Husrev'in Yazdığı Mektuplar

Durum
Üzgünüz bu konu cevaplar için kapatılmıştır...

Hasret ruzgari

Aktif Üyemiz
Aziz Üstadım!Nazarım nereye ilişse, aklım herhangi bir hali muhakeme etse, muhayyelem ne ile meşgul olsa, samiam ne duysa, kalbim nereye gitse, dolaşıkları yerlerde ve tesadüf ettikleri şeylerde, beşere bakan pek büyük âsâr-ı rahmeti görüyor. Semavat ve arş, bütün heybetiyle insanların seyrangâhı, Cennet, mesken-i hakikisi oluyor. Zemin bir hane şekline giriyor. Mele-i âlânın sekeneleri ve zemin yüzüne serpilen yüzbinlerce mahlukat ve nebatat enva’ının insanların hâcetleri için koşuştuklarını, sineklerden balıklara, zerrelerden yıldızlara kadar küçük büyük her bir masnu’, insanların yüzüne vahşetle değil, gülerek baktıklarını görüyor.
Sonsuz rahim olan Hâlik-ı azimin kusursuz olan bu kasrını, temâşâya doyamayan ruh, kendine avdet ediyor. Rahmetin nihayet derecede incelikleriyle tanzim ve idare edilen cisme bakıyor. Duyguları arasında yalnız muhayyilesine hasr-ı nazar ediyor. Bu muhayyilenin dimağda kendisine tahsis edilen mahalli, bir hardal tanesi kadarken, her zaman bütün âlemi sinema şeritleri gibi hayal hanesinde dolaştırır. Hafıza bir çeşit, akıl ayarı bir çeşit, fikir başka bir halde, kalb daha başka, kâmil insanlarda hal-i faaliyette olan diğer letaif, daha başka bir şekilde, basıra, samia, zaika, lâmise, şamme gibi havass-ı zâhirinin istiab ettikleri manevî sahalara nisbetle, nihayet derecede küçük bir dimağımda yerleştikleri halde, yekdiğerine karışmayarak, biri diğerinin vazifesine müdahale etmeyerek, ayrı ayrı vazifelerde, ayrı ayrı dairelerde gayet muntazam çalıştıklarını ve hattâ etıbbanın bile senelerce tahsil ederek içinden çıkamadıkları vücud-u beşerin her bir kısmının, her bir uzvunun inceliklerini görüyor. Bu derece rahmetle tanzim edilen, bu kadar muhtelif vezaif ile çalıştırılan, bu muhayyiri’l-ukul makineyi temâşâ eden ruh, bu makina üzerindeki derece-i malikiyetini düşünüyor. Hükmünün hiçbir uzva tesir etmediğini görünce, sığınacak bir yer, iltica edecek bir mahal, perverde edilecek bir varlık arıyor. İşte o vakit bu kadar rahmetiyle perverde eden Hallâk-ı azime karşı secde-i şükrana kapanarak ağlıyor, ağlıyor, ağlıyor. Bütün dertlerini döküyor. Onun, yalnız onun lütf u keremine iltica ederek af olunmak, dünyada olduğu gibi ukbada da sevdikleriyle birlikte va’dettiği Cennette bulundurulmasını istiyor ve yalvarıyor.
Ahmed Husrev
***
 

Hasret ruzgari

Aktif Üyemiz
(Husrev, Üstadının kendi hakkında hiddetini zannedip,
bir meseleye dair, müteessiren yazdığı mektubundan bir fıkradır)
Sevgili ve kıymetdar üstadım!
Mektubunuzun mütalâasından mütevellid teessüratım arasında, kalbime çok havatır hutur ediyordu. Her tarafı ve her hali kusur ve ayıpla dolu talebeniz, sevgili Üstadının ayaklarının altına varlığını sermişti. Belki her gün, bu şiddetten daha büyük bir şiddetle muamele görse ve hattâ Üstadı uğrunda, yüzbin hayatı olsa hepsini bile vermeye bilâ tereddüd hazır olduğunu, suri değil, kalbî bir itirafla müheyyadır.
Mücrim talebeniz senelerden beri Hâlikından bir hami istiyordu. Baştan aşağıya kadar siyahlıklarla dolu olan defter-i a’mâlim tedkik edilse, bu hususta ne kadar tazarru ve niyazım vardır ve ne kadar gözyaşlarım bulunacaktır. Kur’anî hizmet uğrunda, arzın sekenesi kadar hayatım olsa, her birisini feda etmeyi, ne büyük saadet ve şeref kabul etmişim.
Ey sevgili Üstadım! Ey kıymettar hocam! Ey senelerden beri aradığım muhterem mürşidim! Ey aziz dellâl-ı Kur’an!
Izdırablarımın sürura inkılâb etmekte olduğunu hissediyorum. Uzakta olanın kusuru görülmez, tokat yakında olana vurulur. Kalbim bu cümlelere 1
barla_299_1.gif

