RasuleHasret
Yeni Üyemiz
MUCÂDELE SURESİ TÜRKÇE OKUNUŞU VE TEFSİRİ
Mücâdele Sûresi Konusu
Câhiliye döneminde kadınlara zulmetmek için kullanılan “zıhâr” âdetini kaldırmak üzere bir kısım tedbirler getirilir. Gizli konuşmaların esasları belirtilir ve herkes içinde gizli gizli konuşmanın doğru olmadığı beyân edilir. Meclislerde oturmanın ve kalkmanın adabı öğretilir. Resûlullah (s.a.s.) ile yapılacak özel görüşmeler için bir kısım kısıtlamalar ve düzenlemeler yapılır. Münafıkların belli başlı vasıflarına yer verilerek, hususiyle mü’minlerin, yakın akrabaları bile olsa, Allah’a ve Rasûlü’ne düşmanlık edenlerle münâsebetlerinde çok dikkatli davranmaları istenir.
Mücâdele Sûresi Nuzül
Mushaftaki sıralamada elli sekizinci, iniş sırasına göre yüz beşinci sûredir. Münâfikûn sûresinden sonra, Hucurât sûresinden önce Medine’de nâzil olmuştur. Sadece 7. âyetinin Mekke’de indiğine dair bir rivayet vardır (İbn Atıyye, V, 272).
Mücâdele Sûresi Hakkında
Mucâdile sûresi Medine’de inmiştir. 22 âyettir. İsmini, birinci âyette geçip, “mücâdele etmek, tartışmak” mânasına gelen تُجَادِلُ (tücâdilü) fiilinden ism-i fâil olan اَلْمُجَادِلَةُ (mücâdile) kelimesinden alır. Mushaftaki tertîbe göre 58, iniş sırasına göre 104. sûredir.
Mücâdele Suresinin Faziletleri
Mücâdele süresini, bir kimse bir avuç toprak üzerine üç kez okursa ve düşmanı üzerine saçsa bi-iznillah düşmanı münhezim olur.
1. Resulullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) buyurdu ki: “Mücadele suresini okuyan kişi, kıyamet gününde Allah’ın fırkasından yazılır.”(Ebu Suud Efendi, Ebû Suud Tefsiri (İrşâdü Aklis-Selim), 8/215)
2. Bu sureyi sabah akşam okuyan kişi, tüm şerlerden korunur.
3. Uykusu gelmeyen kişiye okunursa, rahatlıkla uyur.
4. Uyku Problemleri çeken her kimse, Mücadele suresini okusun, Allahü Teala’nın izniyle çok vakit geçmeden uykuya dalar,
5. Mücadele Suresi toğrağa okunur ve düşmanların bölgesine doğru serpiştirilirse, Düşman mağlubiyet’e kavuşturulur,
6. Mücadele suresini okuyan herkimse, kıyamet günü Yaradan’ın fırkasından sayılır..
7. Mücadele Suresini, düşmanını kahretmek isteyen bir kimse bir avuç toprak üzerine üç defa okusa ve düşmanının üzerine, Allah u tealanın izni ile düşmanı perişan olur.Mücadele Suresi Kuranı kerimin 543. sayfasındadır.22 ayettir.
MUCÂDELE SURESİ TÜRKÇE OKUNUŞU VE TEFSİRİ
1. Rasûlüm! Allah, kocası hakkında sana müracaat edip seninle tartışan ve hâlini Allah’a şikâyette bulunan kadının sözlerini elbette işitti. Zâten Allah, o sırada sizin karşılıklı konuşmanızı dinliyordu. Hiç şüphesiz Allah, her şeyi hakkiyle işiten, her şeyi hakkiyle görendir.
2. İçinizden “sen bana annemin sırtı gibisin” diyerek hanımlarına zıhâr yapanlar bilsinler ki, o kadınlar onların anneleri değildir. Onların anneleri, ancak kendilerini doğurmuş olan kadınlardır. Gerçekte onlar, bu sözleriyle çok çirkin ve gerçek dışı bir söz söylemiş oluyorlar. Bununla birlikte Allah, elbette çok affedicidir, çok bağışlayıcıdır.
