İLK MÜ’MİNLER
Bu din Allah’ın, meleklerin ve peygamberlerin dinidir. Atamız olan İbrahim’in dinidir. Allah, beni bu dini tebliğ için bütün insanlara gönderdi. (Hz. Muhammed (s)
Resulüllah, ilk ilâhî talimatları alışını takiben, daveti nasıl gerçekleş tir eceğiyle ilgili bazı sıkıntılar yaşasa dahi, bir süre sonra görevinin gereğine uygun olarak harekete geçti. Tanıdıklarını, kendisine vahyolunan ebedî hakikatlere iman etmeye davete başladı. Resulüllah’ı çok yakından tanıyan, O’na güvenen, saygı ve sevgi duyan birkaç kişi, daha ilk günlerde, olumlu cevap verdiler. Daveti olumlu cevaplayarak ilk günlerden itibaren Resulüllah’ın yanında yer alanlar; eşi Hatice, evlatlığı Zeyd, yeğeni Ali ve yakın dostu Ebû Bekir’di. Bunlar, hiç tereddüt etmeden, Resulüllah’m kendilerine bildirdiği ilâhî hakikatleri tasdik ettiler, Resulüllah’m peygamberliğine iman ettiler.
Davete olumlu cevap veren ilk kişi Hz. Hatice oldu. O, eşinin peygamber olarak görevlendirildiğini, bizzat eşiyle aynı anda ve herkesten önce anlamıştı. Hiç tereddüt etmeden de eşinin peygamberliğini kabul etti. İmkânı ve gücü dahilinde eşine yardımcı olmaya çalıştı. Zira o, insanlar içerisinde Allah’ın elçisine en yakın olan ve O’nu herkesten daha iyi tanıyan kişiydi. Resulüllah onbeş yıldır kocasıydı.
Hz. Hatice’den sonra Resulüllah’ı ilk tasdik edenin kim olduğunu kesin olarak bilmiyoruz. Konuyla ilgili farklı rivayetler, farklı kimselerin isimlerini ön plana çıkarmaktadır. Bu ihtilafın en önemli nedeni, birkaç kişinin aynı zamanda denecek kadar kısa süre içerisinde daveti kabul etmiş olmalarıdır. Fakat eğer bir sıralama yapmak gerekirse, bazı rivayetlerin şahitliğiyle, Hz. Ali’nin diğerlerine oranla daveti biraz daha önce kabul etmiş olması daha kuvvetli bir ihtimaldir. Buna göre, islâm’ın, risâletin ilk günlerinde, Resulüllah, Hz. Hatice ve Hz. Ali’den ibaret üç mensubu bulunmaktaydı. Bu sırada Hz. Ali 10 veya 12 yaşında bir çocuktu. îslâm davetinin ilk günleriyle ilgili bir rivayet, ilk müminler hakkında bilgiler vermesi açısından önemlidir. Bu, bir tüccar olan ve ticarî işleri nedeniyle İslâm davetinin ilk günlerine rastlayan bir zamanda Mekke’ye gelen Yahya b. Afifin anlattıklarıyla ilgili rivayettir. Yahya b. Afif, daha önceki ziyaretlerinde Mekke’de rastlamadığı ve duymadığı, fakat bu son ziyareti sırasında gördüğü yeni bir durumdan bahsetmiştir. Afif şunları anlatmıştır: ‘Ben Cahiliye çağında Mekke’ye geldiğimde Abbas b. Abdülmuttaiib’in evine gitmiş ve misafiri