İstiklal Muhakemeleri

BULUT

Aktif Üyemiz
Yönetici
“Istiklal Mahkemelerinin 3 celladı; Kılıç Ali Kel Ali (Çetinkaya) Dr. Reşid Galip.”
“Istiklal Mahkemelerinin 3 celladı; Kılıç Ali Kel Ali (Çetinkaya) Dr. Reşid Galip.”

İstikalal Mahkemeleri; 1920 yılında Kurtuluş savaşı sırasında ayaklanma çıkaranları ve yağmaya girişenleri, bozguncuları, orduya ait silah ve mühimmat çalanları, casus ve köstebekleri, asker kaçakları, milli mücadeleyi engelleme amacıyla propaganda yapanları yargılamak için özel kanunla kurulan mahkemelerdir.

Kurtuluş savaşı yıllarında görev yapan mahkemeler birinci dönem olarak adlandırılır. Birinci dönem İstiklal Mahkemeleri dışında daha sonraları da dönemlerine göre farklı vazifeler yürüten mahkemeler kurulmuştur. Sonradan kurulan mahkemeler birer “Devrim Mahkemesi” niteliğindedir. Uğur Mumcu’ya göre Devrim Mahkemeleri, savaş ve ihtilal gibi özel durumlarda isyancı, bozguncu ve karşı devrimcilerin yargılandığı infaz kurullarıdır. Ergün Aybars, İstiklal Mahkemeleri isimli çalışmasında bu mahkemelerin Türk Devrimi’nin bir parçası olduklarını ve bu devrimi gerçekleştirmek için çalıştıklarının unutulmaması gerektiğini yazmıştır.

İSTİKLAL MAHKEMELERİ’NİN KURULUŞ SEBEBLERİ


TBMM’nin açılışı “Hiyanet-i Vataniye Kanunu”nun uygulanmaya başlanmasından sonra 4 ay geçmesine rağmen beklenen sonuç alınamamıştı. İstanbul ihanetine devam ediyor, Anadolu’da otorite kurulamıyordu. Zararlı propagandacıların çalışmaları, casusluk, bozgunculuk, eşkiya ve asker kaçakları, saltanatçıların çalışması, ekonomik bozukluk, güvensizlik gibi bütün tehlikeler hala yaşıyordu. Bu arada İstanbul’da Askeri Nigehban Cemiyeti gizli ve bozguncu bir cemiyet kurumuştu. Cemiyet, Anadolu’da ulusal birliği parçalayıcı, merkezi otoriteyi yıkıcı veya geciktirici bir güç olabilirdi. Bu çeşit çalışmaların engellenmesi gerekiyordu.

Cepheye yakın bölgelerde askerlik görevi için, üç aylık sırayla silah altına alma usulü uygulanıyordu. Buna rağmen kaçak olaylarının önü alınamıyordu.
TBMM’nin ihtilal kanunu olarak çıkardığı “Hiyanet-i Vataniye Kanunu” savaşın gereklerine çare olmadığı gibi, kanunu uygulayacak mahkemelerde yoktu.

Ulus büyük bir tehlike içindeyken, tedbir almakla görevli olanların hainliği, idaresizliği, cezasız kalamazdı. Fakat yürürlükte kanunlar ve mahkemeler olağanüstü devrin ihtiyacını yerine getirebilecek yetenekte olmayıp, mahkem usulleri ağır, etkiden uzak ve çoğu kez adil değildi. Asker kaçaklarına verilen cezalar, kaçak olaylarını durdurmaktan çok artırıyordu. Son bir ay içinde taburların er sayısı 80-100’den 3-4’e inmişti.

Suçlulara bakmakla görevli bidayet mahkemeleri ve harp divanlarının çalışmaları ve sistemi bozuktu. Bu mahkemeler, kısa süre içinde verdikleri kararlarıyla bile beklenen sonuçlar sağlnamıyordu. İdamı gereken birinin yöntem dolayısıyla beraatettiği görülüyor.

Asker kaçağı, cepheden kaçtığında gerisinde hayat hakkı tanımayan bir güç bulunduğun inanmalıydı. Bu ihtiyacı giderecek normal mahkemelerin çalışmalarından olumlu sonuç alınamaması, Milli Mücadeleyi baltalayacak olayların ve karşı davranışların yok edilmesi, merkezi otoritenin kurulamaması , İstiklal Mahkemeleri’nin kuruluşunu hazırlayan etkenler oldu.

Raşit Bey ve arkadaşlarının verdiği, asker kaçaklarının cezalandırılmasına ait kanun teklifi, sert tedbirlerin uygulanması ve kaçaklar konusunda verilen tekliflerin en önemlisiydi. Öngörülen bu tasarı red edilmiş olmakla beraber, İstiklal Mahkemeleri’nin başlangıcı oldu.

İSTİKLAL MAHKEMELERİ’NİN KURULUŞUYLA İLGİLİ “FİRARİLER HAKKINDA KANUN”UN ÇIKARILIŞI


Dr. Tevfik Rüştü Bey, çetelerin yarattığı tehlike ve kaçaklar konusunda çare olmak üzere M. Kemal’e “İhtilal Mahkemeleri”nin kurulmasını teklif etti. Nitekim ilk kanun teklifi İhtilal Mahkemeleri adıyla yapıldı. Refik Şevki Bey’in de Rüştü Bey’e katılmasıyla kurulacak mahkemelerin adı “İstiklal Mahkemeleri” olarak saptandı.
2 Eylül 1920’de Milli Savunma Bakanlığınca hazırlanan “Firar Ceraimini İrtikap Edenler Hakkında Kanun Tasarısı” bundan önceki teklifler gibi başarılı olamadı. Milli Mücadele’nin başlangıcında “Müdafaa-i Hukuk Cemiyetleri” tarafından uygulanan ,kaçakların hayvan ve mallarına el koymak, evlerini yakmak ve yıkmak gibi cezaların uygulanmasını ilan etmek yoluyla kaçmanın engellenebileceği kanıtlanmış oldu, bunun kanunla yürütülmesinin yararlı bir tedbir olacağı belirtildi. Genelgede hükümetçe verilen sürede gelmeyen kaçakların evlerinin yıkılacağı ve el konulacağı, silah, cephane, ve hayvanlarıyla tekrar kaçan veya soygunculuk yapanların veya peşinden gelenlere silahla karşı koyanların idam edileceği, seferde kaçaklar hakkında takip ve sevk işleri ile görevli kimselerin yolsuzluğu konusunda “Hiyanet-i Harbiye” kanunu ile cezalandırılacağı ve kanunun yürütülmesi Milli Savunma, Adliye, İçişleri ve Maliye Bakanlıklarına veriliyordu.