3. Hanımlarına zıhâr yapıp onlardan ayrılmaya kalkan, sonra da söylediklerinden geri dönenlerin, onlarla cinsî münasebetten önce bir köle azat etmeleri gerekir. Size emredilen budur. Allah, bütün yaptıklarınızdan haberdardır.
4. Köle azat etmek için imkân bulamayan kişi, hanımıyla cinsî münasebetten önce hiç ara vermeden iki ay oruç tutmalıdır. Buna gücü yetmeyen de altmış fakiri doyurmalıdır. Bu hükümler, Allah’a ve Rasûlü’ne imanınızı ispat etmeniz için konulmuştur. Bunlar Allah’ın çizdiği sınırlardır. Bu sınırları kabul etmeyen kâfirler için ise can yakıcı bir azap vardır.
Câhiliye döneminde kadınların maruz kaldığı “zıhâr” denilen kötü bir âdet vardı. Buna göre bir koca hanımına: “Sen bana anamın sırtı gibisin” dediği zaman, artık hanım ona ebediyen haram sayılırdı. Fakat boşanma da gerçekleşmez, kadın evli iken kocasız duruma düşerdi. Ashâb-ı kirâmdan Evs b. Sâbit de, kızgınlığa kapılarak hanımı Havle’ye böyle zıhâr yapmıştı. Havle (r.a.) gelip durumu Allah Resûlü (s.a.s.)’e arzetti. Gençliğini kocası uğruna tükettiğini, ona çocuklar verdiğini ama şimdi yaşlanınca kapı dışarı edildiğini dertti dertli anlattı. Perişan haline bir çare bulmasını söyledi. Efendimiz (s.a.s.) ise mevcut uygulamadan hareketle “sen ona haramsın” buyurdu. Havle iki defa daha gelip ısrar etmesine rağmen aynı cevabı aldı. Sonra halini Cenâb-ı Hakk’a şöyle arzetti:
“Allahım! Çok yalnızım. Bu ayrılık bana çok acı verecek. Küçük çocuklarım var; onları babalarına bıraksam perişan olacaklar, yanıma alsam aç kalacaklar. Halimi sana arz ediyorum, beni bu sıkıntıdan kurtar! Rasûlü’nün dilinden bir vahiy inzal buyur!”
Kısa bir süre sonra bu âyetler indi. Kocanın bir sözüyle hanımın boş olmayacağı bildirildi. Zıhâr denen âdetin çok çirkin ve yalan bir sözden ibaret olduğu haber verildi. (bk. Taberî, Câmi‘u’l-beyân, XXVIII, 2-3) Yalnız yeminin ciddiyetini korumak üzere böyle bir sözü söyleyen cezasız bırakılmadı. Bunlara sırasına ve imkânlarına göre hanımlarıyla cinsî münâsebetten önce şu kefâretlerden birini ödemeleri emredildi:
› Köle azat etmek.
› Köle azat etme imkânı yoksa iki ay peş peşe oruç tutmak.
› İki ay peş peşe oruç tutmaya güç yetiremezse altmış fakiri doyurmak.
Peygamberimiz (s.a.s.) ile Havle (r.a.) arasında geçen bu hâdiseye şâhit olan Hz. Âişe şöyle der:
“Bütün sesleri işiten Allah ne kadar yücedir! O kadın hâlini anlatırken ve Allah’a yalvarırken öylesine yavaş, fısıltıyla konuşuyordu ki dediklerinin bir kısmını, yanında olmama rağmen, ben bile işitemiyordum.” (İbn Mâce, Talâk 25/2063)
Öyle bir Allah ki, ona karşı gelmenin bedeli çok ağırdır:
5. Allah’a ve Rasûlü’ne karşı çıkanlar, kendilerinden öncekiler nasıl zillet ve perişanlığa mahkûm edildilerse, onlar da öylece zillet ve perişanlığa mahkûm edileceklerdir. Çünkü biz, dünya ve âhiret saâdetinizi sağlayacak apaçık âyetler indirmiş bulunuyoruz. Onları inkâr edenler için alçaltıcı bir azap vardır.
