Kalplerin Keşfi / Mükaşefetül Kulub - Gazâli

HASAN CAN

Active member
Cevap: Kalplerin Keşfi / Allahı unutmak ,fasıklık ve nifak - Gazâli

7. ALLAH'I UNUTMAK, FASIKLIK VE NİFAK


Kadının biri Hasan el-Basrî'ye (rehimehullahu) gelir, «genç bir kızım vardı, öldü, onu rüyamda görmek istiyorum, onu rüyada görmemi sağlayacak bir dua öğretesin diye sana geldim» der.

Hasan el-Basrî (rehimehullahu) da kadının arzusunu yerine getirir. Kadın kızını rüyasında görür ki, aman Allah'ım! Üzerinde katrandan bir elbise, boynuna bukağu ve ayaklarına prangalar vurulmuş.

Durumu Hasan el-Basrî'ye bildirir, veli de bu hale üzülür.

Aradan zaman geçer, bu defa kızı rüyasında Hasan el-Basrî görür. Kız cennettedir ve başı taçlıdır. Kız «Veli»ye «beni hatırladın mı? Ben sana gelerek şöyle şöyle ricada bulunan kadının kızıyım» der.

Hasan el-Basrî «seni gördüğüm duruma getiren sebep nedir» diye sorar. Kız şu cevabı verir, «Adamın biri bizim mezarlığın yanından geçerken Peygamber'imize (S.A.S.) bir defa selât-ü selâm getirdi, mezarlıkta azâb çeken beşyüz elli ölü vardık. O adamın selât-selâmı sayesinde —bunlardan azabı kaldırın— diye emir geldi.»

Şimdi düşünelim. Bir adamın Peygamber'imize (S.A.S.) getirdiği se-lât-ü selâm hürmetine o kadar kişi affedilince elli yıllık ömrü boyunca O'na selât-ü selâm getiren kimsenin Kıyamet günü, O'nun şefaatine nail olmaması düşünülebilir mi?

Ulu Allah (C.C.) «o kimseler gibi (yâni münafıklar gibi) olmayın (güna-ha dalmayın) ki, onlar Allah'ı unutmuşlardır (yani Allah'ın emrinden ayrılarak tersini yapmışlar, dünyalık azgın arzulardan tad almışlar ve onun aldatıcı görüntülerine gönül vermişlerdir).»

Peygamber'imize (S.A.S.) «mümin ve münafık kimdir» diye sormuş-lar, Peygamber'imiz şu cevabı vermiştir:

— Müminin gözü namazda, oruçta olur, münafığın gözü işe —hayvanlarda olduğu gibi-— yemekte, içmekte, ibadet ve namazdan uzak durmakta olur.

Mümin, eli vardıkça sadaka verir, Allah'dan günahlarının affedilmesini diler. Münafık ise ihtiras ve boş kuruntular peşindedir. Mü-minin Allah'dan başka hiç bir kimsede umudu olmaz, münafık ise AIlah'dan başka herkese umut bağlar.

Mümin, dini yerine malını feda eder, münafık ise malı uğruna dinini satar. Mümin Allah'dan başka hiç kimseden korkmaz. Münafık ise Allah-dan başka herkesten çekinir. Mümin iyilik işlemekle birlikte ağlar, münafık ise kötülük işlediği halde güler.

Mümin yalnızlıktan ve kendi başına kalmaktan hoşlanır. Münafık ise girişkenlikten ve kalabalıktan hoşlanır.

Mümin tohum eker, (yapıcı ve üreticidir) kargaşalıktan hoşlanmaz, münafık ise yıkıcıdır, bununla birlikte emeksiz ürün peşindedir. Mümin dininin prensiplerine uygun bir idare uğruna emir verir ve yasaklar koyar, düzelticidir. Münafık ise baş olma ihtirası uğruna emirler verir ve yasaklar koyar, yıkıcıdır. Daha doğrusu kötülüğü emrederken iyiliği ve doğruyu yasaklar.»

Nitekim ulu Allah (C.C.) şöyle buyuruyor;

mk-007-1.jpg


— Münafık erkekler de münafık kadınlar da biribirlerinin parçaları-dırlar (hepsi biribirine benzer) Onlar kötülüğü emrederler, iyilikten vazgeçirmeye çalışırlar. Onlar avuçlarını yumarlar (cimridirler) Onlar Allah'ı unutmuşlardır, Allah da onları unuttu. Hiç şüphesiz münafıklar, fasıkların ta kendileridirler.

Allah erkek münafıklara da kadın münafıklara da kâfirlere de içinde ebediyyen kalmak üzere cehennem ateşini. va'detmiştir. Bu onlara yeter. Ayrıca Allah onları rahmetinden kovdu, onlar için tükenmez azap vardır» (23).

Yine ulu Allah (C.C.) şöyle buyurur:

mk-007-2.jpg


«— Allah münafıklar ile kâfirlerin hepsini (kâfir ve münafık olarak öldükleri takdirde) cehennemde biraraya getirecektir» (24).

Âyet-i celilede münafıkların daha önce zikredilmelerinin sebebi, bun-ların kâfirlerden daha kötü olmaları yüzündedir. Arkasından da her iki zümrenin birlikte varacağı yerin cehennem olduğunu bildirmiştir.

Yine ulu Allah (C.C.) şöyle buyuruyor:

mk-007-3.jpg


— Hiç şüphesiz, Münafıklar cehennemin en alt katındadırlar. Onlar için hiç bir kurtarıcı bulamayacaksın» (25).

Münafık kelime manas bakımından «nafik-ul Yerbu» deyiminden türemiştir. Tarla faresinin yuvasında karşılıklı iki delik bulunduğu söyle-nir, birine «nafıka» diğerine «kasıa» denir. Tarla faresi birinin ucundan başını gösterir, Öbüründen çıkıp gider.

İşte münafığa o yüzden bu ad takılmıştır. Çünkü kendini müslüman-mış gibi gösterir, öte yandan İslâmdan çıkarak kâfirliğe girer.

Peygamber'imiz (S.A.S.) buyuruyor ki:

- Münafık, iki koyun sürüsü arasında gâh sürünün birine, gâh öbü-rüne katılan şaşkın bir koyun gibidir. O bu sürülerin hiç birinde devamlı barınmaz, çünkü her iki sürüye de yabancıdır. Münafık da tıpkı böyledir, ne tamamen müslümanlarla kaynaşabilir ve ne de kâfirlerle.»

Ulu Allah (C.C.) cehennemi yedi kapılı olarak yaratmıştır. Nitekim

«cehennemin yedi kapısı vardır» diye buyuruyor (26)

mk-007-4.jpg


Bu kapılar, lânetle kaplanmış demirdendir, cehennem duvarlarının dış yüzü bakırdan ve iç yüzü kurşundandır. Tabanında azap ve tavanında öfke ve acımazlık vardır. Zemini cam, kurşun, bakır ve demir karışımıdır. Cehennemlikler üstten, alttan, sağdan ve soldan ateşle kuşatılmışlardır. Birbiri üzerinde duran katlardan meydana gelmiştir. İşte münafık-lar için bu katların en altta olanı ayrılmıştır.

Rivayete göre Cebrail'in (A.S.) gelişlerinden birinde Peygamber'imiz (S.A.S.) O'na «ya Cebrail, bana cehennemi ve onun hararet derecesini tasvir et» der. Cebrail de Peygamber'imizin (S.A.S.) isteği üzerine şun-ları anlatır, «Ulu Allah, cehennem ateşini yarattıktan sonra bin yıl bo-yunca yaktı, sonunda kıpkırmızı oldu. Arkasından bin yıl daha yaktı, nihayet ağardı. Daha sonra onu koyu bir kara renge bürününceye kadar bin yıl daha yaktı.

Seni hak dinle Peygamber olarak gönderen Allah adına yemin ede-rim ki, cehennemliklerin üzerlerinde ki elbiselerden biri yeryüzü halkına gösterilecek olsa, hepsi ölürlerdi. Yine eğer cehennem içeceğinin bir tek kovası yeryüzü sularının tamamına katılsa, tadanlar derhal ölürdü.

Ulu Allah'ın «sonra onu boyu yetmiş arşın zincire vururuz» ayetinde belirttiği zincirden bir arşın kadarı —ki o arşının uzunluğu doğu ile batı arası kadardır.

— dünya dağlarına düşse, dağlar erirdi. Eğer aranızdan biri cehenneme girdikten sonra çıkarılarak aranıza gönderilse yeryüzün-dekiler, kokusunun keskinliğinden bayılarak ölürlerdi.»

Peygamber'imiz (S.A.S.) Cebrail'in sözünün burasında araya girerek «ya Cebrail, bana cehennemin kapılarını tarif et, şu bildiğimiz kapılar gibi midirler?» diye sordu.

Cebrail (A.S.) «hayır», Ya Rasulellah fakat birbiri üzerinde katlar halindedirler. Kapıdan kapıya yetmiş yıllık mesafe vardır. Her kapının ısı de-recesi üzerindekinden yetmiş kat fazladır.

Peygamber'imiz (S.A.S.) Cebrail'e bu kapılara tekabül eden katlara kimlerin gireceğini sordu, Cebrail şöyle cevap verdi, «ismi —haviye— olan en alt katın kapısından münafıklar gireceklerdir. Nitekim ulu Allah

mk-007-5.jpg


«hiç şüphesiz, münafıklar cehennemin en alt katindadırlar» buyuruyor (27) İsmi —cahim— olan ikinci katın kapısından Allah'a ortak koşanlar gireceklerdir. İsmi —Sakar— olan üçüncü katın kapısından yıldızlara ta-pan putperestler (sabiiler) gireceklerdir.

Adı —Lezza— olan dördüncü katın kapısından şeytan ile birlikte ona uyan ateşperestler girecektir Adı —hutame— olan beşinci katın kapı-sından yahudiler gireceklerdir. İsmi - Sair— olan altıncı katın kapısından hristiyanlar gireceklerdir.»

Cebrâil, sözünün burasında susunca Peygamber'imiz (S.A.S.) «hani yedinci katın kapısından girecek olanları söylemedin» diye sordu. Ceb-rail bu soruya Ya Muhammed «onu sorma» diye cevap verdi. Peygam-ber'imiz «söyle» diye ısrar edince Cebrail «yedinci kapıdan da senin üm-metinden tevbesiz ölen büyük günahkârlar gireceklerdir» diye sözünü ta-mamladı. Rivayete göre:

mk-007-6.jpg


«Hepiniz teker teker oraya (cehenneme) mutlaka gireceksiniz»

mealindeki âyet-i kerime indiği zaman Peygamber'imizin ümmeti hesabı-na duyduğu korku artmış ve hüngür hüngür ağlamıştı (28).

Allah'ı tanıyan, O'nun sillesinin ve hışmının şiddetini bilen kimse O'n-dan olanca derecesi ile korkar. Anlatılan sıkıntılarla henüz karşılaşmadan, o korkunç ve ürkütücü ev (cehennem) gözü önüne dikilmeden, per-de düşüp intikamı pek çetin olan Allah'ın (C.C.) huzuruna çıkarılmadan ve cehenneme sevkedilmeden kendine ve sapıklıklarına gözyaşı döker.

Orada nice yaşlı kimse «hey gidi yaşlılığım» diye feryad eder, nice genç «eyvah gençliğime» diye bağırır. Nice kadın da «eyvah rezilliklerime, yazık yırtılan sır perdelerime» diye figan eder. Orada herkesin yüzü ve vücudu kapkaradır, beli bükülecektir.

Ne büyüklere saygı gösterilir, ne de küçüklere acınır, kadınlar çırılçıplaktır.

Allah'ım, ey bağışlayıcıların ulusu! Rahmetin sayesinde bizi ateşten ve ateşe yaklaştıracak her türlü kötülükten koru, bizi iyilerle birlikte cennete koy.

Allah'ım! Kusurlarımıza göz yum, başırnızdakileri güvenilir kıl. ayak sürçmelerimizden sonra dengeye kavuşmamızı nasib eyle ve huzurunda bizi rezil eyleme, ey merhametlilerin en merhametlisi.

Salât ve selâm Peygamber'imize, O'nun yakınları ile sahabîleri üzerine olsun.
KAYNAK
(23) Kur'an-ı Kerim/Tevbe Sûresi, 67-68
(24) Kur'an-ı Kerimı/Nisa Sûresi, 140
(25) Kur'an-ı Kerim/Nisa Sûresi, 145
(26) Kur'an-ı Kerim/Hıcr Sûresi, 44
(27) Kur'an-ı Kerim/Nisa Sûresi/145
(23) Kur'an-ı Kerim/Meryem Sûresi, 71

 

MURATS44

Özel Üye
Cevap: Kalplerin Keşfi / Tevbe - Gazâli

8. TEVBE


Tevbe her müslüman erkek ve kadına farzdır. Nitekim ulu Allah (C.C.) şöyle buyuruyor:

mk-008-1.jpg


— Ey iman edenler! Dönülmez bir tevbe ile Allah'a yöneliniz» (29).

Emir vücup içindir.

Yine ulu Allah (C.C.) şöyle buyuruyor:

mk-008-2.jpg


— Allah'ı unuttukları için Allah'ın kendilerini kendilerine unutturduğu kimseler gibi olmayınız. Onlar fasıkların ta kendileridir» (30).

Ayet-i kerimedeki «Allah'ı unuttular» ifadesi, Allah'a daha önce söz vermiş oldukları halde O'nun kitabına, uymaktan cayanlar demektir, «Allah da onlara kendi kendilerini unutturdu» cümlesi de kötülüklerinden vazgeçip kendileri hesabına iyi davranışlara girişmek üzere kendi kendilerini değerlendirmelerini hatırlarına getirmedi demektir. Nitekim Peygamber'imiz (S.AS.) şöyle buyuruyor:

— Allah'a kavuşmayı dileyen kimseye kavuşmaktan Allah hoşnut olur. Buna karşılık Allah'a kavuşmaktan hoşlanmayan kimseye kavuşmayı Allah da istemez.»

«Ayetteki «onlar fasıkların ta kendileridir» ifadesi de günah işleme-yi tabiî bir yol haline getirenler, verdikleri sözden cayanlar» hidayet, rah-met ve mağfiret yolundan sapanlar demektir.

«Fasık» iki türlüdür: Biri «kâfir fasık», diğeri «facır fasık» «Kâfir fa-sıf» Allah'a ve O'nun Resul'üne inanmayan, hidayet yolundan çıkarak sapıklık çıkmazına koyulan kimsedir. Nitekim ulu Allah (C.C.) böylesi fasıklar hakkında şöyle buyuruyor:

mk-008-3.jpg


— O, Rabb'inin emrinden çıkmıştır» (31).

Yani iman ederek Allah'ın emrine uyma yolundan ayrılmıştır.

«Facır fasık»a gelince içki içen, haram yiyen, zina eden, çeşitli günahlar işleyerek ibadet yolundan sapıp isyan yoluna giren ve fakat Allah'a ortak koşmamış olan kimselerdir.

Aralarında fark da şudur. Ölmeden önce tevbe edip kelime-i şahadet getirmedikçe kâfir fasığın affedilmesi umulmaz. Buna karşılık facır fasık, ölmeden önce sadece tevbe ederek işlediklerinden pişmanlık duyduğu takdirde affa uğraması beklenebilir.

Bilinmelidir ki, sebebi nefsin azgın arzuları olan her günahın affedilmesi beklenebilir. Buna karşılık sebebi kibir olan günahın affı beklene-mez. Nitekim şeytanın baş kaldırmasına sebep kibri olduğu için affedilmemiştir.

Buna göre ölmeden önce günahlarından vazgeçip Allah'a tevbe etmen gerekir ki, Allah'ın dileğini kabul buyurmasını beklemeye haklı olasın. Nitekim ulu Allah (C.C.) şöyle buyurur:

mk-008-4.jpg


«— Kullarından gelen tevbeferi kabul ederek kötülükleri affeden O' dur» (32).

Demek ki ulu Allah, tevbeyi kabul ederek yapılmış olan kötülükleri bağışlıyor. Nitekim Peygamber'imiz (S.A.S.) şöyle buyuruyor:

— Günahlarından tevbe eden kimse, hiç günah işlememiş kimse gibidir.»

Anlatıldığına göre adamın biri her günah işlediğinde işlediği günahı bir deftere yazardı. Günün birinde yeni bir günah daha işler, yazmak için defterini açar. Fakat günah listesinin kayıtlı olduğu sayfalarda

mk-008-5.jpg


«o kimseler ki Allah onların kötülüklerini iyiliklerle değiştirir» mealindeki ayet-i kerimeden başka hiç bir satır bulamaz (33) Ayetten murat Allah şirkin yerine imanı, zinanın yerine affı, günahın yerine ismet ve taatı de-ğiştirir demektir.

Yine anlatıldığına göre Hz. Ömer (R.A.) bir gün Medine mahallelerin-den birini dolaşırken bir delikanlı ile karşılaşır. Delikanlı, elbisesinin altında içki şişesi taşımaktadır. Hz. Ömer «delikanlı, elbisenin altında ne var» diye sorar. Delikanlı az kalsın «İçki» diye cevap verecekti ki o anda içinden şöyle dua etti. «Allah'ım! Beni Ömer'in karşısında rezil etme, rüsvay etme, ayıbımı gözünden sakla, bundan sonra bir daha içki içmeyeceğim.»

Arkasından «Ey Emirü'l - Mü'minin elbisemi altında taşıdığım sirke şişeşidir» diye cevap verir. Hz.Ömer «göreyim» der. Delikanlı elbisesini
kaldırır, Hz. Ömer bakar gerçekten şişe sirke olmuştur! Demek ki içki sirkeye dönüşmüştür.

Kul korkusu ile tevbe ettiği için samimiyetinden dolayı AlIah'ın içkisini sirkeye değiştirdiğini görüyorsun. Bu böyle olunca kötülüğe batmış bir günahkâr, dönülmez bir tevbe ederek işlediği kötülüklerden vazgeçecek olsa ulu Allah onun günah içkisini ibadet sirkesine dönüştürecektir.

