Hasret ruzgari
Aktif Üyemiz
Öyle mi? Her şey rızka muhtaç mıdır?
Evet, bir ferd, rızka ve devam-ı hayata muhtaç olduğu gibi; görüyoruz ki, bütün mevcudât-ı âlem, bâhusus zîhayat olsa, küllî olsun, cüz'î olsun, küll olsun, cüz olsun, vücudunda, bekâsında, hayatında ve idâme-i hayatta maddeten ve mânen çok metâlibi var, çok levâzımâtı var. İftikârâtı ve ihtiyacâtı öyle şeylere var ki, en ednâsına o şeyin eli yetişmediği, en küçük matlûbuna o şeyin kuvveti kâfi gelmediği bir halde görüyoruz ki, bütün metâlibi ve erzak-ı maddiye ve mâneviyesi
ummadığı yerlerden kemâl-i intizamla ve vakt-i münâsipte ve lâyık bir tarzda kemâl-i hikmetle ellerine veriliyor. İşte bu iftikâr ve ihtiyac-ı mahlûkat ve bu tarzda imdad ve iâne-i gaybiye, acaba güneş gibi bir Mürebbî-i Hakîm-i Zülcelâli, bir Müdebbir-i Rahîm-i Zülcemâli göstermiyor mu?
Sekizinci Lem'a: Nasıl ki bir tarlada ekilen bir nevi tohum delâlet eder ki, o tarla herhalde tohum sahibinin taht-ı tasarrufunda olduğunu, hem o tohumu dahi tarla mutasarrıfının taht-ı tasarrufunda olduğunu gösterir. Öyle de, şu anâsır denilen mezraa-i masnuât, Vâhidiyet ve besâtet ile beraber, külliyet ve ihâtaları ve şu mahlûkat denilen semerât-ı rahmet ve mu'cizât-ı kudret ve kelâmât-ı hikmet olan nebâtât ve hayvanât, mümâselet ve müşâbehetleriyle beraber çok yerlerde intişârı, her tarafta bulunup tavattunları, tek bir Sâni-i Mu'ciznümânın taht-ı tasarrufunda olduklarını öyle bir tarzda gösteriyor ki, güyâ her bir çiçek, her bir semere, her bir hayvan, o Sâniin birer sikkesidir, birer hâtemidir, birer turrasıdır. Her nerede bulunsa, lisân-ı haliyle her birisi der ki: "Ben kimin sikkesiyim, bu yer dahi onun masnuudur. Ben kimin hâtemiyim, bu mekân dahi onun mektubudur. Ben kimin turrasıyım, bu vatanım dahi onun mensucudur."
Demek en ednâ bir mahlûka Rubûbiyet, bütün anâsırı kabza-i tasarrufunda tutana mahsustur; ve en basit bir hayvanı tedbîr ve tedvîr etmek, bütün hayvanâtı, nebâtâtı, masnuâtı kabza-i Rubûbiyetinde terbiye edene has olduğunu kör olmayan görür.
Evet, her bir ferd, sâir efrâda mümâselet ve misliyet lisânı ile der: "Kim bütün nevime mâlik ise, bana mâlik olabilir; yoksa, yok." Her nevi, sâir nevilerle beraber yeryüzünde intişârı lisâniyle der: "Kim bütün sath-ı arza mâlik ise, bana mâlik olabilir; yoksa, yok." Arz, sâir seyyârât ile bir güneşe irtibâtı ve semâvât ile tesânüdü lisâniyle der: "Kim bütün kâinata mâlik ise, bana mâlik o olabilir; yoksa, yok."
Evet, farazâ zîşuur bir elmaya biri dese, "Sen benim san'atımsın"; o elma lisân-ı hal ile ona "Sus," diyecek. "Eğer bütün yeryüzünde bütün elmaların teşkiline muktedir olabilirsen, belki yeryüzünde münteşir bütün hemcinsimiz olan bütün meyvedarlara, belki sefinesiyle hazîne-i rahmetten gelen bütün hedâyâ-i Rahmâniyeye mutasarrıf olabilirsen, bana rubûbiyet dâvâ et." O elma böyle diyecek ve o ahmağın ağzına bir tokat vuracak.