Bu tasarı yargı yöntemi ve mercii gösterilmediği ve sadece ceza hükümleri saptandığından eksikti. Milli Savunma Encümeni Fevzi Paşa’yla beraber bir önerge hazırladı. Önergede harp divanlarının ve yargıçların bu görevi yapacak durumda olmadıkları cezanın derhal uygulanması gerektiği, bu yöntemle çalışan kuruluşlara duyulan lüzum anlatılarak, hükümetin teklifi kabul edilmekle beraber “evlerin ve malların tahribi” yerine “hükümetçe el konması” , “Hiyanet-i Harbiye Kanuna göre cezalandırılırlar” sözüne “idam olunurlar” eklendi. 4.5.6. maddeler kabul edildi. Ek olarak Meclis’in kudret ve otoritesini halk gözünde gerçekleştirmek için Meclis’ten seçilen üç öyeli olağanüstü mahkemeler kurulması ön görüldü. Bu mahkemelere “İstiklal Mahkemeleri” adı verildi. Bu mahkemelerin kararları kesin olup, kanunun yürütülmesi Milli Savunma, Adliye, Maliye, İçişleri Bakanlıklarına ve İstiklal Mahkemelerine verildi.

İSTİKLAL MAHKEMELERİ BÖLGELERİ VE ÜYELERİNİN SEÇİMİ

16 Eylül 1920’de Selahattin Bey ile arkadaşlarının İstiklal Mahkemeleri üyeleri seçilmesi için verdikleri önerge mahkemelerin nerelerde açılacağının, kuruluşunun ne şekilde olacağının ve kaç mahkemeye ihtiyaç olduğunun belirtilmesi için Bakanlar Kuruluna gönderildi.
18 Eylül’de M Kemal, Genelkurmay başkanı İsmet Bey’in imzasını taşıyan İstiklal Mahkemeleri’nin kurulması gerekli bölgeleri gösteren bildiriyi TBMM’ye verdi.

1- Kastamonu mıntıkası: Kastamonu vilayeti, Bolu livası;
2- Eskişehir mıntıkası: Eskişehir, Bilecik, Kütahya livaları;
3- Konya Mıntıkası: Konya vilayeti, Afyonkarahisar Sancağı;
4- Isparta Mıntıkası: İsparta, Antalya, Denizli, Muğla livaları ve Aydın;
5- Ankara Mıntıkası: Ankara vilayeti, Yozgat, Çorum livaları;
6- Kayseri Mıntıkası: Kayseri,Kırşehir, Niğde, Silifke livaları;
7- Sıvas Mıntıkası: Sıvas Vilayeti, Canik, Amasya, Tokat livaları;
8- Maraş Mıntıkası: Maraş, Kozan Sancakları;
9- Ma’murat’ül Aziz mıntıkası: Ma’muratül Aziz vilayeti;
10- Diyarbekir Mıntıkası: Dıyarbekir vilayeti;
11- Bitlis Mıntıkası: Bitlis vilayeti;
12- Refahiye Mıntıkası: Giresun, Gümüşhane, Karahisar-ı Şarki, Erzincan livaları;
13- Erzurum mıntıkası: Giresun kazalarından maada Trabzon vilayeti, Erzurum livası ve Beyazıt Sancağı;
14- Van Mıntıkası: Van vilayeti(Hakkari Sancağı dahil).

Genel Kurmay Başkanı İsmet Bey teklifte belirtilen 14 İstiklal Mahkemesi’nden yedisin (Kastamonu, Sivas, Eskişehir, Konya, Isparta, Ankara, Kayseri) acele olarak kurulmasunın diğer yedisininde gerektiğinde kurulmasını istiyordu. Sonuçta, emniyeti kurmak, asker kaçığını önlemek İsmet Bey’in önerdiği 7 bölgede İstiklal Mahkemesi kuruldu.

II. Başkan yardımcısı Vehbi Efendi’nin teklifi ile, önce 21 üyenin, sonra bunların üçer üçer ayrılıp, bölgeleri için seçilmesine karar verildi. Kazananlardan bazıları tecrübeleri olmadıkları için aflarını istediler. İkinci turun neticeleri 22 Eylül’de belli oldu. 148 oydan 38’i çekimser kaldı. 2/3 çoğunluğu kimse alamadı. Üçüncü turda da kimse çoğunluğu alamadı. Oya katılma 144, çekimser sayısı 67 idi. Bu turda en çok oyu alanların tüzük gereği seçileceğinden Rasih, Kılıç Ali, Osman Nuri, Necati, Emin, Tevfik Rüştü, İhsan, Hüseyin, Suat, Hamdi, Atıf, Fikret, Zekai, Besim, Hacı Tahir Beyler seçildi.Üye seçimleri sonucunda İstiklal mahkemeleri bölgelere göre şöyle dağıldılar:

Üye seçimi sonuçlandıktan sonra üyeler, 27 eylülde toplanıp kendilerine bir çalışma programı yaptılar. Refik Şevket Bey’in hazırlamış olduğu beyanname okunup kabul edildi. Bu beyannamede okunup kabul edildi. Bu beyannamede halka “Vatanın tehlikede olduğu” hatırlatılıp göreve çağrılıyordı. Asker kaçaklarının teslim oldukları takdirde affedilecekleri, bu mahkemelerin üzerinde başka yetki bulunmadığı, en küçük memurundan en büyüğüne kadar herkesi yargılayıp, hiçbir kanun maddesine bağlı kalmadan ceza verme yetkisine sahip olduklarını bildiriyordu. Beyanname basılıp, mahkeme hey’etleri yola çıkmadan bölgelerine gönderildi. Bu beyanname dört sayfa olup, isim yeri boş bırakıldığı için her İstiklal Mahkemesi kendi adını yazarak yayınladı.

Beyannamenin birinci sayfasında Müslümanlığın ve vatanın tehlikede olduğu anlatılmaktaydı. İstiklal Mahkemeleri Kanunu’nun mahkemelerin kuruluş amacı, sahip oldukları yetkileri gösteren ilk dört maddesi ile bu kanuna ek olan 26 eylül tarih ve 28 nolu kanun belirtiliyordu. Üçüncü sayfada mahkemelerin bu amaç için izleyecekleri program ve kanunun birinci maddesinde gösterilen, suç sayılan davranışlar on madde halinde açık bir şekilde anlatılıyordu. Dördüncü sayfada, mahkemelerin hiç fark gözetmeksizin herkesi eşit bir şekilde yargılanacağı, kararların kesin olup verilir verilmez uygulanacağı, emirlerine karşı koyanlanların da yargılanacağı belirtiliyordu.

