RasuleHasret
Yeni Üyemiz
HADÎD SURESİ TÜRKÇE OKUNUŞU VE TEFSİRİ
Hadid Sûresi Konusu
Sûre Allah Teâlâ’nın azametini, ilim ve kudretinin büyüklüğünü tanıtarak insanları Allah ve Rasûlü’ne imana; İslâm yolunda vermeye ve cihada davet eder. Ömrünü Allah’a kulluk ve O’nun dinini tebliğ uğrunda değerlendirenlerin âhirette erişecekleri nimetleri hatırlatırken, buna mukâbil kalbinde nifak hastalığı taşıyanların öte dünyadaki çaresiz hallerini gözler önüne serer. Gönlü sadece Cenâb-ı Hakk’a bağlamak ve sadece O’na kulluğun derdinde olabilmek için hem dünya hayatının fâniliğini idrakin, hem de kadere teslimiyetin ehemmiyetine dikkat çeker. Ayrıca iyi bir kul olabilmek için hıristiyanların ihdas ettiği gibi ruhbanlığa gerek olmadığını; iman edip Peygambere ve ona inen Kur’an’ın talimatlarına uymanın insanı kemâle erdireceğini bildirir.
Hadid Sûresi Nuzül
Mushaftaki sıralamada elli yedinci, iniş sırasına göre doksan dördüncü sûredir. Zilzâl sûresinden sonra, Muhammed sûresinden önce nâzil olmuş ve genellikle Medine’de inen sûreler arasına yerleştirilmiştir. İbn Âşûr bunun, Mekkî mi Medenî mi olduğu hususu en tartışmalı sûre olduğunu ifade eder. Fakat hemen bütün âlimler hem Mekkî hem Medenî âyetler ihtiva ettiğini kabul ederler (bk. İbn Atıyye, V, 256; İbn Âşûr, XXVII, 353-354).
Hadid Sûresi Faziletleri
Bu sûrelerin fazileti hakkında Hadîs-i Şerif vardır. Ir- bâd Bin Sâriye (r.a.)dan rivâyete göre şöyle demiştir:
Mânâsı: “Hz. Peygamber (a.s.) uyumadan önce, El'Müsebbihâti (Teşbihle başlayan Sûreleri) okurdu ve bu sûreler içinde bin âyetten hayırlı bir âyet nardır.” buyururlardı.
Not: Hadîs-i Şerîfde "bin âyetten hayırlı” olan âyetin açıklaması yapılmamıştır. Tâki bu sûrelerin tamamı okunsun ve sevâbı alınsın, faziletine erilsin diye. Nasıl ki Kadir Gecesi’nin hangi gece olduğu belirtilmediği gibi. Kadir Gecesi Ramazanın 20’sinden sonra tek gecelerde aranır. Hikmeti budur.
Yine rivâyete göre, Hz. Peygambere (a.s.) bir ihtiyâr geldi:
“-Ya Resûlullâh! Bana okumam için Kur’ân'dan bir yer öğret" dedi. Yalnız bu gelen adam, ihtiyarlığını ve zayıflığını, hâlsizliğini öne sürüyordu. Sonunda Efendimiz (a.s.), ihtiyâr adama:
“- Müsebbihât Sûrelerinden üçünü oku” buyurdu.
Ey Dost! Bir kimsenin işe karşı gücü yetmiyorsa, Hadîd Sûresi’ni okumalıdır. Bu sûreyi okuması sebebiyle işe karşı istek ve gücü artar. Hadîd Sûresi'ni 70 kere okuyan kimsenin işleri yolunda gider, işleri açılır.
Hadid Sûresi Hakkında
Hadîd sûresi Medine’de nâzil olmuştur. 29 âyettir. İsmini, 25. âyette geçen ve “demir” mânasına gelen اَلْحَد۪يدُ (hadîd) kelimesinden alır. Mushaf tertîbine göre 57, iniş sırasına göre 112. sûredir.
HADÎD SURESİ TÜRKÇE OKUNUŞU VE TEFSİRİ
1. Göklerde ve yerde bulunan her şey Allah’ı tesbih eder. O, kudreti dâimâ üstün gelen, her hükmü ve işi hikmetli ve sağlam olandır.
2. Göklerin ve yerin mutlak mülkiyeti ve hâkimiyeti yalnızca O’nundur. O, diriltir ve öldürür. O’nun her şeye gücü yeter.
