Hasret ruzgari
Aktif Üyemiz
Dördüncü İşaret
fıkrası ifade ediyor ki:
Mevcudat, etvâr-ı hayatıyla, müteaddit envâ-ı tesbihat-ı Rabbâniyeyi yapıyor. Hem esmâ-i İlâhiyenin iktiza ve istilzam ettikleri hâlâtı gösteriyor ki: Meselâ Rahîm ismi şefkat etmek ister, Rezzak ismi rızık vermek iktiza eder, Lâtîf ismi lütfetmek istilzam eder. Ve hâkezâ, bütün esmânın birer birer muktezası vardır. İşte, herbir zîhayat, hayatıyla ve vücuduyla o esmânın muktezasını göstermekle beraber, cihazatı adedince Sâni-i Hakîme tesbihat yapıyorlar.
Meselâ, nasıl ki bir insan güzel meyveler yer. O meyveler midesinde dağılır, erir, zâhiren mahvolur. Fakat ağzından, midesinden başka bütün hüceyrât-ı bedeniyede faaliyetkârâne bir lezzet, bir zevk vermekle beraber, aktâr-ı bedendeki vücudu ve hayatı beslemek ve idame-i hayat etmek gibi pek çok hikmetlerin vücuduna medar oluyor. O taam kendisi de, vücud-u nebâtîden hayat-ı insaniye tabakasına çıkıyor, terakki ediyor. Aynen öyle de, şu mevcudat zeval perdesinde saklandıkları vakit, onların yerinde herbirisinin pek çok tesbihatı bâki kalmakla beraber, pek çok esmâ-i İlâhiyenin de nukuşlarını ve mukteziyâtını o esmânın ellerine bırakır, yani bir vücud-u bâkiyeye tevdi ederler, öyle giderler.
Acaba fâni ve muvakkat bir vücudun gitmesiyle, onun yerine bir nevi bekaya mazhar binler vücut kalsa, denilir mi ki "Ona yazık oldu" veyahut "Abes oldu" veyahut "Şu sevimli mahlûk neden gitti" şekvâ edilebilir mi? Belki onun hakkındaki rahmet, hikmet, muhabbet öyle iktiza ediyorlar ve öyle olmak gerektir. Yoksa, birtek zarar gelmemek için, binler menfaati terk etmek lâzım gelir ki, o halde binler zarar olur.
Demek Rahîm, Hakîm ve Vedûd isimleri, zevâle ve firaka muarız değiller; belki istilzam edip iktiza ediyorlar.
Beşinci İşaret
fıkrası ifade ediyor ki:
Mevcudat, hususan zîhayat olanlar, vücud-u surîden gittikten sonra, bâki çok şeyleri bırakırlar, öyle giderler.
İkinci Remizde beyan edildiği gibi, Zât-ı Vâcibü'l-Vücudun kudsiyet ve istiğnâ-yı kemâline muvafık bir tarzda ve ona lâyık bir surette, hadsiz bir muhabbet, nihayetsiz bir şefkat, gayetsiz bir iftihar, tabiri caizse, mukaddes, hadsiz bir memnuniyet, bir sevinç-tabirde hata olmasın-hadsiz bir lezzet-i mukaddese, bir ferah-ı münezzeh, şuûnât-ı rububiyetinde bulunur ki, onların âsârı bilmüşahede görünüyor. İşte o şuûnat iktiza ettikleri hayretnümâ faaliyet içinde, mevcudat, tebdil ve tağyirle, zeval ve fenâ içinde süratle sevk ediliyor, mütemadiyen âlem-i şehadetten âlem-i gayba gönderiliyor. Ve o şuûnâtın cilveleri altında, mahlûkat, daimî bir seyir ve seyelân, bir hareket ve cevelân içinde çalkanmakta ve ehl-i gafletin kulaklarına vâveylâ-yı firak ve zevâli ve ehl-i hidayetin sem'ine velvele-i zikir ve tesbihi dağıtmaktadırlar.