6. O gün Allah onları hep birlikte yeniden diriltecek ve yaptıklarını kendilerine haber verecektir. Çünkü onlar kendi yaptıklarını unutsa da, Allah bunları tek tek kaydetmiştir. Zâten Allah, her şeye şâhittir; hiçbir şey O’ndan gizli kalamaz.
“Allah ve Resûlü’ne karşı çıkmak”; Allah’ın ve Peygamber’in koyduğu kanunlara aldırmamak, bu ilâhî kanunları bırakıp başkalarının koyduğu kanunlara uymak demektir. Bu kimseler, Allah’ın koyduğu sınırlara, kanunlara ve hükümlere karşı çıkarlar. Başka kuralların uygulanmasını teklif ederler. Bu âyet-i kerîme, Allah’ın kanunları yerine kendileri bir takım kurallar koyup, bu kurallara “kanun” adı vererek insanları buna uymaya zorlayan âmirlere ve idarecilere sert bir uyarıda bulunmaktadır. اَلْكَبْتُ (kebt), hor ve hakir olmak, aşağılanmak, helak edilmek gibi mânalara gelir. Buna göre Allah ve Rasûlü’ne karşı çıkanlar, dünyada hor ve zelil kılınıp helak edileceklerdir. Nitekim önceki devirlerde bunun pek çok misali yaşanmıştır. Âhirette de bunlar alçaltıcı bir azaba uğrayacaklardır. Çünkü her ne kadar kendileri unutsa da, Allah Teâlâ bunların yaptıkları her şeyi tek tek saymakta, kayıtlara geçmektedir. Kıyamet günü bunları diriltip hesaba çektiğinde yaptıkları şeyleri kendilerine bir bir haber verecek ve cezalarını çekeceklerdir.
Rabbinizi daha iyi tanımak ve O’nun size yakınlığını anlamak için şu ilâhî uyarılara kulak verin:
7. Görmez misin ki, göklerde ne var, yerde ne varsa hepsini Allah bilir? Üç kişi gizli bir görüşme için bir araya gelecek olsa veya fısıldaşsa mutlaka dördüncüleri Allah’tır. Beş kişi bir araya gelse veya fısıldaşsa altıncıları mutlaka Allah’tır. Bundan daha az veya daha çok sayıda kişi her nerede bir araya gelirse gelsin, ne fısıldaşırsa fısıldaşsın Allah mutlaka yanlarındadır. Sonra da Allah onlara yaptıklarını kıyâmet gününde tek tek bildirecektir. Doğrusu Allah, her şeyi hakkiyle bilir.
اَلنَّجْوٰي (necvâ), fısıldaşmak, gizli konuşmak demektir. Üç kişinin kendi aralarında yalnız olarak bir şeyi gizlemeleri ve bunu fısıltı halinde konuşmalarıdır. Bu kelimenin “yerin tümsekçe olan kısmı” mânasındaki اَلنَّجْوَةُ (necve) kelimesinden gelmiş olması da mümkündür. Çünkü bir topluluk içinde kendi aralarında gizlice fısıldaşan kimselerin durumu, kendisine bitişik olan yerlere göre nispeten yüksek olan kısmın adeta yalnız başına kalmasına benzer. Yahut gizli konuşmak isteyenler, herkesin çıkamayacağı yüksek yerlere çekilmek veya etraftakilerin duymasından kurtulmak istemeleri sebebiyle böyle isimlendirilmiştir. Kendi aralarında gizli gizli konuşanların sayıları, üç veya beş, daha az yahut daha çok olsun, bulundukları yer de açık veya gizli neresi olursa olsun, hiç fark etmez, şüphesiz ki Allah onlarla beraberdir. Göklerde ve yerde ne varsa hepsini bilen Allah, onların ne konuştuklarını, neyi fısıldaşıp planladıklarını çok iyi bilir.