olmuştum. Sabahın erken bir saatiydi. Güneş henüz yeni doğmuştu. Kabe’yi seyretmeye başladım. Bu sırada Kabe’ye bir adam geldi, gözünü göğe diktikten sonra yüzünü Kabe’ye yönelterek ayakta durdu. Çok geçmeden bir çocuk geldi onun sağ yanında durdu, onun arkasından da bir kadın gelerek yanlarında durdu. Adam secde ederken onunla birlikte çocukla, kadın da secdeye kapandılar. Ben bunu görünce: ‘Bu büyük bir hadise’ dedim. Abbas da: ‘Evet, büyük bir iştir. Sen bunun kim olduğunu biliyor musun?’ diye sordu. Ben de ‘Bilmiyorum’ diye cevap verdim. O, ‘İşte bu şahıs kardeşimin oğlu Muhammed’dir’ dedi. ‘Yanındaki çocuğun kim olduğunu biliyor musun?’ diye sorduğunda, ben; ‘Hayır bilmiyorum’ dedim. O, ‘Bu çocuk, kardeşimin oğlu Ali’dir’ cevabını verdi. ‘Onların arkalarında duran kadının kim olduğunu biliyor musun?’ diye sordu. Ben yine, ‘Hayır’ dedim. O, ‘Bu kadın, Muhammed’in eşi Hatice’dir. Muhammed bana, senin bu gördüğün ibadetlerin Allah tarafından emredilmiş olduğunu söyledi. Allah adına yemin ederim ki yeryüzünde bu üç kişiden başka bu dine mensup olan başka kimse bulunmamaktadır’ dedi.[132]
Hz. Ali’nin İslâm’a girişi, risâîetin o ilk günlerindeki davetin niteliğiyle ilgili bazı önemli bilgilere ulaşma imkânı da sağlamaktadır. Ebû Talib, küçük oğlu Ali’nin, yeğeni Muhammed’le birlikte yeni bir dini kabul ettiğini ve birlikte ibadet ettiklerini duyduğunda, Resulüllah’la görüşerek duyduklarının doğruluğunu tetkik etmek istedi. Resulüllah’a gelerek ‘Yeğenim, duyduğuma göre yeni bir din edinmişsin. Bu dinin özelliği nedir?’ diye sordu. ResuîüUah’m bu soruya cevabı kısa ve açık oldu; ‘Ey amca’. Bu din Allah’ın, meleklerin ve peygamberlerin dinidir. Atamız olan İbrahim’in dinidir. Allah, bu dini tebliğ için beni bütün insanlara gönderdi. Ey Amca! sen bu dine, tebliğ edeceklerimin hepsinden daha layıksın. [133] Resulüllah bu sözleriyle İslâm’ın türedi bir din olmadığını, diğer bin bir türlü dinlerden birisi olmadığını; İslâm’ın insanlığın asıl ve ilk dini olduğunu açıklıyordu. Hz. ibrahim’in ismini zikrederek, insanları Mekke’nin şirkinde hâlâ mevcut bulunan bazı hakikat kırıntılarının asıllarına ve tamamına davet ettiğini bildiriyordu. Ebû Talip, yeğeninin davetine olumlu cevap vermedi. Durumunu değiştirmeye yanaşmadı ve bu konudaki kararlılığını da açıkça ifade etti. Fakat oğlu Ali’ye, yeğeni Muhammed’e uymaya devam etmesini söylemeyi de ihmal etmedi. Ayrıca, görecekleri tepkilere karşı uyararak, dikkatli olmalarını istedi.
