal verse, kocası

da o malı bazı borçlarına verse, bakılır: Eğer kadın onu kocasına hibe veya karz etmişse kadın artık

kocanın alacaklısından onu geri alamaz. Fakat kadın mülkiyet kendisinin olmak üzere kocasının

çalıştırması için vermişse, kocası değil, kadın o malı geri alabilir.

Bir kimse çalıştırması için çocuğuna bir mal verse, çocuk da onu çalıştırsa ve o mal çoğalmış olsa,


baba ölse, bakılır: Baba ona hibe ola-rak vermişse hepsi onundur. Yok eğer hibe etmemişse o mal

mirasa gi-rer. Bu konunun tamamı Cevâhirü´l-Fetâvâdadır.

Birisine bir kap içinde bir hediye gönderilse, eğer o hediye başka bir kaba aktarmakla lezzeti

gidecek cinsten ise, o kapta yemesi mubahtır. Eğer o cinsten değilse, bakılır: Eğer hediye eden ile

edilen arasında kar-şılıklı yemek yedirme varsa, yine mubahtır. Eğer ikisinin arasında böyle, bir

olay yoksa o kaptan yemesi mubah değildir.

Birisi bir topluluğu yemeğe çağırsa, onlara ayrı ayrı sofralar kursa, bir sofrada oturan diğer

sofradan yemek alamaz. Sofrada oturan o yemekten isteyen, bir fakire, hizmetçiye, yabancı bir

kediye, ev sahibinin de olsa köpeğe veremez. Ancak yanık ekmeği verebilir. Çünkü âdeten on-da

izin vardır.

Eşbâh´ta, «Sılatta, yani zekât, kefaret ve nafaka benzeri şeylerde zorlama yoktur. Ancak sılâttan

dört şey müstesnadır: 1) Şüf´â, 2) Karının nafakası, 3) Vasiyet olunan şeyin ayn´ını vermek, 4)

Vakıftır. Sayılan bu dört şeyde vermediği takdirde zorlanır» denilmiştir.

Hakikaten ben Vehbâniye´nin beyitlerini Şurunbulâliye´nin Vehbâniye şerhindeki üslûba uygun

olarak yazdım ve şöyle dedim: Alacağını borç-lusuna hibe eden kimse mutlaka bu hibesinden rücû

edemez. Borcununun yarısından ibra etmek de geçerlidir. Yazıya uygun görüş de budur. Ka-dın

kocasına mehrini kendi yerine hac yapması için verirse veya zulmü terketmesi için mehrini ona

hibe ederse, her iki durumda da sözünü yerine getirmedikçe hüsrana uğrar ve mehirden de

kurtulamaz. Bir er-kek karısını boşama yetkisini mehrinden kendinin zimmetini ibra etmesi ve diğer

bir kadınla evlenmesine şarta bağlarsa yani, «Senin üzerine evlendiğim ve sen beni mehrinden ibra

ettiğin zaman boşsun» dese, ka-dın da ben, seni mehrimden ibra ettim dese, erkek, kadının bu

ibrasını reddetse, ikinci bir kadınla evlenmeye imkân bulur, boşamayı şarta bağ-lanan karısının

talâkı da vaki olmaz. Birisi sattığı malın bedelini kabzettikten sonra, müşteriyi malın semeninin

zimmetinden ibra etse, bu ibra geçerlidir. Müşteri satıcıya evvelce verdiği semene döner. Yani borç

gibi olur ki onu geri alır. Bu, alacaklı borçluyu ondan hakkını tamamen al-dıktan sonra ibra etse

yani, «Seni alacağımdan ibra ettim.» dese, bor-cunun dönüp ona verdiği parayı alması gibidir ve

daha acıktır. Bir kimse arsayı değil, üzerindeki binayı hibe etse, hibesi geçerli olur. Bana göre
 

ceylannur

Yeni Üyemiz
bunda üzerinde durulacak bir nokta vardır. Düşününüz.»