3. O Evvel’dir, Âhir’dir, Zâhir’dir, Bâtın’dır. O her şeyi hakkiyle bilir.
Tesbih; Allah Teâlâ’nın zâtını ve sıfatlarını her türlü noksan sıfatlardan pak ve uzak tutmaktır. Göklerde ve yerde canlı cansız, akıllı akılsız ne kadar varlık varsa kendilerine has dilleriyle ve halleriyle Yüce Allah’ı tesbih ederler. Nitekim âyet-i kerîmede şöyle buyrulur:
“Yedi gök, yer ve bunlar içinde bulunan herkes Allah’ı tesbih eder. O’nu hamd ile tesbih etmeyen hiçbir şey yoktur, fakat siz onların tesbihini anlayamazsınız. Şüphesiz ki O, ceza vermekte hiç acele etmeyen ve çok bağışlayandır.” (İsrâ 17/44)
Çünkü Cenâb-ı Hakk’ın zâtı, sıfatları ve fiilleri mükemmeldir. Yaratılış ve yarattıklarının idaresiyle alakalı emirlerinin tümü, her türlü kusur, zaaf ve noksandan beridir. Tüm kâinatın mülkiyeti, hâkimiyeti ve hükümranlığı O’nun elindedir. Gerçek tek ilâh O’dur. Canlılara hayat verip yaşatması, vakti gelince öldürmesi ve istediği her şeyi yapmaya güç yetirmesi, bu gerçeğin açık tezâhürleridir. Bunlarla birlikte O’nun ulûhiyet ve rubûbiyetini kanıtlayan dört mühim vasfı daha vardır: Evvel, Âhir, Zâhir, Bâtın.
اَلْاَوَّلُ (Evvel): Allah Teâlâ kadîmdir, ezelîdir; varlığının başlangıcı yoktur; O, her şeyin başlangıcı ve başlatıcısıdır. Kendi kudretiyle kâinatı yoktan var etmiştir
اَلْاٰخِرُ (Âhir): Allah Teâlâ bakîdir, ebedîdir, varlığının sonu yoktur, O her zaman var olacaktır. O’nun dışındaki her şey sonludur ve sonunda O’na ulaşmak üzere vardır. Âyet-i kerîmede: “O’nun zâtından başka her şey yok olacaktır” (Kasas 28/88) buyrulur.
اَلظَّاهِرُ (Zâhir): Allah Teâlâ’nın varlığı ve varlığının delilleri, kudretinin eserleri açıktır. Kâinattaki her şey O’nun varlığını göstermektedir. O üstündür, yücedir, hikmet sahibidir.
اَلْبَاطِنُ (Bâtın): O’nun zâtının mâhiyeti gizlidir, yaratılmışlar tarafından bilinemez; gözler O’nu göremez, akıllar O’nu idrak edemez, hayaller O’nu kuşatamaz. O ise bütün gizlilikleri bilir, her şeye nüfuz eder.
Nitekim Sevgili Peygamberimiz (s.a.s.), istirahattan önce yaptığı duasında Rabbimizin bu isimlerini zikreder ve şöyle buyururdu:
“Allahım! Ey göklerin, yerin, büyük arşın Rabbi, bizim de Rabbimiz, her şeyin Rabbi! Ey Tevrat’ı, İncil’i, Furkan’ı indiren, dâneyi ve çekirdeği yarıp filizi çıkaran! Senden başka ilâh yoktur. Her şerlinin ve perçeminden yakalamış olduğun her canlının şerrinden sana sığınırım. Sen Evvelsin; senden önce bir şey yoktur. Sen Âhirsin; senden sonra bir şey yoktur.
Sen Zâhirsin; senin üstünde bir şey yoktur. Sen Bâtınsın; senden öte bir şey yoktur. Borcumuzu öde, bizi fakirlikten kurtarıp zengin eyle!” (Müslim, Zikir 17)
Önceki üç âyet-i kerîmede Cenâb-ı Hakk’ın bazı sıfatları belirtildikten sonra gelen âyetlerde de O’nun bir kısım fiillerine işaret edilir:
4. Gökleri ve yeri altı günde yaratan, sonra da arşa istivâ eden O’dur. O yere gireni de, ondan çıkanı da, gökten ineni de, göğe yükseleni de bilir. Nerede olursanız olun, O dâimâ sizinle beraberdir. Allah, bütün yaptıklarınızı hakkiyle görmektedir.
5. Göklerin ve yerin mutlak mülkiyeti ve hâkimiyeti O’na aittir. Bütün işler Allah’a döndürülür; her konuda nihâî kararı O verir.
6. O geceyi gündüze katar, gündüzü de geceye katar. O, göğüslerde saklanan bütün gizlilikleri bilir.
Bunlar:
› Yüce Allah’ın gökleri ve yeri altı günde yaratması ve arşa istivâ etmesi. (bk. A‘râf 7/54);
› Yağmur ve ölüler gibi yeryüzüne giren, bitki ve madenler gibi oradan çıkan; rahmet, azap, melekler gibi gökten inen ve ameller, dualar, melekler, buharlar gibi oraya yükselen her şeyi bilmesi (bk. Sebe 34/2) tarzındaki kudret ve azamet tecellileridir.
