Nur Hanım
Aktif Üyemiz
Hırsızlık, rüşvet ve yolsuzluk, dinimizin çirkin gördüğü en büyük günahlardandır. İslam’da, helal alışverişe dair bazı şekil ve şartlar konmuş, bunların dışındaki yolların haram olduğu belirtilmiş ve inananlara bu yönde yer yer hem ikazlar yapılmış hem de müjdeler verilmiştir. Âdil idareci, emin emanetçi, dürüst tüccar ayet ve hadislerde sena edilmiş, zalim, hain, aldatan kimseler ise kötülenmiş, ağır cezalarla tehdit edilmişlerdir.
İnananların karşılıklı para ve mal mübadeleleriyle alakalı olarak umumi bir hitap şeklinde Kur’an’da şöyle buyrulmuştur: يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا لَا تَأْكُلُوا أَمْوَالَكُمْ بَيْنَكُمْ بِالْبَاطِلِ إِلَّا أَنْ تَكُونَ تِجَارَةً عَنْ تَرَاضٍ مِنْكُمْ “Ey iman edenler! Mallarınızı aranızda meşrû olmayan yollarla yemeyin. Karşılıklı rıza ile yapılan bir ticaret yapmanız ise, elbette meşrûdur.”[1]
Efendiler Efendisi, emin ve dürüst tüccarla alakalı olarak şu beşaret dolu beyanda bulunmuştur: "Emin ve doğruluktan ayrılmayan ticaret ehli, (âyette sırat-ı müstakim ashabı olarak zikredilen) peygamberler, sıddîkler, şehitler ve salihlerle beraberdir."[2] Adil devlet başkanı hakkında ise şu müjde verilmiştir: "Adil devlet başkanı ve idareciler mahşer yerinde Allah'ın yüce lûtfuna ve himâyesine mazhar olacakların öncüleridir."[3]
Çalıp gasp etmenin çeşitlerinden biri olan arazi ihlaliyle alakalı olarak Allah Resulü (sallallâhu aleyhi ve sellem) bir hadislerinde şöyle buyurmuşlardır: مَنْ ظَلَمَ قِيدَ شِبْرٍ مِنَ الأرْضِ طُوِّقَهُ مِنْ سَبْعِ أَرَضِينَ “Kim bir karışlık yeri haksız olarak elde ederse, o yerin yedi katı boynuna geçirilir.”[4]
Hırsızlık yapan bir kadını affetmesi için aracılık yapmak üzere kendisine müracaat eden bir sahabiye ise Efendimiz (sallallâhu aleyhi ve sellem) şu ibretlik ikazda bulunmuştur: وَايْمُ اللَّهِ لَوْ أَنَّ فَاطِمَةَ بِنْتَ مُحَمَّدٍ سَرَقَتْ لَقَطَعْتُ يَدَهَا “Allah’a yemin ederim ki, kızım Fatıma da çalsa, elini keserim.”[5]
Hırsızlığın cezasıyla alakalı olarak da Kur’an’da şöyle buyrulur: وَالسَّارِقُ وَالسَّارِقَةُ فَاقْطَعُوا أَيْدِيَهُمَا جَزَاءً بِمَا كَسَبَا نَكَالًا مِنَ اللَّهِ وَاللَّهُ عَزِيزٌ حَكِيمٌ “Hırsız erkek ile hırsız kadının irtikâb ettikleri suça bir karşılık ve Allah tarafından insanlara ibret verici bir ceza olmak üzere ellerini kesiniz! Allah azîz ve hâkimdir (mutlak galiptir, tam hüküm ve hikmet sahibidir.)”[6] Hanefilere göre el kesme cezası, ancak korunmuş bir yerde bulunan ve değeri en az on dirhem olan bir şeyin çalınmasından dolayı gerekir. Miktarı, bahsedilen ölçüden az olan veya korumasız bir yerde bulunan malın ya da paranın alınmasıyla el kesilmez. Şafiî ve Malikîlere göre ise bu miktar, dinarın dörtte biri, yani 3 dirhemdir. 10 dirhemle, Efendimiz zamanında iki kurbanlık koyunun alınabildiği düşünülürse, Hanefilerin belirlediği bu miktar bugün yaklaşık olarak 1000, Şafiî ve Malikilerin tercih ettiği miktar ise 300 liradır.[7] Ayrıca hırsızlıktan dolayı el kesme cezasının verilebilmesi için, çalınan malın korunmuş bir yerde olması gerekmektedir.