Hz. Ebû Bekir’in Müslüman oluşuna gelince; Resulüllah ve Ebû Bekir risalet öncesi dönemde çok yakın arkadaştılar. Bundan dolayı, ResuîüUah’m kendisinin bir peygamber olarak seçildiğim ve görevlendirildiğini Mekkelilere bildirmeye başlaması üzerine, Mekke ileri gelenleri, Resulüllah’la görüşmesi ve durumu anlaması için Ebû Bekir’i görevlendirmişlerdi. Ebû Bekir, kendisine verilen görev gereği arkadaşıyla görüşmüştü. Görüşme sırasında Resulüllah’tan İslâm’la ilgili ilk bilgileri almış, Alâk sûresinin ilk ayetlerini dinlemişti. Bazı rivayetlere göre, Ebû Bekir o ilk görüşme sırasında islâm’a girdi. Bazı rivayetlere göre ise Müddessir sûresinin ilk ayetlerinin vahyolunmasını takiben gerçekleşen bir görüşme sırasında islâm’a girdi. Bu ikinci görüş olayların gelişimi açısından daha doğru gözükmektedir. Çünkü, Resulüllah Hıra’da vahyolunan Alâk sûresinin ayetleriyle peygamber olduğunu öğrenmiş, peygamberliğin gereklerine göre tebliğe başlaması Müddessir sûresinin ilk ayetlerinin vahyolunması ile gerçekleşmiştir. Bu nedenle Hz. Ali ve Hz. Zeyd’de de olduğu üzere, Hz. Ebû Bekir’in islâm’a girişi vahyin kesintiye uğradığı fetret devrini takiben gerçekleşmiş olmalıdır. Mevcut bilgilerden anlaşıldığına göre Hz. Ebû Bekir’in İslâm’a girişi şu şekilde gerçekleşmiştir: Resulül-lah, görevinin gereği olarak insanları İslâm’a davet etmeye başladığında, en yakın dostu Ebû Bekir Mekke’de bulunmuyordu. Bir ticaret kervanıyla Yemen’e gitmişti. Yemen dönüşü, Mekke ileri gelenlerinden bir grup, Resulüllah ile ilgili yeni haberi kendisine aktardılar. Bu, Ebû Bekir’in ilgisini çeken bir haberdi. Kendisine anlatılanların mahiyetini anlamak için hemen değerli dostunun yanma gitti. Ey Ebû’l Kasım, duyduklarım doğru mu?’ diye sordu. Resulüllah, ne duyduğunu sorduğunda, Ebû Bekir; Sen, Allah’a davet ediyor ve kendinin de Allah’ın elçisi olduğunu söylüyormuşsun, bunlar doğru mu?’ dedi. Resulüllah ‘Evet’ dedi. Konuştular. Resulüllah, yakın arkadaşına islâm’ı ve kendi durumunu anlattı. Ebû Bekir, bütün özellikleriyle çocukluğundan iübaren çok yakından tanıdığı ResuîüUah’m söylediklerine inanmakta hiç tereddüt etmeden, hemen orada söz konusu davete olumlu cevap vererek müminlerin ilklerinden oldu. Resulüllah, Ebû Bekir’in İslâm’a girişini anlatırken, onun bir farklılığını şöyle ifade etmiştir: ‘İslâm’a davet ettiğim herkes önce muhakkak tereddüt etmiş; düşünüp-taşınmıştır. Fakat Ebû Bekir hiç tereddüt etmeden davetimi kabul etti. [134]
islâm daveti kısa sürede birçok kişinin ilgisini çekti ve bazı kimseler daveti kabul ettiler. Hz. Hatice, Ali, Zeyd, Ebû Bekir gibi ilk müminleri takiben Abdurahman b. Avf, Zübeyr b. Avvam, Osman b. Affan, Sâ’d b. Ebî Vakkas, Talha b. Ubey-üullah, Ammar b. Yasir, Bilâl-i Habeşî müminlerin safına katılan kimseler oldular. Bunlardan Ammar ve Bilâl hariç diğerleri Mekke’nin varlıklı ve güçlü ailelerine mensup gençlerdi. Hepsi de îslâm öncesi hayatlarında ahlaken erdemli olma çabası içerisinde bulunan kimselerdi ve ahlâkî erdemleriyle tanınan Resulüllah’ın ve Ebû Bekir’in davetleri karşısında tereddüt etmeden Müslüman oldular. Ammar ile Bilâl ise köleydiler ve Resulüllah’ın hakikat çağrısını gönülden kabullendiler. Bu çağrının, gasp edilen insanlıklarını kendilerine iade edeceğini anlamakta zorlanmadılar.