Ebu Hureyre (R.A.) anlatıyor:

Bir gece yatsı namazını Allah Rasulü ile birlikte kıldıktan sonra yola çıktım, yürürken önüme bir kadın çıktı, «ey Ebu Hureyre, ben bir günah işledim, acaba tevbem kabul olur mu» diye sordu.

«İşlediğin günâh nedir» diye sordum. Kadın «zina yaptım ve zinadan peydahladığım çocuğu da öldürdüm» cevabını verdi. Kadına «mahvoldun ve cana kıydın, yemin ederim ki, senin yapacağın tevbe kabul edilmez» karşılığını verdim, ben böyle der-demez kadın bayılarak yere düştü.

Yoluma devam ettim, yürürken içimden «Allah Rasul'ü henüz aramızda iken ben fetva veriyorum, bu doğru değil» dedim. Bu düşünce ile geriye döndüm, Peygamber'imize vardım, karşılaştığım olayı O'na anlattım.

Bana dedi ki, «mahvoldun ve kadını da mahvettin. Şu ayetler nerede, senin tutumun nerede! Ulu Allah (C.C.) şöyle buyuruyor:

mk-008-6.jpg


— Onlar ki, Allah'ın yanına başka bir ilâh katıp tapmazlar, kesin bir adalet hükmü olmaksızın Allah'ın haram kıldığı cana kıymazlar, zina et-mezler (işte onlar Allah'ın gerçek kullarıdırlar) Kim bu haramları işlerse cezaya çarpılır.

Kıyamet günü o kimsenin azabı kat kat olur ve perişanlık içinde azab ile ebediyyen başbaşa bırakılır. Yalnız tevbe ederek salih ameller işleyen...
KAYNAK
(29) Kur'an-ı Kerim/Tahrim Sûresi. 8
(30) Kur'an-ı Kerim/Haşr Sûresi, 19
(31) Kur'an-ı Kerim/Kebf Sûresi, 50
(32) Kur'an-ı Kerim/Şûra Sûresi, 25
(33) Kur'an-ı Kerim/Furkan Sûresi. 70

 

MURATS44

Özel Üye
Cevap: Kalplerin Keşfi / Sevgi - Gazâli

9. SEVGİ


Anlatıldığına göre adamın biri çöl ortasında yürürken gözünün önüne çirkin bir yüz dikilir. Adam «sen kimsin» der. Çirkin yüz «ben senin çirkin amellerinim», diye cevap verir. Adama «senden kurtulmanın yolu nedir» diye sorar. Adam «Peygamber'e selât-ü selâm getirmektir.»
Nitekim Peygamber'imiz (S.A.S.) şöyle buyuruyor:

— Bana getirilen selât-ü selâm, sırat köprüsü üzerinde ışıktır, cuma günü seksen kere selât-ü selâm getiren kimsenin geçmiş seksen yıllık günahı affedilir» der.

Yine anlatıldığına göre adamın biri Peygamber'imize Hz. Muham-med'e selâm getirmezdi, bir gece rüyasında Peygamber'imizi (S.A.S.) görür, fakat Peygamber'imiz yüzünü adama çevirmez. Adam «ey Allah'ın Resul'ü! Yoksa bana kızgın mısın» diye sorar, Peygamber'imiz «hayır» diye cevap verir. Adam «o halde niye yüzüme bakmıyorsun» diye sorar. Peygamber'imiz «çünkü seni tanımıyorum» diye karşılık verir.

Adam «beni nasıl tanımazsın, ben senin ümmetinden biriyim, alimlerin anlattığına göre sen ümmetini ananın çocuğunu tanıdığından daha iyi tanırsın» der. Peygamber'imizin cevabı şöyle olur: «Alimler doğru söylemişler, yalnız sen üzerime selât-ü selâm getirerek beni hatırlamadın ki! Benim ümmetimi tanımam, üzerime getirecekleri selât-ü selâm ile ölçülüdür.»

Bu arada adam uyanır, ve her gün Peygamber'imize (S.A.S.) yüz kere selât-ü selâm getirmeyi üzerine borç haline getirir ve bunu yapar. Bir müddet sonra Peygamber'imizi yine rüyasında görür. Peygamber'imiz ona «şimdi seni tanıyorum ve sana şefaat edeceğim» diye müjde verir. Çünki adam Rasulüllahı sever olmuştur.

mk-009-1.jpg


Allah (C.C.) buyurur ki: ,

«— Ey Rasulüm! De ki, eğer Allah'ı seviyorsanız, bana uyunuz da Allah da sizi sevsin ve günahlarınızı affetsin. Hiç şüphesiz Allah, bağışlayı-cı ve esirgeyicidir» (34).

Ayet-i kerimenin nüzül sebebi şöyle nakledilir: Peygamber'imiz (S.A.S.) K'ab İbni Eşref ile adamlarını İslâmı kabul etmeye davet ettiği zaman onlar da Peygamber'imize «biz Allah'ın oğulları yerindeyiz, o yüzden biz Al-lah'ı daha çok severiz» diye cevap verdiler.

Adamların bu cevabına karşılık ulu Allah (C.C.) Peygamber'in onlara şu mahiyette bir cevap vermesini murat etmiş olmalıdır:

Eğer siz Allah'ı seviyorsanız, tebliğ ettiğim dini kabul ederek bana uyunuz. Çünkü ben O'nun bildirisini size ulaştıran ve sizinle ilgili hükümlerini açıklayan bir Allah Rasûlüyüm. Eğer benim O'nun adına yaptığım davete uyarsanız, o sizi sever ve günahlarınızı bağışlar. Hiç şüphesiz O, bağışlayıcı ve esirgeyicidir.

Mü'minlerin Allah'ı sevmesi, O'nun emrine uymakla, ibadetine koşmakla ve hoşnutluğunu aramakla olur.

Allah'ın (C.C.) mü'minleri sevmesi, onlara merhametle muamele etmesi, onları mükâfatlandırması, günahlarını bağışlaması, onlara rahmet günahtan korunma ve başarı ihsan eylemesi demektir.

İmam-ı Gazalî (rehimehullahu) «ihya-ul Ulûm ud-Din» adlı eserinde der ki, «dört şeyi yapmaksızın dört şeyi iddia eden kimse yalancıdır:

1 — Cenneti sevdiğini söylediği halde ibadet etmeyen kimse yalancıdır. '

2— Peygamber'imizi (S.A.S.) sevdiğini ileri sürdüğü halde alimler ile fakirleri sevmeyen yalancıdır.

3 — Cehennemden korktuğunu iddia ettiği halde günah işlemekten vazgeçmeyen kimse yalancıdır.

Nitekim Rabia-i Adviyye'nin (rahimehullaha) şu iki beyti bu noktayı güzel izah eder:

Allah'a isyan ediyorsun, oysa O'nu sever görünüyorsun.Hayatım hakkı için bu durum, mantık prensiplerini alt-üst eder.Eğer sevgin doğru olsaydı, O'nun emirlerine uyardın ,Çünkü aşık, sevgilisinin sözünden çıkmaz.

Sevginin alâmeti, sevgilinin arzusuna, uymak ve onunla ters düş-mekten sakınmaktır.

Anlatıldığına göre bir gün bir gurup Şibli'yi (rahirnehullahu) ziyarete gider. Büyük Veli «siz kimsiniz» diye sorar. Gelenler «biz seni sevenleriz» diye, cevap verirler.

Bu sırada Şiblî yüzünü onlara döner, sonra onları taşlamaya başlar, adamlar Veliden kaçarlar. Veli onları «benden niye kaçıyorsunuz, eğer gerçekten beni sevseydiniz, belâmdan kaçınmazdınız» diye azarlar. Arkasından sözlerine şöyle devam eder:

Muhabbet ehli, sevgi kadehinden içtiler, beldeler ve yeryüzü onlara dar geldi, Allah'ı hakkı ile bildiler, O'nun ululuk ve kudreti karşısında şaşkın kaldılar. O'nun sevgi kadehinden içtiler, O'nun ünsiyet denizinde boğuldular, yalnız O'na seslenmekten zevk alır oldular.

Arkasından şu beyti söyledi:

Ey mevlâm! Sevgini hatırlamak sarhoş etti beni
Sen sarhoş olmayan hiç bir aşık gördün mü?

Söylendiğine göre deve sarhoş olduğu zaman kırk gün yem yemez ve her zaman taşıdığının bir kaç katı kadar yük sırtına vurulsa yükleneni taşımazlık etmez. Çünkü kalbinde sevgilisinin hatırası kıpırdayınca artık ne yem yer ve ne de ağır yük taşımaktan kaçınır, sebep sevgilisine karşı duyduğu şevktir.

Deve deve iken sevgilisi uğruna nefsinin isteğini gemleyerek ağır yük taşımaya katlandığı halde siz Allah için hiç bir yiyecek veya içecek-ten vazgeçtiğiniz oldu mu? Allah (C.C.) için üzerinize herhangi ağır bir yük aldınız mı? Bu sayılan iyi amellerden hiç birini yapmamışsanız, si-zin Allah sevgisi iddianız ne dünyada ne de Ahirette ne insanlar gözünde ne Allah katında hiç bir şeye yaramayan boş bir sözden ibarettir.

Hz. Ali (kerremellahu veçhehu) şöyle der:

— Cenneti seven kimse iyiliklere koşar. Cehennemden korkan kimse, Nefsini aşırı arzulardan alakor. Ölümün kaçınılmazlığına inanan kimsenin gözünde dünyalık hazlar önemsizleşir.

İbrahim el-Havvas'a (rehimehullahu) «muhabbet nedir» diye sorar-lar. Şu cevabı verir; «İstekleri yoketmek, bütün hacet ve sıfatları yakmak ve kulun kendisini işaretler denizinde boğulmasıdır.»
KAYNAK
(34) Kur'an-ı Kerim/Al-i İmran Sûresi, 31


NOT
DOKUZUNCU BÖLÜM BİTTİ
 

MURATS44

Özel Üye
Cevap: Kalplerin Keşfi / Aşk - Gazâli

10. AŞK


«Sevgi» canlı varlığın, haz veren bir nesneye karşı meyil duymasıdır. Söz konusu meylin pekişip güçlenmesi haline «aşk» denir.

Aşk duygusu, aşkın sevgilisine kul olması ve sahip olduğu her şeyi uğrunda feda etmesine yol açacağı bir dereceye varabilir.

Züleyha'nın Hz. Yusuf'a (A.S.) karşı duyduğu aşkın ne dereceye vardığına bir baksana! Kadının bütün servet ve güzelliği bu uğurda gitmiş. Yetmiş deve yükü mücevher ve gerdanlığının var olduğu söylenir, hepsini Hz. Yusuf'un (A.S.) aşkı uğruna harcamış, «Bu gün Hz. Yusuf'u gördüm» diyen herkese eline geçeni zengin edecek değerde bir mücevher vere vere elinde hiç bir şey kalmamış.

Aşırı aşkından dolayı diğer her şey aklından çıktığı için karşılaştığı her şeyi «Yusuf» diye çağırır olmuş, o kadar ki, başın göğe kaldırdığı zaman Hz. Yusuf'un (A.S.) adını yıldızların üzerinde yazılı görürmüş.

Rivayete göre Züleyha iman edip Hz. Yusuf (A.S.) onunla evlendikten sonra eski aşığı ve yeni kocasından ayrı yaşamaya yönelerek kendi-sini ibadete vermiş, varlığını tamamen Allah'a adamış. Hz. Yusuf (A.S.) kendisini gündüz yatağa çağırsa «akşama» diye savar, akşam çağırınca da «yarına» diye ertelermiş.

Nihayet bir gün Hz. Yusuf'a (A.S.) demiş ki, «ben sana Allah'ı tanımadan önce aşık olmuştum, fakat O'nu tanıyınca kendisine karşı duyduğum muhabbet, diğer her şeyin sevgisini gönlümden giderdi. O'nun sevgisine bedel istemiyorum.»

Hz. Yusuf Züleyha'nın bu sözlerine şöyle karşılık verdi, «seninle birleşmemi emreden ulu Allah'dır. Senden iki çocuğumuz olacağını ve bunları Peygamber olarak görevlendireceğini bana bildirdi.»

Bunun üzerine Züheyla, «Allah sana böyle emrettiğine ve beni de böyle bir neticeye vesile olarak seçtiğine göre Allah'ın emri başım üzerine!» demiş. Bundan sonra ancak kendini Hz. Yusuf'a (A.S.) teslim etmiştir.

«Leylâ ile Mecnun'un aşk hikâyesini herkes duymuştur» Mecnuna adın nedir diye sorarlar, «Leylâ» diye cevap verir. Bir gün yine Mecnuna «Leylâ ölmedi mi» derler. «Hayır, Leylâ kalbimde yaşıyor ölmedi, Leylâ benim» diye karşılık verir.

Yine bir gün Mecnun, Leylâ'nın evi önüne gider ve gözlerini gök yüzüne diker. Ona «ey Mecnun, gök yüzüne değil, Leylâ'nın odasının duvarına bak, belki onu görürsün» derler. O böyle diyenlere «gölgesi Leylâ'nın evine düşen yıldız bana yeter» diye cevap verir.

Anlatıldığına göre Hallac-ı Mansur'u (rehimehullahu) seksen gün hap-setmişler, İmam-ı Şiblî (rehimehullahu) bir gün ziyaretine gitmiş ve «ey Mansur, Muhabbet nedir» diye sormuş. Mansur «bu soruyu bana bugün değil, yarın sor» demiş. Ertesi gün olunca Mansur'u zindandan çıkarırlar, ve üzerinde boynunu vurmak üzere yere yaygı yayarlar, bu sırada İmam-ı Şibli çıka gelerek karşısında dikilir. Bu anda Mansur ona seslenir, «ey Şiblî! Sevginin başı yangın, sonu ise ölümdür.

Hallac-ı Mansur'un nazarında Allah'dan başka her şeyin batıl olduğuna kesin kanaat gelince ve yalnız Allah'ın hak olduğunu bilince, hak isminin onun kendi adı olduğunu unutmuş ve sen kimsin sorusuna muhatap olunca «ben hakkım» diye cevap vermiştir.

Anlatıldığına göre sahici muhabbet, şu üç davranışta belli olur:

1 - Aşık, sevdiğinin sözünü diğerlerinin sözlerine tercih eder.
2 - Aşık, sevgilisi ile oturup kalkmayı başkaları ile birarada olmaya tercih eder.
3 - Yine aşık, sevgilisinin rızasını kazanmayı, başkalarının hoşnutluğunu elde etmeye tercih eder. (El Münteha - Nam Kitapta da böyledir.)

Söylendiğine göre «aşk» perdeyi yırtmak ve sırları keşfetmektir. «Vecd» hali ise zikrin lezzetine varıldığı anda ruhun, arzunun taşkınlığına katlanamamasıdır, öyle ki, bu hali yaşayan kimsenin azalarından biri kesilse hiç bir şey duymaz.

Anlatıldığına göre adamın, biri Fırat nehrinde yıkanıyormuş, bu arada:

mk-010-1.jpg


«ey günahkârlar! Bugün seçiliniz» mealindeki âyet-i kerimeyi okuyan bir adamı duymuş (35). Ayetin içine saldığı dehşetin etkisi ile çırpınmaya başlamış ve sonunda boğulmuş ve ölmüş.

Muhammed İbni Abdullah el-Bağdadî (rehimehullahu) diyor ki, «Basra şehrinde iken bir gün yüksek bir çatıya çıkmış bir delikanlı gördüm, yüzünü halka dönmüştü, şöyle diyordu: «Aşık olarak ölen kimse işte böyledir. Uğrunda ölüm olmayan aşkın hiç bir değeri yoktur.»

Bu sözlerin arkasından kendini boşluğa attı. «manzarayı hayretle seyreden halk» tarafından «ölüsü» alıp götürüldü.

Cüneydül Bağdadî (rehimehullahu). «Tasavvuf, ihtiyarı terketmektir» demiştir.

Hikâye edildiğine göre Zünnun'ül Mısrî (rehimehullahu) bir gün Mescid-i Haram'a girer, sütunlardan birinin altında çırılçıplak, yerde yatan hasta bir delikanlı görür, delikanlı yanık bir sesle inlemektedir. Bundan sonrasını Şeyh'in kendisinde dinleyelim:

«Yanına sokuldum, selâm verdim ve «ey delikanlı, sen kimsin» diye sordum. «Ben aşık bir garibim» diye cevap verdi. Ne demek istediğini anlamıştım, «ben de senin gibiyim» dedim.

Bu sırada ağlamaya başladı, onun ağlaması beni de ağlattı. Bana «sen de mi ağlıyorsun» diye sordu, «ben de senin gibiyim» diye karşılık verdim. Bunun üzerine daha yüksek bir sesle ağlamaya başladı ve gür, yüksek bir nara attı, hemencecik ruhunu teslim etti.

Elbisemi üzerine örttüm, kefen bulmak için yanından ayrıldım, kefen satın alıp dönünce onu yerinde bulamadım. Şaşkınlık içinde «sübhanellah» dedim. Bu sırada kulağıma gizli bir ses geldi, şöyle diyordu: «Ey Zünnun! O öyle bir garibdir ki, onu dünyada şeytan aradı, bulamadı. Malik aradı/bulamadı, cennette Rıdvan aradı, o da bulamadı.» «O nerededir?» diye seslendim. Kulağıma şu cevap geldi: «Samimî muhabbeti, çok iba-det etmesi ve hatasından derhal tevbe etmesi sayesinde Muktedir Mâlik'in (ulu Allah'ın) yanında sadakat koltuğundadır (36).

Şeyhlerden birine «Allah'ı seven nasıl olur, alâmetleri nelerdir» diye sormuşlar, şu cevabı vermiş: «İnsanlarla az münasebet kurar, zamanının çoğunu kendisi ile başbaşa geçirir, devamlı düşünme halindedir, çok az konuşur, bakar fakat görmez, çağrıldığında duymaz, kendisine söyleneni anlamaz, başına gelen belâya üzülmez, acıktığını hissetmez, vücudunun bir yeri çıplak kalsa farkına varmaz, kendisine ağır söz söylense korkmaz.
Yalnızlığında Allah'a nazar eder. O'nunla ünsiyet kurar, O'na yalvarır. Dünya ehliyle dünya işleri için hiç bir tartışmaya girişmez.