Rüşvet
Rüşvet, kelime olarak yağcılık ve hedefe ulaşma manalarına gelir. Istılahta ise, bir idareciye, yetkiliye ya da hâkime, menfaat sağlayacak şekilde karar vermesi için verilen gayr-ı meşru para demektir. Diğer bir tarife göre rüşvet, bir hakkın iptali veya bir bâtılın hak kılınması için verilen şeydir.[8]
Rüşvet, hem ayetlerde hem de hadis-i şeriflerde büyük bir günah olarak zikredilmiş ve lanetlenmiştir. Yahudilerin sıfatlarından bahsedilirken onların rüşvet yedikleri ayette şöyle beyan edilmiştir: سَمَّاعُونَ لِلْكَذِبِ أَكَّالُونَ لِلسُّحْتِ “Yalan dinlemeye çok meraklı, haram yemeye pek düşkündürler.” Haram, yani rüşvet yiyenler, rüşvete göre hüküm veren Yahudi hâkim ve fakîhleridir.[9] Ayetteki “suht” kelimesinin bereketi giderici manası da vardır.
Rüşvet verenler, alanlar ve buna aracılık yapanlar Efendimizin beyanlarında lanetlenmiştir. Allah Resulü bir hadislerinde şu tehditkâr beyanda bulunmuştur: لَعَنَ اللهُ الرَّاشِيَ وَالْمُرْتَشِيَ وَالرَّائِشَ “Allah, rüşvet verene de alana da, ikisi arasında aracılık yapana da lanet etsin.”[10] Diğer bir rivayet şöyledir: لَعَنَ رَسُولُ اللَّهِ صَلَّى اللهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ الرَّاشِي وَالْمُرْتَشِي “Allah Resulü (sallallâhu aleyhi ve sellem) rüşvet alana da verene de lanet etmiştir.”[11] Tirmizî’deki rivayette, hadisin sonunda “filhükmi” ifadesi de vardır. Yani hâkimlikte, hüküm vermede rüşvet veren ve alan lanetlenmiştir. İbn Mâce’deki rivayet ise şu şekildedir: لَعْنَةُ اللَّهِ عَلَى الرَّاشِي وَالْمُرْتَشِي “Allah’ın laneti rüşvet veren ve alan üzerinedir.” [12]
Rüşvet ya birisine zulmetmek, onun hakkını yemek için verilir veya hakkı olan fakat verilmeyen bir şeyi elde etmek için yahut da ortada olan bir zulmü defetmek için verilir. Birinci çeşit rüşvet haram kılınmış, lanetlenmiş, diğerleri ise bu kategoride değerlendirilmemiştir. Kişinin, gasbedilen hakkını almak için başka yol kalmadığı takdirde veya maruz kaldığı zulmü defetmek için verdiği rüşvetin haram kısma dâhil olmadığı, böyle durumlarda günahın rüşvet isteyene yazılacağı söylenmiştir.[13]
Devlet malını yemek (Gulûl)
Umumî manâsıyla gulûl, hakkı olmayan bir şeye el uzatma, ondan yararlanma, emanete hıyanet etme demektir. Daha hususî çerçevede ise, taksimat yapılmadan önce ganimet malından bir şeyler aşırma, kamu malından gizlice bir şeyler alma, devlet malında suistimalde bulunma manâlarına gelir.
Bu büyük günahla alakalı olarak Kur’an’da Allah Teâlâ şöyle buyurmaktadır:وَمَا كَانَ لِنَبِيٍّ أَنْ يَغُلَّ وَمَنْ يَغْلُلْ يَأْتِ بِمَا غَلَّ يَوْمَ الْقِيَامَةِ ثُمَّ تُوَفّٰى كُلُّ نَفْسٍ مَا كَسَبَتْ وَهُمْ لَا يُظْلَمُونَ “Emanete hıyanet etmek, bir peygamberin yapacağı iş değildir. Her kim hıyanet edip de ganimetten veya kamuya ait hâsılattan bir şey aşırır, bunu da gizlerse, kıyamet gününe o vebalini aldığı şeyler, boynuna asılı olarak gelir. Sonra her kişiye kazandığı şeylerin mükâfatı veya cezası eksiksiz verilir. Ve onlar asla haksızlığa uğratılmazlar.”[14]
Âyet-i celilenin devamında وَمَنْ يَغْلُلْ يَأْتِ بِمَا غَلَّ يَوْمَ الْقِيَامَةِ buyruluyor. Gulûl, ganimet mallarından gizlice bir şeyler alma manâsına geldiği gibi, insanın hakkı olmadığı hâlde el uzattığı her şey gulûl kategorisine girer. Mesela insanın, iş başına geçtiği zaman bir kısım spekülasyonlarla mal edinmesi, tahsisât-ı mestureden (örtülü ödenek) kendi hesabına bir şeyler kaydırması ve bu tür haksızlıkları irtikâp ederken, bir de kılıf bularak, “Ben de burada çalışıp çabalıyorum. Ben olmasaydım bunca birikim yapılamazdı.” gibi ifadelerle gayr-i meşru fiilleri meşru gibi göstererek kendi hesabına bazı şeylerden istifade etmesi gibi hususların hepsi gulûl kategorisi içine girer. Hatta hakkı ve liyakati olmadığı hâlde milletin idaresine talip olan bir insan da milletin hukukunu gallediyor, onların hukukuna tecavüz ediyor demektir.[15]