Risâlet sürecinin ilk haftaları, aylan denecek kadar erken bir dönemde Müslüman olanlar sadece bunlar değildi. Yukarıda isimleri geçenlere göre bir sonraki aşamada, ama davet sürecinin ilk zamanlarında iman eden daha başkaları da vardı. Bunlar ve öncekiler dikkate alındığı zaman ilk müminlerin bazı ortak özelliklere sahip oldukları anlaşılmaktadır.
Bu özelliklerin başında, Resulüllah’m bizzat şahsına güvenlerinin imanlarının en önemli gerekçesi olduğu anlaşılmaktadır. Başta eşi, evlatlığı, yeğeni ve yakın arkadaşı olmak üzere, öncelikle yakınlarından bazı kimselerin daveti ilk kabul eden kimseler olmalarının nedeni budur. Daha da önemlisi ve dikkat çekeni, akrabalarından özellikle de kadınların risâletin ilk zamanlarında iman etmiş olmalarıdır. Bunlar arasında halası Safiyye, Ervâ, Umeyme ve Âtike, islâm davetinden önce ölen diğer halası Ümm-û Hakim’in kızları Sâ’da bint-i Kureyz ve Ervâ bint-i Kureyz, halası Umeyme’nin kızları Hamne bint-i Cahş, Zeyneb bint-i Cahş, amcası Abbas’ın hanımı Lubâne bint-i el-Hâris vardır. Risâletin ilk zamanlarında İslâm davetini kabul eden kadınlar arasında Hz. Ebû Bekir’in, Abdurahman b. Avfm, Osman b. Affan’ın, Talha b. Ubeydullah’ın, Am-mar b. Yasir’in anneleri de ayrıca dikkat çekmektedir. Ağırlıklı olarak kadınların henüz birkaç ayetin vahyolunduğu ve İslâm’ın nasıl bir din olduğunun çok fazla bilinmediği bir zamanda iman etmeleri üzerinde özellikle durmayı gerektiren önemli bir husustur. Burada şu söylenebilir ki, söz konusu kadınlar elbette ki o aşamada Resulüllah’ın şahsına güvenleriyle hareket etmişler ve samimi bir şekilde Resulüllah’m davetini kabul etmişlerdir. O’nun şahsında, insan oluşlarının gerektirdiği değere kavuşacaklarını hissetmiş veya görmüş olmaları da ayrıca dikkate alınması gereken bir özellik olarak anlam kazanmaktadır. Onlar, iman etmeleriyle, sadece çocuklarının değil, aynı zamanda toplumun, daha yerinde bir tespitle İslâm ümmetinin de anası olmuşlardır. Bu konuda Hz. Hatice önemli bir örnektir. O, peygamber olan kocasının insanlar arasındaki en önemli yardımcısı ve ilk müminlerden birçok kimsenin de iman etmelerine vesile olan özel ve önemli bir şahsiyet kimliğiyle çok önemli bir konumda yer almıştır. İlk müminlerden Hz. Hatice’nin vesilesiyle iman edenler arasında, önceki eşi Atik b. Abîd’den olan kızı Hind, yeğeni Umeyme, yakın akrabalarından Esved b. Nevfel, Amr b. Umeyye, Halid b. Hizam vardır.
[132] Ibn Ishak, Siyer, 195; Taberî, Tarihu’r-Rusül vel-Mülûk, 11/212; İbn Abdilber, el-İstiâbfî Esmai’l-Ashâb, 111/1243; İbn Sâ’d, et-Tabakatül-Kûbra, VII/17, 18.
[133] İbn Hişam, es-Siretü’n-Nebeviyyc, 1/263; Taberî, Tarihu’r-Rusül ve’l-Mûlûk, 11/213; Ibnü’l Esir, d-Kâmil fi’t-Târih, 11/58.
[134] Ibn Ishak, Siyer, 178.