Ebu Türab al-Nahbaşî (rehimehullahu) Allah sevgisinin alâmetleri hakkında şu beyitleri söylemiştir:

«Sakın aldanma! Sevenin alâmetleri vardır.
Onun üzerinde sevgili tarafından armağan edilmiş nişanlar vardır.
Bunlardan biri ondan gelen belâdan haz duymasıdır.
Onun her yaptığına sevinmesidir.
Ondan gelen yokluk, makbul bir hediyedir.
Yoksulluk ise bir ikram, bir geçici ihsandır.
Delillerden biri, onun kararlı görmedir.
Sevgilisine itaat hususunda bütün kışkırtıcı kınamalara rağmen
Delillerden biri güler yüzlü görünmesidir.
Kalbinde sevgiliden gelen heyecan kaynaşır
Delillerden biri anlayışlı görünmesidir
Nazarında sevgi sahibi olan bir soranın sözüne karşı
Delillerden biri de tedirgin görünmesidir
Söylediği her sözü tartarak konuşan.

Nakledildiğine göre Hz. İsa (A.S.) bir gün bahçe sulayan bir delikanlı ile karşılaşır. Delikanlı Hz. İsa'ya «Rabb'inden, sevgisinin zerre ağırlığındaki bir kısmını bana bağışlamasını dile» der. Hz. İsa ona «sen zerre ka-darına dayanamazsın» diye karşılık verir. Delikanlı «o halde zerre kadarının yarısını versin» der. Bunun üzerine Hz. İsa onun için «ya Rabb'i! bu gence sevginin zerre kadarının yarısını bağışla» diye dua eder ve yoluna devam eder.

Epeyce bir müddet sonra Hz. isa'nın (A.S.) yolu yine oraya düşer, delikanlıyı sorar, «delirdi, dağlara çıktı» derler. Hz. İsa delikanlıyı kendisine göstermesi için Allah'a dua eder. O sırada delikanlıyı dağlar ara-sında görür; onu gözlerini gök yüzüne dikmiş ve bir kaya üzerinde dimdik ayakta dururken bulur.

Hz. İsa (A.S.) delikanlıya selâm verir, selâmını almaz, «ben İsa'yım» diye kendisini tanıtarak delikanlının ilgisini çekmeye çalışırken ulu Allah'-dan kendisine şu vahiy gelir: Kalbinde benim sevgimin yarım zerresini taşıyan kimse insanoğlunun sözünü hiç duyar m»? İzzet ve celâlim hakkı için sen onu testere ile ikiye biçsen onun acısını bile duymaz.»

Üç şeyden kendini kurtarmaksızın şu üç şeyi iddia eden kimse aldanmıştır:

1 — Dünyayı sevmesine rağmen Allah'ı zikretmekten lezzet aldığını söyleyen kimse,
2 — İnsanları pohpohlamayı sevdiği halde amelde ihlâsı sevdiğini iddia eden kimse,
3 —Nefsinin burnunu kırmaksızın Allah'ı sevdiğini ileri süren kimse

Peygamber'imiz (S.A.S.) şöyle buyuruyor:

— Öyle bir gün gelecek ki, ümmetim beş şeyi unutarak beş şeyi sevecektir:

1 — Dünyayı sevecek, ahireti unutacaklardır.
2 _ Malı sevecekler, fakat ahiret günü hesaplaşmasını unutacaklardır.
3 — Mahlukatı sevecekler, yaratıcıyı unutacaklardır,
4 — Günahları sevecekler, tevbeyi unutacaklardır.
5 - Köşkleri sevecekler, mezarları unutacaklardır.

Mansur İbni Ammar (rehimehullahu), bir delikanlıya öğüt verirken ona der ki, «ey delikanlı! Gençliğin seni aldatmasın. Boş kuruntulara dalarak tevbe etmeyi hep ileriye bırakan ve öleceğini düşünmeyen nice genç vardır ki» «Yarın, ya da öbür gün tevbe edeceğim» diye cevap verir. Oysa tevbeye sıra getirmeden ölüm meleği ona geliverir ve kabrin boşluğuna yuvarlanır, artık orada ona ne malın, ne kölenin, ne çoluk-çocuğun ve ne de ana-babanın bir faydası vardır.

Nitekim ulu Allah (C.C.) şöyle buyuruyor:

mk-010-2.jpg


— Ne malın ve nede çoluk-çocuğun fayda vermediği gün. Yalnız Allah'a temiz kalb ile gelen müstesna» (36).

Allah'ım! Bize ölmeden evvel tevbe etmeyi nasib eyle, gaflette iken bizi ikaz buyur ve elçilerin önderi olan Peygamber'imizin şefaatinden faydalanmamızı müyesser eyle.

Müminin özelliği, günah işler-işlemez hemen o gün, hatta o anda tevbe etmesi, işlediği kusura karşı pişmanlık duyması, dünyadan azık edecek kadar bir paya razı olarak onun ile oyalanmaması, kendini ahiret için amel etmeye vermesi ve Allah'a ihlâs içinde ibadet etmesidir.

Anlatıldığına göre münafık ve cimri bir adam varmış, karısına hiç kimseye sadaka vermeyeceğine dair yemin verdirmiş, aksi halde boşayacağını söylemiş.

Günün birinde kapıya bir dilenci gelmiş ve «ey hane halkı! Allah hakkı için bana bir şey verir misiniz,» diye seslenmiş, kadın da dilenciye üç çörek vermiş, dilenci yolda münafıkla karşılaşmış, adam «bu çörekleri sana kim verdi» diye sormuş, dilenci de «işte şu evin hanımı» diye cevap vermiş, dilencinin tarif ettiği ev, kendi eviymiş.

Münafık koca öfke ile eve girmiş ve karısına sen «hiç kimseye bir şey vermeyesin diye yemin etmedin mi» diye bağırmış. Kadın «Allah için verdim» diye cevap vermiş.

Adam kalkmış, tandırı yakmış ve tam kızınca karısına «kalk, kendini Allah için şu tandıra at bakalım» diye emretmiş. Kadın kalkmış ziynetlerini almış Münafık ziynetlerini bırak» diye bağırmış, kadın «seven sevgilisi için süslenir, ben sevgilimi ziyaret etmeye gidiyorum» diyerek yeni elbiselerini giymiş olarak kendini kızgın tandıra atmış, adam da kapağını kapatarak oradan uzaklaşmış.

Aradan üç günün geçmesi üzerine münafık, tandırın başına gelmiş kapağını kaldırınca kadının Allah'ın izni ile yanmadan içerde sapasağlam durduğunu görerek şaşkına dönmüş, o sırada gizliden kulağına şöyle bir ses gelmiş, «ateşin sevdiklerimizi yakmadığını bilmiyor muydun?»

Nakledildiğine göre Firavun'un karısı Asiye kocasından gizli olarak iman etmiş, imanını saklıyormuş. Fakat Firavun sonunda durumu öğrenince, ona işkence edilmesini emretmiş, çeşit çeşit işkencelerden geçirildikten sonra Firavun ona «imanından dön» diye teklif etmiş, fakat Asiye dönmemiş.

Bunun üzerine Firavun bir tomar kazık getirtmiş, bunlarla Asiye'nin vücudunun çeşitli yerlerine vurmuşlar sonra. Firavun karısına bir daha «dininden dön» diye teklif etmiş. Asiye ona şöyle cevap vermiş, «senin zorbalığın ancak benim nefsime hükmedebilir, kalbim ise Allah'ın hima-yesindedir. Beni kıymık kıymık doğrasan bile sadece Allah'a karşı duyduğum sevginin artmasına sebep olabilirsin.»

Derken Hz. Musa (A.S.) Asiye'nin yanma varmış, Asiye onu görünce «ey Musa! Söyle bana, Rabb'im benden hoşnut mu, yoksa bana kızgın mı?» diye seslenmiş. Hz. Musa ona şu cevabı vermiş, «ey Asiye! Göklerin melekleri senin yolunu gözlüyor, yani hepsi senin özlemini çekiyor, ulu Allah seninle iftihar ediyor, ne istiyorsan bana söyle, mutlaka yerine getirilecektir.»

Bunun üzerine Asiye şöyle dua etmiş, Asiye'nin bu duası Kur'an-ı kerimde Allah tarafından bize nakledilmektedir. Ulu Allah şöyle buyuruyor:

mk-010-3.jpg


<<—EyRabb'im! Bana Cennette senin yanında bir ev yap. Beni Firavundan ve onun amelinden kurtar. Beni zalimler gürühundan kurtar» (37).
Selman-ı Farisî'den (R.A.) rivayet edildiğine göre Firavu'nun karısı Asiye'ye uygulanan işkencelerden birisi de kızgın güneş altında yanmaya bırakılması idi» fakat işkenceciler çekilip gidince, melekler onu kanatlarının gölgesi altına alırlardı, bu sırada cennetteki evini görürdü.

Hz. Ebu Hüreyre'den (R.A.) rivayet edildiğine göre Firavun, karısı Asiye için yere dört kazık çakmış, kadını bunların üzerine yatırmış, göğsünün üstüne bir değirmen taşı bindirerek bu durumda onu kızgın güneşe doğru çevirip yanmaya bırakmış. Asiye bu halde iken başını göğe kaldırarak az önce naklettiğimiz ayetteki dua ile Allah'a seslenmiş ve «Ey Rabbim bana cennette senin yanında bir ev yap...» demiş.

Hasan-ül Basrî (rahimehullahu) der ki, «Allah O'nu en şerefli bir şe-kilde kurtararak cennete çıkardı. O orada yer, içer.» Bundan anlaşıldığına göre Allah'a (C.C.) sığınmak, O'ndan yardım dilemek, sıkıntı ve belâ anın-da O'ndan kurtuluş istemek salihlerin bir geleneği ve müminlerin bir gö-reneğidir.
KAYNAK
(35) Kur'an-ı Kerim/Yasin Sûresi, 59
(36) Zehr-ur Riyaz
(36) Kur'an-ı Kerim/Şuara Sûresi, 88—89
(37) Kur'an-ı Kerim/Tahrifti Sûresi. 11
BİLGİ
ONUNCU BÖLÜM AŞK BİTTİ
 

MURATS44

Özel Üye
Cevap: Kalplerin Keşfi / ALLAH'A İTAAT, ONU SEVMEK, RESULÜNÜ SEVMEK - Gazâli

11. ALLAH'A İTAAT, ONU SEVMEK, RESULÜNÜ SEVMEK


Ulu Allah (C.C.) buyuruyor:

— De ki, «eğer Allah'ı seviyorsanız, bana uyunuz ki, Allah da sizi sevsin» (38).

Allah'ın rahmeti üzerinde olsun, bil ki, kulun Allah'ı ve O'nun Resul'ünü sevmesi, onlara boyun eğmekle, onların emrine uymakla olur. Allah'ın kullarını sevmesi de onlara mağfiret suretiyle ikramda bulunmasıdır.

Denilir ki, kul gerçek kemâlin yalnız Allah'da olduğunu, kendisine ve-ya başkasında gördüğü her kemâlin gerçek kemalin Allah'dan ve Allah sayesinde olduğunu bilince ne Allah'dan başkasını sevebilir ve ne de Allah'a dayanmayan bir sevgiye gönlünde yer verebilir.

Bu bilgi de Allah'a ibadet etmek isteğini, O'na yaklaştıracak davra-nışları arzu etmeyi gerektirir. Böyle olduğu için Allah sevgisi, ibadet isteği ile yorumlanmış ve yine bu sevgi ibadet ederken Peygamber'imize (S.A.S.) uyma ona itaate teşvik şartına bağlanmıştır.

Hasan el-Basrî'den (rehimehullahu) rivayet edildiğine göre Peygamber'imizin (S.A.S.) zamanında bir takım kimseler «ey Muhammed! Biz Rabb'imizi çok severiz» demeleri üzerine yukarıdaki ayeti kerime inmiştir.

Bişr el-Hafi (R.A.) diyor ki, «bir gece Peygamber'imizi (S.A.S.) rüyamda gördüm, bana dedi ki,

- «ey Bişr! Allah senin dereceni arkadaşların arasında neden yüksek kıldı, biliyor musun?

- «Hayır, ya Rasulellah» diye cevap verdim. Bunun üzerine Peygamber'imiz, salihlere hizmet ettiğin için, mümin kardeşlerine nasihat ettiğin için, dostlarını ve yolumdan ayrılmayanları sevdiğin için ve yolumdan gittiğin için» diye kendi sorusuna cevap verdi.

Peygamber'imizi (S.A.S.) buyuruyor ki:

— Benim sünnetimi ihya eden beni sevmiş olur, beni sevenler de Kıyamet günü cennette benimle birlikte olurlar.»

Bize kadar intikal eden bütün meşhur islâmî eserlerde belirtildiğine göre ahlâkın bozulduğu ve halkın çeşit çeşit mezheplere kapıldığı zamanlarda Resullerin efendisi olan Peygamber'imizin sünnetine sımsıkı sarılanlara yüz şehidin ecri verilecektir. Meşhur «Şırat-ül İslâm» adlı kitab-da da böyle yazar.

Yine Peygamber'imizi (S.A.S.) şöyle buyurur:

— Bana yüz çevirenler müstesna, ümmetimin hepsi cennete girecektir» Sahabîler sordular,

«ey Allah'ın Resul'ü! Yüz çevirenler, kimlerdir?» Peygamber'imiz sözlerine şöyle devam etti, «kim bana uyarsa cen-nete girecek, bana isyan edenler, bana yüz çevirmişler demektir. Sünnetime uygun olarak yapılmayan her iş, isyandır.»

Ehl-i tasavvuftan biri der ki Allah'ın farz, kıldığı ibadetlerden birini bile bile terkeden veya sünnetlerden birine bilerek uymayan bir şeyhi havada uçarken, denizde yürürken, ateş yerken veya daha başka olağan-üstü davranışlar gösterirken görseniz, bütün bunlara rağmen adamın davasında yalancı olduğunu, gösterdiği olağanüstülüklerin «keramet» değil, olsa olsa «istidrac» olduğunu biliniz. Allah böyle kimselerden cümlemizi korusun.
Cüneyd ül-Bağdadî (rehimehullahu) der ki, «Allah'a ancak yine Al-lah'ın sayesinde ulaşılabilir, Allah'a ulaşmanın yolu da Peygamber'imizin (S.A.S.) yoludur.»

Ahmed ül-Hıvarî (rehimehullahu) der ki, «sünnete uymaksızın işlenen her amel batıldır. Nitekim Peygamber'imiz (S.A.S.) şöyle buyurur:

Şiratül islâmda bildirilmiştir.

— Sünnetimi yozlaştıranlar şefaatimden mahrum kalırlar.»

Hikâye edildiğine göre, adamın biri bir delinin cahil sayılacak bir işi-ni görür ve durumu Ma'ruf ul-Kerhî'ye (rahimehullahu) bildirir. Ma'ruf gülümseyerek der ki. «kardeşim! Allah'ı sevenler içinde küçüğü, büyüğü, akıllısı, delisi vardır. Senin gördüğün bu adam, onların delilerinden biri-dir.»

Cüneyd-ül Bağdadî (rehimehullahu) der ki, «bir gün şeyhimiz Sırri (rehimehullahu) hastalandı, hastalığının ne sebebini anlayabildik ve ne de nasıl tedavi edileceğini bilebildik.

Bize mütehassis bir doktor tavsiye ettiler,şeyhin idrarını bir şişeye koyarak ona götürdük, doktor idrara uzun uzadıya baktı. Sonra bize dönerek «zannederim bu idrar aşık birine ait olsa» dedi. Ben bir nara koyuvererek bayılmışım, idrar şişesi de elimden düşmüş.

Dönünce Sırrîye durumu anlattım, gülümseyerek «Allah canını almasın, nasıl da gördü!» diye cevap verdi. «Şeyhim, demek ki, muhabbet idrardan bile belli olurmuş» dedim, bana «tabii» karşılığını verdi.

Fudayl (rehimehullahu) der ki, «sana, Allah'ı seviyor musun, diye sordukları zaman, sus. cevap verme. Çünkü eğer, hayır, diyecek olsan imandan çıkarsın, buna karşılık, evet, diyecek olsan ve Allah'ı sevenlere yakışmayacak tavsif de bulunsan Allah'ın gazabından kork.»

Süfyan (rehimehullahu) der ki. «Allah'ı sevenleri seven kimse as-lında Allah'ı seviyor demektir. Allah'a ikram eden kimselere ikram eden kimse, aslında Allah'a ikram ediyor demektir.»

Sehl (rehimehullahu) der ki, «Allah'ı sevmenin alâmeti Kur'an-ı ke-rimi sevmektir. Allah ve Kur'an sevgisinin alâmeti ise Peygamber (S.A.S.) sevmektir. Peygamber (S.A.S.) sevgisinin alâmeti ise sünneti sevmektir. Sünneti sevmenin alâmeti ise, Ahireti sevmektir. Ahireti sevmenin alâmeti ise dünyadan hoşlanmamaktır. Dünyadan hoşlanmamanın alâmeti de Ahiret azığı olabilecek kadarının dışında onun varlığından uzak durmaktır.»
Ebul Hasan ül-Zencanî (rehimehullahu) der ki. «İbadet binasının temeli üç direk üzerinde oturur. Göz, kalb ve dil. Gözün ibadeti, ibret al-makladır. Kalbin ibadeti, düşünmek ve duymakladır. Dilin ibadeti ise doğru konuşmak ve Allah'ı zikretmekle olur. Nitekim ulu Allah şöyle buyurur

mk-011-1.jpg


— Ey iman edenler! Allah'ı çok çok zikrediniz. O'nu sabah - akşam noksan sıfatlardan tenzih ediniz.»(39).

