21 Rebîulevvel 1438*21 Aralık 2016-Çarşamba
hergün hep beraber Efendimizin bir sünnetini uygulayalım
-------------
Esnemeyi mümkün olduğu kadar gizleyelim. Ağzı elle kapayarak gidermeye gayret edelim. Namazda iken esneme gelirse, ayakta ise sağ elin, diğer hallerde ise sol elin tersi ile ağzı kapatmamız münasip olur
*******
Efendimiz için hergün birşey yapalım
------------
hakkımız olan herkese hakkımızı helal edelim ALLAH rızası ve Efendimizin şefaatine nail olmamız için inşaALLAH.bize ne kötülük yapılırsa yapılsın,nasıl hakkımız yendiyse yensin hakkım demekten vazgeçelim.ALLAHımız hakkım dediğinde ne yaparız sonra dünyalık haklardan geçemezken
*********************************************
var mısınız bugüne kadar kime hakkımız geçtiyse helal edelim?unutmayalım ki çoğu zaman insanların hakkına girdiğimizde veya bizim hakkımız yendiğinde o çetin gün aklımızın ucundan bile geçmez.ama bu gerçekle er geç yüzleşeceğiz ve hiç ummadığımız haklar çıkacak karşımıza.belki kovaladığımız bir kedi,dalını kırdığımız bir ağaç ve en önemlisi de bilerek ya da bilmeyerek incittiğimiz ya da konuştuklarımızı duysalar incinecek insanlar.hepimizde var mutlaka hak.
ALLAH dili neden iki kalenin arkasına gizlemiş bir düşünelim.dudaklar ve dişler iki kule gibi sanki dilin önünde.küçücük bir et parçası belki dil ama bizim sonumuzu hazırlayan en kuvvetli parça.iyi yönde kullanırsak iyiye kötü yönde kullanırsak azaba erdirecek bizi.
unutmayalım ki biz hakkımız da hakkımız dersek affedici olamazsak bir gün bize de hakkım diyecek Yaradan var.hangimiz O'na layık kul olabiliyoruz,layığıyla şükrünü eda edebiliyoruz?
evet ne diyorsunuz?siz de var mısınız?
---------------------------------------------
Affedenlerin mahşer yerinde beklemeden cennete gireceğini düşünürsek değmez mi affetmeye?
biz şeytanın ve nefsimizin yolundan değil Efendimizin yolundan gidiyoruz en azından gitmeye çalışıyoruz.
ve Onun ümmetine yakışan da affedici olmaktır,tıpkı Onun gibi.kolay mı canım dediğin amcanın paramparça edilmesi?
ama O öyle mükemmel ki o kişiyi bile affetti.biz belki Onun kadar olamayız ama elimizden geldiğince olmaya çalışsak ne olur?kırmasak birbirimizi?
bizi kırsalarda bunu içimize gömüp Yaradana sığınsak.
ayrıca kavga anında insanı en sinir eden şey;karşındakinin cevap vermemesidir.biz cevap verdikçe o kişi de bağırıp çağıracak ve stresini atacak.ama
karşılık vermezsek;o kişi sinirini yenemeyecek ve daha çok sinir etmiş olacağız.istediğimiz de bu değil mi?ona haddini bildirmek.işte en iyi had bildirme.