› Sonsuz yücelik sahibi olan Rabbimiz, aynı zamanda, nerede olursa olsunlar kullarıyla beraberdir. İlim ve kudretiyle onların yanındadır. Her bir nefsin nerede olduğunu ve ne yaptığını bilir. İnsanlar sonunda Allah’ın huzuruna döndürülüp O’na hesap vereceklerdir.
Cenâb-ı Hakk’ın bahsedilen bu muazzam sıfatlarının mânalarını anlayıp kalbimize sindirmenin muşahhas bir örneği olarak koyun güden bir çobanın şu hâli çok ibretlidir:
Abdullâh b. Ömer (r.a.), arkadaşlarıyla birlikte Medine civârında bir yere çıkmıştı. Onun için bir sofra kurdular. Bu sırada yanlarına bir koyun çobanı uğradı ve selâm verdi.
İbn Ömer:
“–Gel ey çoban, sofraya buyur” dedi. Çoban:
“–Ben oruçluyum” cevâbını verdi. İbn Ömer:
“–Bu şiddetli ve boğucu sıcakta oruç mu tutuyorsun, bir de bu hâlde koyun güdüyorsun?” dedi. Daha sonra çobanın verâ ve takvâ duygusunu denemek için:
“–Şu süründen bize bir koyun satsan, parasını sana ödesek, etinden de iftar edeceğin kadarını sana versek olmaz mı?” teklîfinde bulundu. Çoban:
“–Benim sürüm yok, bu koyunlar efendimindir” cevâbını verdi. İbn Ömer (r.a.):
“–Kayboldu, dersin, efendin nereden bilecek ki?” dedi. Çoban ondan yüzünü çevirdi ve parmağını göğe kaldırarak:
“–Allah nerede?” dedi.
İbn Ömer (r.a.), çobanın bu ihsân ve murâkabe hâlinden çok duygulandı. Bu düşünceler içinde çobanın sözünü kendi kendine tekrar ederek; “Çoban dedi ki: Allah nerede?
Çoban dedi ki: Allah nerede?” deyip durdu.
Medine’ye geldiğinde, çobanın efendisine bir elçi göndererek sürüyü ve çobanı satın aldı. Çobanı âzâd ettikten sonra sürüyü de kendisine bağışladı. (İbn Esîr, Üsdü’l-Gâbe, III, 341)
Öyle ya, gece ve gündüz üzerinde tasarruf eden, birini diğerine katıp kısaltan ve uzatan Allah olduğundan dolayı (bk. Âl-i İmrân 3/27), insanları gece ve gündüz yaptıkları işleri de görür ve bilir. Hatta yarattıklarının sadece görünen şeylerini değil, içlerinden geçen düşünceleri de bilir. Öyle ise ilmi ve kudreti her şeyi en ince noktalarına kadar kuşatmış bulunan Allah Teâlâ’ya iman ve O’nun emrine teslim olmak gerekir:
7. Allah ve Rasûlü’ne iman edin; O’nun geçici olarak yönetimini size bıraktığı servet, akıl ve istidat gibi şeylerden Allah yolunda harcayın. Sizden iman edip Allah yolunda harcayanlara büyük bir mükâfat vardır.
Âyet-i kerîmeler, kelime-i şehâdeti getirip müslüman olan, fakat henüz iman kalplerine tam olarak sinmediği için İslâm’ın istediği Allah yolunda infak ve cihad gibi mükellefiyetleri yerine getirmekten kaçınan kimselere hitap eder. Onları gerçek mânada inanmaya ve imanlarındaki sadakatlerini göstermek üzere de imkânlarını dinin yücelmesi için harcamaya çağırır. Bu çağrıyı yaparken de, harcanacak malın gerçekte kime ait olduğunu ve kulun ondaki yetkisinin sınırlarını şöyle belirtir:
› Tasarrufumuz altında bulunan mallar ve servetler, bizim kendi mülkümüz değil, Allah Teâlâ’nın sadece bize bir emanetidir. Mülkün asıl sahibi Allah’tır ve bizler elimizde sadece emanet olarak bulunan bu malı O’nun yolunda sarf etmekten kaçınıyoruz. Oysa bir vekil, malın gerçek sahibinin isteği doğrultusunda sarf etmekten kaçınamaz. Çünkü onun vazifesi, sahibinin emrini yerine getirmektir.
