MURATS44
Özel Üye
SEKİZİNCİ NOTA
Ey sa'y ve ameldeki lezzet ve saadeti bilmeyen tembel insan! Bil ki, Cenâb-ı Hak, kemâl-i kereminden, hizmetin mükâfâtını hizmet içinde derc etmiştir. Amelin ücretini nefs-i amel içine koymuştur. İşte bu sır içindir ki, mevcudat, hattâ bir nokta-i nazarda câmidat dahi, evâmir-i tekviniye tabir edilen hususî vazifelerinde, kemâl-i şevkle ve bir çeşit lezzetle evâmir-i Rabbâniyeyi imtisal ederler. Arıdan, sinekten, tavuktan tut, tâ şems ve kamere kadar herşey kemâl-i lezzetle vazifesine çalışıyorlar. Demek hizmetlerinde bir lezzet var ki, akılları olmadığından âkıbeti ve neticeleri düşünmeden, mükemmel vazifelerini ifa ediyorlar.
Eğer desen: "Zîhayatta lezzet kabildir. Cemâdatta nasıl şevk ve lezzet olabilir?"
Elcevap: Cemâdat kendi hesaplarına değil, onlarda tecellî eden esmâ-i İlâhiye hesabına bir şeref, bir makam, bir kemal, bir güzellik, bir intizam isterler, arıyorlar. O vazife-i fıtriyelerinin imtisalinde, Nûru'l-Envârın isimlerine birer mâkes, birer ayna hükmüne geçtiğinden, tenevvür eder, terakki eder.
Meselâ, nasıl ki bir katre su, bir zerrecik cam parçası, zâtında ziyasız, ehemmiyetsizken, sâfi kalbiyle güneşe yüzünü çevirse, o vakit o ehemmiyetsiz, ziyasız katre ve cam parçası, güneşin bir nevi arşı olup senin yüzüne de tebessüm eder. İşte bu misal gibi, zerrat ve mevcudat, cemâl-i mutlak ve kemâl-i mutlak sahibi olan Zât-ı Zülcelâlin isimlerine vazifeperverlik cihetinde ayna olmalarıyla, o katre ve zerrecik şişe gibi gayet aşağı bir dereceden gayet yüksek bir derece-i zuhura ve tenevvüre çıkıyorlar. Madem vazife cihetinde gayet nuranî ve yüksek bir makam alıyorlar; lezzet mümkün ve kabilse, yani hayat-ı âmmeden hissedar iseler, gayet lezzetle o vazifeleri görüyorlar denilebilir.
Vazifede lezzet bulunduğuna en zâhir bir delil: Sen kendi âzâ ve duygularının hizmetlerine bak. Herbiri, beka-i şahsî ve beka-i nev'î için ettikleri hizmetlerinde ayrı ayrı lezzetleri var. Nefs-i hizmet, onlara bir telezzüz hükmüne geçiyor. Hattâ hizmeti terk etmek, o uzvun bir nevi azâbıdır.
Hem en zâhir bir delil dahi, horoz ve yavrulu tavuk gibi hayvânâtın vazifelerinde gösterdikleri fedakârâne ve merdâne vaziyetleridir ki, horoz aç olduğu halde tavukları nefsine tercih edip, bulduğu rızka onları çağırır; yemez, onlara yedirir. Ve bir şevk ve iftihar ve telezzüzle o vazifeyi gördüğü görünür. Demek o hizmette, yemekten fazla bir lezzet alır. Hem küçük yavrularına çobanlık eden tavuk dahi, yavrularının hatırı için ruhunu feda eder, ite atılır. Kendini aç bırakıp onları doyurur. Demek o hizmette öyle bir lezzet alır ki, açlık acısına ve ölmek elemine tereccuh eder, ziyade gelir.
Hayvânî valideler, yavrularını, küçükken vazifeleri bulunduğundan, lezzetle himayeye çalışır. Büyük olduktan sonra vazife kalkar, lezzet de gider. Yavrusunu döver, elinden daneyi alır. Yalnız, insan nev'indeki validelerin vazifeleri bir derece devam eder. Çünkü insanlarda, zaaf ve acz itibarıyla, daima bir nevi çocukluk var; her vakit de şefkate muhtaçtır.
İşte umum hayvânâtın, horoz gibi çobanlık eden erkeklerine ve tavuk gibi validelerine bak, anla ki, bunlar kendi hesabına ve kendileri namına, kendi kemalleri için o vazifeyi görmüyorlar. Çünkü hayatını, vazifede lâzım gelse feda ediyorlar. Belki vazifeleri, onları o vazifeyle tavzif eden ve o vazife içinde rahmetiyle bir lezzet derc eden Mün'im-i Kerîmin hesabına ve Fâtır-ı Zülcelâlin namına görüyorlar.
