Yirmi Altıncı Söz

Durum
Üzgünüz bu konu cevaplar için kapatılmıştır...

Hasret ruzgari

Aktif Üyemiz
Beşinci Fıkra: Şu fıkra, Arabî geldiği için Arabî yazıldı. Hem, şu fıkra-i Arabiye, Allahü ekber zikrinde otuz üç mertebe-i tefekkürden bir mertebeye işarettir.
b586.gif

b587.gif

b588.gif

b589.gif

b590.gif

b591.gif

b592.gif

b593.gif

b594.gif


Allah en büyüktür. Çünkü öyle bir Kadîr, Alîm, Hakîm, Kerîm, Rahîm, Cemîl, Nakkaş ve Ezelîdir ki, bütün, parçalar ve sayfalar olarak bu kâinatın hakikati; küllî, cüzî, varlık ve bekâ itibâriyle bu varlıkların hakikatleri ancak Onun kazâ, kader, tanzim ve takdirinin ilim ve hikmetle çizilmiş çizgileri; Onun ilim, hikmet, tasvir ve tedbîrinin sanat ve îtinâ gösterilerek yapılmış nakışları; Onun Sanat, îtinâ, tezyin ve tenvîrinin mucizeli elinin lütuf ve keremle gerçekleştirdiği tezyinâtı; Onun lütuf, kerem, teveddüt ve tearrüfünün rahmet ve nimetle vücuda getirdiği ihsan çiçekleri; Onun coşkun rahmet, nimet, terahhum ve tehannününün cemâl ve kemâlle yarattığı meyveleri; cemâl ve kemâlinin parıltı ve tecellîleridir. Bu, aynaların yok olup gitmesi ve mazharların akıp kaybolmasıyla beraber, mevsimlerin asırların ve çağların geçmesiyle tecellî ve zuhuru devam eden, mahlûkat, günler ve yılların geçmesiyle inâmı sürüp giden ebedî cemâl-i mücerredin bâkî kalmasının şehâdetiyle sabittir. Evet, mükemmel eser, akıl sahipleri için mükemmel fiile, sonra mükemmel fiil, anlayış sahipleri için bilbedâhe mükemmel vasfa, sonra mükemmel vasıf bizzarûre mükemmel şene, sonra mükemmel şen bilyakîn kendisine yakışan bütün hususiyetlerle zâtın kemâline delâlet eder. Bu, gerçek ve kesindir. Evet, dâimî tecellî ve sürekli feyiz ile beraber, aynaların fânî olup kaybolması, mevcudâtın zevâle gitmesi, görünen cemâlin mazharların mülkü olmadığına en açık bir delildir. Bu, mücerred cemâlin, tazelenen ihsanın, Vâcib-i Vücudun, Bâkî-i Vedûdun en açık beyânı ve en vâzıh bürhanıdır. Allah'ım, Efendimiz Muhammed'e, onun âl ve Sahabîlerine ezelden ebede kadar Allah'ın ilmindeki nesneler sayısınca salât ve selâm eyle.
 

Hasret ruzgari

Aktif Üyemiz
Zeyl
b424.gif

[Bu küçücük Zeylin büyük bir ehemmiyeti var; herkese menfaatlidir.]
Cenâb-ı Hakka vâsıl olacak tarîkler pek çoktur. Bütün hak tarîkler Kur'ân'dan alınmıştır. Fakat tarîkatlerin bâzısı bâzısından daha kısa, daha selâmetli, daha umumiyetli oluyor. O tarîkler içinde, kâsır fehmimle Kur'ân'dan istifade ettiğim acz ve fakr ve şefkat ve tefekkür tarîkıdır.
Evet, acz dahi, aşk gibi, belki daha eslem bir tarîktir ki, ubûdiyet tarîkıyla mahbubiyete kadar gider. Fakr dahi Rahmân ismine îsâl eder. Hem şefkat dahi, aşk gibi, belki daha keskin ve daha geniş bir tarîktir ki, Rahîm ismine îsâl eder. Hem tefekkür dahi, aşk gibi, belki daha zengin, daha parlak, daha geniş bir tarîktir ki, Hakîm ismine îsâl eder. Şu tarîk, hafî tarîkler misillü, "letâif-i aşere" gibi on hatve değil; ve tarîk-ı cehriye gibi "nüfûs-u seb'a," yedi mertebeye atılan adımlar değil; belki Dört Hatveden ibârettir. Tarîkatten ziyâde hakikattir, şeriattır. Yanlış anlaşılmasın; acz ve fakr ve kusurunu Cenâb-ı Hakka karşı görmek demektir. Yoksa onları yapmak veya halka göstermek demek değildir.
Şu kısa tarîkın evrâdı, ittibâ-ı sünnettir; ferâizi işlemek, kebâiri terk etmektir. Ve bilhassa, namazı tâdil-i erkân ile kılmak, namazın arkasındaki tesbihâtı yapmaktır.
Birinci hatvede
b596.gif
-1- âyeti işaret ediyor.
İkinci hatveye
b597.gif
-2- âyeti işaret ediyor.
Üçüncü hatveye
b598.gif
-3- âyeti işaret ediyor.