Anlatıldığına göre bir gün Abdullah ile Ahmed İbni Hab bir yerde birlikte bulunuyorlardı. Bu arada Ahmed İbni Hab yerden bir ot kopardı. Bunun üzerine Abdullah ona dedi ki. «bu hareket sana beş şeye mal oldu

1 — Bu hareketle kalbini Allah'ı teşbih etmekten alıkoydun.
2 —- Bu hareketle kendini Allah'ın zikrinden başka bir işle oyalan-maya alıştırdın.
3 — Bu hareketinle başkalarının da aynı davranışta bulunmalarına önayak oldun.
4 — O ot parçasını Allah'ı teşbih etmekten alıkoydun.
5 — Bu hareketinle Kıyamet günü Allah'a kendi aleyhinde bir de-lil meydana getirdin,» (Revmak-ül Mucaniste böyle anlatılmıştır.)

Sirrî (R.A.) der ki, «bir gün Gürcanî'yi kavrulmuş un yutarken gör-düm, «neden başka bir şey yemiyorsun» diye sordum,bana şöyle dedi: Yiyeceği çiğnemek ile yutmak arasında yetmiş tesbihlik bir zaman geçtiğini hesab ettim, o yüzden kırk yıldır hiç ekmek çiğnemedim.»

Nakledildiğine göre Sehl İbni Abdullah onbeş günde bir yemek yerdi. Bütün Ramazan ayı boyunca sadece bir kere yemek yerdi. Bazen yetmiş gün geçer de hiç yemek yemediği olurdu. Yemek yediği zaman zayıflar, aç kalınca kuvvetlendiği görülürdü. Mescid-i Haram'da otuz yıl Ebu Hammad ül-Esved'e komşu oldu da yerken veya içerken hiç görülmedi, her an Allah'ı zikrederdi.

Anlatıldığına göre Amr İbni Ubeyd {rehimehullahu) yalnız şu üç şey için evinden dışarı çıkardı:

1 — Cemaatle namaz kılmak
2 — Hasta ziyaret etmek
3—Cenaze namazı kılmak

O derdi ki, «insanları hırsız ve yankesici olarak görüyorum. Ömür, paha biçilmez bir nadide mücevherdir. Ondan Ahirete kalacak bir hazine doldurmak gerekir. İyi bilmelisiniz ki, Ahirete talip olanların dünya ha-yatından el-etek çekmeleri gerekir. Ancak o zaman kulun ulaşmak istediği hedef tek olur ve içi ile dışı arasında uyumsuzluk kalmaz. Böyle bir hali muhafaza etmek, ancak kulun içini ve dışını devamlı kontrol altında tutması İle mümkündür.

İmam-ı Şiblî (rehimehullahu) der ki, «İlk intisap ettiğim günlerde uy-kum bastırınca göz kapaklarıma tuz sürerdim. Durum daha da ağırla-şınca mili kızdırıp göz kapaklarıma sürme çekerdim.»

İbrahim İbni Hâkim der ki, «babamın uykusu geldiği zaman denize girer yüzmeye başlardı, o yüzerken denizdeki balıklar etrafına üşüşür, onunla birlikte teşbih ederlerdi.»

Anlatıldığına göre Vehb İbni Münebbih (rahimehullahu), geceleyin uyuma ihtiyacının üzerinden kaldırması için Allah'a dua etmiş ve duası kabul edilerek kırk yıl hiç uykusu gelmemiştir.

Hasan El-Hallac (rehimehullahu), kendi kendine topuğundan dizine kadar onüç pranga vurur ve bu durumda her gün ve gece bin rekat na-maz kılardı.

Cüneyd ül-Bağdadî (rehimehullahu) ilk intisab ettiği günlerde çarşıya gelir, mağazasını açar, içeri girer ve hemen namaza dururdu. Dört yüz rekat kıldıktan sonra evine dönerdi.

Habeşî İbnî Davud'un (rehimehullahu) kırk yıl yatsı abdesti ile sabah namazı kıldığı bildirilmiştir.

Mü'minin her zaman abdestli bulunması gerekir. Her abdest bozduğunda abdest tazeleyerek iki rek'at namaz kılmalıdır. Nerede oturursa otursun, kıbleye yüzünün dönük bulunmasına dikkat etmesi gerekir. Kendisini daima Peygamber'imizin (S.A.S.) huzurunda oturuyormuş gibi farz ederek ona göre kendisine çeki düzen vermelidir. Ta ki, bu düşünce altın-da her hareketi vakar ve ağırbaşlı olsun, kabalıklara katlanarak her çirkin harekete karşılık vermesin, kusurlarına karşılık hemen istiğfar etsin, kendini ve amelini beğenip böbürlenmesin. Çünkü kendini beğenmek, şeytanın sıfatlarındandır. Tersine kendini küçümsesin, buna karşılık sa-lihlere hürmet ve mühimseme nazarı ile baksın. Çünkü salihlere hürmet etmeyi bilmeyenleri Allah (C.C.) onlarla birarada bulunma nimetinden mahrum eder. İbadete hürmet etmeyi bilmeyenlerin de Allah, kalblerinden ibadet lezzetini çıkarır.

Anlatıldığına göre Ebu Ali, Fudayl İbni İyad'a (rahimehullahu) sordular ki, «ey Şeyh! İnsan ne zaman salih sıfatını kazanır?» O şöyle cevap verdi:

«Kulun niyeti, başkalarına nasihat etmek, kalbinde Allah kor-kusu, dilinde doğru sözlülük bulunur ve bütün davranışları salih amel olduğu zaman o kimse salih sıfatını taşımaya hak kazanır. Ulu Allah Mi'rac'da Peygamber'imize «ey Ahmed! Eğer insanların günahlardan en kaçınanı ve dünyadan en el-etek çekmişi olmak istiyorsan, Ahirete yönel>> diye buyurdu. Peygamber'imiz «dünyadan nasıl el-etek çekeyim» diye sordu. Ulu Allah «dünya varlığı olarak sadece yiyecek, içecek ve gi-yecek kadar yanında bulundur. Yarın için hiç bir şey biriktirme, hiç durmadan beni zikret» diye buyurdu.

Bunun üzerine Peygamber'imiz «Allah'ım! Seni nasıl devamlı zikredeyim» diye sordu. Ulu Allah «insanlardan uzak durmakla; uykunu namaz, yemeğini açlık yap» .diye buyurdu.

Nitekim Peygamber'imiz (S.A.S. buyuruyor ki:

— Dünyadan uzak durmak hem bedeni ve hem de kalbi huzura kavuşturur. Buna karşılık dünya tutkunluğu keder ve üzüntüyü artırır. Dünya sevgisi, her günahın başıdır, ondan uzak durmak da her iyilik ve iba-detin ilk adımıdır.»

Anlatıldığına göre salihlerden biri bir cematin yanından geçiyordu. Baktı ki, bir doktor, hastalıkları sayıyor ve bahsettiği her hastalığın nasıl tedavi edileceğini tarif ediyordu. Salih kişi doktora seslendi, «ey bedenlerin tedavi edicisi! Kalbleri de tedavi edebilir misin?» Doktor «evet, hastalığını bana anlat» dedi. Salih kimse «bahsettiğim kalbi atışında da büzülüşünde de günahlar karartmıştır. Onun tedavisi var mıdır?» dedi.

Doktor şu cevabı verdi, «böyle bir kalbin ilâcı, gece-gündüz Allah'a yalvarmak, yakarmak, O'ndan af dilemek, O'na ibadet etmeye koyulmak. O'ndan özür dilemektir. Kalblerin tedavisi böyledir, şifa ise gayblerin b-licisi olan Allah'dandır.»

Doktordan bu cevabı alan salih kişi yüksek bir nara atarak ağlaya ağlaya yoluna devam etti. Yürürken şöyle dedi, «Sen ne iyi doktorsun, kalbimin tedavisini doğru bildin» Doktor sözlerini şöyle bitirdi, «bu tarifim, tevbe ederek kalbiyle tevbelerin kabul edicisi olan Allah'a yönelenlerin tedavisidir.»

Anlatıldığına göre adamın biri bir köle satın alır. Köle efendisine der ki, «efendim, aramızda şu üç şart bulunacak.

1 — Vakit geldiğinde farz namazları kılmama engel olmayacaksın
2 — Gündüz bana ne iş buyurursan buyur, geceleri bana iş vermeyeceksin.
3 — Evinde bana, benden başka hiç kimsenin giremeyeceği bir oda ayıracaksın.»

Adam köleye «bu şartlarını kabul ediyorum, kalk evleri gez, kendine kendin bir oda seç» der.

Evleri dolaşan köle orada yıkık bir ev bulunca «burayı seçtim» der; Adam «oğlum, neden yıkık bir ev seçtin» der. Köle «efendim. Allah ile birlikte olunca yıkıntıların bakımlı bahçe gibi olduğunu bilmiyor musunuz» der.

Köle gündüzleri efendisine hizmet eder, geceleri Allah'ına ibadete ayırırdı.

Bu böyle devam edip giderken bir gece «efendi evi gezmeye çıkar, kölenin kapısı önüne varınca odayı apaydınlık içinde ve köleyi de sec-deye kapanmış görür, başından aşağı yerle gök arasına asılmış bir kan-dil göz kamaştırıcı bir ışık saçmaktadır. Köle Allah'ına şu sözlerle yalvarıp seslenmektedir. «Allah'ım! Efendimin hakkını omuzlarıma yükledin, ben de ona gündüzleri hizmet ediyorum. Eğer böyle olmasaydı, gece-gün-düzünü sırf sana ibadet ederek geçirirdim. Beni mazur gör, ya Rabb'i.»

Köle secdeye kapanmış böyle dua ederken efendisi ondan gözlerini ayırmıyor, nihayet tanyeri ağarır, kandil geri alınır ve odanın tavanı geriye kapanır.

Adam geri döner, varıp olup bitenleri karısına anlatır. Ertesi gece olunca bu sefer karısının elinden tutarak odanın kapısı önüne ikisi gelirler. Köle yine secdeye kapanmıştır, kandil yine başından, aşağı sarkmıştır.

Karı-koca kapının önünde dikilip gözyaşları içinde köleye bakarlar. Sonunda yine gün ağarır.

Bunun üzerine efendi köleyi çağırarak ona der ki, «sen Allah rizası için azadsın, böylelikle kendini artık tamamen kendisine mazeret beyan ettiğinin (Allah'ın) ibadetine verebilesin.» /

Köle ellerini havaya kaldırarak şu beyti söyler:

Ey sır sahibi! Artık o sır açığa çıktı.
Halim başkalarına malum olduktan sonra artık yaşamak istemiyorum.

Sonra Allah'a şöyle yalvarır, «Allah'ım! Senden ölüm istiyorum» Duası biter bitmez derhal yere düşer ve ölür.
İşte salihlerin, Allah aşıklarının ve O'nun rızası peşinde koşanların hali!

Zehri Riyaz'da rivayet edildiğine göre Hz. Musa (A.S.) nın samimi bir arkadaşı vardır, birlikte hoş vakit geçirirlerdi. Bir gün dostu Hz. Musa'ya «Allah'a yalvar, kendini bana iyice tanıtsın» der. Dostunun ricasına uya-rak Allah'a dua eden Hz. Musa'nın duası kabul edilir.

Bir müddet sonra Hz. Musa'nın dostu dağlara düşer, vahşî hayvanlara karışır, Musa onu iyice kaybetmiştir. Allah'a şöyle yakarır, «Rabb'ım! O benim yakın dostum, kardeşimdi. Şimdi onu kaybettim.»

Gizli bir ses ona der ki, «ey Musa! Beni iyice tanıyan kimse artık hiç bir insanoğlu ile düşüp kalkmaz.»

Rivayete göre bir gün Hz. Yahya (A.S.) ile Hz. İsa (A.S.) çarşıda yürürken karşıdan gelen bir kadın aralarından çarparak geçer. Hz. Yahya «vallahi ben bir şey anlamadım» der. Hz. İsa, Yahya'ya «sübhanellah! Vücudun yanımda, ama kalbin nerede» der.

Hz. Yahya şöyle karşılık verir, «Ey Halamoğlu göz kapayıp açasıya kadar bile kalbim Allah'ımdan başkası ile irtibat kursa Allah'ı tanımadığımı anlarım.»

Bildirildiğine göre Allah'ı gerçekten tanımak, dünya ve Ahiretin her ikisinden sıyrılarak sırf Allah'a yönelmek, muhabbet şarabı ile bir kere sarhoş olduktan sonra onun cemalini görünceye kadar ayılmamaktır. O kimse rabbinin nuru içindedir.
KAYNAK
(38) Kuran-ı Kerim/Al- imran Sûresi. 31
(39) Kur'an-ı Kerim/Ahzab Suresi, 41
NOT
ONBİRİNCİ BÖLÜM BİTTİ
 

NuSReT

Aktif Üyemiz
Cevap: Kalplerin Keşfi / İBLİS VE AZABINI BEYAN - Gazâli

12. İBLİS VE AZABINI BEYAN


Ulu Allah (C.C.) şöyle buyuruyor:

mk-012-1.jpg


— Eğer dönerlerse (Allah'ın emrine uymaktan ve Resul'ünün gösterdiği yoldan yüz çevirirlerse) bilsinler ki, Allah kâfirleri sevmez (onların ne tevbelerini kabul eder ve ne de günahlarını bağışlar)» (40).

Nitekim ulu Allah kendini büyük görüp Allah'ın ululuğunu kabul etmediği için iblisin tevbesini kabul etmemiştir. Buna karşılık Hz. Adem'e tevbe etmeyi ilham etmesi ve tevbesini kabul etmesi, kendi dili ile günahını itiraf etmesi, pişmanlık duyması ve kendini suçlamasından dolayıdır.

Üstelik Hz. Adem'in (A.S.) işlediği kusur, gerçek manada günah sayılmaz. Çünkü peygamberler (Allah'ın selâmı üzerlerine olsun) masumdurlar alimler tarafından kabul edilen sahih görüşe göre ne peygamber olmadan önce ve ne de peygamberken günah işlemezler, günaha düşmekten korunmuşturlar. Hz. Adem'in (A.S.) kusuru, sadece görünüşte günahtır Buna rağmen o ve Havva, Allah'a şöyle seslenmişlerdir: Kur'an-ı kerimde ulu Allah bize onların yakarışını şöyle bildirmektedir:

mk-012-2.jpg


— Ey Rabb'imiz! Biz kendi kendimize zulmettik. Eğer sen bizi bağışlamaz, bize merhamet etmezsen, hiç şüphesiz hüsrana uğrayanlardan olacağız» (41).

Görülüyor ki, Hz, Adem (A.S.) ve Havva yaptıklarına pişman olarak hemen tevbeye yönelmişler ve Allah'ın rahmetinden ümit kesmemişlerdir.

Nitekim ulu Allah şöyle buyuruyor:

mk-012-3.jpg


— Allah'ın rahmetinden sakın ümit kesmeyiniz» (42).

İblise gelince, o ne günahını itiraf etmiş, ne yaptığına pişman olmuş, ne kendini suçlamış ve ne de tevbe etmeye yönelmiş, üstelik de Allah'ın rahmetinden ümit kesmiş, kendini beğenmiştir.

Her kim ki, tutumu şeytan gibi olursa tevbesi kabul edilmez. Buna karşılık günah işledikten sonraki tavrı Hz. Adem (A.S) gibi olanların tevbelerini Allah kabul eder.

Çünkü kaynağı nefsî arzuların azgınlığı olan her günahın affedilmesi umulur, ama kendini beğenmişliğe dayanan hiç bir günahın affedilmesi beklenemez. Hz. Adem'in (A.S.) kusuru nefsî arzuların azgınlığına dayanıyorken şeytanın günahı ise kendini, beğenmişlikten ileri geliyordu.

Anlatıldığına göre İblis bir gün Hz. Musa'ya (A.S.) gelir ve ona sorar ki, «Allah'ın kendisine elci olarak seçtiği ve zaman zaman konuştuğu kimse sen misin?» Hz. Musa «evet, fakat sen kimsin ve ne istiyorsun» diye karşılık verir.

Şeytan kendini tanıtmadan Hz. Musa'ya (A.S.) şu teklifte bulunur, «Allah'ına bildir ki yarattıklarından biri senden tevbesinin kabul edilmesini diliyor.»

Bunun üzerine Allah'dan Hz. Musa'ya (A.S.) şu vahiy gelir, «ey Musa, ona de ki, senin hatırın için dileğini kabul ediyorum. Yalnız ona Hz. Adem'in kabrine secde etmesini söyle. Eğer secde ederse tevbesini kabul ederek günahlarını bağışlayacağım.»

Hz. Musa (A.S.) durumu şeytana bildirince o küplere biner, eski büyüklenme edasını yine takınarak şöyle der, «ey Musa! Ben ona cennette iken secde etmemiştim de şimdi ölüsüne mi secde edeceğim.»

Rivayete göre cehennemde İblis'in azabı ağırlaştırır ve ona «Allah'ın azabını nasıl buluyorsun» diye sorulur, «olabileceğinden daha ağır» diye cevap verir. Bunun üzerine ona denir ki, «Adem, cennet bahçelerindedir. Ona secde et, özür dile de bağışlanasın.» Fakat o bu teklifi kabul etmeye yanaşmaz, bunun üzerine çektiği azab, bütün cehennemliklerin azabının yetmiş bin katı kadar ağırlaştırılır.

Haberde bildirildiğine göre ulu Allah, her yüz bin senelik azab dev-resinden sonra şeytanı cehennemden çıkarır ve Hz. Adem'i (A.S.) cennetten çıkararak şeytana ona secde etmesini emreder, fakat şeytan bu emre uymaya yanaşmayınca yeniden ateşe atılır.

Kardeşlerim! Şeytan'dan kurtulmak istiyorsanız, Allah'a sarılınız, O'na sığınınız.