fıkrası ifade ediyor ki:
Mevcudat, etvâr-ı hayatıyla, müteaddit envâ-ı tesbihat-ı Rabbâniyeyi yapıyor. Hem esmâ-i İlâhiyenin iktiza ve istilzam ettikleri hâlâtı gösteriyor ki: Meselâ Rahîm ismi şefkat etmek ister, Rezzak ismi rızık vermek iktiza eder, Lâtîf ismi lütfetmek istilzam eder. Ve hâkezâ, bütün esmânın birer birer muktezası vardır. İşte, herbir zîhayat, hayatıyla ve vücuduyla o esmânın muktezasını göstermekle beraber, cihazatı adedince Sâni-i Hakîme tesbihat yapıyorlar.
Meselâ, nasıl ki bir insan güzel meyveler yer. O meyveler midesinde dağılır, erir, zâhiren mahvolur. Fakat ağzından, midesinden başka bütün hüceyrât-ı bedeniyede faaliyetkârâne bir lezzet, bir zevk vermekle beraber, aktâr-ı bedendeki vücudu ve hayatı beslemek ve idame-i hayat etmek gibi pek çok hikmetlerin vücuduna medar oluyor. O taam kendisi de, vücud-u nebâtîden hayat-ı insaniye tabakasına çıkıyor, terakki ediyor. Aynen öyle de, şu mevcudat zeval perdesinde saklandıkları vakit, onların yerinde herbirisinin pek çok tesbihatı bâki kalmakla beraber, pek çok esmâ-i İlâhiyenin de nukuşlarını ve mukteziyâtını o esmânın ellerine bırakır, yani bir vücud-u bâkiyeye tevdi ederler, öyle giderler.
Acaba fâni ve muvakkat bir vücudun gitmesiyle, onun yerine bir nevi bekaya mazhar binler vücut kalsa, denilir mi ki "Ona yazık oldu" veyahut "Abes oldu" veyahut "Şu sevimli mahlûk neden gitti" şekvâ edilebilir mi? Belki onun hakkındaki rahmet, hikmet, muhabbet öyle iktiza ediyorlar ve öyle olmak gerektir. Yoksa, birtek zarar gelmemek için, binler menfaati terk etmek lâzım gelir ki, o halde binler zarar olur.
Demek Rahîm, Hakîm ve Vedûd isimleri, zevâle ve firaka muarız değiller; belki istilzam edip iktiza ediyorlar.
Beşinci İşaret
fıkrası ifade ediyor ki:
Mevcudat, hususan zîhayat olanlar, vücud-u surîden gittikten sonra, bâki çok şeyleri bırakırlar, öyle giderler.
İkinci Remizde beyan edildiği gibi, Zât-ı Vâcibü'l-Vücudun kudsiyet ve istiğnâ-yı kemâline muvafık bir tarzda ve ona lâyık bir surette, hadsiz bir muhabbet, nihayetsiz bir şefkat, gayetsiz bir iftihar, tabiri caizse, mukaddes, hadsiz bir memnuniyet, bir sevinç-tabirde hata olmasın-hadsiz bir lezzet-i mukaddese, bir ferah-ı münezzeh, şuûnât-ı rububiyetinde bulunur ki, onların âsârı bilmüşahede görünüyor. İşte o şuûnat iktiza ettikleri hayretnümâ faaliyet içinde, mevcudat, tebdil ve tağyirle, zeval ve fenâ içinde süratle sevk ediliyor, mütemadiyen âlem-i şehadetten âlem-i gayba gönderiliyor. Ve o şuûnâtın cilveleri altında, mahlûkat, daimî bir seyir ve seyelân, bir hareket ve cevelân içinde çalkanmakta ve ehl-i gafletin kulaklarına vâveylâ-yı firak ve zevâli ve ehl-i hidayetin sem'ine velvele-i zikir ve tesbihi dağıtmaktadırlar.