Bu din Allah’ın, meleklerin ve peygamberlerin dinidir. Atamız olan İbrahim’in dinidir. Allah, beni bu dini tebliğ için bütün insanlara gönderdi. (Hz. Muhammed (s)
Resulüllah, ilk ilâhî talimatları alışını takiben, daveti nasıl gerçekleş tir eceğiyle ilgili bazı sıkıntılar yaşasa dahi, bir süre sonra görevinin gereğine uygun olarak harekete geçti. Tanıdıklarını, kendisine vahyolunan ebedî hakikatlere iman etmeye davete başladı. Resulüllah’ı çok yakından tanıyan, O’na güvenen, saygı ve sevgi duyan birkaç kişi, daha ilk günlerde, olumlu cevap verdiler. Daveti olumlu cevaplayarak ilk günlerden itibaren Resulüllah’ın yanında yer alanlar; eşi Hatice, evlatlığı Zeyd, yeğeni Ali ve yakın dostu Ebû Bekir’di. Bunlar, hiç tereddüt etmeden, Resulüllah’m kendilerine bildirdiği ilâhî hakikatleri tasdik ettiler, Resulüllah’m peygamberliğine iman ettiler.
Davete olumlu cevap veren ilk kişi Hz. Hatice oldu. O, eşinin peygamber olarak görevlendirildiğini, bizzat eşiyle aynı anda ve herkesten önce anlamıştı. Hiç tereddüt etmeden de eşinin peygamberliğini kabul etti. İmkânı ve gücü dahilinde eşine yardımcı olmaya çalıştı. Zira o, insanlar içerisinde Allah’ın elçisine en yakın olan ve O’nu herkesten daha iyi tanıyan kişiydi. Resulüllah onbeş yıldır kocasıydı.
Hz. Hatice’den sonra Resulüllah’ı ilk tasdik edenin kim olduğunu kesin olarak bilmiyoruz. Konuyla ilgili farklı rivayetler, farklı kimselerin isimlerini ön plana çıkarmaktadır. Bu ihtilafın en önemli nedeni, birkaç kişinin aynı zamanda denecek kadar kısa süre içerisinde daveti kabul etmiş olmalarıdır. Fakat eğer bir sıralama yapmak gerekirse, bazı rivayetlerin şahitliğiyle, Hz. Ali’nin diğerlerine oranla daveti biraz daha önce kabul etmiş olması daha kuvvetli bir ihtimaldir. Buna göre, islâm’ın, risâletin ilk günlerinde, Resulüllah, Hz. Hatice ve Hz. Ali’den ibaret üç mensubu bulunmaktaydı. Bu sırada Hz. Ali 10 veya 12 yaşında bir çocuktu. îslâm davetinin ilk günleriyle ilgili bir rivayet, ilk müminler hakkında bilgiler vermesi açısından önemlidir. Bu, bir tüccar olan ve ticarî işleri nedeniyle İslâm davetinin ilk günlerine rastlayan bir zamanda Mekke’ye gelen Yahya b. Afifin anlattıklarıyla ilgili rivayettir. Yahya b. Afif, daha önceki ziyaretlerinde Mekke’de rastlamadığı ve duymadığı, fakat bu son ziyareti sırasında gördüğü yeni bir durumdan bahsetmiştir. Afif şunları anlatmıştır: ‘Ben Cahiliye çağında Mekke’ye geldiğimde Abbas b. Abdülmuttaiib’in evine gitmiş ve misafiri