Ben derim ki: Bu konuda duraksamanın açıklaması şudur: Fakihler Rehin kitabında, «Bir kimse, bir

arsayı değil binayı rehin etmiş olsa ve ya bunun aksine binayı değil, altındaki arsayı rehin etmiş

olsa, bu rehin geçerli olmaz. Çünkü bu ortak mal gibi olur. Şayi bir şey de rehin or-tak verilemez.»

demişlerdir.

Ben, Hâherzâde´den İmâdiye´de nakledilen, «Borcu hibe eden kimse rücû ederek onu geri alamaz.»

sözüne yukarıdaki beyitte, «daha acıktır» sözü ile işaret ettim. Bazı meşâyih de bunu tercih etmiştir.

Bir kimse, daha sonra evleneceği kadını boşama yetkisini ilk karısına vermiş olsa bile, ikinci

kadınla evlenebilir. İlk hanıma verilen boşama yetkisi, bir borçtan veya mehirden ibra karşılığında

olmuşsa, ikinci evlilikle bu ibra bâtıl olur. Koca bu evlilikle yemininden dönmüş sayılmaz.

İZAH

«Devlet başkanı emretse ilh...» Devlet başkanından dilekçe vererek bir toprağın temlikini istemek

ve buna karşılık Devlet başkanının iste-nilen yeri tapu senedi (berat) düzenleyerek temlik etmesi,

ancak sahipsiz yerde veya sultanın özel mülkünde mümkündür. Ama eğer sultan bu iki yerin

dışında buna bir yer temlik ederse, Devlet başkanı dilediği za-man o kimseyi o mülkten çıkarır.

Nitekim bu husus öşür ve haraç bah-sinde geçmiştir.

«Karz olarak vermişse ilh...» Bu bahis; koca, karısının malında ta-sarruf etse ve bu tasarrufun

karısının izni ile olduğunu iddia etse, konu-sunda gelecektir.

«Eğer hibe etmemişse o mal mirastır ilh...» Yani, babası ona malı verdiği zaman kendisi adına

çalıştırması için vermiştir ki, bu miras olur.

PRATİK MESELELER :

Birisi diğerine bir miktar dirhem vererek, «Bunları infak (istihlâk) et» dese o da bunu yapsa karz

olur.

Birisi diğerine bir elbise vererek, «Bunu giyin» dese, o da giyse hibe olur.

Dirhemle elbise arasındaki fark nedir ki, her ikisinde de temlik ol-duğu halde birisinde hibe,

diğerinde karz olmaktadır. İkisi arasındaki fark şudur: Temlik bazan bir karşılıkla yapılır. Bir şeyin

karşılığında bir şeyi temlik etmek ise bir menfaati temlik etmekten daha aşağıdır. İşte bu karşılıklı


temlik dirhemlerde mümkündür. Zira dirhemleri karzetmek caizdir. Fakat elbisenin temliki bunun

aksinedir. Zira elbise verilerek, «Bu-nu giyin» denildiği zaman, bundan örfen yalnız, hibe temliki

anlaşılır. Velcâlîciye.

Yine Velvâlîciye´de şöyle denilir: «Ortaklardan birisine mal mevcut iken «Kârdan olan hissemi sana

hibe ettim» dese, bu hibe geçerli olmaz. Çünkü bu, taksimi kabil olan birşeyi müşâen (ortak olarak)

hibe etmek olur ki, bu geçerli değildir. Fakat ortağın malı istihlâk etmesi halinde, «Kârdan olan

hissemi sana hibe ettim» dese, bu hibesi geçerlidir.»

Bir kimse ziynet eşyası olarak karısına verse, karısı da onları kulla-nırken ölse, öldükten sonra

kadının kocası ile vârisleri arasında ihtilâf çıksa, vârisler hibe olduğunu iddia ederken koca da

ariyet olarak ver-diğini iddia etse, makbul olan söz yeminle birlikte kocanın sözüdür. Zira koca

hibeyi reddetmektedir. Bu mesele daha iyi anlaşılması için hibe ki-tabının başında

Hizânetü´l-Fetâvâ´dan naklen yazdıklarımıza bakınız.