Ey sa'y ve ameldeki lezzet ve saadeti bilmeyen tembel insan! Bil ki, Cenâb-ı Hak, kemâl-i kereminden, hizmetin mükâfâtını hizmet içinde derc etmiştir. Amelin ücretini nefs-i amel içine koymuştur. İşte bu sır içindir ki, mevcudat, hattâ bir nokta-i nazarda câmidat dahi, evâmir-i tekviniye tabir edilen hususî vazifelerinde, kemâl-i şevkle ve bir çeşit lezzetle evâmir-i Rabbâniyeyi imtisal ederler. Arıdan, sinekten, tavuktan tut, tâ şems ve kamere kadar herşey kemâl-i lezzetle vazifesine çalışıyorlar. Demek hizmetlerinde bir lezzet var ki, akılları olmadığından âkıbeti ve neticeleri düşünmeden, mükemmel vazifelerini ifa ediyorlar.
Eğer desen: "Zîhayatta lezzet kabildir. Cemâdatta nasıl şevk ve lezzet olabilir?"
Elcevap: Cemâdat kendi hesaplarına değil, onlarda tecellî eden esmâ-i İlâhiye hesabına bir şeref, bir makam, bir kemal, bir güzellik, bir intizam isterler, arıyorlar. O vazife-i fıtriyelerinin imtisalinde, Nûru'l-Envârın isimlerine birer mâkes, birer ayna hükmüne geçtiğinden, tenevvür eder, terakki eder.
Meselâ, nasıl ki bir katre su, bir zerrecik cam parçası, zâtında ziyasız, ehemmiyetsizken, sâfi kalbiyle güneşe yüzünü çevirse, o vakit o ehemmiyetsiz, ziyasız katre ve cam parçası, güneşin bir nevi arşı olup senin yüzüne de tebessüm eder. İşte bu misal gibi, zerrat ve mevcudat, cemâl-i mutlak ve kemâl-i mutlak sahibi olan Zât-ı Zülcelâlin isimlerine vazifeperverlik cihetinde ayna olmalarıyla, o katre ve zerrecik şişe gibi gayet aşağı bir dereceden gayet yüksek bir derece-i zuhura ve tenevvüre çıkıyorlar. Madem vazife cihetinde gayet nuranî ve yüksek bir makam alıyorlar; lezzet mümkün ve kabilse, yani hayat-ı âmmeden hissedar iseler, gayet lezzetle o vazifeleri görüyorlar denilebilir.
Vazifede lezzet bulunduğuna en zâhir bir delil: Sen kendi âzâ ve duygularının hizmetlerine bak. Herbiri, beka-i şahsî ve beka-i nev'î için ettikleri hizmetlerinde ayrı ayrı lezzetleri var. Nefs-i hizmet, onlara bir telezzüz hükmüne geçiyor. Hattâ hizmeti terk etmek, o uzvun bir nevi azâbıdır.
Hem en zâhir bir delil dahi, horoz ve yavrulu tavuk gibi hayvânâtın vazifelerinde gösterdikleri fedakârâne ve merdâne vaziyetleridir ki, horoz aç olduğu halde tavukları nefsine tercih edip, bulduğu rızka onları çağırır; yemez, onlara yedirir. Ve bir şevk ve iftihar ve telezzüzle o vazifeyi gördüğü görünür. Demek o hizmette, yemekten fazla bir lezzet alır. Hem küçük yavrularına çobanlık eden tavuk dahi, yavrularının hatırı için ruhunu feda eder, ite atılır. Kendini aç bırakıp onları doyurur. Demek o hizmette öyle bir lezzet alır ki, açlık acısına ve ölmek elemine tereccuh eder, ziyade gelir.
Hayvânî valideler, yavrularını, küçükken vazifeleri bulunduğundan, lezzetle himayeye çalışır. Büyük olduktan sonra vazife kalkar, lezzet de gider. Yavrusunu döver, elinden daneyi alır. Yalnız, insan nev'indeki validelerin vazifeleri bir derece devam eder. Çünkü insanlarda, zaaf ve acz itibarıyla, daima bir nevi çocukluk var; her vakit de şefkate muhtaçtır.
İşte umum hayvânâtın, horoz gibi çobanlık eden erkeklerine ve tavuk gibi validelerine bak, anla ki, bunlar kendi hesabına ve kendileri namına, kendi kemalleri için o vazifeyi görmüyorlar. Çünkü hayatını, vazifede lâzım gelse feda ediyorlar. Belki vazifeleri, onları o vazifeyle tavzif eden ve o vazife içinde rahmetiyle bir lezzet derc eden Mün'im-i Kerîmin hesabına ve Fâtır-ı Zülcelâlin namına görüyorlar.