I.DÖNEM İSTİKLAL MAHKEMELERİ


Eskişehir İstiklal Mahkemesi adına Adana Mebusu Zekai Bey 27.10.1920’de Meclis’te görüşülmeye başlanan 21 Ekim tarihli önergesiyle, üyelerden biri hasta olup veya başka özürle görev yapamadığı durumlarda mahkemenin toplanamadığı için üye sayısının dörde çıkarılmasını istedi. Adliye Encümeni de mahkeme üyelerinin dörde çıkarılmasını uygun buldu. Bu konuda hazırlanan kanun teklifi: “Madde 1 Firariler hakkında 11 Eylül 1920 tarihli kanunun ikinci maddesi berveçh-i adli tadil olunmuştur. Bu mahkemeler üç aza ile teşekkül eder. Ancak hey’et-i hekimiye tari olacak noksanın ikmalini te’minen azanın adedi dört olup TBMM’nin ekseriyeti arasile intihap ve içlerinden birisi kendileri tarafından reis olunur” şeklinde kabul edildi.

2 Aralık 1920’de Ankara İstiklal Mahkemesi adına İhsan ve Kılıç Ali Beyler’in verdikleri önergede Ankara İstiklal Mahkemesi’nin bir kişi hasta olması nedeniyle çalışamadığı ve üye sayısının 4’e çıkarılmasını istedi.

Konya İstiklal Mahkemesi’nin de bu sebeple çalışamadığı ve Konya’da bir İstiklal Mahkemesi’nin daha kurulması teklifi üzerine derhal oy sayımı yapıldı, katılan 114 kişiden 104’ünün oy kullandığı ğörüldü. Cevdet ve Sıdkı Beyler yeterli oy alabildiler. İkinci turda Nafiz Bey yeterli oy alabildi. Üçüncü turda oy çokluğu usulüne göre Tahsin, Yusuf, Sırrı ve Necip Beyler kazanup seçildiler. Bu arada 29 Kasım 1920’de Necip Bey’in teklifi üzerine TBMM, İstiklal Mahkemeleri’nin bölgeleri içinde “Harekat-ı keyfiyeleri son dereceyi bulan bazı eşhas-ı ahalinin emniyet ve ihtimali için devir ve denetlemelerine karar verdi. M Kemal 8 Ocak 1921’de İstiklal Mahkemeleri’nin bölgelerinin yeniden saptanması ve mevcutlara iki tane daha eklenmesi için TBMM’ye Meclis Başkanı sıfatıyla bir önerge verdi.
Kısa bir tartışmadan sonra önerge gündeme alındı. Fakat henüz açıklığa kavuşmamış olan bazı sebepler yüzünden tekrar görüşülemedi. Mehmet Şükrü Bey, İstiklal Mahkemeleri’nce mahküm edilenlerin cetvellerinin Meclis’e verilmesini ve böylece mahkemelerin başarı ve çalışmaları hakkında Meclis’in aydınlatılmasını istedi. Mahkemelerin çalışmalarını yakından izlemek isteyen Meclis, bu teklifi kabul etti.

İstiklal Mahkemeleri’nin Kuruluş Nedenleri

Büyük Millet Meclisi (B.M.M)’nin açıldığı tarihlerde Anadolu’nun iç ayaklanmanın etkisiyle nasıl olağanüstü bir tehlike içinde olduğunu görmüştük. Asayişsizlik, eşkıya, sefalet Anadolu’yu sarmıştı. Yunan ordusunun ilerleyişi de moralleri iyice bozmuştu. Asker kaçaklarının yarattığı tehlike büyük boyutlara ulaşmıştı. Silah altına çağırılan, İstanbul Fetvası’nın ve Padişah’ın askerliğin kaldırıldığını bildiren ve B.M.M’ni gayrı meşru ilan eden Ferman’ın etkisi altında kalarak ya askere gelmiyor veya şubelerden ve kıtalarından kaçıyorlardı. Kaçarken kendisine verilmiş olan silah ve cephanesini de götürüyordu. Bunlar iç ayaklanmaların insan gücünü oluşturuyorlardı. Bu sebeple T.B.M.M düşmanla savaşacak ordu bulamıyordu. Hatta cephanelikleri koruyacak nöbetçi bulmakta güçlük çekildiği durumlara rastlanıyordu. Ayrıca casus, bozguncu, aleyhte propaganda ajanları, düşman ve İstanbul hükümeti ile işbirliği yapanlar, düzenli ordu kurulmasını engelleyenlerin yarattığı tehlikede Ankara’yı sarmıştı. Bütün bu sorunları çözmek, Ankara’nın B.M.M irade ve otoritesini bütün Türkiye’de egemen kılması gerekiyordu. Yunan ordusu önünde savaşacak düzenli bir askeri kuvvet olmadığı için kolayca ilerliyordu. Düzensiz bölgesel direniş çeteleri olan Kuvay-i Milliye ise düşmanı oyalamaktan başka bir şey yapamıyordu. Meşru olmayan ve merkezi otoriteden yoksun, sorumsuz kuvvetlerle devletin gücünü kurmak olanaksızdı. Yunan cephesi, yalnızca Aydın, Manisa ve Bursa cepheleri değil, işgale uğramış, uğramamış bütün vatan topraklarının kurtuluşu için, ulusun tüm varını ortaya koyup savaşması gerektiği bir vatan cephesiydi.

Bu sebeple bütün ulusun inanç birliği içinde ve bir otorite altında bütünleşmesi gerekiyordu. Mustafa Kemal Atatürk, daha Kasım 1919’da Ulusal güçlerin örgütlenmesini bildirmişti. Fakat Meclis’in açıldığı tarihte ulusal otorite bir türlü sağlanamıyordu. Padişah ve Hükümetin yarattıkları anarşi, olağanüstü boyutlara ulaşmıştı. Ayaklanmalar, soygun ve askerden kaçma olayları karşısında, Müdafaa-i Hukuk Dernekleri, Kuvay-i Milliye ve askeri birlikleri komutanları kendi güçlerine ve M. Kemal’in 17 Mart 1920’de yayınladığı “Vatanın çıkarlarına aykırı, memleketin huzur ve asayişini bozanların din ve millet farkı gözetmeksizin kanunen şiddetle cezalandırılmaları.” ve 21 Nisan’da Feke Kaymakamı’na gönderdiği “Ulusal harekatı fırsat bilip çapulculuğa kalkışanlara karşı Kuvay-i Milliye komutanlarıyla irtibat kurarak en şiddetli cezaların verilmesi”ni bildiren emirlerine dayanarak , suçluları asmaya kadar varan cezalar uygulanıyor, askerden kaçanların mallarına el konuyor ve evleri yıkılıyordu. Ancak bu yöntem Meclis açıldıktan sonra M. Kemal Paşa tarafından istenmiyordu. Çünkü kanuni yöntemlerden ayrılanlar bulunuyordu. Oysa M. Kemal, mutlaka yasaların üstün olmasını istiyordu. Bazen casus, bozguncu, propagandacı ve kaçaklar için, 1914’de çıkarılmış bulunan “Esrar’ı Askeriyeyi İfşa ve Casusluk ve Hiyaneti Harbiye Hakkında Kanun” uygulanıyordu. Ancak bu kanun Osmanlı kanunu olduğu için, Damat Ferit Paşa ve Padişah aleyhine davrananların vatan haini olacağı anlamını çıkarıyordu.