› Bu mallar daha önce bizim elimizde değildi ve sürekli elimizde de kalmayacaktır. Dolayısıyla bu mal nasıl bizden önce başkalarının elinde bulunduysa, gelecekte de başkalarının elinde olacaktır.
Yûnus Emre (r.h.)’in dediği gibi:
Mal sahibi mülk sahibi hani bunun ilk sahibi
Mal da yalan mülk de yalan var biraz da sen oyalan!
O halde kulların vazifesi, bu geçici vekâletleri esnasında kendilerine tevdi edilen malı Allah yolunda sarf ederek âhiretteki ebedi mükâfatı almaya hak kazanabilmektir.
Resûlullah (s.a.s.) şöyle buyurur:
“Sizi çokluk mahvetti. İnsanoğlu «malım, malım» der durur. Halbuki yiyip tükettiğinden veya giyip eskittiğinden yahut sadaka verdiğinden başka senin malın mı var.” (Müslim, Zühd 3,4; Tirmizî, Zühd 31).
Bu sebepledir ki Efendimiz (s.a.s.), birgün koyun kesmiş ve etinin fakir fukarâya dağıtılmasını istemişti. Bir ara âilesine:
“– Ondan geriye ne kaldı?” diye sordu. Âişe (r.a.):
“– Sadece bir kürek kemiği kaldı” dedi. Buna mukâbil Resûl-i Ekrem Efendimiz Allah için îsârda bulunmanın zirvesini gösteren:
“– Desene bir kürek kemiği hâriç, hepsi bizim oldu!” (Tirmizî, Kıyâmet 33) şeklinde ibretli bir cevap vermişti.
Bu vesileyle gelen âyetlerde Allah Teâlâ’ya imanın gerekliliği vurgulanır. Kulu buna yönlendiren sebepler hatırlatılır:
8. Peygamber sizi Rabbinize inanmaya çağırdığı halde size ne oluyor ki Allah’a iman etmiyor, imanın gerektirdiği itaat ve davranışta bulunmuyorsunuz? Üstelik Allah, sizden bu hususta kesin söz de almıştı. Eğer gerçekten inanmak istiyorsanız sözünüzü tutun!
9. O Allah ki, sizi inkâr ve cehâlet karanlıklarından kurtarıp iman ve ilim aydınlığına çıkarmak için kuluna bu apaçık âyetleri indirmektedir. Şüphesiz Allah, size karşı çok şefkatlidir, sonsuz merhamet sahibidir.
Buna göre;
› Her türlü ahlâk, hal ve davranışlarıyla örnek ve güvenilir bir insan olan Peygamber (s.a.s.) onları Allah’a imana davet etmektedir. Sıradan bir insan olsa belki sözüne itimat edilmeyebilir. Fakat o kişi, sözüne itibar edilecek en doğru insandır; Allah’ın elçisidir.
› Allah Teâlâ kullardan Elest bezminde kulluk sözü almış, fıtratlarına Allah’a inanma duygusunu yerleştirmiş, insana aklını kullanıp doğruyu bulma imkânı vermiş, tüm kâinatı da varlığını ve birliğini gösteren açık delillerle doldurmuştur. Ayrıca Resûlullah (s.a.s.) de kendine inanan insanlardan Allah yolunda infak ve cihad için bey’at almıştır. Hudeybiye’de ağaç altında aldığı bey’at buna misaldir.
› Kullarına karşı sonsuz şefkat ve merhamet sahibi olan Rabbimiz, onları küfür, şirk ve günahların karanlıklarından kurtarıp iman, hidâyet ve sâlih amel aydınlığına çıkarmak için de seçkin kulu Hz. Muhammed (s.a.s.)’e doğru yolu açıklayıcı, hakkı bâtıldan ayırıcı ayetler indirmiştir.
Cenâb-ı Hakk’ın bu büyük lutuflarına “inkâr ve nankörlük”le mukabele etmek, hiç şüphesiz yerinde ve doğru bir davranış olamaz. Aksine kulun bu büyük nimetlere nasıl şükredeceğinin korkusu, endişesi ve gayreti içinde olması beklenir. Yapılacak şükrün başında ise Allah yolunda infak ve cihad gelir:
10. Size ne oluyor ki servet ve imkânlarınızı Allah yolunda harcamıyorsunuz? Oysa göklerin ve yerin mirası Allah’ındır. İçinizden fetihten önce harcayıp savaşan kimse ile böyle yapmayan eşit değildir. Onların derecesi, fetihten sonra harcayıp savaşanlardan daha üstündür. Bununla beraber Allah, hepsine de cenneti va‘detmiştir. Allah, bütün yaptıklarınızdan hakkiyle haberdardır.