Kıyamet günü gelince meydana ateşten bir kürsi kurulur, üzerinde İblis çıkar; bütün şeytanlar ve kâfirler çevresinde toplanır, sesi anıran bir eşek sesi gibidir, şöyle konuşur, «ey cehennemlikler! Allah'ın daha evvel va'dettikieri bugün nasıl buldunuz?» Etrafındakiler hep bir ağızdan <<
Şeytan da onlara der ki, «bu gün merhametten umut kestiğim bir gündür.» Bunun üzerine Allah meleklere onu ve yardakçılarını ateşten topuzlarla dövmelerini emreder. Ebediyen çıkarma emri duymaksızın kırk sene burada işkence çekerler. Cehennem azabından Allah'a sığınırız.

Anlatıldığına göre Kıyamet günü İblis mahşere getirilir, daha önce kurulan ateşten bir koltuğa oturması emredilir. Boynunda lânet halkası vardır.

Allah azab meleklerine onu oturduğu koltuktan sürükleyerek cehenneme atmalarını emreder. Fakat boynundaki halkaya asılan melekler, onu sürüklemeyi başaramazlar.

Bunun üzerine Allah Cebrail'e yanına seksen bin melek alarak onu cehenneme çekmelerini emreder, fakat o da başaramaz. Arkasından Allah İsrafil ve Azrail'e de yanlarına atacakları seksen biner kişi ile birlikte ayni emri verir, fakat bunlar da onu yerinden kıpırdatamaz. Bunun üzerine Allah buyurur ki, «boynunda o lânet halkası varken yaratmış olduğum bütün meleklerin bin kaç katı bile biraraya gelseler, onu cehenneme taşıyamazlar.»

Anlatıldığına göre, İblisin birinci kat gökte iken ismi «Abid», ikinci kat gökte iken ismi «Zahid», üçüncü, kat gökte iken ismi «Arif», dördüncü kat gökte iken ismi «Veli», beşinci kat gökte iken adı «Takı», altıncı kat gökte iken adı «Hazin», yedinci kat gökte iken adı «Azazil» idi.

Fakat Levh-i Mahfuz'daki adı, «İblis» idi, o sonunda başına gelecek olanları bilmiyordu.

Ulu Allah kendisine Hz. Adem'e (A.S.) secde etmesini emredince Allah'a dedi ki, «onu benden üstün mü tutuyorsun? Ben ondan daha hayırlıyım. Beni ateşten onu ise çamurdan yarattın» Allah şeytana «ben dilediğimi yaparım» diye cevap verdi.

Kendini daha şerefli gördüğü için burun kıvırarak ve tepeden bakarak Hz. Adem'e (A.S.) secde edeceği yerde arkasını çevirdi, diğer bütün melekler bu emre Uyarak kapandıkları secdede uzun bir müddet bekler-ken o sipsivri olarak ayakta kaldı.

Melekler başlarını kaldırıp da onun kendileri ile birlikte secde etmemiş olduğunu görünce şükür maksadı ile ikinci sefer secdeye kapandılar. O ise arkadaşlarına yan yan bakarak, onlara katılmayı asla düşünmeyerek ve Allah'ın emrini kırdı diye hiç bir pişmanlık duymayarak yine tek başına ayakta kaldı.

Bunun üzerine Allah yakışıklı vücudunu bozdu, onu domuz suretine çevirdi, başını deve başı ve göğsünü büyük deve hörgüçü biçimine koydu, yüzü maymun yüzüne döndü, gözleri yüzü boyunca uzanan iki ya-rık halini aldı, burun delikleri hakamet çanağı gibi açıldı, dudakları öküzünkilere döndü, azı dişleri domuzunkiler gibi ağzından dışarıya fırladı, sakalı yolundu, çenesinde sadece yedi seyrek tüy kaldı.

Allah onu önce cennetten, sonra gökten ve daha sonra yeryüzünden kovarak adalara sürdü. Şimdi yeryüzüne ancak gizli gizli ayak basabiliyor. Kâfirlerden biri olduğu için Allah'ın lâneti Kıyamet gününe kadar onunla birliktedir.

Oysa ki, daha önce yakışıklı, dört kanadlı, bilgili, çok ibadet işleyen, meleklerin Tavusu ve en büyüğü olan, daha bir çok imrenilir, sıfatlar taşıyan bir kimse idi. Bunların hiç birisinin ona faydası olmadı. Bundan herkesin ibret alması gerekir.

Söylendiğine göre İblis tuzağa düşürülünce Cebrail ve Mikâil ağlamaya başlarlar. Allah, onlara «niye ağlıyorsunuz» diye sorar. Onlar da «sana varan yolda tuzağa düşmeyeceğimizden emin değiliz» derler, Ulu Allah da onlara «işte öyle olunuz, benim yolumda tuzağa düşmeyeceğinize hiç bir zaman güvenmeyiniz» buyurur.

Anlatıldığına göre İblis Allah'ın katından kovulunca O'na der ki, «ey Rabb'ım! Adem yüzünden beni cennetten kovdun. Ben ondan kendi başıma öç alamam, ancak sen beni üzerine salarsan öcümü alabilirim» Allah ona «seni onun oğulları üzerine salıyorum,çünkü peygamberler senin tuzağından korunmuşlardır» diye karşılık verir.

O «daha başka imkânlar istiyorum» der. Allah ona «O'nun soyundan gelen her çocuğa karşılık senin soyun iki kat hızla üreyecek» diye cevap verir.

Şeytan yine «daha da isterim» der. Allah ona «onun soyundan gelenlerin kalbleri senin yatağındır, onların damarlarında dolaşabilirsin» diye karşılık verir. Şeytan «daha da isterim» der. Allah ona «atlı yaya bütün yardakçılarını onun soyundan gelenlerin üzerine sal, mallarına ortak ol, yani haram yollardan kazanarak meşru olmayan yerlere sarfetmelerini sağlamaya çalış. Çocuklarına ortak ol, yani onların haram yollardan veya günah olan çiftleşme şekilleri ile çocuk peydahlamalarına çalış, çocuklarına putperestlik inancını hortlatan isimler taktırmaya çalış, batıl dinlere ve gayrı meşru mesleklere yönlendirilmelerine sebep ol. Onları kandırabilmek için bol bol asılsız vaadlerde bulun.

Meselâ putların koruyuculuğuna güvenmelerini sağlamaya çalış. Babalarının soyluluğundan medet ummayı tavsiye et, tevbeyi sonraya bırakabilecekleri hususunda onları, kandırmaya çalış» diye cevap verdi. Ama, Allahın tavsiyesi tehdit yolu ile olmuştur. Nitekim, «dilediğinizi yapın» âyetinde de böyledir.

Şeytanın bu tuzağına karşı Hz. Adem (A.S.) de Allah'a der ki, «ya Rabb'i! Onu benim üzerime saldın, eğer senin yardımın olmazsa ona karşı kendimi savunamam» Allah Hz. Adem'e «senin soyundan her yeni doğan çocuğun başına meleklerden bir koruyucu veriyorum» diye cevap verir.

Hz. Adem «daha çok isterim» der. Allah ona «iyiliklerin mükâfatı on kattır» diye karşılık verir. Hz. Adem «daha da isterim» der. Allah ona «zürriyetinin canları çıkmadıkça tevbe etme imkânını ellerinden almam» diye cevap verir. Hz. Adem «daha da isterim» der. Nihayet Allah «ince eleyip sık dokumadan onları affederim» diye cevap verince Hz. Adem «Bununla yetiniyorum» der.

Bunun üzerine İblis tekrar ortaya çıkarak der ki, «ya Rabb'i! Adem'in soyundan peygamberler yarattın, onlara kitaplar indirdin, hani benim elçilerim» Allah «kâhinler» diye cevap verir. Şeytan «kitaplarım ne ola-cak» diye sorar. Allah «vücudlara döğmeler yolu ile işlenen yazı ve resimler» cevabını verir. Şeytan «sözüm ne olacak» der. Allah «yalan» diye karşılık verir. Şeytan «Kur'ânım ne olacak» der. Allah «şiir» diye cevap verir. Şeytan «müezzinim kim olacak» der. Allah «çalgı âletleri» diye cevap verir.

Şeytan «mescidim neresi» der. AlIah «çarşı ve pazar» diye karşılık verîr. Şeytan «Evim neresi» diye sorar. Allah «hamam» diye cevap verir..

Şeytan «yiyeceğim ne olacak» der. Allah «üzerinde adım anılmayan her türlü gıda maddesi» diye karşılık verir.

Şeytan «ne içeceğim» Her. Allah «sarhoşluk veren bütün içecekler senin» karşılığını verir Seytan « tuzağım neler olacak» der. Allah «kadınlar» cevabını verir.
KAYNAK
(40) Kur'an-ı Kerim/Al- İmran, 32
(41) Kur'an-ı Kerim/A'raf Sûresi, 23
(42) Kur'an-ı Kerim/Zumer Sûresi, 53
BİLGİ
ONİKİNCİ BÖLÜM BİTTİ
 

NuSReT

Aktif Üyemiz
Cevap: Kalplerin Keşfi / EMANET - Gazâli

13. EMANET


Ulu Allah (C.C.) buyuruyor ki:

mk-013-1.jpg


— Biz emaneti göklere, yeryüzüne ve dağlara arzettik. Onlar onu yüklenmeye yanaşmadılar, ondan ürktüler« (43)

Âyet-i kerimedeki «emanet» in mânası, karşılığında sevap yahut ceza tahakkuk eden ibadet ve farzlardır.

Kurtubî'ye göre «emanet» bütün din görevlerini içine alır,âlimlerin çoğunluğunun görüşü ve sahih fetva bu şekildedir. Fakat ayrıntılarda çeşitli görüşler vardır. îbni Mes'ud'a göre âyet-i,kerime, mal güvenliği ile ilgilidir, emanetler ve benzeri gibi. Yine ona isnad edilen başka bir görüşe göre âyette bütün farzlar kasdedilmekle birlikte özellikle mal güvenliği sözkonusudur.

Ebu Derda «cünübluktan arınmak emanettir» der. İbni Ömer «insan vücudunda Allah'ın ilk yarattığı organ cinsiyet uzvudur. Sanki Allah kutuna «bu uzuv,senin uhdene tevdi edilmiş bir emanettir, onu mutlaka yerinde kullan,onu koruduğun müddetçe ben de seni korurum» demlştir. Buna göre cinsiyet uzvu bir emanettir, söz gibi emanettir, kulaklar birer emanettir,dil bir emanetir,karın,eller ve ayaklar birer emanettir.Emaneti korumayanın imanı yoktur.

Hasan der ki, «emanet göklere, yere ve dağlara arzedildi, bunların hepsi içindekilerle beraber titrediler. Çünkü Allah onlara teker teker «eğer emaneti iyi kullanırsan seni mükâfatlandırırım, eğer kötüye kullanırsan cezalandırırım» diye buyurdu.

Bunun için her biri «hayır» cevabını verdi.

Mucahid (rehimehullahu) der ki, «Allah Hz. Adem'i yarattığı zaman emaneti ona da ayni şartlarla teklif etti. Adem «onu yükleniyorum» dedi.

Hiç şüphesiz Allah emaneti göklere, yere ve dağlara mecbur tutarak değil, onları gönüllü bırakarak arzetmiştlr. Yoksa eğer onu onlara, mecbur tutarak teklif etmiş olsaydı, onlar da onu üzerlerine almaktan kaçınmazlardı.

Kaffal ve onun görüşünde olanlara göre âyetteki «arzetme, teklif etme» ifadesi sembolik (temsilî) dir. Yani gökyüzü, yer ve dağlar, bütün iriliklerine rağmen, eğer emaneti yüklenmeye elverişli olsalardı, karşılığı olan mükâfat ve azabın önemi yüzünden, şeriatı omuzlamak bunlara ağır gelirdi Demektir ki, şeriatı yüklenmek, göklerin, yeryüzünün ve dağların kaçınmasını haklı çıkaracak kadar dev bir iştir.

Bununla birlikte ulu Allah'ın «insan onu yüklendi» diye belirttiği üzere, insanoğlu bu yükün altına girmiştir. Yani Hz. Adem tohum âleminde zürriyeti belinden çıkarken ve onlardan Allah'ı tanıyacaklarına dair söz alınırken kendisine arzedilen emanetin sorumluluğunu benimsemiştir.

Ulu Allah âyet-i kerimenin devamında «hiç şüphesiz o, (yani insan) çok zalim ve pek cahildir» buyuruyor. Demektir ki, o, bu yükü yüklenirken nefsine ağır şekilde zulmetmiştir, ayrıca yüklendiği sorumluluğun ağırlığı hususunda pek cahildir veya Allah'ın emirlerinin ne olduğunu bilmemektedir.

İbni Abbas'dan (R.A.) rivayet edildiğine göre şöyle buyuruyor: Emanet, Hz. Adem'e arzedildi, «bunu içindekilerle birlikte al, eğer itaat edersen seni affederim. Eğer emrimi kırarsan seni azaba çarptırırım» denildi. Hz. Adem «peki, onu içindekilerle birlikte kabul ediyorum» diye cevap verdi. Fakat o günün ikindisi ile akşamı arasındaki kadar bir zaman henüz geçmişti ki, Hz. Adem yasak ağacın meyvasını yedi. Ne var ki, Allah hemen rahmetini arkasından yetiştirdi de kusuruna karşılık tevbe «ederek yine doğru yola döndü.

«Emanet» kelime olarak «iman» kelimesi ile ayni köktendir. Buna göre Allah'ın emanetini koruyan kimsenin Allah da imanını korur.

Peygamber'imiz (S.A.S.) şöyle buyurur:

« — Emanete karşı titizlik göstermeyenlerin imanı yoktur. Sözünde durmayanın dini de yoktur.»

Bu konuda bir şair şöyle der:

Korkarak hiyanete razı olanın boynu devrilsin!
O yüzden emaneti korumaya yan çizenin
Dini ve insanlığı bir yana bırakarak başını alıp gitmiştir.
Yaşadıkça başına gelecek belâlar birbirini takip edecektir.
Diğer bir şair de şöyle der:
Hıyanete boyun eğmeği huy edinen kimse
Pek kısa zamanda sıranın kendisine gelmesine lâyıktır.
Zilletler durmadan elemlerini yağdırırlar
Zimmetine hıyanet edenler ile sözünü tutmayanlara.

Peygamber'imiz (S.A.S.) buyuruyor ki:

-« Mü'min hıyanet ve yalan ile ilgisi olmayan her huyu edinebilir.»

Peygamber'imiz (S.A.S.) buyuruyor ki:

— Ümmetim, emaneti ganimet ve sadakayı angarya saymadıkça iyi yoldadır»

Peygamber'imiz (S.A.S.) buyuruyor ki:

— Emaneti güvendiğin kimseye teslim et, sana hainlik edene sen de karşılık verme.»

Buharî ile Müslim'de Ebu Hureyre'den (R.A.) rivayet edilerek nakledildiğine göre Peygamber'imiz (S.A.S.) şöyle buyuruyor:

— Münafığın alâmeti üçtür: Konuştuğu zaman yalan söyler, verdiği sözü tutmaz, uhdesine verilen emanete hiyanet eder.»

Demektir ki, münafık bir kimseye birisi güvenip bir sır verse hemen hıyanet ederek onu başkalarına açar, uhdesine maddî bir emanet tevdi edilse onu inkâr ederek veya korumayarak veyahut izinsiz kullanarak ona karşı hıyanet eder.

Emaneti korumak, mukarreb meleklerin, peygamberler'in sıfatı ve Allah korkusu taşıyan iyilerin huyudur. Ulu Allah (C.C.) şöyle buyurur:

— Hiç şüphesiz Allah size emanetleri lâyık olanlara vermenizi emreder.» (44)

Bütün tefsir âlimleri, bu âyet-i kerimenin şeriatın bir çok temel prensibini kapsadığı görüşündedirler. Âyet-i kerimenin muhatabı idare eden olsun, idare edilen olsun, bütün mükelleflerdir.

Buna göre idarecilerin mazlumu destekleyip hakkını ortaya çıkarmaları gerekir, bu bir emanettir. Başta yetimler olmak üzere müslümanların mallarını korumaları gerekir, çünkü o bir emanettir. Âlimlerin halka dinin hükümlerini öğretmeleri gerekir, bu âlimlerin koruyuculuğuna tes-lim edilmiş bir emanettir.

Ana-babanın çocuğuna iyi terbiye vererek göz - kulak olması gere-kir, çünkü çocuk ana - babaya teslim edilmiş bir emanettir.

Nitekim Peygamber'imiz (S.A.S.) şöyle buyuruyor:

— Hepiniz ayrı ayrı birer çobansınız, herkes sürüsünden sorumludur.»

Zehr-ur Rİyaz adlı kitapta anlatıldığına göre bir kul Kıyamet günü getiririlerek ulu Allah'ın huzuruna dikilir. Ulu Allah ona «falanın emanetini geri verdin mi» diye sorar. Kul «hayır, ya Rabbl!» diye cevap verir.

Bunun üzerine Allah bir meleğe emir verir, elinden tutar, onu cehenneme götürür ve cehennemin dibine düşmüş olan o emaneti adama gösterir ve onu ateşe atar. Adam, cehennemin dibine ininceye kadar yetmiş yıl ateşte batmaya devam eder. Dibe inince orada duran emaneti alıp yükselmeye başlar. Cehennemin ağzına çıkınca ayağı kayar, yine batmaya başlar. Sonra yine yükselir, yine batar. Peygamber'imizin (S.A.S.) şefaati sayesinde Allah'ın lütfu imdadına yetişerek emanet sahibi ona hakkını helâl edinceye kadar bu iniş - çıkışlar ayni şekilde devam eder.

Ebu Seleme (R.A.) şöyle rivayet ediyor, «bir gün Peygamber'imizle (S.A.S.) birlikte oturuyorken bir cenaze getirildi, namazı kılınacaktı.

Peygamber'imiz «üzerinde borç var mı» diye sordu, «hayır» diye cevap ver-diler. Bunun üzerine cenaze namazını kıldırdı.

Arkasından bir başka cenaze getirdiler. Peygamber'imiz yine «borcu var mı» diye sordu, «evet, var» diye cevap verdiler. Peygamber «arkada bir şey bıraktı mı» diye sordu, «evet, üç dinar» dediler. Bunun üzerine Peygamber'imiz bu cenazenin de. namazını kıldırdı.