Ülkede iç güvenliği sağlamak, ulusal amaç çevresinde birleşmek ve T.B.M.M.’nin otoritesini egemen kılmak, huzur ve güvenliği sağlamak, kaçak olaylarının önüne geçip, düzenli orduyu kurmak için merkezi otoriteyi gerçekleştirecek bir yönteme ihtiyaç vardır. Özellikle Fransız Devrimi’nde, devrim rejiminin olağanüstü yöntemlerle ve yetkilerle donatılmış kuruluşlarca başarılı olduğu görülmüştür. 25 Nisan 1920’de Mehmet Şükrü Bey T.B.M.M.’nin otoritesine bütün “Osmanlı tebaasının” uyması için, Ulusal Meclis in kararları aleyhinde bulunanlar veya uymayanlar ancak vatan haini olabilirler ve bu gibilerin de vatana ihanetle suçlanmaları gerekçesiyle bir önerge verdi. Osmanlı kanunlarıyla işlerin yürütülmesini isteyenlerin karşı koymalarına rağmen Meclis 29 Nisan 1920’de “Hıyanet-i Vataniye Kanunu”nu kabul etti.

Hıyanet-i Vataniye Kanunu

Hıyanet-i Vataniye Kanunu’nun anlamı şöyledir: Yüce hilafet ve saltanat makamını ve Padişah’ın topraklarını düşman elinden kurtarmak için kurulmuş bulunan B.M.M’nin meşruiyetinin fiilen veya yazılı veya sözle karşı koyanlar vatan hainidirler. Bunların cezası idamdır. Bu kanun, Meclis in otoritesinin sağlanması ve birliğin kurulmasında çok önemli bir adımdı. Hilafet ve saltanat makamının kurtuluşu ile ilgili sözler ise, Padişah’a olan dinsel ve geleneksel bağların etkisi ve Meclis’teki saltanatçıların isteği ile konulmuştu; ancak kanunun uygulanması için olağan mahkemeler görevlendirildi. Bu sebeple dört aylık uygulama sonunda istenilen başarı elde edilemedi. Diğer yandan Kuva-yi Milliye’nin kendi uygulaması sürüyordu. Kitle halinde yapılan idamlar halkı Meclis’e karşı tepkiye itiyordu. Af dileyerek ulusal mücadeleye katılmak isteyenlere fırsat verilmiyordu. Diğer yandan asker kaçaklarına hapis cezası verilmesi sebebiyle birçok kişi cephede çarpışmaktansa, hapis yatmayı göze alarak firarı yeğliyorlardı. Asker kaçağına yardım edenlere ise kanunda bir ceza getirilmiyordu. Hiyanet-i Vataniye Kanunu’nu uygulayan mahkemeler Osmanlı döneminin yöntemleriyle çalışıyorlardı. Ulusal mücadelenin koşullarına cevap veremiyorlardı. Mahkeme kararına itiraz bir üst mahkemeye başvurmak, temyiz gibi olağan dönemlerin uygulamaları davaların hızını düşüyor, cezanın ibret yönünü ortadan kaldırıyordu. Ulusal otoritenin sağlanabilmesi için devrim yöntemlerine başvurulması zorunlu duruma gelmişti.

İstiklal Mahkemeleri’nin Kuruluşu

18 Ağustos 1920’de Dr. Tevfik Rüştü ve Mustafa Necati Beyler, Meclis’te “Telkin ve Tedhiş Kanunu” için bir öneri verdiler. Bu önerinin 3,4,5’inci maddelerine göre bu öneri tehlikenin olağanüstü boyutlarını ortaya koyması bakımından önemliydi. Cezalar ağır bulunduğu için bu kanun önerisi reddedildi. Fakat olağanüstü devrim yöntemleri aranıyordu. Dr. Tevfik Rüştü Bey, çeteler ve kaçakların yarattığı tehlike karşısında M. Kemal’e “İhtilal Mahkemeleri” kurulması için bir öneri verdi. Fakat sonra ismi “İstiklal Mahkemeleri” olarak değiştirildi. Hıyanet-i Vataniye Kanunu, 4 aydır yürürlükte olduğu halde Dr. Tevfik Rüştü Bey asker kaçaklarının, bozguncu ve casusların ve çoğunlukla firarilerden kurulu çetelerin önlenebilmesi için “İstiklal Mahkemeleri” kurulmasının daha uygun olacağını bildirdi.

Mahkeme üyelerinin meclisten seçilmesi, bölgelerin meclis tarafından saptanması ve kanunu yürütme yetkisinin doğrudan doğruya meclise ait olmasıyla, Meclis, İstiklal Mahkemeleri aracılığıyla olağanüstü yargıya da sahip oldu. Kuvvetler birliği esasını ortaya koymasıyla, bu konuda Meclis otoritesine örnek olan “Fransız Devrim Mahkemeleri” üyelerinin meclis dışından seçilmesinin doğurduğu sakıncalar göz önüne alındı ve aynı hataya düşmemek için mahkeme üyeleri vekillerden seçilip, meclisin üstünlüğü sağlandı. Askeri ve sivil memurlar bu mahkemelerin emirlerini yürütmek zorundaydılar. Ulusal mücadelenin kazanılması ve güvenliğin sağlanması, meclis otoritesinin kurulması ve asker kaçaklarının önünün alınmasında büyük hizmetleri görülen İstiklal Mahkemeleri ulusal inanç ve ihtiyaçtan doğan inkılap ve ihtilal mahkemeleri özelliğini taşıyordu. Kanunun incelenmesin de açıkça anlaşılacağı üzere, İstiklal Mahkemelerinin verecekleri kararlar, idam dahil kesindi ve derhal uygulanacaktı. Karar verirlerken vicdan kanaatleri yeterliydi. Kararlara itiraz ve temyiz yoktu. Kararları ve emirleri bütün asker ve sivil memurlar uygulamak zorundaydılar. Böylece İstiklal Mahkemeleri sınırsız bir güce sahiptiler.