1- Nefislerinizi temize çıkarmayın. (Necm Sûresi: 32.)
2- Allah'ı unutanlar gibi olmayın ki, Allah da onlara kendi âkıbetlerini unutturmuştur. (Haşir Sûresi: 19.)
3- Sana her ne iyilik erişirse Allah'tandır. Sana her ne kötülük gelirse, o da kendi kusurun sebebiyledir. (Nisâ Sûresi: 79.)
 

Hasret ruzgari

Aktif Üyemiz
Dördüncü hatveye
b599.gif
-1- âyeti işaret ediyor.
Şu Dört Hatvenin kısa bir izahı şudur ki:
Birinci Hatvede,
b600.gif
âyeti işaret ettiği gibi, tezkiye-i nefs etmemek. Zîrâ, insan, cibilliyeti ve fıtratı hasebiyle nefsini sever. Belki, evvelâ ve bizzat yalnız zâtını sever; başka her şeyi nefsine fedâ eder. Mabuda lâyık bir tarzda nefsini metheder; mabuda lâyık bir tenzih ile nefsini meâyibden tenzih ve tebrie eder. Elden geldiği kadar kusurları kendine lâyık görmez ve kabul etmez; nefsine perestiş eder tarzında, şiddetle müdâfaa eder. Hattâ fıtratında tevdî edilen ve Ma'bud-u Hakikinin hamd ve tesbihi için ona verilen cihazât ve istidadı kendi nefsine sarf ederek,
b601.gif
-2- sırrına mazhar olur. Kendini görür, kendine güvenir, kendini beğenir.
İşte şu mertebede, şu hatvede tezkiyesi, tathîri, onu tezkiye etmemek, tebrie etmemektir.
İkinci Hatvede,
b602.gif
dersini verdiği gibi; kendini unutmuş, kendinden haberi yok; mevti düşünse, başkasına verir; fenâ ve zevâli görse, kendine almaz. Ve külfet ve hizmet makamında nefsini unutmak, fakat ahz-ı ücret ve istifade-i huzûzât makamında nefsini düşünmek, şiddetle iltizam etmek, nefs-i emmârenin muktezâsıdır. Şu makamda tezkiyesi, tathîri, terbiyesi; şu hâletin aksidir. Yani, nisyân-ı nefs içinde nisyan etmemek. Yani, huzûzât ve ihtirasâtta unutmak ve mevtte ve hizmette düşünmek.
Üçüncü Hatvede,
b603.gif
dersini verdiği gibi; nefsin muktezâsı, dâimâ iyiliği kendinden bilip, fahr ve ucbe girer. Bu hatvede, nefsinde yalnız kusuru ve naksı ve aczi ve fakrı görüp, bütün mehâsin ve kemâlâtını, Fâtır-ı Zülcelâl tarafından ona ihsan edilmiş nimetler olduğunu anlayıp, fahr yerinde şükür ve temeddüh yerinde hamd etmektir. Şu mertebede tezkiyesi,
b604.gif
-3- sırrıyla şudur ki: Kemâlini kemâlsizlikte, kudretini aczde, gınâsını fakrda bilmektir.
Dördüncü Hatvede,
b605.gif
dersini verdiği gibi; nefis, kendini serbest ve müstakil ve bizzat mevcud bilir. Ondan bir nevi rubûbiyet dâvâ eder. Ma'buduna karşı adâvetkârâne bir isyanı taşır. İşte gelecek şu hakikati derk etmekle ondan kurtulur. Hakikat şöyledir ki:

1- Her şey helâk olup gidicidir-Ona bakan yüzü müstesnâ. (Kasas Sûresi: 88.)
2- Nefsinin arzusunu kedisine ma'bud edinip onun her emrine uyan kimse. (Furkan Sûresi: 43.)
3- Nefsini günahlardan arındıran kurtuluşa ermiştir. (Şems Sûresi: 9.)
 

Hasret ruzgari

Aktif Üyemiz
Her şey nefsinde mânâ-i ismiyle fânîdir, mefkuddur, hâdistir, mâdumdur; fakat mânâ-i harfiyle ve Sâni-i Zülcelâlin esmâsına âyinedarlık cihetiyle ve vazifedarlık itibâriyle şâhiddir, meşhuddur, vâciddir, mevcuddur.
Şu makamda tezkiyesi ve tathîri şudur ki: Vücudunda adem, ademinde vücudu vardır. Yani kendini bilse, vücud verse, kâinat kadar bir zulümât-ı adem içindedir. Yani, vücud-u şahsîsine güvenip, Mûcid-i Hakikiden gaflet etse, yıldız böceği gibi bir şahsî ziyâ-i vücudu nihayetsiz zulümât-ı adem ve firâklar içinde bulunur, boğulur. Fakat enâniyeti bırakıp, bizzat nefsi hiç olduğunu ve Mûcid-i Hakikinin bir âyine-i tecellîsi bulunduğunu gördüğü vakit, bütün mevcudâtı ve nihayetsiz bir vücudu kazanır. Zîrâ bütün mevcudât, esmâsının cilvelerine mazhar olan Zât-ı Vâcibü'l-Vücudu bulan, her şeyi bulur.
 
Durum
Üzgünüz bu konu cevaplar için kapatılmıştır...
Üst Alt