Derken üçüncü bir cenaze getirdiler, Peygamber'imiz (S.A.S.) «borcu var mı» diye sordu, «evet,» diye cevap verdiler. Peygamber'imiz «arkada bir şey bıraktı mı» diye sordu, «hayır» dediler. Bunun üzerine «arkadaşınızın cenaze namazını siz kılınız» dedi.
KAYNAK
(43) Kur'an-ı Kerim/Ahzab Sûresi,72
(44) Kur'an-ı Kerim/Nisa Sûresi, 58
BİLGİ
ONÜÇÜNCÜ BÖLÜM BITTI
 

Adilbey

Aktif Üyemiz
Cevap: Kalplerin Keşfi / NAMAZI HUZUR VE HUŞU İLE TAMAMLAMAK - Gazâli

14. NAMAZI HUZUR VE HUŞU İLE TAMAMLAMAK

Ulu Allah (CC.) buyuruyor ki:

— Namazlarında huşu içinde olan mü'minler kurtuluşa ermişlerdir» (45).

Bilesin ki, dil âlimleri «huşu» kelimesini «korkmak» ve «çekinmek» gibi kalb eylemlerinden» sayar, bazıları da «sükûnet», «öteye - beriye bakmamak» ve «oynamamak» gibi davranış eylemlerinden kabul eder.

Fıkıh âlimleri «huşu»un namazın farzlarından mı olduğu, yoksa faziletlerinden mi sayılması gerektiği hususunda anlaşmazlık halindedirler, her iki görüşü de ileri sürenler vardır. Birinci görüşü savunanlar şu hadis ve âyete dayanıyorlar. Peygamber'imiz (S.A.S.) buyuruyor ki:

— Kulun ancak aklı tam yerinde iken kıldığı namaz, namaz yerine geçer.»

Ulu Allah (C.C.) buyuruyor ki:
AYET-İ KERiME
— Namazı beni hatırlamak için kil!» (Tahâ: 14).

İlk görüşü savunanlara göre gaflet hali «zikir» le, yani Allah'ı hatırda tutma eylemi ile bağdaşmaz, bu yüzden ulu Allah:

mk-014-1.jpg


«Sakın gafillerden olma» diye buyurur (46).

mk-014-2.jpg


mk-014-3.jpg


Beyhakî'nin Muhammed İbni Sirin (R.A.) dan rivayetine göre Muhammed İbni Sirin şöyle demiştir «Haber aldım ki Peygamber'imiz (S.A.S.) namaz kılarken gözlerini havaya kaldırdığı için bu âyet inmiştir.» Abdurrezzak'ın (R.A.) ayni konudaki rivayetinde bu âyet inince Peygamber'imizin kendisine namazda huşu içinde olmasını ve gözlerini secde yerinden ayırmamasını emrettiği ilâve edilmektedir.

Hakim ve Beyhakî'nin birlikte Ebu Hureyre (R.A.) dan naklettiklerine göre Peygamber'imiz (S.A.S.) namaz kıldığı vakit gözlerini semaya dikerdi. Bunun üzerine kendisine yukardaki âyet inmiş, oda hemen başını eğmişti.»

Hasan'dan (R.A.) rivayet edildiğine göre Peygamber'imiz (S.A.S.) şöyle buyuruyor:

— Beş vakit namaz, birinizin evin önünden akan suyu çok bir nehir gibidir, her gün beş kere bu nehre girip yıkanırsa üzerinde kir namına bir şey kalabilir mi?»

Peygamber'imiz (S.A.S.) demek istiyor ki, büyükleri dışında bütün günahları, geride hiç bir şey bırakmamak üzere, beş vakit namaz giderir. Elbette ki bu durum, huşu içinde ve kalb huzuru ile kılınan namaz için söz konusudur, böyle olmayan namaz da zaten sahibine reddedilir.

Peygamber'imiz (S.A.S.) buyuruyor ki:

— Dünyanın her şeyi ile ilgisini keserek iki rek'at namaz kılan kimsenin geçmiş »bütün günahları affedilir»

Yine Peygamber'imiz (S.A.S.) şöyle buyuruyor:

— Namaz kılmak, hacca gitmek, Beytüllah'ı tavaf etmek ve diğer usulü belirlenen ibadetler,Allah'ı hatırda tutmayı sağlamak için emredilmiştir.

Hatırlanan hakkında —ki asıl amaç ve hedef o'dur— kalbinde saygı ve ürperme bulunmayınca böyle bir hatırlamanın (zikrin) ne kıymeti vardır?»

Yine Peygamber'imiz (S.A.S.) buyuruyor ki:

— Kötü ve çirkin davranışlardan sahibine alıkoyamayan namaz ku-lun Allah'dan daha çok uzaklaşmasına sebep olur,»

Bekir İbni Abdullah der ki, «ey insanoğlu! Allah'ın huzuruna izinsiz girip kendisi ile tercümansız konuşmak istersen bunu yapabilirsin.» Kendisine «bu nasıl olabilir» diye sorarlar. Bekr İbni Abdullah şöyle cevap verir, «iyicene bir abdest alırsın, ve namaz yerine gidersin. İşte o anda Allah'ın huzuruna izinsiz girmiş, tercümansız O'nunla konuşmuş olursun.»

Hz. Ayşe (R. Anha) diyor ki, «Rasulüllah ile karşılıklı konuşurduk O bize bir şey der, biz de O'na karşılığında bir şey söylerdik. Fakat namaz vakti girince Allah'ın azameti ile öylesine meşgul olurdu ki, sanki ne O bizi tanır ve ne de biz O'nu tanır olurduk.»

Peygamber'imiz (S.A.S.) buyuruyor ki:

— Allah, kulun kalbi ile bedenini birlikte hazırlayarak kılmadığı namazin tarafına bakmaz.»

Allah'ın dostu Hz. İbrahim (A.S.) namaza durduğu zaman iki mil uzaktan kalbinin atışı duyulurdu.

Said ül-Tenuhî (rehimehullahu) namaz kılarken yanağından sakalına süzülen göz yaşlan dinmezdi.

Peygamber'imiz (S.A.S.) adamın birini namazda sakalı ile oynarken gördü ve «eğer bu adamın kalbi Allah korkusu taşısa azaları da taşırdı» diye buyurdu.

Anlatıldığına göre Hz. Ali (kerremellahu vechehu) namaz vakti girince titremeye başlar, rengi atardı. »Ne oluyor sana, ya emirülmüminin» dediklerinde «göklere yere ve dağlara arzedilince ürkerek yüklenmekten çekindikleri halde benim üzerime aldığım emânetin vakti geldi» diye cevap verirdi.

Rivayete göre Ali İbni Hüseyin (rehimehullahu) abdest alırken rengi sararırdı, yakınları ona «abdest alırken sana niye böyle oluyor» sorarlar, O da şu cevabı verirdi, «kimin karşısına dikilmek istediğimi biliyor musunuz?»

Rivayete göre Hatem ül.Asam'a (R.A.) namazı nasıl kıldığı hakkında soru soruldu, o da Şöyle cevap verdi: «Namaz vakti girince güzelcene abdest alır, namaz kılacağım yere varırım. azalarım verine otursun diye önce bir müddet otururum. Sonra kalkar. kaşlarımın arasında Kabe. ayaklarımın altında Sırat köpsüsü, sağımda cennet, solumda cehennem, arkamda ölüm meleği olan Azrail varmış gibi farzederek ve kılacağım son namazmış gibi kabul ederek korku ve ümid arası bir ruh hali içinde usulüne uygun bir tekbir alarak namaza dururum.

Düzenli bir şekilde «Fatiha» ve «zammı sure » okurum, tevazu içinde ruküa vararak huşu icinde secdeye kapanırım. Sonra sol ayağımın dışını yere, sağ ayağımı baş parmak üzere dikerek bağdaş kurar, otururum,

bu yaptıklarıma ihlas halini katarım. Sonunda «kıldığım namaz acaba kabul oldu mu, yoksa olmadı mı» bilemem.

İbni Abbas (R. Anhuma) der ki, «tefekkür hali içinde kılınan ne uzun ne kısa (orta) iki rek'atlık namaz, başıboş bir kalb ile kılınan bir gecelik namazdan daha hayırlıdır.»

Peygamberimiz (S.A.S.) buyuruyor ki:

— Ahir zamanda ümmetimden öyleleri gelecek ki, camilere varacak, halka kurup oturacaklar. Dillerinden dünya ve dünya sevgisi düşmeyecektir. Öyleleri ile oturup kalkmayın, Allahın onlara hiç bir haceti yoktur.»

Hasan El Basri'den (R.A.) rivayet edildiğine göre:

«Peygamberimiz (S.A.S.) bir gün «size insanlar arasında en çirkin hırsız kimdir, haber vereyim mi» diye buyurdu.

Orada bulunanlar «kimdir ya Resulullah» diye sordular.

Peygamber'imiz

«Namazından çalandır» diye cevap verdi. Oradakiler «namazından çalması nasıl olur» diye sordular. Peygamber'imiz «namazın ruküunu ve secdesini eksik - eksik yaparak» cevabını verdi.

Peygamber'imiz (S.A.S.) buyuruyor ki:

— Kıyamet günü kul, ilk önce namazdan hesaba çekilecektir. Namazdan yana bir eksiği çıkmadığı takdirde hesaplaşması kolay geçer.Fakat eğer namazdan yana bir eksiği çıkarsa ulu Allah meleklerine «bu kulumun nafile ibadetleri varsa ondan borca kalmış farzları yerine koyun» diye buyurur.»

Peygamber'imiz (S.A.S.) buyuruyor ki:

—Bir kula verilebilecek en hayırlı hediye iki rek'at namaz kılsın diye kendisine izin vermektir.»

Namaza duracağı zaman Hz. Ömer'in (R.A.) böğürleri titrer ve dişleri takırdardı. Bu halin sebebi kendisine sorulunca «emaneti yerine getirmenin ve farz borcunu ödemenin vakti geldi, bilmem ki, onu nasıl yerine getireceğim?»

Anlatıldığına göre Half İbni Eyyüb (R.A.) bir gün namazda iken bir yerinden arı sokar. Sokulan yer kanar, fakat Half hiç bir şey duymaz.

Bu sırada İbni Said çıkagelir, Half'e üzerinden kan geldiğini bildirir de o da elbisesini yıkar. Ona sorarlar, «nasıl oluyor, arı seni sokuyor, vücudunu kanatıyor da sen hiç bir şey duymuyorsun?»

O da şu cevabı verir, «Melik ül-Cebbar olan Allah'ın huzurunda duran, başından Azrail dikilen, solunda cehennem ve ayaklarının altında Sırat köprüsü bulunan kimse böyle bir şeyi nasıl duyabilir?»

Amr İbni Zerrin (rehimehullahu) eli kanser olmuş, kendisi ibadet ve takvada hayli yüksek dereceye varmış bir zat idi, doktorlar «elini mutlaka kesmemiz gerekiyor» dediler. O da «öyle ise kesin» dedi. Doktorlar «seni ipler ile bağlamadan kesemeyiz» dediler.

Bunun üzerine «beni bağlamanızı istemiyorum, namaza durduğum zaman kesiniz» dedi. Nitekim namaza durunca elini kestiler, o ise hiç bir şey duymadı bile.
KAYNAK
(45) Kur'an-ı Kerim/Mu'm'nun Sûresi, 1
(46) Kur'an-ı Kerim/Araf Sûresi, 205.

BİLGİ
ONDÖRDÜNCÜ BÖLÜM BITTI

 

TÜRKOĞLU

Aktif Üyemiz
Cevap: Kalplerin Keşfi / ŞEYTANIN DÜŞMANLIĞI - Gazâli

Her müminin, âlimleri ve salihieri sevmesi, onlar ile düşüp kalkmayı huy edinmesi,gereken bilgileri onlara sorup edinmesi, nasihatlerini tutması, çirkin davranışlardan kaçınması ve şeytanı düşman bilmesi gerekir.

Nitekim ulu Allah (C.C.) şöyle buyuruyor:

mk-015-1.jpg


— Şeytan size düşmandır, siz de onu düşman tutun» (52).

Yani Allah'ın emrine uyarak şeytana karşı çıkın, yoksa Allah'ın emirlerine karşı gelerek ona uymayın. Bütün tutumlarınızda, davranışlarınızda ve inançlarınızda samimiyetle ondan sakının.

Yaptığınız her işte şuurlu olun. Çünkü onun içinize riya sokması çirkin davranışları gözünüzde süslemesi her zaman mümkündür. Ona karşı koyarken Allah'dan yardım dileyin.

Abdullah îbni Mes'ud (R.A.) der ki. «bir gün Peygamber'imiz bize bir çizgi çizdi ve «işte bu, Allah'ın yoludur» dedi. Sonra onun sağından ve solundan birkaç çizgi daha çizdi ve şöyle dedi, «bunların her biri de birer yanyoldur, her birinin üzerinde bu yan yollara sapmaya çağıran birer şeytan vardır.» Arkasından bize şu âyet-i kerimeyi okudu:

mk-015-2.jpg


«Hiç şüphesiz, bu benim dosdoğru yolumdur, hep birlikte bunu takip ediniz. Yan yollara sapmayınız ki, O'nun dosdoğru yolundan sizi ayırmasınlar. Allah bunları size, kötülükten sakınasınız diye emretmektedir (53).

Âyeti okuduktan sonra, Peygamber'imiz (S.A.S.) bize şeytanın yollarının çokluğu hakkında açıklama yaptı.

Peygamber'imizden naklen bildirildiğine göre şöyle buyurmuştur. Beni İsrail zamanında bir rahip vardı şeytan bir genç kıza kasdederek onu bogor sonra da ailesine kızlarını rahibin tedavi edebileceğine inandırır, ailesi de kızı rahibe götürür.

Rahip önce kızı tedavi etmeye yanaşmaz, fakat ailesinin ısrarlarına dayanamayarak kabul eder. Tedavi için kız rahibin yanında bulunduğu sırada şeytan hemen rahibe koşar, onu kızın ırzına geçmeye teşvik eder» rahip bir müddet direnirse de sonunda şeytana yenilir ve hastasının ırzına geçer, genç kız gebe kalır.

Bunun üzerine şeytan rahibe yeniden sokularak der ki, «kızın ailesi yakında gelir, durumu öğrenirler ise rezil olursun. En iyisi onu öldür, ailesi sorarlarsa «kızınız öldü» dersin. Rahip şeytanın teklifini kabul eder, genç kızı öldürerek gizlice gömer.

Bu sırada şeytan yine boş durmaz. Hemen genç kızın ailesine koşar, «rahip kızınızı önce gebe bıraktı, sonra da öldürüp gizlice gömdü» diye olup biteni anlatıp kalplerine vesvese eder.

Bunun üzerine kızın yakınları rahibe koşarlar, «kız nerede» diye sorarlar, rahip şeytanın öğrettiği cevabı verir, «öldü» der. (Durumu gelmeden önce şeytandan öğrenen kız yakınları) rahibi yakalayıp götürürler, kızlarına karşılık onu öldürmeye karar verirler.

Bu sırada şeytan hemen rahibe koşar, «kızı boğulmasına ben sebep oldum, onu sana getirmelerini tavsiye eden de benim. Şimdi de benim dediklerimi yaparsan seni onların ellerinden kurtarırım» der.

«Can korkusuna düşen rahip», «ne yapmamı istiyorsun» diye sorar. Şeytan, «bana iki kere secde edeceksin» der Çaresiz rahip şeytanın teklifini kabul ederek ona üstüste iki secde yapar, her şeyi istediği gibi sonuçlandıran şeytan ikinci secdeden başını kaldıran rahibe son sözlerini söyler, «seninle artık hiç bir ilgim yok» der ve kaybolur.

Ulu Allah (C.C.) bu hıssa hakkında şöyle buyuruyor:

— Yahudileri savaşa kışkırtan münafıkların sözleri, tıpkı şeytanın tutumu gibidir. Hani şeytan insana önce «küfret» dermiş de insan küfredince ben senden uzağım. Çünkü ben âlemlerin Rabb'inden korkarım» demişti.» (54).

Rivayete göre İblis bir gün İmam-ı Şâfi''ye (rehimehullahu) sorar, «ey İmam! Beni dilediği gibi yaratan ve dilediği yolda kullanan sonra da dilerse cennete koyacak ve dilerse cehenneme gönderecek olan Allah hakkında ne düşünüyorsun, tutumunda adil midir, yoksa zalim mi?»

Şafiî onun bu sözüne düşünür sonra şöyle cevap verir «behey herif! Eğer seni senin arzuna uyarak yarattı ise sana zulmetmiştir, yok eğer kendi muradına binaen seni varetti ise O, yaptığından mes'ul değildir.»

Şeytan aldığı cevabın karşısında öyle perişan oldu ki, nerede ise yerin dibine geçeyazdı. Fakat çok geçmeden kendisini toparlayarak Şafiiye dedi ki, «ey İmam! Ben bu soru ile yetmiş bin abidin zihnini bulandırarak onları kulluk divanından çıkardım.»

Bilesin ki, kalb bir kale gibidir, şeytan da oraya girip onu ele geçir-mek, onu fethetmek isteyen bir düşman. Kaleyi düşmana karşı savunmak için onun kapılarından giriş yerlerinde ve gediklerinde nöbetçi bulundurmak gerekir. Bu nöbetçilik ve muhafızlık görevini kaleyi iyice tanımayanlar başaramaz.

Kalbi şeytanın vesveselerine karşı korumak, gereklidir, bu görev, her mükellefin omuzlarına yüklenmiş bir «farz-ı ayn»dir. Gerekli olan bir neticeye kendisi olmaksızın ulaşılmayan vasıta da gereklidir.

Şeytanın sızma yollarını bilmeksizin kalbi ona karşı savunmakta başarıya ulaşılamaz. Demek ki, onun sızma yollarını bilmek farz oluyor Şeytanın kaleye benzettiğimiz kalbe girmek için kullanacağı yollar ve sızma yerleri kulun bir takım sıfatlarıdır. Bunlar çoktur. Bazıları şunlardır:

1 — Öfke ve azgın istek.