Yeni bir mahkeme kurulması düşünülürken en büyük sorun bağımsız ve süratli çalışıp, ulusal devrimin gerekçelerini uygulayacak özellikte olması idi. Normal mahkemelerin ve Harp Divanları’nın bu görevi yapamadıkları dört aylık uygulamada anlaşılmıştır. Kanunu önerenlerin düşüncesi Devrim yöntemlerine dayanıyor ve Fransız devrimi içinde olağanüstü yetkilere sahip olarak kurulan “Devrim Mahkemeleri’ni örnek alıyordu. 29 Ekim 1793’te resmen bu adı alan Fransız Devrim Mahkemeleri, Danton’un Mart 1792’de yaptığı teklifin Convention tarafından kabul edilmesi sonucu kurulmuştur. Bu mahkemeler devrim düşmanı her girişimi, hürriyet, eşitlik, birlik, Cumhuriyet’in bölünmezliği ilkesine, devletin iç ve dış güvenliği aleyhindeki her suikastı ve krallığı tekrar kurmak hedefini güden ulus egemenliğine karşı koyan bütün komploları yargılamak ve cezalandırmak yetkisi ile kurmuşlardı. Convertion, mahkeme üyelerini kendisi tayin ediyordu. Bu mahkemelerin kararları kesin olup, bir üst mahkemeye başvurmak ve temyiz hakkı yoktu. Gerek kuruluş amacı ve şekli, gerekse yetkileri ve çalışma yöntemi bakımından İstiklal Mahkemeleri’ne örnek olduğu bu açık benzerlikle kolayca görülmektedir. Her iki ülkedeki bu mahkemeler, vatanın ve özellikle devrimin olağanüstü bir tehlike karşısında olduğu ve kurulan yeni rejimin savunmasını yapmak gerektiğinde birbirine çok benzeyen suçlara bakmak üzere, olağanüstü yetkilere sahip olarak kurulmuşlardır.

İstiklal Mahkemeleri’nin kurulduğu dönemde bölge ve üye seçiminin devam ettiği sırada, İstiklal Mahkemeleri’nin kuruluşunu sağlayan “Firariler Hakkında Kanun”un birinci maddesine bir ek madde kabul edildi. Komutanların “ekseri rütbeler arasında itaat ve inzibat sağlanmasına dayanan hukuk ve yetkileri saklı kalmak üzere vatanın hukuk ve hilafetin kurtuluşu ve bağımsızlığı için mücadele eden Büyük Millet Meclisi’nin çalışmasına ve amacına aykırı olarak düşman amaç ve çıkarlarını güçlendirme yollu teşkilat ve tahrikat ve kargaşa yaratanlar ve memleketin maddi ve manevi kuvvetlerini her türlü ne surette olursa olsun bozup, yıkmaya çalışanlar ve düşman hesabına asker ve siyasi casusluk edenlere, 29 Nisan 1920 tarihli Hıyanet-i Vataniye Kanunu’nun kapsadığı hükümlerden dolayı “tutuklu bulunanların mahkemelerin yapacağı ve hükümlerin infaz etme yetkisi İstiklal Mahkemeleri’nin kurulduğu bölgelerde adı geçen mahkemelere verilmiştir…” bu kanunla İstiklal Mahkemeleri’nin yalnız asker kaçaklarına ait olan yetkiler, vatan hainliği, ülkenin maddi ve manevi gücünün kırmaya çalışmak, casusluk, bozgunculuk, suçlarını da içine alarak çok genişlemiştir.

Görev yerlerine hareket etmeden önce toplanan İstiklal Mahkemeleri üyeleri ortak bir bildiri hazırladılar. Mahkemelerin devrimci karakterini gösteren bu bildiri mahkemelerin, niçin ve ne amaçla kurulduklarını, hangi suçları yargılayacaklarını ve yöntemlerini halka duyurdular. Ayrıca firarilere teslim olmaları için fırsat tanıdılar. İstiklal Mahkemeleri, bölgelerinin önemlerine göre çalıştılar. Ankara İstiklal Mahkemeleri, çalışmaya başlayınca ilk iş olarak, Sadrazam Damat Ferit Paşa’yı gıyabında vatana ihanet suçuyla yargıladı. Haziran ayında Meclis kararıyla vatandaşlıktan çıkarılmış bulunan Ferit Paşa ve Hadi Rıza Tevfik, Reşat Halis Beyleri, Ankara İstiklal Mahkemesi’nin bir numaralı kararı ile Sevr Antlaşması’nı imzaladıkları, ulusu bölmeye çalıştıkları, cinayetlere sebep oldukları için vatana ihanet suçuyla gıyaben idama mahkum oldular. İhanetin en büyük kaynağı Padişah Vahdettin idi. Fakat M. Kemal ve baz arkadaşları dışında, halk, Meclis ve hatta komuta heyeti, Padişah’a dinsel ve geleneksel bağlarla bağlı olduklarından, Padişah İngilizlerin esiri kabul edilmekte, ihaneti bilindiği halde açıklanamamaktaydı. Ulusal mücadelenin amacı belirtilirken hatta Hıyanet-i Vataniye Kanunu’nda bile yapılan savaşın amacı Halife Padişah’ı kurtarmak olarak belirtilmişti. Teşkilat-ı Esasiye Kanunundaki Padişah’ın durumuna özel yer verilmişti. Bu yüzden İstiklal Mahkemeleri de Padişah için işlemde bulunmadılar.

İstiklal Mahkemeleri’nin Kurulduğu 3 Dönem

1)- Birinci dönem: 18 Eylül 1920 ile 17 Şubat 1921 tarihleri arasında görev yapan mahkemedir. İstiklal Mahkemeleri yasasının kabulünden sonra Genelkurmay Başkanı İsmet Paşa 14 İstiklal Mahkemesi kurulması için öneride bulundu. Fakat sayısı çok görüldüğü için 7 mahkeme bölgesi saptandı. Bir ay sonra Diyarbakır’a da bir mahkeme kurulması kabul edilince sayı 8’e yükseldi. İstiklal Mahkemeleri’nin kurulduğu iller şunlardır: Ankara, Eskişehir, Konya, Isparta, Sivas, Kastamonu, Pozantı, Diyarbakır,

2)- İkinci dönem: 30 Temmuz 1921 tarihi ile 1923 Ekim ayı arasında çalışan İstiklal Mahkemeleri’dir. İlk olarak 19 Ağustos 1921 tarihinde Kastamonu’da, 12 Ağustos 1921 tarihinde Konya’da 17 Ağustos 1921 Samsun 22 Eylül 1921 tarihinde Yozgat’ta kuruldu. İkinci İstiklal Mahkemeleri’nde asker kaçakları, kurtuluş savaşında düşmana yardım edenler ve isyan çıkaranlar yargılandı.