konuşmayın karşısından.ne bunalın ne de günaha girin
büyük imamlarımızdan Ebu Hanife hz cemaatine sohpet ederken adamın biri gelip bir tokat atmış.hem de öyle bir tokat ki!yüzü kızarmış.ama O yine büyüklüğünü göstermiş.İmamı Azam olmak kolay mı?adama demiş ki!ben sana bu tokata karşılık aynısını atabilirim,dinim buna müsade ediyor(ama bu tehlikeli bir iş.o kişiden daha hızlı vurursanız farkında olmadan,haklı iken haksız duruma düşüp o kimsenin hakkına gireceksiniz).ama ben sana vurmayacağım.hakkımı helal ediyorum.hatta ALLAH bana şefaat hakkı verirse sana şefaat edip cennete götüreceğim yanımda demiş.büyüklük işte.tabi bunları duyan adam kızarmış da kızarmış.belki ondan sonra çocuğuna bile el kaldıramamıştır.önemli olan ders verebilmek işte.ne demişler kötüye kötülük her kişinin karı,kötülüğe iyilik er kişinin karı.gelin biz er kişi olalım
gelin bu mübarek gün hatrına hakkımızı helal edelim tüm aleme!tüm yaradılanlara.hesapsız kitapsız.o bana şunu yaptı olmaz demeden.hadi kendimizizden geçelim ALLAHın dediğini Efendimizin yaptığını yapalım.affedelim ki affa layık olalım değmez mi?
*****************************************
Rivâyete göre Câfer Sâdık Hazretleri'nin bir kölesi vardı. Kendisinin yakın hizmetlerini görürdü.
Birgün köle, getirmiş olduğu içi çorba dolu bir kâseyi kazârâ Câfer Hazretleri'nin üzerine döktü.
Üstü başı çorbaya bulanan Câfer Hazretleri de, öfke ile kölenin yüzüne baktı.
Bunun üzerine köle:
"-Efendim! Kur'ân'da «öfkelerini yenenler» takdîr buyuruluyor!" diyerek bu husûstaki âyet-i kerîmeyi okudu.
O zaman Câfer Sâdık Hazretleri:
"-Öfkemi yendim!" dedi.
Bu sefer köle:
"-Kur'ân'da aynı yerde «insanların kusurlarını bağışlayanlar» da takdîr buyuruluyor!" dedi ve âyetin bu husûsla alâkalı kısmını okudu.
Câfer Hazretleri:
"-Haydi bağışladım seni!.." dedi.
Bu defâ da köle:
"-Kur'ân'da aynı âyetin devamında «Allâh ihsânda bulunan, iyilik eden kimseleri sever!» buyuruluyor!"
diyerek âyetin, bu son kelimelerini okudu.
Bunun üzerine Câfer Sâdık Hazretleri:
"-Haydi git, hürsün artık; seni Allâh için âzâd ettim!.." dedi.
**********************************************
“O ALLAH’tan korkan ve Ona saygı duyan kimseler ki, bollukta ve darlıkta bağışta bulunanlar, öfkelerini yutanlar ve insanların kusurlarını affedenlerdir. ALLAH da iyilik yapanları sever.”
ayetin muhteşemliğine bakın.biz ne yapıyoruz?hakkım da hakkım helal etmiyorum diyoruz ne kadar acı.bizim örneklerimiz en başta Efendimiz(sav) daha sonra da sahabi efendilerimiz değil mi?onlar o kadar acıya ızdıraba haklarından vazgeçerken biz kim oluyoruz da hakkım diyebiliyoruz aklım almıyor doğrusu.en önemli sabır da öfkenin ilk anında olan olduğuna göre Rabbim yardımcımız olsun inş öfkelerini yutanlardan eylesin cümlemizi.3-5 gün sonra pişman olmaktansa o anda vazgeçebilelim inş bazı şeylerden
*****************************************************
Gel de helâl etme...
Dünya madem fânidir.
Hem madem ömür kısadır.
Hem madem gayet lüzumlu vazifeler çoktur.
Hem madem hayat-ı ebediye burada kazanılacaktır.
Hem madem dünya sahipsiz değil.
Hem madem şu misafirhane-i dünyanın gayet Hakîm ve Kerîm bir müdebbiri var.
Hem madem ne iyilik ve ne fenalık cezasız kalmayacaktır.
Hem madem " ALLAH kimseye gücünden fazlasını yüklemez." (Bakara Sûresi, 2:286.)
sırrınca teklif-i mâlâyutak yoktur.
Hem madem zararsız yol, zararlı yola müreccahtır.
Hem madem dünyevî dostlar ve rütbeler kabir kapısına kadardır.