Öfke, aklı ürkütüp kaçıran bir canavardır, akıl zayıflayınca şeytanın ordusu hücuma geçer. insan öfkelendikçe, çocuğun topla oynadığı gibi şeytan onunla oynar.

mk-015-3.jpg


Anlatıldığına göre Allah'ın velilerinden biri İblise «ademoğlunun nasıl yendiğini bana söyle» der. Şeytan da «öfke ve azgın arzuları kabardığı zaman onu ele alırım» diye cevab verir.

2 — Kıskançlık ve ihtiras.

İnsan bir şeye karşı ihtiras bağlayınca ihtirası, gözünü kör ve kulağını sağır eder. Böyle olunca da şeytana aradığı fırsat verilmiş olur. Aslında kötü ve çirkin de olsa, arzusuna vardıran her vasıta,muhterisin gözüne güzel gelir.

Rivayete göre Hz. Nuh (A.S.) Allah'ın emrine uyarak her canlı türünden birer çift alarak gemiye bindiği zaman tanımadığı bir ihtiyarın geminin bir köşesine sindiğini görür, ona «gemiye niye girdin» diye sorar. İhtiyar «adamlarının kalblerine sızmak için girdim, öylece kalbleri benim elimde kalırken senin yanında sadece vücudları kalacak» diye cevap verir.

Bu cevap üzerine ihtiyarın kimliğini teşhiste gecikmeyen Hz. Nuh, «defol buradan,, ey Allah'ın düşmanı, sen mel'un şeytandan başkası değilsin» diye onu kovmak ister.

Bu sırada İblis, Hz. Nuh'a «ben insanları beş şey vasıtası ile helâke sürüklerim, şimdi üçünü sana anlatacağım. Fakat geri kalan ikisini söylemem» der.

O anda ulu Allah Hz. Nuh'a «sana ikisini söylesin, geriye kalan üç tanesi mühim değil» diye vahiy gönderir. Bunun üzerine Hz. Nuh şeytana «ikisini söyle yeter» der. Şeytan Hz. Nuh'a şu karşılığı verir, «o ikisi öyle vasıtalardır ki, beni hiç yalancı çıkarmamışlardır, hiç bir zaman beni hedefimden geri bırakmamışlardır, insanları bunlar sayesinde mahvederim. Bunlar ihtiras ve kıskançlıktır. Kıskançlık yüzünden ben kendim lânetlenerek kovuldum. İhtirasa gelince, bir ağacın meyvası dışında cennetteki her şey Adem'e mubah kılınmıştı, ihtirasını alevlendirerek onu yasak ağacın meyvasından yemeye iknâ ettim.»

3 — Oburluktur.

İsterse yenen yemek sırf helâl olsun. Çünkü oburluk nefsin aşırı isteklerini güçlendirir, aşırı arzular da şeytanın silahlarıdır.

Rivayete göre bir gün İblis Hz. Yahya'ya (A.S.) görünür, elinde çe-şitli maddelerden yapılmış bir yular tomarı vardır. Hz. Yahya «bu yularlar nedir» diye sorar. Şeytan «bunlar insanları yakalamaya yarayan çeşit çeşit arzulardır» diye cevap verir.

Hz. Yahya şeytana «içlerinde bana ait olanı var mı» diye sorar Şeytan der ki, «galiba bir keresinde karnını tıka-basa doyurmuştun da seni böylelikle namazdan ve zikirden alakoymuştuk» Hz. Yahya «başka bir şey var mı» diye sorar. Şeytan «hayır» der.

Bunun üzerine Hz. Yahya «bir daha karnımı tıka-basa» doldurma-mak, bundan sonra boynumun borcu olsun» der.

Şeytan da Hz. Yahya'ya «andolsun ki, bundan sonra bende hiç bir müslümana nasihat etmeyeceğim» diye k arşılık verir.

4 — Bu huylardan biri de elbise, ev mobilyada süs düşkünlüğüdür.

Şeytan insanın kalbinde süse düşkünlük olduğunu görünce, bu yoldan tohum atar ve tohumların yumurtlamasını sağlar. Şeytan böyle şeylere karşı zaafı olan kimseyi durmadan yeni evler yapmaya, yapıların duvar ve tavanlarını türlü türlü geleneklere göre süslemeye ve odaların genişletmeye çağırır, çeşit çeşit kıyafetler ve binek hayvanları ile bezenmeye davet eder ve insanı ömrü boyunca bu çeşit arzuların esiri halinde tutar.

Zaten bu yolda şeytan insanı bir kere kandırdıktan sonra ikinci bir sefer onu ele alması gerekmez, çünkü bu zaafların biri diğerini çeker, kulun ömrü doluncaya kadar bu yolda yürür, nihayet günün birinde şeytanın yolunda ve doyumsuz arzuların emrinde iken ölüverir.

Böyle kimselerin akibetinin kötü olmasından korkulur. Allah hepimizi korusun!

5 — Bu huylardan biri insanlara umut bağlamaktır.

Sefvan îbni Selim (R.A.) der ki, «bir gün Abdullah İbni Hanzele'ye İblis görünür ve der ki, «ya İbni Hanzele! Sana bir şey öğretmek istiyorum» İbni Hanzele «ihtiyacım yok» diye karşılık verir.

Şeytan ona «bir dinle de bak, eğer yararlı ise kabul eder, değilse reddedersin» Ey İbni Hanzele, Allah'dan başka hiç kimseden kesin ürnid bağlayarak bir şey isteme. Kızınca ne hale düştüğünü gör, çünkü öfkelendiğin zaman seni kolayca ele geçiririm.»

6.— Bu huylardan biri acelecilik ve sebatsızlıktır.

Peygamber'imiz (S.A.S.) buyuruyor ki: — Acelecilik şeytandan ağır davranmak ise Allah'dandır.» Çünkü insan aceleye kapılınca, şeytan ona, hiç ummadığı taraftan kötülüğünü benimsetir.

Rivayete göre Hz. İsa (A.S.) doğduğu zaman, yandaşları derhal ibli-se koşup derler ki, «yeryüzünde bütün putların başı eğildi» Şeytan onlara «olan oldu, siz yerinizde kalın» diyerek hemen uçuşa geçer. Yeryüzünün altını üstüne getirir, putların boyun eğmesine sebep olan olayı öğ-renemez.

Sonunda Hz. İsa'nın (A.S.) doğduğunu tesbit eder, çevresini bütün meleklerin kuşattığını görür. Bunun üzerine hemen yandaşlarının yanına döner ve onlara şöyle der, «dün gece dünyaya bir peygamber geldi, bu çocuk hariç, hiç bir gebelik ve doğum hadisesi olmamıştır ki, ben yanında bulunmayayım. Bu geceden sonra artık putlara tapılmaz, bundan ümidi-nizi kesin. Bundan sonra ademoğullarına acelecilik ve densizlik yolu ile sokulmaya bakın.»

7 — Bu huylardan biri para ve mal düşkünlüğüdür.

Yiyecek - içecek ile diğer zarurî ihtiyaçların ötesinde kalan bütün varlık, hayvanat ve akabat şeytanın konağıdır.

Sabit ül-Bünananî (R.A.) der ki, «Peygamber'imize (S.A.S.) peygamberlik görevi verildiği zaman İblis şeytanlarına şunu söyledi, «bir şey oldu, ama nedir bilmiyorum, gidin iyice öğrenin.»

İblis'in adamları her tarafı araştırdılar, fakat ne olduğunu öğrenemeyerek geri döndüler, «bir şey öğrenemedik» dediler. Bunun üzerine İblis «ben size şimdi haber getiririm» diyerek kayboldu.

Bir müddet sonra çıkageldi ve adamlarına «Allah, Hz, Muhammed'i peygamber olarak görevlendirmiştir» dedi.

Bundan sonra İblis adamlarını Peygamber'imizin sahabilerine (Allah onlardan razı olsun) göndermeye başladı, fakat hepsi her seferinde eli boş ve hayal kırıklığı içinde dönüyorlardı, dönüşte sözleri şunlar oluyordu, «hayatımızda bir gün böyle adamlarla karşılaşmadık, tam yanlarına sokuluyoruz, namaza kalkıyorlar, böylece bütün gayretlerimiz boşa çıkıyor.»

Bu sözleri dinleyen İblis adamlarına şöyle dedi. «onları bir müddet kendi hallerine bırakın, Allah'ın izni ile yakında bütün dünyayı fethedeceklerdir, o zaman biz de onlardan istediklerimizi sızdırırız.»

Rivayete göre Hz. İsa (A.S.) bir gün bir taş parçasını yastık edinerek yere yaslanıp bu sırada yanına gelen şeytan,ona «ya İsa! Galiba dünyadan hoşlanıyorsun» der.

Bunun üzerine Hz. İsa (A.S.) taşı başının altından kaldırıp atar ve şeytana «dünya ile birlikte bu da senin olsun» der.

8 — Bu huylardan biri de cimrilik ve yoksul düşme korkusudur.

insanı fakirlere yardım etmekten, sadaka vermekten alakoyan, biriktirme ve varlık yığma hırsını kışkırtarak neticede acı azaba sürükleyen bu huydur. Pintiliğin afetlerinden biri mal biriktirmek için çarşı -pazar dolaşmaktır. Zaten böyle yerler şeytanların cirit attıkları yerlerdir.

9 — Bu huylardan biri taassub.

Kendi görüşlerine körü - körüne bağlanmak, karşı taraftakilere kin beslemek onlara küçümseyen bakışlarla bakmaktır»

Bu tutum, cemiyetin hem iyilerini ve hem de kötülerini birlikte helâke sürükler.

Hasan ül-Basrî der ki, duyduğumuza göre İblis şöyle demiş «Muhammed'in ümmetini ayartarak bazı günahlara soktum, fakat Allah'dan af dileyip kusurlarını bağışlatarak belimi kırdılar. Fakat ben onlara öyle günahlar işletiyorum ki, onlar için Allah'dan af dilemezler. Bunlar boş arzu ve heveslere kapılarak burunlarının doğrusuna gitmeye dayanır.»

Şeytan doğru söylüyor. Böyleleri, saplantıları yüzünden günahlara sürüklendiklerini bilmezler ki tevbe etsinler.

10— Bunlardan biri Müslümanlara su-i zânda bulunmaktır.

Bundan hatta kötüleri itham etmekten bile kaçınmak gerekir. Herkesin kusurunu okuyarak, onun-bunun hakkında kötü düşünceleri ileri süren kimse gördün mü, bilesin ki, onun, içi pistir ve kendi iç pisliği, dışına sızmaktadır.

Şu halde insan şeytanın içeri girmesini önlemek için kalbinin bu kapılarını kapatmalı. Bunlara karşılık Allah'ı zikretmesine yardımcı olmalıdır.

İbni İshak (rehimehullahu) şöyle der: Kureyş kâfirleri sahabîlerin Mekke'den Medine'ye hicret ettiğini görünce ve Peygamber'imizin (S.A.S.) yeni taraftarlar kazandığını duyunca O'nun gücünden korkmaya başladılar, çünkü O'nun kendileri ile savaşmak üzere ordu topladığını anlamışlardı.

Bunun üzerine her zamanki toplantı yerleri olan Kuzey İbni Kılâb'ın evi olan (Dar'ül Nedve'de), durumu görüşmek için biraraya geldiler. Kabile-nin bütün kararlan bu evde yapılan toplantılarda alındığı için ona bu isim verilmiştir. Kureyş herşeye mutlaka burada karar verirdi. Bu toplantılara kırk yaşını doldurmamış Kureyş'li olmayanlar alınmazdı.Kureyşliler de bu şart aranmazdı.ebü Cehil'in başkanlığında bir cumartesi günü toplanmışlardı. Bundan dolayıdır ki; cumartesi günü Mekir ve Hiyie günüdür» buyurulmuştur Necd'li bir ihtiyar kılığına girmiş olan İblis aralarında bu-lunuyordu İblis'in aralarına girmesi şöyle oldu. İpek bir cübbe veya tay-lasan giyerek alımlı bir ihtiyar kılığında kapıda belirmişti.

Münafıklar bu «ihtiyar kimdir» diye sordular. İblis cevap verdi, «Necd li bir adam, ne için toplandığınızı duydum da söyleyeceklerinizi dinleme-ye geldi, bazı noktalarda size fikir verme ve nasihatlerde bulunma ihti-mali de vardır.» Bunun üzerine ona «içeri gir» dediler, o da girdi ve ko-nuşmalara katıldı.

Peygamber'imize (S.A.S.) ne yapılması gerektiği konusunda tartışıyorlardı, yüz kişi idiler, bir rivayete göre ise onbeş kişi idiler. İleri gelen-lerinden biri olan Ebul Buhteri —ki kâfir olarak Bedr savaşında öldü-şu görüşü ileri sürdü, «O'nu zincire vurup hapsedin, kapıyı üzerine kit-leyin ve bundan sonra O'ndan evvel gelip geçmiş şair ve büyücülerin başına gelen akıbetin O'nun da başına gelmesini bekleyin (yani zin-danda ölmesini bekleyin).»

Necd'li ihtiyar (yani aslında şeytan) bu fikre karşı çıkarak der ki, «bu fikir isabetli değildir, Allah'a yemin ederim ki, eğer siz O'nu zin-cire vurup hapsedecek olsanız, daha üzerine kapıyı kapatır-kapatmaz başına gelenleri adamları duyacak, hemen baskın düzenleyip O'nu eli-nizden alacaklar, sonra da karşınızda hindi gibi kabararak mukaveme-tinizi kıracaklardır, o yüzden bu fikir isabetli değildir, başka bir çare dü-şünün.

İleri gelenlerden bir diğeri olan Ebul Esved Rabia Bin Amrül Amiri şu görüşü ileri sürer, «O'nu aramızdan çıkarır, beldemizden sürelim ne-reye isterse gitsin, hiç ilgilenmeyelim.»

Necd'li (Allah'ın lâneti üzerine olsun) bu görüşe de derhal karşı çıkar ve der ki, «Vallahi bu da çıkar yol değildir. Ne güzel konuştuğunu, ne kadar çekici bir mantığa sahip olduğunu ve ileri sürdüğü yeni gö-rüşler ile herkesin kalbini ne biçim büyülediğini görmüyor musunuz?

Eğer O'nu buradan kovacak olursanız, bir arap kabilesine varıp araya yerleşebilir, onları tatlı dili ile kandırarak size karşı kışkırtabilin Sonra da toplayacağı bir ordu ile üzerinize yürüyerek elinizden iktidarı alabilir ve size istediğini yapabilir

O'nun hakkında başka bir çare düşünmelisiniz.»

Bunun üzerine meşhur Ebul Cehl söz alarak der ki, «vallahi, O'nun hakkında benim bir fikrim var, ama sizin sözleriniz buna uzak kalıyor. Ba-na kalırsa her kabileden gözü pek, atılgan, becerikli birer delikanlı seçe-ceksiniz, ellerine birer keskin kılıç vereceksiniz, üzerine çullanacaklar, hepsi bir adam vuruyormuş gibi, ayni anda kılıçlarını çekip üzerine in-direcekler ve nefes almaya fırsat vermeden canını alacaklar, böylece O'ndan kurtulmuş oluruz.

Bütün kabileler suç ortağı olacağı için O'nun kabilesi olan Abdül Menaf kabilesi, diğerlerinin tümüne karşı O'nun kan davasını gütmeye cesaret edemezler, hep birlikte diyetini veririz, olur-biter.»

Necd'li ihtiyar. (Allah'ın lâneti üzerine olsun) Ebul Cehl'in sözü bi-tince der ki, «görüş budur, başka çare göremiyorum

Böylece o toplantıda Peygamber'imizi (S.A.S.) öldürmeye karar ve-rerek dağıldılar.Fakat bu sırada Cebrail (A.S.) Peygamber'imize (S.A.S.) gelerek «bu gece her zamanki yatağında yatman diye talimat verir.

Gece olunca Kureyş kâfirlerinin seçkin silâhşörleri Peygamber'imi-zin evi önünde pusu kurdular, uyumasını gözetliyorlardı, uyuyunca üze-rine çullanacaklardı.

Öte yandan Peygamber'imiz (S.A.S.) Hz. Ali'yi (keremellahu vec-hehu) o gece yatağında yatmakla görevlendirdi, Hz. Ali bu hadiseden sonra Peygamber'imizin cuma ve bayramlarda giyindiği yeşil bir paltoyu üstüne çekerek yatağa uzandı. Böylelikle Hz. Ali (kerremellahu vechehu» kendini Allah'a adayarak Peygamber'imizin hayatını kurtaran ilk müslüman oldu. Bu konuda bizzat Hz. Ali'nin söylediği bir şiir şöyledir:

Kendini ileri sürerek toprağa ayak basanların en hayırlısını korudum
Beytül Atık'a ve Hacerul Esved'i tavaf edeni.
O Allah'ın Resul'üdür, O'na tuzak kurmalarından çekinmişti.
Kudret eli her yere uzanan ulu Allah O'nu tuzaktan korudu.
Allah'ın Resul'ü, mağarada güven içinde geceyi geçirdi.
Allah'ın örtü ve himayesi altında saklanarak
Ben ise onları ve bana yapabileceklerini bekleyerek geceyi geçirdim. Kendimi ö!üme ve esarete adamıştım.

O gece Peygamber'imiz (S.A.S.) silâhşörlerin önünde evden çıktı, Allah onların gözünü kararttığı için hiç biri O'nu göremedi, Peygambe-r'imiz «Yasin» suresinin şu kısmını okuyarak onların her birinin başına daha önce avucuna almış olduğu toprağı saçmıştı. Peygamber'imizin okuduğu âyetler şunlardır. Ulu Allah buyuruyor ki:

mk-015-4.jpg


— YASİN, Hikmet dolu Kur'an hakkı için, hiç şüphesiz, san pay* gamberferden birisin, dosdoğru yol uyarınca. O kitab (Kur'an), gücü her şeye yeten, bağışlayıcı tarafından indirilmiştir, ataları ikaz edilmemiş olan bir kavmi ikaz etmek için. Onların çoğu üzerinde söz (hüküm) gerçekleşti, onlar artık iman etmezler.