3)- Cumhuriyet Dönemi’nde kurulan İstiklal Mahkemeleri: 1923 ile 1927 yılları asında çalışan, isyanlarda ve olağanüstü hallerde kurulmuştur. 6 Nisan 1925 tarihinde Diyarbakır’da Şeyh Sait İsyanı sonrasında Şark İstiklal Mahkemeleri kuruldu. 2 Eylül 1920’de Milli Savunma Bakanlığınca hazırlanan “Firar Cerraimini İrtikap Edenler Hakkında Kanun Tasarısı” Meclis tarafından Milli Savunma encümenine gönderildi. 8 Eylül de M. Kemal’in önerisiyle gündeme alındı. Milli Savunma Bakanı Fevzi (çakmak) Paşa, olağanüstü ihtiyaca dayanarak savaş zamanına ait olmak üzere firariler hakkında kanunun kabulünü istedi. Asker kaçakları olaylarının çokluğunun vatanın kurtuluş ve bağımsızlığını tehlikeye düşürecek duruma geldiğini, bunun önüne ancak sert önlemlerle geçirileceğini, eski kanunun etkili olmadığını belirten Milli Savunma önergesi ile konu tartışmaya açıldı. Bu önerge ile Meclis’teki iki düşünce doğdu. Birincisi, “kanunun bir zaruret olduğu ve cephe gerisinin tutulabileceği, asayişin bu sayede sağlanabileceği.” İkincisi, “memleketi ve halkı korkuya düşüreceği, ulusal mücadeleyi arkadan vuracak kuvvetleri çoğaltacağı ve halkı paniğe götüreceği” idi. Muhalif olanların bireysel haklardan söz etmeleri çok ilginçti. Ulusun ve vatanın varlığı için savaşıldığı için bütün ülke kaynaklarının seferber edilmesi gerektiği, ayaklanmalar, firari, casus, bozguncu, eşkıya tehlikesin ülkeyi ve ulusu esir edecek boyutlara ulaştığı bir sırada bireyin özgürlüğünden söz etmek düşünülemezdi. Bu sebeple Meclis’te radikal grup ile tutucular arasında tartışmalar genişledi. 11 Eylül de kanun oy çokluğu ile kabul edildi.

İstiklal Mahkemeleri’nin Verdiği Cezalar

Cezalarda amaç asker kaçaklarını cepheye döndürmekti. Ancak ağır suç işlemiş olanlar, askerden firar etmeyi alışkanlık haline getirenler ile firarları teşvik edenler ve yardım edenler suçlarının ağırlığına göre cezalar alıyorlardı. Sadece birkaç kez kaçmış askerlere halka açık bir yerde doktor gözetiminde 40-100 değnek cezası veriliyor, künyelerine de kaçak olduğu tekrar kaçması halinde idam edileceği yazılıyordu.

Kaçağın idam edilmesi en ağır cezaydı, bunun dışında evinin yakılması, firari dönene kadar ailesinden birisinin kendisinin yerine asker alınması yanı sıra eğer yaşadığı mahallenin muhtar veya imamı kaçağı yetkililere haber vermezlerse ağır para ve hapis cezası alıyordu. Rüşvet karşılığı firari askeri koruyan devlet görevlileri görevlerinden alınıyor ve 15-25 sene ağır hapis cezasına çarptırılıyordu. Rum asıllı Osmanlı vatandaşları esir düştüklerinde haklarında soruşturma yapılıyor, Osmanlı vatandaşı olanlar sadece asker kaçağı değil aynı zamanda vatan haini olarak yargılanıyor ve suçlu bulunursa idam ediliyordu. Türk askeri birliklerine sabotaj yapan yerli Rumlar da vardı. 59 yerli Rum bu suçtan vatan haini olarak yargılandı ve idam edildi. İsyanlara katılan elebaşları da idam cezasına çarptırılıyordu. Casuslara eğer suçu sabitse idam cezası veriliyordu. Bun casuslardan en tanınmışı Hint asıllı Müslüman bir İngiliz vatandaşı olan Mustafa Sağir’dir.

İstiklal Mahkemeleri’nin Yargıladığı Suçlar

1)- Vatana ihanet ve ayaklanma.
2)- Casusluk.
3)- Bozgunculuk ve aleyhte propaganda.
4)- Görevi kötüye kullanma.
5)- Halka eziyet ve baskı.
6)- Asker ailesine saldırı.
7)- Tekalif-i milliye de mal kaçırmak.
8)- Cinayet.
9)- Düşmana yardım ve düşmanla işbirliği.
10)- Düşman ordusuna katılmak.

İstiklal Mahkemeleri’nin Önemi

Mahkemelerin amacı insana kıymak değil, cephe gerisinde güvenliği sağlamak, kaçaklara aman vermemek olmuştur. Bu sebeple idam cezasına anca, adam öldüren, soygun ve asker ailesine tecavüz edenlere uygulanıyordu. Özellikle cephede savaşan asker ailesinin can, mal ve namus güvenliğine çok büyük önem veriliyordu. Firarilere teslim olmak için on-on beş gün eğer ki kişi uzaktaysa kırk gün teslim olmak için gün tanınıyordu. Ancak yukarıda belirttiğimiz suçları işlemiş olanlar af hükümlerinin dışında bırakılıyordu.

En sert çalışan mahkeme Kastamonu İstiklal Mahkemesi oldu. Asker kaçakları suçlarının önünü almak için başvurduğu yöntem çok sertti. On gün içinde teslim olmayan asker kaçağını yerine sırasıyla babası, biraderleri, amcası, dayısı, amcaoğlu, eniştesi ve eniştesinin oğlu alınacaktı. Kaçak teslim olursa, yerine askere alınan yakını bırakılacaktır. Ayrıca köyünden 200 lira ceza alınacak, kaçakların evi yakılıp yıkılacaktı. Bu yöntem Meclis’te çok sert tartışmalara yol açtı ve 17 Şubat’ta İstiklal Mahkemeleri’ne son verilmesinde önemli bir etken oldu. Birinci İnönü Savaşı’nı kazanan düzenli ordunun ve Ethem kuvvetlerinin isyanda olduğu dönemde İstiklal Mahkemeleri çok büyük başarılar kazandılar. Olağanüstü yetkilerini yanlınca vatanın ve ulusun bağımsızlığı için kullandılar. On binlerce kişiyi cepheye göndererek İnönü Savaşı için büyük katkıları oldu. Diğer suçlarda da büyük azalmalar görüldü.

Meclis otoritesinin moral gücünü oluşturdular. Bu başarılarından dolayı M. Kemal Paşa, Meclis başkanı olarak Birinci İnönü Savaşı sırasında İstiklal Mahkemeleri’nin sayısının 10’a çıkarılması için bir önerge verdi. İstiklal Mahkemeleri’nin bölgeleri saptanırken, düşman işgali altında olan yerler ve Kazım Karabekir Paşa’nın güvenliği sağlandığı Doğu Anadolu’da İstiklal Mahkemeleri kurulmadı. Bu bölgeleri birleştirdiğimiz de Misak-ı Milli sınırlarının oluştuğunu görürüz. 17 Şubat’ta görevlerine son verilen İstiklal Mahkemeleri’nden yalnızca Ankara İstiklal Mahkemesi’nin görevi sürdü.

Bir utanç: İstiklal Mahkemeleri

Cumhuriyet öncesinde kurulan ve sonrasında da devam eden İstiklal Mahkemeleri bu toprakların gördüğü en kanlı kararlara imza atmış mahkemeler olarak tarihe geçti. Hukukçu olmayan isimlerden kurulu bu gezici mahkemelerin birçok masumun idamına hükmetti.