olmuştum. Sabahın erken bir saatiydi. Güneş henüz yeni doğmuştu. Kabe’yi seyretmeye başladım. Bu sırada Kabe’ye bir adam geldi, gözünü göğe diktikten sonra yüzünü Kabe’ye yönelterek ayakta durdu. Çok geçmeden bir çocuk geldi onun sağ yanında durdu, onun arkasından da bir kadın gelerek yanlarında durdu. Adam secde ederken onunla birlikte çocukla, kadın da secdeye kapandılar. Ben bunu görünce: ‘Bu büyük bir hadise’ dedim. Abbas da: ‘Evet, büyük bir iştir. Sen bunun kim olduğunu biliyor musun?’ diye sordu. Ben de ‘Bilmiyorum’ diye cevap verdim. O, ‘İşte bu şahıs kardeşimin oğlu Muhammed’dir’ dedi. ‘Yanındaki çocuğun kim olduğunu biliyor musun?’ diye sorduğunda, ben; ‘Hayır bilmiyorum’ dedim. O, ‘Bu çocuk, kardeşimin oğlu Ali’dir’ cevabını verdi. ‘Onların arkalarında duran kadının kim olduğunu biliyor musun?’ diye sordu. Ben yine, ‘Hayır’ dedim. O, ‘Bu kadın, Muhammed’in eşi Hatice’dir. Muhammed bana, senin bu gördüğün ibadetlerin Allah tarafından emredilmiş olduğunu söyledi. Allah adına yemin ederim ki yeryüzünde bu üç kişiden başka bu dine mensup olan başka kimse bulunmamaktadır’ dedi.[132]
Hz. Ali’nin İslâm’a girişi, risâîetin o ilk günlerindeki davetin niteliğiyle ilgili bazı önemli bilgilere ulaşma imkânı da sağlamaktadır. Ebû Talib, küçük oğlu Ali’nin, yeğeni Muhammed’le birlikte yeni bir dini kabul ettiğini ve birlikte ibadet ettiklerini duyduğunda, Resulüllah’la görüşerek duyduklarının doğruluğunu tetkik etmek istedi. Resulüllah’a gelerek ‘Yeğenim, duyduğuma göre yeni bir din edinmişsin. Bu dinin özelliği nedir?’ diye sordu. ResuîüUah’m bu soruya cevabı kısa ve açık oldu; ‘Ey amca’. Bu din Allah’ın, meleklerin ve peygamberlerin dinidir. Atamız olan İbrahim’in dinidir. Allah, bu dini tebliğ için beni bütün insanlara gönderdi. Ey Amca! sen bu dine, tebliğ edeceklerimin hepsinden daha layıksın. [133] Resulüllah bu sözleriyle İslâm’ın türedi bir din olmadığını, diğer bin bir türlü dinlerden birisi olmadığını; İslâm’ın insanlığın asıl ve ilk dini olduğunu açıklıyordu. Hz. ibrahim’in ismini zikrederek, insanları Mekke’nin şirkinde hâlâ mevcut bulunan bazı hakikat kırıntılarının asıllarına ve tamamına davet ettiğini bildiriyordu. Ebû Talip, yeğeninin davetine olumlu cevap vermedi. Durumunu değiştirmeye yanaşmadı ve bu konudaki kararlılığını da açıkça ifade etti. Fakat oğlu Ali’ye, yeğeni Muhammed’e uymaya devam etmesini söylemeyi de ihmal etmedi. Ayrıca, görecekleri tepkilere karşı uyararak, dikkatli olmalarını istedi.