diyor. Fakat dimağımdan silinmeyen bir şey varsa, o da aziz Üstadımın elemlerine iştirak etmek idi.
Muhterem mürşidim! Kimin haddi var ki, risalelerin birisine el uzatsın veyahut bir sahifesine dil uzatsın veyahut bir cümlesini tenkid etsin, veyahut bir kelimesine, hattâ bir harfine ve belki bir noktasına itirazda bulunsun.
Bilâ-istisna her ferd istihsan ederken, böyle bir şey yapmak için, bu cür’eti kimden alayım. Yok, sevgili Üstadım, müsterih olunuz, senelerden beri çekmekte olduğunuz, kal’abend cezasından pek şedid azabınıza, bir başka ve mühim elem katılmasına taraftar olanlara, bir parça meyletmek şöyle dursun, belki bu hâlin şiddetle ve belki fedaisi olarak aleyhte olduğuma, vicdanımın tasdiki kâfi bir şahiddir.
Ahmed Husrev
***


1- Bu, Rabbimin bana bir lütfudur.(Neml Suresi: 40)

 

Hasret ruzgari

Aktif Üyemiz
(Ahmed Husrev’in fıkrasıdır.)
Sevgili Üstadım!
Aktab-ı hamse-i azimenin birincisi ve Gavs-ı Âzam namıyla müştehir Şeyh-i Geylânî Hazretlerinin, şimdiki Kur’an’ın hâdimlerine bakan kasidesindeki ihbarat-ı gaybiye-i mühimmeyi havi kıymettar risaleyi kardeşlerime ve dostlarıma okudum. Ve inşaallah fırsat budukça yine okuyacağım. Rahatsızlığım, bir suretinin takdimine fırsat bahş etmediği gibi, Otuzikinci Sözün Birinci ve İkinci Mevkıflarından da üç dört sahifeden daha fazla yazmaklığıma mâni oldu.
Sevgili Üstadım, o büyük şeyhin mazhar olduğu o büyük tecelli ve nail olduğu o büyük eltaf-ı sübhaniye ile sekiz yüz senelik mesafeyi gören ve bu müddet arasında gelip geçenlere ve bu günün dehşetini ehl-i zevk ve keşfe gösteren, yazılarındaki o derin ve pek ince manalar, idrak edebildiğim kadarını düşünürken, ehl-i gafletin nazarından saklanmış olan ve fakat ehl-i hakikatın görmesine mâni olmayan maziyi hatırladım. Ve bu risalenin feyziyle mücahede-i maneviyenizden ve etrafınızda toplanmış olan fedakâr, mücahit talebelerinizden ve maruz kaldığınız mühlik felâketlerden ve nail olduğunuz, bu kadar azim eltaf-ı ilâhiyeden başlayarak, Şah-ı Geylânî’ye kadar ve ondan asr-ı saadete kadar uzanan, o uzun zamanı hayalen gezdim. O büyük Gavs’ın sekizyüz sene evvel ilân ettiği bu hakikatın karşısında hayran oldum. O büyük şeyh, “Eski Said” gibi bir mürid ile, “Yeni Said” gibi bir ders arkadaşıyla konuşuyor. Ve konuşmaya da zaman ve mekân mâni olamıyor. İster arzın öbür tarafında olsun, ister semavatın en uzak köşelerinde olsun, ister Hazret-i Âdem* (safiyullah) zamanında dünyaya veda etmiş olsun.
İşte bu muhavere neticesinde bu ihbarat-ı gaybiyeyi ve acibeyi sekiz-on sene evvel öğrenmiş ve şimdi de talebelerinize ders veriyorsunuz. Bu hizmette temayüz eden arkadaşlarınıza irae ederek, her hususta sitayişe lâyık Hulûsi’yi ve ona refik olacak bir kabiliyette bulunan mütevazi Sabri’yi ve hizmet ve gayretleriyle sadıkane çalışan Süleyman ve Bekir Ağa gibi talebelerinize işaret eyliyorsunuz. Ve bu küçük cemaatin istinadgâhı olan, azim cemaatlerin himmetlerini ve bu cemaatlerin içindeki nuranî simaları tanıttırdığınız gibi, Şah-ı Geylânî zamanında Hülagu vak’asıyla da zamanımızın riyakâr münafıklarına ve bu münafıkların re’skârlarına hitab ederek, “Yakın bir istikbalde kahhar bir el, size cezanızı tamamen vermekle, masumların