Resmi tarih ve popüler kültür İstiklal Mahkemeleriyle pek ilgilenmedi... Adını anmak bile neredeyse günah sayıldı yıllar boyu... Sorulmadı, sorgulanmadı...
İstiklal Mahkemeleri'nin nasıl kurulduğunu kimleri idam sehpasına nasıl gönderdiğini bugüne dek gazeteler, kitaplar pek yazmadı...
Ama o mahkemeler gerçekti... O mahkemeler birileri altını çize çize "zorunluluktandı" dese de aslında dünya hukuk tarihinin yüzkarasıydı...
Yıl 1920... Aylardan Nisan... Nisan'ın 23'ü...
O gün Türkiye'nin 4 bir yanından kalkıp Ankara'ya gelen vekillerin hiçbirinin kişisel bir çıkarı yoktu ve hiçbirinin bir diğerine minnet borcu bulunmuyordu...
Tek amaç halk iradesini amir kılmaktı ve başarı muhakkaktı...
Çünkü mesele memleketti....
Ve o günlerde son sığınak, tek memleket, elden gitti gidecek haldeydi... İşte o yılın 23 Nisan'ında o büyük amaç etrafında bir araya geldi ilk Meclis...
Çok iş vardı ve çok dert vardı...
Ama en büyük dert asker kaçaklarıydı..
Çünkü neredeyse 100 yıldır aralıksız süren savaş Anadolu'yu bıktırmıştı...
Köyler erkeksiz - çocuklar babasız kalmıştı...
Millet bu yüzden yeni bir savaşa daha sıcak bakmıyordu..

Anadolu'da bir yandan da içten içe İstanbul - Ankara ikilemi devam ediyordu...
İşte tam da bu nedenle yeni Meclis'in ilk işi Hıyaneti Vataniyye yani vatana ihanet kanununu çıkarmak oldu...
Kanun 29 Nisan 1920 günü yani ilk Meclis açıldıktan sadece 6 gün sonra yasalaştı... O gün o kanunla Mustafa Kemal Atatürk de başkomutanlık rütbesine getirildi...
Vatana ihanet kanununa göre asker kaçaklarıyla mücadeleyi yapacak kurum da belliydi....
Olağanüstü zamanlardı!!
Olağanüstü mahkemeler kurulacak ve inzibatların yakaladığı kaçaklar o mahkemeler de yargılanacaktı...
Mahkemeler 18 Nisan 1920 günü kuruldu... Gezici görev yapacaktı mahkemeler... 3 üyeden oluşacak, karar için oy çokluğu yeterli olacaktı. Ama gerektiğinde başkomutan mahkemeye müdahale edebilecekti..
İşte o madde meclis içinde oluşan muhalefetin pek hoşuna gitmedi...
Muhalefetin başını çeken isimlerden biri Elazığ mebusu Hüseyin Avni Bey tam da o dönemde meclis kürsüsüne çıktı ve İstiklal Mahkemelerini sert sözlerle eleştirdi..
"Olağanüstü mahkemeler olağanüstü dönemde kurulmuştur. Hükümet bize bu kanunu kabul ettirmiştir. Ancak bugün İstiklal Mahkemelerinin el uzatmadığı hiçbir şey kalmamıştır. Efendiler siz memleketi yaşatmak istiyorsanız 350 mahkemenin kudretini artırın. Çünkü o 5 mahkeme memleketi kurtaramaz. Bu dünyanın adaletine sığmaz. Mesele asker kaçağıysa mahkemelerin yetkilerini sadece o kadarla sınırlayalım. Mahkemelere yüklenen her şeyi hüküm altına alma ve her şeye hüküm verme yetkisini üzerimizden kaldırmak bizlere farzdır."
Hüseyin Avni Bey uyarmıştı, ancak sözleri yeterli olmadı, olamadı...
İstiklal Mahkemeleri her geçen gün kuruluş misyonunun yani asker kaçaklarını yakalayıp sorgulama amacının daha da dışına çıktı.
Ama o mahkemelerin hukuk kurallarını alt üst ettiği gelişme tam 1921'in aralık ayına rastladı..
Saltanat ve hilafetin kaldırılacağı konuşulurken Konya'da bir yürüyüş gerçekleşti ...
Halk hilafetin kaldırılması ihtimaline tepkiliydi...
Asli görevi asker kaçaklarıyla mücadele olan İstiklal Mahkemeleri işte o gün devreye girdi...
O dönem olan bitenler büyük millet meclisi arşivinin 242 numaralı dosyasına işlendi...
Meclis'ten oy çokluğuyla çıkan karar korkunçtu... Kararda Konya'nın tümüne irticacı deniyor... Hatta tüm Konya'nın tutuklanması emrediliyordu...
"Bütün bir Konya bölgesi irticaya müsait bir bölge olduğundan gericiliğe müsait bir zemin oluşturulduğundan Konya halkının bütünüyle tutuklanmasına"
(TBMM arşivi Dosya No: 242 Karar No: 276)
Yeni kurulan İstiklal Mahkemesi, işte o emir üzerine harekete geçti...
3 üyeli gezici mahkeme Konya'ya gitti ve sadece 3 gün içinde Konya bozkırında tutuklanan 2 bin 300 kişiden 805'i yine 3 gün içinde idam edildi...
"Konya merkezde 2 bin 300 kişi tutuklanmış, 805 kişi 3 gün içinde idam edilmiştir. Bin 495 kişi de kürek, kala, bende ve ömür boyu gibi çeşitli cezalara çarptırılmışlardır..."
(TBMM arşivi No:5 Zarf 48)
Resmi tarih bu gerçekleri yazmadı bugüne dek... Ama o gerçekler, ilk meclisteki muhalif kanadın ve koca bir milletin hafızasından da hiç silinmedi...
Aynı günlerde mecliste sert tartışmalar da aralıksız devam ediyor, konu sık sık saltanat ve hilafete geliyor, ancak tartışma o an kavgaya dönüyordu...
Yine o tartışmalar sırasında bir gün muhalif kanadın vekillerinden bir diğeri Sinop mebusu Hakkı Hami Bey söz aldı ve doğrudan doğruya İstiklal Mahkemelerini savunanlara seslendi...
"Efendiler İstiklal Mahkemeleri'nde adam asmakla bizler gayemize ulaşacaksak, hiç ulaşmayalım. Pek çok masum canından oluyor. İdam tavuk öldürmek değildir, bunlar tavuk değildir. Hayat çok yüksektir..."
Gerçekler tam da Sinop mebusu Hakkı Hami Bey'in işaret ettiği gibiydi...
Suçlu ya da masum fark etmiyor
Anadolu halkı akın akın darağaçlarına götürülüyordu...
Ve taraflı tarafsız herkes artık İstiklal Mahkemelerinin yapısını ezbere biliyordu...
Hatta İstiklal Mahkemesine bir isim bile takılmıştı...
Mahkemenin halk arasındaki adı "3 Aliler" divanıydı...