Remlî şöyle der: «İşte bu halkın (avamın) çoğunun, «Kadının cinsî yönlerinden yararlanmak kadına

verilen eşyanın temlikini gerektirir.» iddiasını açık olarak reddetmektedir. Şüphe yok ki avamın bu

iddiasının bozuk olduğunda şüphe yoktur.»

Bidâye´den yapılan bu naklin açık anlamı kadının giydiği elbisele-ri de kapsamına alır. Ancak bu

kapsama, kadının kocası üzerindeki farz olan elbisesinden fazlası girer. İşte bu görüşe hibe

kitabının baş tara-fında Musannıfın, «Çocuğuna elbise yaptırsa, çocukta bu elbiseyi giyse, baba

artık, giydirdiği zaman açık olarak ariyet olduğunu söylemese, ondan rücû edemez.» sözü de bu

yazılanlara delâlet eder. Bu duruma gö-re, bir kimse kendi çocuğuna yapmış olduğu farz olan

elbiseden rücû edemezse, karısına aldığı, kendisine farz olan elbiselerden de rücû ede-mez.

«Mutlaka ilh...» Yani borçlusuna alacağını hibe ettiği zaman, borç-lusu ister kabul etsin, ister

etmesin, rücû edemez. Bazı âlimler tarafından «Borçlunun hibeyi kabul etmesi, gerekir» denilmiştir.

İşte bu âlim-lerin sözünden Bahr adlı eserdeki ifadelere itiraz ortaya çıkar. Zira Bahir sahibi,

Hibeden rüçû babının baş tarafında şöyle demiştir. «Hibe eden kişi kayıtsız olarak hibe ederse bu

hibe, hibe edilen şeyin aynına yönelir. O halde alacaklı, borçlusuna alacağını hibe eder, o da bunu

kabul ederse dönemez. Ama kabulden önce bunun aksine, dönebilir. Çünkü kabulden önce bu

hibe değil düşürmektir» Zannediyorum ki, Bahır sahibi red ile rücûu birbirine karıştırmıştır.

«Borcunun yarısından ibra etmek de sahihtir ilh...» Kâdıhân, «İki or-tak arasında müşterek bir

alacak olsa, ortaklardan birisi hissesini borç-luya hibe etse geçerli olur. Ama eğer hissesini değil

de borçlusuna bor-cun yarısını hibe etse, o zaman´ bu hibe borcun dörtte birinde geçerlidir. Çünkü

mutlak alacağın yarısı yine her iki ortağındır. Nasıl kî bir kimse ortak kölesinin yarısını birisine hibe

etse, kölenin yarısı değil, dörtte bi-ri hibe edilmiş olur» demiştir. Hâmiş´te de böyledir.

«Hac yapması için ilh...» Bu ifade, iki meseleyi içine alır. Birincisi, kadının mehrini kocasının hac

yapması için terketmesi halinde koca o para ile hac yapmasa, Muhammed bin Mukatil´e göre kadın

mehrini ko-casından geri alabilir. Çünkü kadın bu hibeyi bir karşılık şartıyla yap-mıştır. Bu karşılık

olmayınca, kadının hibeye rızası da yok olur. Rızasız bir hibe de geçerli değildir.

İkincisi, kadın kocasına mehrini kendisine zulmetmemesi .şartıyla hi-be etse, koca da kabul etse,

hibe geçerli olur. Sonra koca yine zulmetse, bu hibe yapılmış ve bitmiştir. Bazı âlimlere göre de

eğer koca hibeden sonra yine zulmederse, kadının hibesi geçerli değildir, çünkü şartı yerine

gelmemiştir. O halde kadının mehri devam eder. Hâmiş´te de böy-ledir.

