Adilbey
Aktif Üyemiz
Rivayet olundu: (Evliyanın büyüklerinden) Sırr-ı Sakatî (k.s.) şöyle buyurdular:
-”Allah’ın yarattıklarının arasında yirmi sekiz yıl kaldım. Benim ağıma bir adamdan hariç hiç kimse düşmedi. Sadece bir kişinin hidâyetine sebeb oldum. Ben Bağdat’ta Cuma günü kendisinde cuma namazı kılınan büyük camide konuşuyordum. Bir ara: Zaif birinin kuvvetli bir kimseye asî olma-sına doğrusu şaşıyorum,” dedim. Cumartesi günü olduğu zaman, sabah namazını kıldım. Camiden çıktığımda karşımda arkasında bir sürü çocuk bulunan bir genç gördüm. Genç hayvanın üzerinde duruyordu. Önünde ve çevresinde de çocuklar hayvanın üzerinde binekliydiler. Sonra genç bineğinden indi ve: Sakâtî hanginizdir,” diye sordu. Çevremde bulunan ve benimle oturanlar, beni işaret ettiler. Genç, bana selâm verdi ve oturdu. Sonra bana:
-”Efendim siz dünkü Cuma vaazında sizin, Zaif birinin kuvvetli bir kimseye asî olmasına doğrusu şaşıyorum,”buyurduğunuzu işittim. Bununla ne demek istediniz?” diye sordu. Ben, ona:
-”Adem oğlundan daha zaif bir varlık yoktur. Allahü Teâlâ hazretlerinden de daha kuvvetli yoktur. Ancak bütün güçsüzlüğüne rağmen insan oğlu kuvvetli olan Allahü Teâlâ hazretlerine taarruz edip, isyan eder,” dedim. Sonra genç ağlamaya başladı. Sonra bana:
-”Ey Sırrı! Senin Rabbin benim gibi günaha gark olmuş ve isyan bataklığına batmış birini bağışlar mı?” dedi. Ben de:
-”Peki, günaha dalıp batmış olanı Allah’dan başka kim kurtarır?” dedim. Bunun üzerine genç:
-”Ey Sırrı! Ben çok zulümler yaptım. Kendime haksızlık edip günahlar işledim. Üzerimde çok mezalim var. Benim ne yapmam gerekir? Günahlarımın affı için nasıl etmem lazım” diye sordu. Ben de:
-”Eğer sen sahih bir şekilde günahlardan tevbe edip, tümüyle Allah’a döner, günahlardan ilgiyi kesersen, Allahü Teâlâ hazretleri senin hasımlarını razı eder. Çünkü Efendimiz (s.a.v.) hazretlerinden bize şöyle bir hadis-i şerif ulaştı:
“Kıyamet günü olduğu zaman, bir veliyyüllah’ın, yani Allah’ın rızasını ve dostluğunu kazanmış bir kişinin üzerine hasımları toplanıp kendisinden haklarını isterler. O hasımların her birine bir melek gelip vekil olur ve şöyle der: Allah’ın dostunu korkutmayın. Sizin hakkınızı bu gün Allahü Teâlâ size ödeyecektir.
Bu hadis-i şerifi irad etmem üzerine genç ağlamaya başladı. Uzun bir zaman ağladıktan sonra bana döndü:
-”Allah’a giden tarikat ve yolu bana vasfedip öğret,” dedi. Ben de:
-”Eğer sen muktesitlerin yolunu tutmak istiyorsan, namaz kılman, oruç tutman ve günahları terketmen gerekir. Yok eğer sen evliyâulllah’in tarikatını ve güzel yolunu istiyorsan o takdirde, alâkaları kesip; Halik Teâlâ hazretlerinin hizmetine kendini vermen gerekir,” dedim. Genç yine ağlamaya başladı. Elinde bulunan mendil göz yaşlarından ıslanmıştı. Sonra da ayrılıp gitti. Bu genç bundan sonra her şeyi terketti. Hep kabristanlıklara yerleşti, orada değişik bir hâlde gezdi. Bu genç ölünceye kadar bu halde devam etti.
Sırr-ı Sakatî hazretleri konuşmasına devam ederek şöyle buyurdu:
-”Bir gün kendisini rüyamda gördüm. Baktım ki, halis ipekten parlak bir elbise içinde, elbisesinin paçalarını sürüyerek gidiyordu.Kendisine:
-”Allah seni hayırla mükâfatlandırsın, Allah sana ne şekilde bir muamelede bulundu?” diye sordum. O:
-”Allah beni cennete koydu ve hiçbir günahtan beni suâle çekmedi,” dedi.Kaynak : İsmail Hakkı Bursevi, Rûhu’l-Beyan Tefsiri: 2/114-115.