 

Hasret ruzgari

Aktif Üyemiz
intikamını alacaktır.” diyorsunuz. Bu hakikatler gösterilen dokuz-on delil ile isbat edildikten sonra, bu risale-i şerife ilân ediliyordu. Sevgili Üstadım, Hulûsi Bey’in bir fıkrasında söylediği gibi, ben de diyorum ki: Kur’an’ın feyziyle açtığınız bu cadde-i nuraniyede acz ve fakr kanatlarıyla tayran ederken, ne büyük harika kerametlerle karşılaşıyorsunuz. Ve ne azim hadisat-ı acibeye şahid oluyorsunuz. Kimbilir, daha neler göreceksiniz. Ve mazhar olduğunuz bu inayetlerden bizleri de hissedar ederek, vazifemizde her an gayret ve ciddiyet tavsiye ediyorsunuz.
İşte Sevgili Üstadım, bu kadar ikram-ı ilâhî karışısında bir taraftan kulluk edemediğim için gözlerim yaşarıyor, kalbim ağlıyor. Diğer taraftan da barigâh-ı samediyete af olunmaklığım için yalvarırken, bîhad ve bîhesab minnet ve teşekkürlerimi takdim ediyorum. Ve Sevgili Üstadıma ve muhterem fedakâr kardeşlerime muvaffakiyet ve selâmetler ihsan edilmesi için duagû oluyorum kıymettar Üstadım efendim hazretleri.
Günahkâr talebeniz
Ahmed Husrev
***
(Ahmed Husrev’in fıkrasıdır.)
Sevgili Üstadım
Bu fakir talebenize teselli veren mektubunuzu aldım ve ba’de’t-takbil okudum. Ruhumda hasıl olan manevî yaraların ızdırabları ile çok müteellim olurdum. Her şeyden ziyade hürmet ettiğiniz ve ehemmiyeti dolayısıyla pek fazla itina ettiğiniz, şeair-i diniyemize ve sizi severek, hahişle, fîsebilillâh emirlerinize itaat ederek, size koşan talebelerinize sed çekmek suretiyle yapılan denaete ruhum sabredemiyordu. Bir an evvel Hâlikına ulaşmak isteyen ruhumda azim bir galeyan hissediyordum. Diğer taraftan sizden malumat alamadığım için ızdırapların altında fevkalhad eziliyordum. Zalimlerin kahrı için dergâh-ı ilâhiye iltica etmekle teselli bulmak isterken, işte bu mektublar kaza ve kadere razı olmak suretiyle teselli ihsan ediyordu. Ben de 1
barla_301_1.gif

diyerek kahr talebinde bulunmayı bırakıyorum.