İsmi mahkemenin 3 üyesinden Kılıç Ali, Necip Ali, ve mahkeme başkanı Kel Ali'den geliyordu.
Ancak Ali'lerin 3'ü de hukukçu değildi...
Sadece görevlerini yerine getiriyorlar.. Yani muhalefeti susturuyor, yazarlardan, yayıncılara, saltanatı savunanlardan, muhafazakarlara kadar herkese korku salıyorlardı...
Halk, ara ara eğer hilafet kalkarsa dinimiz elden gider diye ayaklanıyordu ama her ayaklanmanın sonu mutlaka İstiklal Mahkemesinde oradan da yine mutlaka dar ağacında bitiyordu...
Genç cumhuriyet sancılı günler yaşıyordu...
11 Ağustos 1923 günü yeni bir Meclis daha kuruldu... Ama bu kez Mecliste muhalefete yer verilmedi... Eskiler tümüyle tasfiye edildi ve bunun "inkılaplar" için gerekli olduğu söylendi...
İnkılabın ne demek olduğun da İstiklal Mahkemelerinin başkanı Kel Ali anlattı...
"İnkılaplar; suçlular, hainler hatta şu veya bu nedenle vücudu zararlı olanlar kısacık mahkemelerden sonra öldürüldükleri zaman oluyor" dedi....
Meclis muhalefetsizdi ama muhalefetsizlik uzun sürmeyecekti..
Kısa süre sonra o Meclis'teki Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Cemiyetleri bir araya gelip bugünkü Cumhuriyet Halk Partisinin ilk halini yani Cumhuriyet Halk Fırkasını kurdu.
Atatürk'ün eski silah arkadaşları ise Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası adı altında buluştu...
Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası kuruluş bildirgesinde kendini hürriyetten yana, dine ve inançlara saygılı olarak tanımlamıştı... Ama özellikle o son iki kelime tehdit sayıldı...
Bu yüzden de o fırkanın ömrü uzun süreli olmadı...
Genç Cumhuriyet 3 Mart 1924 günü döndü en önemli virajlardan birini... Hilafet o gün uzun tartışmaların sonunda kaldırıldı ve kaldırılan hilafet ile Anadolu'da içte içe kaynayan kazan taştı..
Hilafetini kaldırılmasının hemen sonrasında o zamanlar Elazığ sınırları içinde yer alan Ergani'ye bağlı Piran Köyü'nde bir isyan patlak verdi..
İsyanın başında Nakşibendi Şeyhi Said vardı..
Said kısa sürede genç ilçesini ele geçirdi... Ardından da Elâzığ'a girdi... Hatta birkaç gün içinde Diyarbakır'ın kapısına kadar dayandı... İsyan Ankara'da tam bir deprem etkisi yaratmıştı...
Hükümet devrildi...
Fethi Okyar o isyan çıkar çıkmaz başbakanlık görevini İsmet İnönü'ye bıraktı.. İsmet İnönü de isyanı bastırmak İstiklal Mahkemelerinin kapısını bir daha çaldı..
İsyana katılan ya da katılmayan destek veren ya da vermeyen kim varsa asıldı o günlerin devamında...
Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası tümüyle kapatıldı...
Ve yeni bir kanun, Takriri Sükun yani sükuneti yerleştirme yasası çıkarıldı...
Kanun gereği İsmet İnönü imzalı kararname İle Doğu Anadolu ve Ankara'ya yeniden çok geniş yetkili İstiklal Mahkemeleri kurulacaktı...
Bu yeni mahkemelerde artık
Savunma makamı da hatta tanık da yoktu...
Verilecek kararlar daha mahkeme başlamadan belliydi...
Zaten bu nedenle duruşmalar genelde "sanıkların idamına tanıkların bilahare dinlenmesine" cümlesiyle bitiyordu...
28 Kasım 1925 günü Takriri Sükun kanununun devamı niteliğinde 625 sayılı yeni bir yasa daha çıkarıldı muhalefetsiz Mecliste...
Kanuna göre artık herkes şapka takmak zorundaydı... Aslında fes - sarık ve takke yasaklanıyordu...

tb
Bu işte o günlerden kalma bir kare... Burası Diyarbakır... Köylüler, yırtık çarıkları, yamalı hırkalarıyla kameraya poz veriyor... Ama tümünün başında gıcır gıcır şapkalar dikkat çekiyor...


Şapka takmak o yasa gereği bir zorunluluktu...
Takmamak ya da şapka takmamaya özendirmek ise büyük bir suçtu... Cezası da idamdı...
Ve Çorum'un İskilip ilçesinde dünyaya gelen ama medrese eğitimini İstanbul'da alan Mehmet Atıf Hoca o kanunun ilk kurbanı seçilecekti...
Çünkü daha o kanun çıkmadan 1 buçuk yıl kadar önce bir kitap kaleme almış, kitabında genç cumhuriyeti, Batı'ya özenmemesi konusunda uyarmıştı... Şapka örneğini de o kitapta vermişti...
Ancak cumhuriyetin bir an önce milletin şapka takma ya da takmama konusundaki tereddütlerini ortadan kaldırması gerekiyordu...
İstiklal mahkemeleri İsmet İnönü talimatıyla bir daha devreye alındı...
Apar topar 3 aliler divanına çıktı İskilipli Atıf Hoca... Karar baştan belliydi... Ama zaten yerli yerinde olmayan hukuk ve adalet o davada tümüyle yerle bir edildi...
Mahkeme başkanı Kel Ali; savcının hakkında 3 ila 15 yıl arasında hapis istediği İskilipli Atıf Hoca'nın idamına hükmetti..
En korkuncu ise Atıf Hoca idam edildikten sonra ibreti alem için başına geçirilen şapkaydı...
Mahkeme değil, demokrasinin yüz karasıydı İstiklal Mahkemeleri ...
Biri hakkında bir söylenti çıkması yeterdi...
İftira olsa da fark etmezdi...
3 Aliler Divanı o an devreye girer ve vücudunu zararlı buldukları kim varsa asardı...
Öyle ki gün geldi kurtuluş mücadelesinin büyük komutanı Kazım Karabekir Paşa bile o mahkemede yargılandı...
Resmi tarih yazmıyor bu gerçekleri...
Kimse konuşmuyor...
Konuşmak günah gibi görülüyor...
Ama resmi olmayan tarih tüm doğruları tek tek anlatıyor...
İstiklal mahkemesinin celladı Kel Ali "Sadece ben 5 bin 216 kişiyi idam ettim" demişti yıllar sonra...
Tam sayı hala bilinmiyor...
Ve belki hiç bilinemeyecek...
Ama olağanüstü günlerin
Olağanüstü mahkemelerinde işlenen
Onca cinayet de hiç bir zaman unutulmayacak...
 
Üst Alt