Biz onların boyunlarına, çenelerine kadar dayanan tasmalar taktık, bu yüzden başlarını sağa- sola çeviremezler. Ayrıca biz onların önlerine ve arkalarına birer set çektik ve onları örttük, bundan dolayı göremezler» (55).

Böylece Peygamberimiz (S.A.S.) evden ayrılarak dilediği yere yolcu öldü.

Bu sırada silâhşörlerin yanina, daha önce aralarında bulunmayan bir yabancı geldi, onlara «burda ne bekliyorsunuz» diye sordu. Silâhşörler «Muhammedi» diye cevap verdiler. Yabancı onlara dedi ki. tAllah sizi hayal kırıklığına uğrattı. Vallahi O, sizin önünüzden geçip gitti. Giderken de her birinizin başına toprak serpti ve dilediği yolu tuttu. Başınızın üstüne bakasanız a!.»

Bunun üzerine herkes eli ile başını yokladı, tepelerine toprağın serpildiğini gördüler. Hemen pusudan çıkarak Peygamberimiz (S.A.S.)'ın odasına girdiler, ve Hz. Ali'yi (kerremellahu vechehu) Peygamberimizin paltosuna bürünmüş yatakta buldular, «vallahi, bu Muhammed'dir, işte, paltosuna bürünmüş, uyuyor» dediler. ,

Bu düşünce ile sabahladılar, fakat yataktan Hz. Ali (keremellahu vechehu) kalktı. O zaman «bizimle geceleyin konuşan yabancı doğru söylemiş» dediler. Kur'an-ı kerimin şu âyeti bu konuda indi. Ulu Allah şöyle buyuruyor:

mk-015-5.jpg


Hani bir keresinde o kâfirler, ya öldürmek veya sürmek üzere seni tutuklamak için tuzak kurmuşlardı. Onlar tuzak kurarlar, ama Allah onların tuzağını boşa çıkarır. Hiç şüphesiz Allah tuzaklarını en hayırlı şekilde boşa çıkarandır» (56).

Bu konuda bir şair şöyle der: Canını sıkma! Zorluğun arkası kolaylıktır. Her şeyin bir vakti ve takdiri vardı.

Takdir sahibi, bizim halimizi şüphesiz görüyor Bizim tedbirimizin üstünde Allah'ın tedbiri vardır.

Bu olayın arkasından ulu Allah Peygamber'imizin Mekke'den Medi-ne'ye göç etmesine izin verdi. İbni Abbas (R.A.) «ey Rabb'im! Bana doğ-ru şekilde girip doğru şekilde çıkmak nasib eyle, bana kendi nezdin-den yardıma bir kılavuz ihsan eyle» âyet-i kerimesinin tefsiri sırasında «Cebrail, Peygamber'imize yanına Hz. Ebu Bekr'i almasını emretti» der.

Hakim, Hz. Ali'ye dayanarak rivayet eder ki, Peygamber'imiz (S.A.S.) göçme emrini aldığı zaman Cebrail'e «yanımda kim olacak>> diye sorar, Cebrail (A.S.) de «Hz. Ebu Bekr» diye cevap verir. Öteyandan Peygam-ber'imiz çıkışını Hz. Ali'ye bildirdi, yanında bulunan emanetleri sahiple-rine teslim etmek üzere onu yerine bıraktı.

Hz. Ayşe (R. Anha) hicret olayını şöyle anlatır: Bir gün biz Ebu Bekr'in (babamın) evinde otururken kuşluk sıraları, aşağı - yukarı günün en sıcak saatlerinde Peygamber'imizin eve doğru geldiğini gördüm.

Hz. Ebu Bekr'in diğer bir kızı olan Hz. Esma (R. Anha) ise Taberanî'-nin rivayetine göre olayın bu kısmı hakkında şunları söylemektedir. «Re-sulüllah. Mekke'de iken biri sabah, öbürü akşamleyin olmak üzere günde iki defa bize gelirdi. O gün ise (hicret öncesi günü) kuşluk vakti eve gel-mekte olduğunu görerek babama dedim ki, «babacığım, şu gelen Resu-lüllah, başını sarmış, buraya doğru geliyor, oysa ki bu saatte bize gel-mek huyu değildi.»

Hz. Ebu Bekr, Esma'nın sözlerine şöyle cevap verdi» «anam-babam O'nun uğruna feda olsun, yemin ederim ki, bu saatte O'nu buraya gel-meye mutlaka mühim bir olay sevketmiştir.»

Bundan sonra olanları Hz. Ayşe şöyle anlatmaya devam ediyor, «Re-sulüllah kapıya geldi, içeri girmek için izin istedi, Hz. Ebu Bekr izin verin-ce içeri girdi. Ebu Bekr oturmakta olduğu sedirden inerek O'na yer ver-di. Oturunca Ebu Bekr'e «yanındakileri dışarı çıkar» dedi. Ebu Bekr «bun-lar senin ev halkındır yani Ayşe ile Esma'dır dedi.

Başka bir rivayette ise «yabancı yok. İki kızım var burada» diye ce-vap verdi. Bunun üzerine Peygamber'imiz (S.A.S.) söze girerek Ebu Bekr'e «göç etmeme izin verildi» dedi. Hz. Ebu Bekr «ana-babam uğruna feda olsun, benim de yanında gelmemi istiyor musun? diye sordu. Peygam-ber'imiz «evet» dedi.
Bu sırada Ebu Bekr'in ağladığını gördüm, o zamana kadar hiçbir kim-senin sevincinden ağlayacağını sanmazdım.

Hz. Ebu Bekr (R.A.) Peygamber'imize (S.AS.) «anam-babam yoluna feda olsun, şu iki binek hayvanımdan birini kendine al» dedi. Peygam-ber'imiz (S.A.S.) «eğer parası ile satmaya razı olursan alırım» diye ce-vap verdi.

— 98 —

Bir rivayette: (Dilersen kıymetini verir alırım) buyurdu, binek hayva-nın ancak para karşılığında kabul etmesi, Allah yolunda yapacağı göçün hem mal ve hem de beden ile işlenen bir ibadet haline gelerek eksiksiz bir mahiyet kazanmasını istemesinden ileri geliyordu.

Hemen yol hazırlıklarına giriştik, azık torbalarını hazırladık içine bir pişmiş koyun koyduk. Kız kardeşim Esma bel kuşağından bir parça ke-serek dağarcığın ağzını bağladı, bu yüzden adı ondan sonra «çift kuşak-lı» diye kaldı.

Böylece yola çıkan Rasûlüllah (S.A.S.) ile Ebû Bekr (R.A.) «Sevr» mağarasına vardılar, üç gün burada saklandılar. «Sevr» Mekke yakınla-rındaki bir dağın adıdır, oraya ilk defa çıkan Sevr İbni Abdü'l-Menat'ın adına izafeten bu ismi almıştır.

Diğer bir rivâyete göre Rasûlüllah ile Ebû Bekr, evin arka kapısından çıkarak yola koyuldular. Yine bir rivâyete göre yolda Ebû Cehl ile karşılaş-tılar, fakat onları onun gözlerinden Allah sakladı ve o farketmeden geçip gittiler.

Hz. Esma (R. Anha) der ki, «Hz. Bekr, beş bin dirhem olan bütün parasını yanına alarak bu yolculuğa çıkmıştır.»

Kureyş'liler Peygamber'imizi (S.A.S.) ellerinden kaçırınca, Mekke'-nin her tarafını aradılar, altını üstüne getirdiler. Her tarafa iz sürücüler çıkardılar. Mağaranın yolunu tutan iz'ciler, onların izlerini tesbit ettiler ve mağaranın ağzına kadar izlerini sürdüler.

Peygamber'imizi ellerinden kaçırmak, Kureyş'lilere ağır geldi, bu işe canları çok sıkıldı, bu yüzden O'nu yakalayana yüz deve adadılar.

Kadı İyad'dan (R.A.) rivâyet edildiğine göre Sebir Dağı Peygamberi-mize «Yâ Rasûlüllah! Benden kaç, çünki üzerimde iken öldürülmenden ve o yüzden Allah'ın lânetine uğramaktan korkuyorum» diye seslendi. Buna karşılık Hıra Dağı da «Bana gel, yâ Rasûlellah!» diye O'na seslendi.

Rivâyete göre Peygamber'imiz ile Ebû Bekr (R.A.) mağaraya girince Allah'ın emri ile mağaranın ağzında hemencecik bir «ummu gayicn» ağacı bitiverdi ve bu ağacın varlığı mağaranın yolunu kâfirlerin gözlerinden sakladı. Öte yandan ulu Allah, örümceğe mağaranın ağzını ağla örmesini emretti, bir çift yabanî güvercin de yine kapıda yuva kurdular.

Bunların hepsi müşrikleri mağaraya girmekten alakoydu. Yine rivâ-yete göre, bugün Harem-i Şerif'de görülen güvercinler o çiftin soyundan gelir. Peygamber'imize sağlamış oldukları himayenin karşılığında, nesil-lerinin artması ve Harem'de avlanma tehlikesinden uzak olarak güven içinde yaşamakla mükâfatlandırıldılar.

Kureyş kabilesinin her öbeğinden seçilen delikanlılar, elleri sopalı, baltalı ve kılıçlı olarak mağaranın kapısına dayandılar. Aralarından biri
ayrılarak mağaranın ağzına sokuldu, orda yuva yapmış bir çift güvercini görünce arkadaşlarının yanına döndü, Ona «Ne var, ne yok» dediler, o da «Kapıda iki yabanî güvercin görünce içerde hiç kimsenin bulun-madığını anladım» diye karşılık verdi. Peygamber'imiz (S.A.S.) bu ko-nuşmayı içerden duydu ve Allah'ın düşmanlarını savdığını anladı.

Buna rağmen delikanlılardan biri «içeri girin» dedi. Fakat onlardan biri olan Ümeyye İbni Half ona şu cevabı verdi, «içeri girip ne yapacak-sınız. Kapı Muhammed'in doğumundan bile daha eski bir örümcek ağı ile örülmüş, eğer O içeri girmiş olsaydı yumurtaların kırılmış ve ağın parçalanmış olması gerekirdi.»

Bu durum Kureyşlileri askeri harekâta girişmekten kesinlikle ala-koydu. Görüyor musun, ağaç, arananı nasıl saklayarak kovalayanı şa-şırttı, öte yandan örümcek geldi, mağara kapısını perdeledi,boşluğun yüzünü ağı ile örerek iz'cilerin gözünü bağladı da aramaktan caydılar. Böylelikle örümcek Peygamber'imizi (S.A.S.) koruma şerefi kazandı. İbni Nakîb'in bu husustaki şiiri ne kadar güzeldir:

«İpek böceği koza örer, her çeşit elbiseye yakışır. Fakat örümcek ondan daha üstündür, Peygamber'in başına ördüğü ağ sayesinde..,»

Buharî ile Müslim'in Hz. Enes'den rivâyet ettiğine göre şöyle demiştir: Ebû Bekr (R.A.) bana şöyle dedi, «Mağarada iken Peygamber'imize «eğer iz'cilerden biri ayaklarının ucuna baksaydı bizi görecekti» dedim, O bana «Sen bu iki kişiyi ne sanıyorsun» bunların üçüncüsü Allah'dır», diye ce-vap verdi.»

Siyer yazarlarından birine göre Hz. Ebû Bekr, Peygamber'imize «Bun-lardan biri ayak parmaklarının ucuna baksa bizi görecekti» dediği zaman Peygamber'imiz ona şöyle cevap verdi: «Onlar o taraftan bize doğru gel-selerdi,, biz de bu taraftan giderdik.»

Hz. Ebû Bekr, Peygamber'imizin gösterdiği tarafa bakınca mağara-nın açıldığını, bir denizin belirdiğini ve bir geminin karaya yanaşmış dur-duğunu gördü.

Hasan'ül - Basrî'den rivâyet edildiğine göre Peygamber'imiz ile Hz. Ebû Bekr, gece mağaraya doğru yol alırlarken Hz. Ebû Bekr, Peygam-ber'imizin bazan önünden bazan da arkasından yürüyordu. Peygamber'i-miz O'na bu davranışının sebebini sorunca Ebû Bekr (R.A.) şu cevabı ver-di, «Kılavuzluk aklıma gelince önün sıra yürüyorum, sonra gözetleme gö-revimi hatırlayınca geride kalıp arkan sıra yürüyorum.» Peygamber'imiz O'na «Başımıza bir hal gelse benim uğruma seve seve ölür müsün?» diye sordu. Ebû Bekr, «Seni, Hakkı tebliğ etmek üzere gönderene (Al-lah'a) yemin ederim ki, evet» diye cevap verdi.
Mağaraya vardıklarında Ebû Bekr, Peygamber'imize «Olduğun yer-de dur, yâ Rasûlellah, ben mağarayı senin için temizleyeyim» dedi ve öteyi-beriyi temizlemeye koyuldu. Mağaranın zeminini el yordamı ile yoklarken rastladığı her deliği paltosundan bir parça keserek tıkıyordu, böyle böyle paltosunu bitirdi, fakat son bir delik açık kaldı, onu da her hangi bir canlı çıkıp Peygamber'imizi ısırmasın diye topuğu ile tıkadı.

Bundan sonra Peygamber'imiz içeri girdi, başını Ebû Bekr'in dizine dayayarak uykuya daldı, o sırada bir canlı Ebû Bekr'in topuğunu ısırdı, fakat Peygamber'imizi uyandırmamak için kımıldamadı, acıdan gözleri yaşarınca damlalardan biri Peygamber'imizin yüzüne aktı ve O'nu uyan-dırdı. Peygamber'imiz Ebû Bekr'e «Ne oluyor sana» diye sordu, «Anam -babam yoluna feda olsun, ısırıldım» diye cevap verdi. Peygamber'imiz so-kulan yere tükürük bastı ve acısı dindi. Meşhur İslâm Şâiri Hassan İbni Sâbit (R.A.) bu mevzûda ne güzel söyler:

«O şerefli, mağaradaki iki kişinin ikincisi idi,
O ikisi dağa çıkınca, düşman oranın her tarafını aradı.
Düşmanlar bütün canlılardan öğrendiler ki;
Peygamber'imize karşı duyulan sevginin dengi yoktur.»

Peygamber'imiz Mekke'den perşembe günü yola çıkmıştı, mağaradan da Pazartesi gecesi ayrılmış olmalıydı, çünki orada üç gece kaldı. Bu olay Rebiülevvel ayının başlarında meydana geldi, Rebiülevvel ayının onikinci Cum'a günü ise Medine'ye vardı.

Anlatıldığına göre adı Zekeriyya olan bir Zâhid şiddetli bir hasta-lığa yakalanır, ölmek üzeredir, son demlerinde bir arkadaşı başına gelir ve ona «Lâilâhe illellah, Muhammed'ür - Rasûlüllah» demeyi telkîn eder, fakat zâhid bu telkînı yüzünü ekşiterek reddeder.

Arkadaşı ikinci sefer telkîn eder, zâhid yine yüzünü çevirir, arkada-şının üçüncü telkînini ise «hayır, söylemiyorum» diye sözlü olarak red-deder. Arkasından bayılır, başı arkadaşının dizleri üzerine düşer, bir müd-det böyle kalır, arkasından biraz açılır ve gözlerini açınca «bana bir şey dediniz mi?» diye sorar, ona «evet, sana üç kere Kelime-i Şehâdet ge-tirmeni telkîn ettik. İki keresinde yüzünü döndün, üçüncüsünde de, «söy-lemiyorum» diye cevap verdin» derler
Zâhid onlara durumu şöyle açıklar, «Bana İblis geldi, elinde bir bar-dak su vardı, sağımda durdu, bardağı sallayarak «su ister misin?» dedi, «tabiî» dedim. Bunun üzerine «İsa Allah'ın oğludur» dedi, o yüzden yü-zümü öbür tarafa çevirdim.

Sonra ayak uçlarımdan yana bana sokuldu, ayni sözü söyledi, ona yine yüzümü döndüm. Üçüncü defa bana ayni cümleyi tekrar ettirmek is-teyince «hayır, söylemiyorum» diye cevap verdim. İşte o zaman su dolu bardağı hırsından yere çaldı ve ortalıktan kayboldu.

İşte ben şeytanı reddettim, yoksa sizin telkîninizi değil, şimdi söy-lüyorum: «Eşhedü ellâilâhe illellâh ve eşhedü enne Muhammeden abdühu ve rasûlühü.»
. Rivâyete göre Ömer - Bin Abdülâziz (R.A.) der ki, «Sâlihlerden biri. şeytanın insanoğlunun kalbinin neresinde olduğunu kendisine göster-mesini Allâh'dan ister.Bunun üzerine rüyada içi dışından görünen yarı şeffaf bir insan vücudu görür, adamın başı omuz ile kulağı arasındaki boşlukta ve sol omuzu üzerinde kurbağa şekline girmiş olarak şeytanı görür, uzun ince bir hortumu vardır, onu adamın omuzundan kalbine uzat-mıştır, bu yoldan oraya vesvese akıtmaktadır. Fakat, adam Allah'ın adını andığı zaman kurbağa kılığına girmiş olan şeytan görünmez oluyor.» . Allah'ım! Lânetlik şeytanı ve kıskançların dilini üzerimize musallat eyleme, Peygamberlerinin sonuncusu olan Hz. Muhammed (SAV.) hür-metine sana zikir ve şükürde bulunmamıza yardım buyur.
NOT
— 102 —
ONALTINCI BÖLÜM BITTI

KAYNAK
(52) Kur-an-ı Kerim/ En'am Sûre-i Celilesi. 153.
(53) Kur'an-ı Kerim/En'am Sûresi, 53
(54) Kur'an-ı Kerim/Haşr Sûresî. 16
(55) Kur'an-ı Kerim/Yasin Sûresi, 1-9
(56) Kur'an-ı Kerim/Enfal Sûresi. 30

 
Üst Alt