1- İşittik ve itaat ettik. (Nisa Suresi: 46)
 

Hasret ruzgari

Aktif Üyemiz
Ey sevgili ve müşfik Üstadım, her an duanıza muhtaç talebeniz, kendi hesabıma düşünürsem, ruhen bir parça istirahat ediyorum. Fakat Üstadım ve kardeşlerim hesabına düşünürsem, ıztırabım, ye’sim birden bine çıkıyor. Ruhum feveran ediyor; yine Cenab-ı Hak hesabına itaat etmek istemiyor.
Aziz Üstad! Âlem-i İslâma indirilen o azim darbeler, âlem-i İslâm hesabına sizin omuzlarınıza isabet ettiğini biliyorum. Böyle olmakla beraber, ulvî ruhunuz, âlî hamiyetiniz, hadden efzun sabrınız, daha pek çok ve pek güzel hasletleriniz üzerinde en bariz izleri gözüken şefkatiniz, zalimler hakkında da hayır dua etmek oluyor.
Talebeniz
Ahmed Husrev
***

(Ahmed Husrev’in fıkrasıdır.)
Senelerden beri zalimlerin pençe-i zulmünde inleyen bu biçare Müslüman kardeşlerinizle geçirmekte olduğunuz bu mübarek bayramın belki dokuzuncusunu hücra köşelerinde, dostlarınızdan uzak, akraba ve taallûkatınızdan mahrum bir vaziyette, teali ve terakkisi için çalıştığınız cem’iyet-i İslâmiye arasından uzaklaştırıldığınız bir halde geçireceğinizi hatırladıkça yüreğim parçalanıyor, ruhum azim bir elemle yanıyor, gözlerimden yaşlar dökülüyor. Kalbimden yükselip gelen bir sesle, “Ağla, hem çok ağla! Belki, rahmet-i ilâhiyenin nüzulü ve âlem-i İslâmın saadet ve selâmeti için ağlayanlarla beraber ağla.” diyor.
Bu anda kalb gözüm, bu hüzne iştirak ederek, Dicle ve Fırat ve Nil-i mübarek gibi âlem-i gayb vadilerinde sular akıtarak ağlıyor.
Sevgili Üstadım! Ehl-i gaflet gülerken, ehl-i ilhad nefsî müştehiyatları arkasında koşarken, biz ne acı hayatlarla karşılaşıyoruz. Ah sevgili Üstadım! Cenab-ı Hak bize saadet vermeyecek mi? Acaba bu gün daha çok uzayacak mı? İhtiyarsız kendime sorduğum bu suallere yine kendim cevap verirken, teenni ve sabır tavsiye ediyorum. Ve Sırr-ı İnna A’teyna tebşiratıyla müteselli oluyorum.
Ey kıymettar Üstadım! Sizin hüznünüze, huzurunuzda olduğum halde
 

Hasret ruzgari

Aktif Üyemiz
iştirakimi istiyordum. Öyle hissediyorum ki, ruhen hiç de uzak değilim. Bazen kendimi unutuyorum. Güya kanatsız tayeran ediyor, koca çınar ağacının arasından girerek meclisinize dahil oluyorum. Sevgili Üstadım! Hâlikımdan ebediyen razı olmuşum. O da sizden ebediyen razı olsun. Maalesef ziyaretinizle müşerref olamıyorum. Buna bedel Bekir Beyle takdim ettiğim ve arzu edilen şekilde yazamadığım İ’caz-ı Kur’an’ın sahifelerini açtıkça, hakir talebenizin her sahifeye mukabil ellerinizden öpmekte olduğumu kabul buyurmanızı istirhamla, sıhhat ve selâmet ve muvaffakiyetiniz için dua ederek, el ve ayaklarınızdan öperim, efendim hazretleri.
1
barla_303_1.gif

Talebeniz
Ahmed Husrev
***
(Ahmed Husrev’in fıkrasıdır.)
Sevgili, müşfik Üstadım, efendim hazretleri!
Arz-ı hürmet ve iştiyakla el ve ayaklarınızdan öperim. Hulûsi Bey’in suallerine verilen cevablara ait cihandeğer kıymetli, nurlu, feyizli Sözlerinizi, iki gün evvel aldım. Suallerin cevabları o kadar lâtif idi ki, ne okumağa doyabildim ve ne de idrakim kadar olsun hakkıyla kavrayabildim.
Muhyiddin-i Arabî Hazretlerinin, makbulînden olduğu halde, hatasının ve her kitabında mühdi olamamasının esbabı, o kadar amik bir şekilde ve o derece ince bir tarzda izah buyuruluyor ki, bu âlî dersinizi sair kardeşlerimle beraber okudum, dedim: Aziz kardeşlerim, bu âlî dersten istifade ediyor, mühim bir şey anlıyorum, fakat zübde edemiyorum, zihnimde toparlayamıyorum, siz ne dersiniz?
Hazirûn, dersimizin yüksekliğine işaret ederek, İslâmiyetin ardı ve arkası kesilmeyen hücumlara maruz kaldığı bir zamanda, bu nurlu eserlere kavuştuğumuzdan dolayı, binler teşekkür ettik. Bilhassa Doktora verilen son cevap haşiyesinin letafeti yüzümüzde âsârını göstermişti.