-”Allah’ın yarattıklarının arasında yirmi sekiz yıl kaldım. Benim ağıma bir adamdan hariç hiç kimse düşmedi. Sadece bir kişinin hidâyetine sebeb oldum. Ben Bağdat’ta Cuma günü kendisinde cuma namazı kılınan büyük camide konuşuyordum. Bir ara: Zaif birinin kuvvetli bir kimseye asî olma-sına doğrusu şaşıyorum,” dedim. Cumartesi günü olduğu zaman, sabah namazını kıldım. Camiden çıktığımda karşımda arkasında bir sürü çocuk bulunan bir genç gördüm. Genç hayvanın üzerinde duruyordu. Önünde ve çevresinde de çocuklar hayvanın üzerinde binekliydiler. Sonra genç bineğinden indi ve: Sakâtî hanginizdir,” diye sordu. Çevremde bulunan ve benimle oturanlar, beni işaret ettiler. Genç, bana selâm verdi ve oturdu. Sonra bana:
-”Efendim siz dünkü Cuma vaazında sizin, Zaif birinin kuvvetli bir kimseye asî olmasına doğrusu şaşıyorum,”buyurduğunuzu işittim. Bununla ne demek istediniz?” diye sordu. Ben, ona:
-”Adem oğlundan daha zaif bir varlık yoktur. Allahü Teâlâ hazretlerinden de daha kuvvetli yoktur. Ancak bütün güçsüzlüğüne rağmen insan oğlu kuvvetli olan Allahü Teâlâ hazretlerine taarruz edip, isyan eder,” dedim. Sonra genç ağlamaya başladı. Sonra bana:
-”Ey Sırrı! Senin Rabbin benim gibi günaha gark olmuş ve isyan bataklığına batmış birini bağışlar mı?” dedi. Ben de:
-”Peki, günaha dalıp batmış olanı Allah’dan başka kim kurtarır?” dedim. Bunun üzerine genç:
-”Ey Sırrı! Ben çok zulümler yaptım. Kendime haksızlık edip günahlar işledim. Üzerimde çok mezalim var. Benim ne yapmam gerekir? Günahlarımın affı için nasıl etmem lazım” diye sordu. Ben de:
-”Eğer sen sahih bir şekilde günahlardan tevbe edip, tümüyle Allah’a döner, günahlardan ilgiyi kesersen, Allahü Teâlâ hazretleri senin hasımlarını razı eder. Çünkü Efendimiz (s.a.v.) hazretlerinden bize şöyle bir hadis-i şerif ulaştı:
“Kıyamet günü olduğu zaman, bir veliyyüllah’ın, yani Allah’ın rızasını ve dostluğunu kazanmış bir kişinin üzerine hasımları toplanıp kendisinden haklarını isterler. O hasımların her birine bir melek gelip vekil olur ve şöyle der: Allah’ın dostunu korkutmayın. Sizin hakkınızı bu gün Allahü Teâlâ size ödeyecektir.
Bu hadis-i şerifi irad etmem üzerine genç ağlamaya başladı. Uzun bir zaman ağladıktan sonra bana döndü:
-”Allah’a giden tarikat ve yolu bana vasfedip öğret,” dedi. Ben de:
-”Eğer sen muktesitlerin yolunu tutmak istiyorsan, namaz kılman, oruç tutman ve günahları terketmen gerekir. Yok eğer sen evliyâulllah’in tarikatını ve güzel yolunu istiyorsan o takdirde, alâkaları kesip; Halik Teâlâ hazretlerinin hizmetine kendini vermen gerekir,” dedim. Genç yine ağlamaya başladı. Elinde bulunan mendil göz yaşlarından ıslanmıştı. Sonra da ayrılıp gitti. Bu genç bundan sonra her şeyi terketti. Hep kabristanlıklara yerleşti, orada değişik bir hâlde gezdi. Bu genç ölünceye kadar bu halde devam etti.
Sırr-ı Sakatî hazretleri konuşmasına devam ederek şöyle buyurdu:
-”Bir gün kendisini rüyamda gördüm. Baktım ki, halis ipekten parlak bir elbise içinde, elbisesinin paçalarını sürüyerek gidiyordu.Kendisine:
-”Allah seni hayırla mükâfatlandırsın, Allah sana ne şekilde bir muamelede bulundu?” diye sordum. O:
-”Allah beni cennete koydu ve hiçbir günahtan beni suâle çekmedi,” dedi.Kaynak : İsmail Hakkı Bursevi, Rûhu’l-Beyan Tefsiri: 2/114-115.