Bahsedilen fısıldaşmayı yapanlara en güzel örnek yahudiler ve münafıklardır:
8. Gizlice toplantılar tertip etmekten ve kulis yapmaktan men edilen o kimseleri görmedin mi? Yine kendilerine yasaklanan o şeyi yapmaya kalkışıyor; günah işlemek, düşmanlık etmek ve Peygamber’e karşı çıkmak için gizlice fısıldaşıyorlar. Senin yanına geldiklerinde de, seni Allah’ın selâmlamadığı bir şekilde selâmlıyorlar. Üstelik kendi kendilerine alaylı bir şekilde: “Madem Muhammed bir peygamberse, bu söylediklerimiz yüzünden Allah bize bir ceza verse ya!” diyorlar. Onları ancak Cehennem paklar! İçinde yanıp kavrulmak üzere oraya gireceklerdir. Ne kötü bir son durak!
Yahudiler ve münafıklar, Resûlullah (s.a.s.) ve mü’minler aleyhine gizli gizli kulis yapıyor, aralarında fısıldaşıyor ve kötü şeyler konuşuyorlardı. Böyle yaptıkları müslümanlar tarafından fark ediliyor ve biliniyordu. Resûlullah (s.a.s.) onları daha önce böyle davranmaktan men etmişti. Fakat böyle davranmakta ısrar etmeleri üzerine bu âyet-i kerîme nâzil olup, onların gizli düşmanlıklarını haber verdi.
Yahudiler ve münafıkların Resûlullah (s.a.s.)’e karşı sergiledikleri edepsizliklerden biri de onu selamlama biçimleri idi. Onlar, Cenâb-ı Hakk’ın öğrettiği ve razı olduğu gibi اَلسَّلَامُ عَلَيْكُمْ (es-selâmü aleyke) şeklindeki selâm cümlesini اَلسَّامُ عَلَيْكُمْ (es-sâmü aleyke) olarak değiştiriyorlardı. Bilindiği gibi “es-selâmü aleyke”, “selâmet, esenlik senin üzerine olsun” mânasına gelirken, küçük bir telaffuz oyunuyla söylenen “es-sâmü aleyke”, “başına ölüm gelsin” veya “içine dininden dolayı bıkkınlık gelsin” anlamında kullanılıyordu. Bunun çok iyi farkında olan Peygamberimiz (s.a.s.), onların çaktırmadan yaptıklarını sandıkları bu haince sözlerine karşılık, وَ عَلَيْكُمْ (ve aleyküm) yani “dediğiniz kendi üzerinize olsun” şeklinde mukâbele ediyordu. Bir defasında onların bu hainliklerini fark eden Hz. Aişe dayanamayarak, “ölüm ve Allah’ın lâneti sizin üzerinize olsun” demişti. Resûlullah (s.a.s.): “Ey Aişe, Allah kötü sözden hoşlanmaz” buyurdu. “Fakat ey Allah’ın Rasulü, onların ne dediğini işitmedin mi?” deyince Peygamberimiz (s.a.s.): “Benim de onlara «ve aleyküm» dediğimi duymadın mı?” cevabını verdi. (Buhârî, Edeb 38; Müslim, Selâm 6-12)
Yahudi ve münafıklar Efendimiz (s.a.s.)’e bu şekilde belâ okuyor, Peygamberimiz’in bunu anlamadığını sanıyor, üstelik bu davranışlarını Hz. Muhammed (s.a.s.)’in peygamber olmadığı yönündeki iddialarına delil sayıyorlardı. Çünkü gece gündüz ona belâ okumalarına rağmen, bir türlü tepelerine ilâhî azap inmiyordu. Eğer gerçek peygamber olsaydı, onu gönderen Allah’ın bu kadar sabretmeyip kendilerini helak etmesi gerektiğini düşünüyorlardı. Halbuki Allah Teâlâ halimdir, çok sabırlıdır. Kimi ne zaman cezalandıracağını çok iyi bilir. O yahudi ve münafıkları da yeri ve zamanı gelince cezalandıracaktır. Şüphesiz en büyük ceza da cehennem olacaktır.
O halde:
9. Ey iman edenler! Aranızda gizli konuşacak olursanız sakın günah işlemek, düşmanlık etmek ve Peygamber’e karşı çıkmak için fısıldaşmayın. Ancak iyilik ve takvâ üzere bir araya gelin ve konuşun. Bir gün huzurunda toplanacağınız Allah’a karşı gönülden saygı besleyerek O’na itaatsizlikten sakının!