1- Baki olan yalnızca Allah’tır.

 

Hasret ruzgari

Aktif Üyemiz
Bir taraftan hınzır etinin hürmet-i esbabı, illeti, gayet güzel bir surette izah edilmiş, diğer taraftan da âlî müfekkirenizden parlayan nurlarla, hem de pek yakında dünyanın ufuklarında İslâmiyetin güneşinin parlıyacağına işaret buyuruyorsunuz. Cenab-ı Hak sizden hadsiz hesapsız razı olsun.
Sevgili Üstadım, âciz talebeniz, bu aczi ile manevî himmetinize iltica ediyorum. Ve öyle ümid ediyorum ki, Hallâk-ı Kerîmim beni ihtiyarım olmayarak, istihdam ettiği bu vadide, duanız himmeti ile inşaallah bir idrak ve bir kabiliyet ihsan buyuracaktır.
Hakîr talebeniz
Ahmed Husrev
***
(Ahmed Husrev’in fıkrasıdır.)
Muhyiddin-i Arabî Hazretlerinin meşrebini izah edip, noksaniyeti beyan eden nurlu beyanatınızdan çok istifade ettim. O meseleye ait evvelki dersinizden anlayamadığım cümleler ve karanlık noktalar, bu defa başka bir tarzda çevrilerek karşıma çıktığını hissettim. Ve güzel yüzlü hakikatlerini görmeye başladım. elhak çok tefeyyüz ettim. Kardeşim Refet Beyle beraber okuduk. Üstadımıza minnetdarane teşekkürler ettik. Cenab-ı Hak, size lâyık olduğunuz ecr-i kesiri ihsan etsin. Âmin.
Ahmed Husrev
***
(Husrev’in fıkrasıdır.)
Aziz Üstadım!
Cemaziye’l-ahir ayında vuku bulan 1
barla_304_1.gif
ayetinin ifade ettiği hâlâtın bir numunesini izah eden hadisat-ı semaviye ile, Kur’an’ın semasında parlayan lâfza-i Celâl yıldızlarının acib ve tatlı tevafuklarını ders veren o kıymetdar mektubunuzu, Hafız Ali kardeşimiz de dahil olduğu halde Refet, Bekir, Lütfi, Rüşdü, Keçeci Mustafa Efendi ve ağabeyim Ali Efendi ile


1- Yıldızlar etrafa dağılıp saçıldığında. (İnfitar Suresi: 2)
 