Elbette, en bahtiyar odur ki, dünya için âhireti unutmasın, âhiretini dünyaya feda etmesin, hayat-ı ebediyesini hayat-ı dünyeviye için bozmasın, mâlâyâni şeylerle ömrünü telef etmesin, kendini misafir telâkki edip misafirhane sahibinin emirlerine göre hareket etsin, selâmetle kabir kapısını açıp saadet-i ebediyeye girsin. HAŞİYE
HAŞİYE
Bu madem'ler içindir ki, şahsıma karşı olan zulümlere, sıkıntılara aldırmıyorum ve ehemmiyet vermiyorum. "Meraka değmiyor" diyorum ve dünyaya karışmıyorum (Bediüzzaman)
.
******************************************
EL-ĞAFFAR
"Mağfireti, bağışlaması pek çok olan."
'Kullarının günahlarını affetmekle örten." [Taberî.]
"Tekrar tekrar affeden." [Gazâlî.]
"Rabbinizden mağfiret isteyin; çünkü gerçekten O, çok bağışlayandır. [Nuh: 71/10.]
Günahlarına aldırış etmeksizin, Cennete gireceğinden emin bir halde yaşamak, büyük bir gaflet olduğu gibi, isyanlarına bakarak 'ben artık mağfiret olunmam’ demek de büyük bir hatadır.
Birinci hal ALLAH'ın gazabından emin olmak, ikincisi ise rahmetinden ümit kesmekle yeise düşmektir.
İşte Gaffar ismi, insanı yeisten kurtaran en büyük bir ümit kaynağıdır.
İmam Gazâlî Hazretleri, Gaffar isminin 'kötüyü, çirkini örten' mânâsına geldiğini zikrettikten sonra, önemli bir noktaya dikkatimizi çeker:
"ALLAH, insanın yüzünü, gözünü, elini açığa çıkardığı halde, midesini, bağırsaklarını ve sair görünmesi hoş olmayan organla;rını içeride yaratmıştır. Onları böylece örten ALLAH, kulunun günahlarını da örter"
Yine o büyük İmam, Gaffar ismine, 'tekrar tekrar affeden' mânâsı vermiştir.
Bu mânâyı düşünürken, Hazreti Mevlâna'nın, bazı haddini bilmezlerce tenkit konusu yapılan bir mısraı hatırıma geldi:
"Bin defa tövbe şişesini kırmış olsan yine gel!"
'Tövbe şişesini kırmak,' günahkâr Müslümanlar için sözkonusudur. Bu söz, o büyük insanın Gaffar isminin inceliklerini çok iyi kavradığının işareti iken, maalesef çok yanlış şekilde ele alındı ve o muhterem zâta cahilce hücum edildi.
Tövbesini defalarca bozan bir kul, pişman olarak ALLAH'ın dergahına sığınsa ve affını dilese, Gaffar ismi gereği, ALLAH bu "kulu affeder.
ALLAH'ın affettiğini kulların etmemesi, işin içine nefsin, hissin ve dar görüşlülüğün girdiğini gösterir.
Kendisine yapılan bir kötülüğü yıllarca unutamayıp, mü'min kardeşini affetmeye yanaşmayan bir insanın, Hazreti Mevlâna'nın bu sözünü kavraması oldukça zordur.
Gaffar isminden nasiplenmenin birinci şartı, pişmanlık duymak, tövbe ve istiğfar ile mağfiret kapısını çalmaktır.
Bir diğer şartı da, başkalarını affetmek, kusurlarını örtmektir. Affedenin, mağfiret olunması kuvvetle umulur.
[Prof. Dr. Alaaddin Başar, Esmâ-i Hüsna ALLAH'ın Güzel İsimleri, Zafer Yayınları, İstanbul, 2001: 58-59.]
********************************************************
EL-AFÜVV
"Çok affedici olan."
“Günahları imha edip sahibini cezalandırmaktan vazgeçen."
"Bir hayrı açıklar ya da gizli tutarsanız veya bir kötülüğü bağışlarsanız, şüphesiz ALLAH, Afüvv ve Kadîr'dir.” [ Nisâ: 4/149.]