Umulmadık yerlerden. (Âyet ve hadîslerden iktibâsen. Talâk Sûresinin üçüncü âyeti şu meâldedir: "[Allah] onu ummadığı bir şekilde rızıklandırır.
Evet, bir ferd, rızka ve devam-ı hayata muhtaç olduğu gibi; görüyoruz ki, bütün mevcudât-ı âlem, bâhusus zîhayat olsa, küllî olsun, cüz'î olsun, küll olsun, cüz olsun, vücudunda, bekâsında, hayatında ve idâme-i hayatta maddeten ve mânen çok metâlibi var, çok levâzımâtı var. İftikârâtı ve ihtiyacâtı öyle şeylere var ki, en ednâsına o şeyin eli yetişmediği, en küçük matlûbuna o şeyin kuvveti kâfi gelmediği bir halde görüyoruz ki, bütün metâlibi ve erzak-ı maddiye ve mâneviyesi
Sekizinci Lem'a: Nasıl ki bir tarlada ekilen bir nevi tohum delâlet eder ki, o tarla herhalde tohum sahibinin taht-ı tasarrufunda olduğunu, hem o tohumu dahi tarla mutasarrıfının taht-ı tasarrufunda olduğunu gösterir. Öyle de, şu anâsır denilen mezraa-i masnuât, Vâhidiyet ve besâtet ile beraber, külliyet ve ihâtaları ve şu mahlûkat denilen semerât-ı rahmet ve mu'cizât-ı kudret ve kelâmât-ı hikmet olan nebâtât ve hayvanât, mümâselet ve müşâbehetleriyle beraber çok yerlerde intişârı, her tarafta bulunup tavattunları, tek bir Sâni-i Mu'ciznümânın taht-ı tasarrufunda olduklarını öyle bir tarzda gösteriyor ki, güyâ her bir çiçek, her bir semere, her bir hayvan, o Sâniin birer sikkesidir, birer hâtemidir, birer turrasıdır. Her nerede bulunsa, lisân-ı haliyle her birisi der ki: "Ben kimin sikkesiyim, bu yer dahi onun masnuudur. Ben kimin hâtemiyim, bu mekân dahi onun mektubudur. Ben kimin turrasıyım, bu vatanım dahi onun mensucudur."
Demek en ednâ bir mahlûka Rubûbiyet, bütün anâsırı kabza-i tasarrufunda tutana mahsustur; ve en basit bir hayvanı tedbîr ve tedvîr etmek, bütün hayvanâtı, nebâtâtı, masnuâtı kabza-i Rubûbiyetinde terbiye edene has olduğunu kör olmayan görür.
Evet, her bir ferd, sâir efrâda mümâselet ve misliyet lisânı ile der: "Kim bütün nevime mâlik ise, bana mâlik olabilir; yoksa, yok." Her nevi, sâir nevilerle beraber yeryüzünde intişârı lisâniyle der: "Kim bütün sath-ı arza mâlik ise, bana mâlik olabilir; yoksa, yok." Arz, sâir seyyârât ile bir güneşe irtibâtı ve semâvât ile tesânüdü lisâniyle der: "Kim bütün kâinata mâlik ise, bana mâlik o olabilir; yoksa, yok."
Evet, farazâ zîşuur bir elmaya biri dese, "Sen benim san'atımsın"; o elma lisân-ı hal ile ona "Sus," diyecek. "Eğer bütün yeryüzünde bütün elmaların teşkiline muktedir olabilirsen, belki yeryüzünde münteşir bütün hemcinsimiz olan bütün meyvedarlara, belki sefinesiyle hazîne-i rahmetten gelen bütün hedâyâ-i Rahmâniyeye mutasarrıf olabilirsen, bana rubûbiyet dâvâ et." O elma böyle diyecek ve o ahmağın ağzına bir tokat vuracak.
Umulmadık yerlerden. (Âyet ve hadîslerden iktibâsen. Talâk Sûresinin üçüncü âyeti şu meâldedir: "[Allah] onu ummadığı bir şekilde rızıklandırır.