Hasret ruzgari

Aktif Üyemiz
beraber okuduk. O gece meclisimiz pek tatlı idi. Hadisat-ı semaviyeyi hayret ve taaccüble ve pek büyük bir sevinçle karşılıyarak, mele-i alânın bayramlarına biz de iştirak etmiştik. Nasıl ki bu hadise-i semaviyenin birinci defa vukuu, başta insan suretinde yapılmış Hubel tabir ettikleri büyük putlarıyla 360 putu ilâh kabul eden müşrikin-i Kureyş’in helâkini netice vermişti. İnşaallah bu ikinci vukuda 14’üncü asr-ı Muhammedî’de ve Avrupa terakkiyatı ile iftihar ettiği ve yirminci asır namını alan bu günde, ehl-i fetretin putperestliğinin daha feci bir surete giren suretperestliğinin kökü kesileceğini bize ilân ediyordu. Bu ilân, ümmet-i merhume-i Muhammediyeye, pek güzel ve pek hayırlı bir fütuhatı hazırladığını hatırlatarak, mahzun kalblerimizi şenlendirmiş, ağlayan yüzlerimizi güldürmüş, gamnak çehrelerimize beşaşet serpmişti. Dimağımızda asr-ı saadetin o cazibedar hayatını canlandırmış, güya maziyi istikbale çevirerek, bir müddet o âlemlere ve o nezih ruhlu, ulvî düşünceli insanlar arasında yaşatmıştır.
Saniyen: Lâfza-i celâlin manidar ve münasebetdar tevafukatını temâşâya koyulduk. Bu tevafukat, ihtiyarsız nazarımızı kendisine çeviriyordu. İrae edilen kısımlar ve tevazün ettirilen âdetler, o kadar şirin idi ki, okurken kalbimize serinlik, dimağımıza bir inkişaf, ruhumuza bir gıda veriyordu...
Vaktimizi artırmak için, yan yazı ile yazılan Kur’an-ı Kerim’in 15. sahifesine kadar 7, 8 adetler tevafukatını muhafaza ederek, 51 defa gelmesi, mektubun nihayetini asel (bal) ile bağlıyordu. Ne kadar gariptir ki, bu rakamların hem yazılmaları birdir, hem sırada kardeşlikleri birdir ve hem de sahifede gösterdikleri rakamla tevafukları birdir.
Ey sevgili Üstad! Cenab-ı Hak sizden çok razı olsun, yeni yeni meyveler ve fakihelerle tagaddi suretiyle takviye-i ezhana, hem de def’-i cu’ sureti ile ızdıraplarımızı teskine vasıta oluyorsunuz.
Husrev
***
(Husrev’in fıkrasıdır.)
Sevgili Üstadım, aziz hocam, efendim hazretleri!
El ve ayaklarınızdan öperek, sıhhat ve afiyetiniz için duacıyım. Bu hafta zarfında, yazıp ikmaline muvaffak olabildiğim, Yirmi Altıncı ve Onuncu
 

Hasret ruzgari

Aktif Üyemiz
cüz’leri ve Kur’an-ı Kerim’in tamamen yazılmasından mütevellid sürurlarımı ifade eden, şu arizamı takdim ediyorum. Sevgili Üstadım, bu hususta maruz kaldığım, o Furkan-ı Ezelînin bazı inayatından bahsetmekliğime müsaade edilmesini rica ederim. Şöyle ki:
Lâfza-i Celâl ve lâfz-ı Rab tevafukatı ile kelime tevafukatını muhafaza etmek suretiyle, bir Kur’an-ı Kerim yazılmasını emir buyurduğunuz vakit, pek büyük bir sevinçle kaleme sarılmıştım. İlk yazdığım üç cüz’ün başlangıcında, o kadar müşkilâtla yazı yazıyordum ki, sevincimi yeis, şevkimi fütur doldurmuştu. Esasen Arabî hattımın hiç olmaması, ye’simi teşdit, füturumu tezyid ediyordu.
Sevgili Üstadım, bu hâl çok devam etmedi. İlk günlerde sabahtan akşama kadar çalıştığım halde, beş veya altı sahife yazı yazabilmek, benim için büyük bir muvaffakiyet iken, Kur’an-ı Azimü’l-Bürhanın yardımı imdadıma yetişti. Müşkilâtın yerini sürur, teessürün yerini sevinç kapladı. Bazı günler kalemi elimden bırakmamak için, namaz vaktinin uzamasını veyahut gurubun olmamasını temenni ediyordum. Bazen olurdu, sabahlara kadar yazı yazmak isterdim. Bazen olur, yazılması gayet güç sahifelere, Kur’an’dan istimdat ederdim. Gayet kolaylıkla, o sahifeyi yazmaya muvaffak olurdum. Bazen en kolay yazılacak saifelerde, istimdadı bırakırdım, elimde kalem güya yazı yazmakta izhar-ı acz ederdi. Hattâ bazen yanlış yazarak sahifeleri tebdil ettiğim olurdu.
Bu kadar teshilât arasında, Arabî hattımın şeklinin değişmekte olduğunu gördüm. Birinci defaki yazdığım yazılarımla son yazdığım yazılarımı karşılaştırdığım vakit, böyle çapraşık bir yazı ile, nasıl olur da dilâver bir pehlivan gibi ortaya atıldığımı düşünerek evvelce çok meyus oldum. Sonra da sevincimden mesrurane şükürler ettim.
Kur’an’da mevcut tevafukatı ile beraber yazan Hafız Ali, Hoca Sabri, Hafız Zühdü gibi kardeşlerimin yazdıklarını gördükçe, şevkim artıyordu. Ümidin fevkinde bir terakkiyat gördüm. Bu esnalardaki inayetin bir kısmı kalbe tulû ediyordu. Bir kısmı idare-i taayyüşüme taallûk ediyordu. Bir kısmı da yazı yazarken vuku buluyordu. Meselâ, son bir hadiseyi arz edeceğim. Şöyle ki:
En son yazdığım Sure-i Tevbe’nin 197. sahifesinde altı lâfza-i Celâl mevcut, dimağıma sahifenin yazılacak şeklini hazırladım.