Hz. Ebû Bekir’in Müslüman oluşuna gelince; Resulüllah ve Ebû Bekir risalet öncesi dönemde çok yakın arkadaştılar. Bundan dolayı, ResuîüUah’m kendisinin bir peygamber olarak seçildiğim ve görevlendirildiğini Mekkelilere bildirmeye başlaması üzerine, Mekke ileri gelenleri, Resulüllah’la görüşmesi ve durumu anlaması için Ebû Bekir’i görevlendirmişlerdi. Ebû Bekir, kendisine verilen görev gereği arkadaşıyla görüşmüştü. Görüşme sırasında Resulüllah’tan İslâm’la ilgili ilk bilgileri almış, Alâk sûresinin ilk ayetlerini dinlemişti. Bazı rivayetlere göre, Ebû Bekir o ilk görüşme sırasında islâm’a girdi. Bazı rivayetlere göre ise Müddessir sûresinin ilk ayetlerinin vahyolunmasını takiben gerçekleşen bir görüşme sırasında islâm’a girdi. Bu ikinci görüş olayların gelişimi açısından daha doğru gözükmektedir. Çünkü, Resulüllah Hıra’da vahyolunan Alâk sûresinin ayetleriyle peygamber olduğunu öğrenmiş, peygamberliğin gereklerine göre tebliğe başlaması Müddessir sûresinin ilk ayetlerinin vahyolunması ile gerçekleşmiştir. Bu nedenle Hz. Ali ve Hz. Zeyd’de de olduğu üzere, Hz. Ebû Bekir’in islâm’a girişi vahyin kesintiye uğradığı fetret devrini takiben gerçekleşmiş olmalıdır. Mevcut bilgilerden anlaşıldığına göre Hz. Ebû Bekir’in İslâm’a girişi şu şekilde gerçekleşmiştir: Resulül-lah, görevinin gereği olarak insanları İslâm’a davet etmeye başladığında, en yakın dostu Ebû Bekir Mekke’de bulunmuyordu. Bir ticaret kervanıyla Yemen’e gitmişti. Yemen dönüşü, Mekke ileri gelenlerinden bir grup, Resulüllah ile ilgili yeni haberi kendisine aktardılar. Bu, Ebû Bekir’in ilgisini çeken bir haberdi. Kendisine anlatılanların mahiyetini anlamak için hemen değerli dostunun yanma gitti. Ey Ebû’l Kasım, duyduklarım doğru mu?’ diye sordu. Resulüllah, ne duyduğunu sorduğunda, Ebû Bekir; Sen, Allah’a davet ediyor ve kendinin de Allah’ın elçisi olduğunu söylüyormuşsun, bunlar doğru mu?’ dedi. Resulüllah ‘Evet’ dedi. Konuştular. Resulüllah, yakın arkadaşına islâm’ı ve kendi durumunu anlattı. Ebû Bekir, bütün özellikleriyle çocukluğundan iübaren çok yakından tanıdığı ResuîüUah’m söylediklerine inanmakta hiç tereddüt etmeden, hemen orada söz konusu davete olumlu cevap vererek müminlerin ilklerinden oldu. Resulüllah, Ebû Bekir’in İslâm’a girişini anlatırken, onun bir farklılığını şöyle ifade etmiştir: ‘İslâm’a davet ettiğim herkes önce muhakkak tereddüt etmiş; düşünüp-taşınmıştır. Fakat Ebû Bekir hiç tereddüt etmeden davetimi kabul etti. [134]
islâm daveti kısa sürede birçok kişinin ilgisini çekti ve bazı kimseler daveti kabul ettiler. Hz. Hatice, Ali, Zeyd, Ebû Bekir gibi ilk müminleri takiben Abdurahman b. Avf, Zübeyr b. Avvam, Osman b. Affan, Sâ’d b. Ebî Vakkas, Talha b. Ubey-üullah, Ammar b. Yasir, Bilâl-i Habeşî müminlerin safına katılan kimseler oldular. Bunlardan Ammar ve Bilâl hariç diğerleri Mekke’nin varlıklı ve güçlü ailelerine mensup gençlerdi. Hepsi de îslâm öncesi hayatlarında ahlaken erdemli olma çabası içerisinde bulunan kimselerdi ve ahlâkî erdemleriyle tanınan Resulüllah’ın ve Ebû Bekir’in davetleri karşısında tereddüt etmeden Müslüman oldular. Ammar ile Bilâl ise köleydiler ve Resulüllah’ın hakikat çağrısını gönülden kabullendiler. Bu çağrının, gasp edilen insanlıklarını kendilerine iade edeceğini anlamakta zorlanmadılar.