Bu ismin Ğaffâr isminden daha şümullü olduğu beyan edilmiştir. Zira, Gaffar ismi 'günahları örten' manasınadır. Afüvv ismi ise, 'günahın karşılığı olan cezayı tamamen ortadan kaldıran' demektir. Bu isme mazhar olan bir günahkâr, yaptığı isyana karşı kendisinde Müntakim (intikam alan, şiddetle cezalandıran) isminin tecelli etmesinden kurtulmuş demektir.
Bir mü'minin bu isimden alacağı ders, ALLAH'ın rahmetinden daima ümitli olmakla yeis (ümitsizlik) tehlikesinden uzak kalmaktır.
Bir mü'min, kendisine karşı işlenen suçları bağışlar ve affederse bu isme mazhar olmaya daha fazla liyakat kazanmış olur. Affetmediği halde affedilmeyi bekleyen insan, nefsine mağlûp olmuş ve aldanmıştır.
Bir insan, nefsini tam mağlûp etmek istiyorsa, muhataplarının kusurlarını bağışlamakla da kalmayacak,
"sen kötülüğü en güzel iyilikle bertaraf et" [Mü'minûn: 23/96.] âyetinden ders alarak, kendisine kötülük yapanlara iyilikle mukabele etmeye çalışacaktır. Bu ise nefsin hiç hoşuna gitmez, ama ilâhî rıza, af ve mağfiret de bu yoldadır.
[Prof. Dr. Alaaddin Başar, Esmâ-i Hüsna ALLAH'ın Güzel İsimleri, Zafer Yayınları, İstanbul, 2001: 176-177.]
****************************************************
Affetmenin Müjdesi
Hz. Enes (r.a.) anlatıyor:
“Rasulüllah (s.a.v.) ile beraber bulunuyorduk. Bir ara azı dişleri gülünecek şekilde gülümsedi. Sebebini sorduğumuzda şöyle buyurdular:
“Ümmetimden iki kişi ALLAH (c.c.) ‘ın huzuruna gelirler.
Birisi:
-Ya Rab, benim bunda hakkım var; hakkımı bundan al, bana ver. ALLAHü Teâlâ da ötekine:
- Hakkını ver, buyurur.
Adam:
-Yâ Rab, bende sevap nâmına bir şey kalmadı, der.
Cenâb-ı Hak:
- Baksana, bu adamın sevabı kalmadı, ne dersin? Buyurur.
Adamcağız:
- O halde benim günahlarımdan alsın der.
Rasullah Efendimiz (s.a.v.) bunu anlatırken gözleri yaşardı ve “O gün büyük bir gündür. İnsan günahının alınmasını ister” dedi.
Bunun üzerine ALLAHü Teâlâ hak sahibine:
- Başını kaldır ve cennete bak, buyurur.
Adamcağız:
-Yâ Rab, inci ile işlenmiş, gümüşten apartmanlar ve altından köşkler görüyorum. Bunlar hangi peygamber, hangi sıddîk veya hangi şehitler içindir? der.
ALLAHü Teâlâ:
- Bunlar, bana ücretlerini verenler içindir, buyurur.
Adamcağız:
-Bunların hakkını kim ödeyebilir? Der.
Hz. ALLAH:
-Sen istersen bunlara sahip olabilirsin, buyurur.
Adam,
-Nasıl olur yâ Rab ? deyince,
Cenâb-ı Hak:
- Hakkını bu adama bağışlamakla, buyurur.
Adam:
-O halde ben bunu affettim, der.
ALLAHü Teâlâ :
-Arkadaşını al, beraberce cennete girin, buyurur.
Sonra Resulüllah Efendimiz (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:
“ALLAH’tan korkun,
ALLAH’tan korkun ve siz de kendi aranızı düzeltin.
Bakınız, bizzat Hz. ALLAH mü’minlerin arasını buluyor”
Hadis-i Şerif