 

Hasret ruzgari

Aktif Üyemiz
1
barla_307_1.gif
ayet-i celilesindeki iki tane lâfza-i Celâl, tevafuk haricî kalmak suretiyle yazmaya başladım. Vaktâ ki 2
barla_307_2.gif
daki lâfza-i Celâli yazdım; düşündüm ki, istediğim gibi olmayacak, öyle ise üç bir, iki bir tevafuk olsun dedim. Ben tevafuk edecek lâfza-i Celâl’e yaklaştıkça, lâfza-i Celâl’ler tevafuktan uzaklaşıyorlardı. Bir türlü arzu ettiğim şekilde muvaffak olamadım. En nihayet hâl-i hazır vaziyet vücuda geldi. Sahifeyi değiştirmek istedim. Baktım, bu sahife ihtiyarımı dinlememişti. Bunda bir maksat ve bir gaye olacağını hatırlayarak, sahifeyi yırtmadım. 198. sahifeyi yazdıktan sonra, dikkat ettim. 197. sahifede tevafuk haricî bir satırdaki iki lâfza-i Celâl, 198. sahifede aynı satır üzerindeki iki lâfza-i Celâl ile üst üste geldiğini ve diğerinin 199. sahifede pek cüz’î bir inhiraf ile (belki yarım santim kadardır) diğer bir lâfza-i Celâlin üstünde olduğunu gördüm, 3
barla_307_3.gif
diyerek, Cenab-ı Hakkın benim gibi alil ve pek çok masiyet ve kusurlu bir kulunu böyle kudsî bir hizmette istihdam ettirdiğinden dolayı, nihayetsiz sürura müstağrak oldum.
Bu inayet ve muvaffakiyetler fazilet ve mübecceliyette, her şeye tefevvuk eden susmaz ve susturulmaz bir ses, feyyaz bir ziya ve nevvar bir azametle, yirmi sekiz bin âleme imamlık eden, ders veren o Furkan-ı Ezelînin hadsiz kerametlerinden bir kerameti ve nihayetsiz mucizelerinden, kıvılcım-misal küçük bir lem’ası idi.
Cenab-ı Hak dergâh-ı izzetinde kabul buyursa, benim gibi zillet ve meskenet her tarafını kaplıyan kusurlu, âciz bir abd için, ne büyük bir saadet. İşte sevgili Üstadım; himmet-i âliniz ki, ve 4
barla_307_4.gif
hitab-ı izzetine mazhar olan menba-ı füyuzat (aleyhissalâtü vesselâm) Efendimizin himemat-ı kudsiyeleri ile ve refik olan Kur’an-ı Azîmüşşanın


1- Allah onları rahmetine eriştirecektir. Şüphesiz Allah Azizdir, Hakîmdir. (Tevbe Suresi: 71)
2- Tevbe Suresi: 70.
3- Allah'a hamdolsun. Bu, Rabbimin bana bir lütfudur.
4- Sen olmasaydın, sen olmasaydın âlemleri yaratmazdım.(Aclunî, Keşfü’l-Hafâ: 2/148, No: 2121; Aliyyü’l-Kâri, Şerhü’ş-Şifa: 1/6, el-Esrarü’l-merfua: 288, No: 385)

 
Durum
Üzgünüz bu konu cevaplar için kapatılmıştır...
Üst Alt