«Şarta bağlarsa ilh...» Metinde nazım halindeki bu beyt Şurunbulâliye´den sorulan bir meselenin

cevabıdır. Şöyle ki, erkek karısına, «Se-nin üzerine ikinci bir kadınla evlendiğim ve sen beni

üzerimdeki mehrinden ibra ettiğin zaman sen boşsun.» dese sonra da karısının mehrinin tamamını

verdiğini, kendisini ibrayı gerektirecek birşey kalmadığını id-dia etse, kadın kocanın bu iddiasını

inkâr etse erkeğin iddiası her ne kadar kadının hakkının düşmesine bakılarak kabul edilmese de

erkeğin hâniş olmaması için şartın yarlığında ihtilâf ettiklerinde erkeğin sözü ka-bul edildiği gibi

burada da erkeğin sözü kabul edilir mi? Şurunbulâliye bu meseleye şöyle cevap vermiştir: «İbranın

reddi hânis olmayı gerek-tirmez. Zira kadın mehrinin varlığını iddia ederken, erkek de verdiğini

iddia ederek kadının iddiasını reddederse, erkeğin reddi hânis olmayı gerektiren ibranın geçersiz

oluşunda muteberdir. Ancak bu kimse ver-diğini iddia derse, o zaman reddi muteberdir. Nitekim

ileride geleceği gibi bir kimsenin deynini kabzetse, sonra da borçlusunu ibra etse, borç-luda o

ibrayı kabul etse, bu ibra geçerli olur ve borçlu alacaklının kabzettiğini de geri alır.» Özetle.

Bundan anlaşılan, eğer borçlu ibrayı kabul etmezse, ibra geçerli ol-maz. Ben bunu, mücerret

ibradan hânis olma zannını def için yazdım. Bu meselenin açıklamasını öğrenmek için sarihin


Talâkı şarta bağlama ba-bının sonuna bakılsın.

Hâmiş´te şöyle denilmiştir: «Adam karısının talâkını ikinci bir ka-dınla evlenmek ile birinci kadının

mehrinden ibrasına bağlasa, bu şar-ta bağlamadan sonra erkek ikinci bir kadınla evlense, kadın da

kocası-nı mehrinden ibra ettiğini iddia etse, erkek bu iddia karşısında mehrin tamamını verdiğini

iddia etse, makbul olan, hânis olmaması için kocanın sözüdür.»

Şu kadarı var ki Eşbâh´ta da, «Hükümden sonra ibra geçerlidir. Eğer erkek karısının talâkını

karısının mehrinden ibrası şartına bağlasa, sonra da mehrin karısının talâkını karısının mehrinden

ibrasını talik etse sonra da mehrin hepsini verse bu talik yine ibtal olmaz. İbra ettiği takdirde

dü-şürme yoluyla ibrası meydana gelir.» denilmiştir. Hâmiş´te de böyledir.

«Evlenmeye zafer bulur ilh...» Şurunbulâliye´nin ifadesi şöyledir: «Yani şarta rağmen karısına

zulmetmeye nail olur. Çünkü karısı ikinci eş ile birlikte onun nikâhında kalır. Zira şarta bağlanan

boşama ikinci kadının boşaması değil, birinci kadının boşaması idi. O da meydana gel-miştir.»

BİR FAYDA:

Yararlı bir açıklama:

Zâhidî, Kadı Abdülcebbâr´ın, Haviü´l-Mesâilü´l-Münye ismindeki kita-bının üstüne şunu yazmıştır:

«Düğünde gelinin üzerine yaslanacağı yas-tığı birisi kaçırsa ve satsa, eğer o yastık birisinin

kaçırması için oraya konulmuşsa, onun parasını yemesi helâldir.»

Ben diyorum ki: Buna kıyasla düğün ve mevlütlerdeki mumları almak da helâldir. Remli, Minâh

üzerine.
 
Üst Alt