Risâlet sürecinin ilk haftaları, aylan denecek kadar erken bir dönemde Müslüman olanlar sadece bunlar değildi. Yukarıda isimleri geçenlere göre bir sonraki aşamada, ama davet sürecinin ilk zamanlarında iman eden daha başkaları da vardı. Bunlar ve öncekiler dikkate alındığı zaman ilk müminlerin bazı ortak özelliklere sahip oldukları anlaşılmaktadır.
Bu özelliklerin başında, Resulüllah’m bizzat şahsına güvenlerinin imanlarının en önemli gerekçesi olduğu anlaşılmaktadır. Başta eşi, evlatlığı, yeğeni ve yakın arkadaşı olmak üzere, öncelikle yakınlarından bazı kimselerin daveti ilk kabul eden kimseler olmalarının nedeni budur. Daha da önemlisi ve dikkat çekeni, akrabalarından özellikle de kadınların risâletin ilk zamanlarında iman etmiş olmalarıdır. Bunlar arasında halası Safiyye, Ervâ, Umeyme ve Âtike, islâm davetinden önce ölen diğer halası Ümm-û Hakim’in kızları Sâ’da bint-i Kureyz ve Ervâ bint-i Kureyz, halası Umeyme’nin kızları Hamne bint-i Cahş, Zeyneb bint-i Cahş, amcası Abbas’ın hanımı Lubâne bint-i el-Hâris vardır. Risâletin ilk zamanlarında İslâm davetini kabul eden kadınlar arasında Hz. Ebû Bekir’in, Abdurahman b. Avfm, Osman b. Affan’ın, Talha b. Ubeydullah’ın, Am-mar b. Yasir’in anneleri de ayrıca dikkat çekmektedir. Ağırlıklı olarak kadınların henüz birkaç ayetin vahyolunduğu ve İslâm’ın nasıl bir din olduğunun çok fazla bilinmediği bir zamanda iman etmeleri üzerinde özellikle durmayı gerektiren önemli bir husustur. Burada şu söylenebilir ki, söz konusu kadınlar elbette ki o aşamada Resulüllah’ın şahsına güvenleriyle hareket etmişler ve samimi bir şekilde Resulüllah’m davetini kabul etmişlerdir. O’nun şahsında, insan oluşlarının gerektirdiği değere kavuşacaklarını hissetmiş veya görmüş olmaları da ayrıca dikkate alınması gereken bir özellik olarak anlam kazanmaktadır. Onlar, iman etmeleriyle, sadece çocuklarının değil, aynı zamanda toplumun, daha yerinde bir tespitle İslâm ümmetinin de anası olmuşlardır. Bu konuda Hz. Hatice önemli bir örnektir. O, peygamber olan kocasının insanlar arasındaki en önemli yardımcısı ve ilk müminlerden birçok kimsenin de iman etmelerine vesile olan özel ve önemli bir şahsiyet kimliğiyle çok önemli bir konumda yer almıştır. İlk müminlerden Hz. Hatice’nin vesilesiyle iman edenler arasında, önceki eşi Atik b. Abîd’den olan kızı Hind, yeğeni Umeyme, yakın akrabalarından Esved b. Nevfel, Amr b. Umeyye, Halid b. Hizam vardır.
[132] Ibn Ishak, Siyer, 195; Taberî, Tarihu’r-Rusül vel-Mülûk, 11/212; İbn Abdilber, el-İstiâbfî Esmai’l-Ashâb, 111/1243; İbn Sâ’d, et-Tabakatül-Kûbra, VII/17, 18.
[133] İbn Hişam, es-Siretü’n-Nebeviyyc, 1/263; Taberî, Tarihu’r-Rusül ve’l-Mûlûk, 11/213; Ibnü’l Esir, d-Kâmil fi’t-Târih, 11/58.
[134] Ibn Ishak, Siyer, 178.