Efendimiz (sallallâhu aleyhi ve sellem) sık sık ümmetini gulûlden sakındırmıştır. Ebû Hureyre (radıyallâhu anh) anlatıyor: "Bir gün Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) aramızda ayağa kalkarak gulûlü andı. Onun din nazarındaki ne kadar çirkin ve büyük bir günah olduğunu, ne kadar feci akıbetlere sebep olacağını anlattı. Sonra da şöyle buyurdu: "Sakın sizden birinizi Kıyâmet günü, boynunda böğüren bir deveyle gelip “Yâ Resûlallâh beni kurtar!" demesin. Ben orada “Senin için bir şeye mâlik değilim; ben sana teblîğ ettim" derim…” Allah Resulü bu ifadelerini aynen tekrarlayarak beş şeyi daha saymıştır. Bunlar sırasıyla, at, koyun, çığlık atan bir kimse, elbise ve altın-gümüştür.[16]
Başka rivâyetlerde ayakkabı bağı, iğne, iplik ve hattâ bunlardan da değersiz devlete ait şeyleri çalmanın da aynı şekilde gulûl olduğu, ganimetten böyle değersiz bir şey çalmış olarak cephede ölen bir askerin şehitlik mertebesini kaybedeceği belirtilmiştir.
Başta Müslim'in Sahîh'i olmak üzere, hemen hemen bütün hadis kitaplarında rivâyet edilen şöyle bir hadise vardır: Adiyy b. Amîre el-Kindî anlatıyor: "Hz. Peygamber'in şöyle söylediğini işittim: "Sizden kimi bir iş için tâyin ettiğimizde, o bizden bir iğneyi veya iğneden daha değersiz bir şeyi gizleyecek olsa bu bir gulûldür (hıyânettir). Kıyâmet günü onunla gelecek ve onunla rezil olacak)." Bu sözü işiten Ensâr’dan siyah bir adam, memuriyetin helâk edici mesuliyetinden korkarak ayağa kalkıp: "Ey Allah'ın Resûlü bana verdiğin memuriyeti geri al" dedi. Hz. Peygamber: "Bu da ne demek?" diye sordu. Adam: "Senin şöyle şöyle söylediğini işittim" deyince Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm) meselenin ehemmiyetini te'kîden şu cevabı verdi: "Ben aynı şeyleri şimdi bir kere daha tekrar ediyorum: "Sizden kimi bir vazîfeye tâyin edersek, az çok ne elde etti ise getirsin. Ondan kendisine tarafımızdan verileni alsın, men edilenden kaçınsın."[17] Bir başka hadiste bu manâ şöyle te'kîd edilir: "Bir iğne, bir parça iplik de olsa ganîmet malını getirin. Kim ganîmetten bir iğne veya iplik çalacak olsa, Kıyamet günü, o kimse getirecek durumda olmadığı halde onu getirmesi istenerek devamlı azâb edilir."[18]
Bu mevzûda Efendimiz’in (aleyhissalâtu vesselâm) bir başka tembih ve emri de şu şekildedir: "Bir iğne bir iplik de olsa ganîmet malını getirin. Zîra gulûl, Kıyâmet günü buna tevessül eden kimse için rüsvaylıktır, ateştir, yüz karasıdır."[19] Devlet malını yemekle alakalı diğer bir rivayet de şöyledir: Muâz b. Cebel (radıyallâhu anh) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) beni Yemen'e göndermişti. Yeni hareket etmiştim ki, arkamdan birini göndererek geri çağırdı. Yanına varınca, "Sana niye adam gönderip (geri çağırdığımı) biliyor musun?" buyurdular ve ilave ettiler: "Benim iznim olmadan hiçbir şey almayacaksın. Zîra bu gulûldür (hırsızlıktır). Kim gulûl yaparsa, aldığı şeyle kıyamet günü (Allah'ın huzuruna gelir). İşte bu (hususu tembih etmek için) seni çağırdım, artık işine gidebilirsin."[20]
Devlet reisi ve devlet kademelerinde idareci olarak çalışan kimselerin kendilerine gelen hediyeleri almaları, harama yakın mekruh olarak görülmüştür. Hâkimin hediye alması ise icma ile haramdır. Müftülerin hediye almalarının da haram olduğu söylenmiştir.[21][1] Nisa Suresi, 4/29.
[2] Tirmizî, Büyû 4
[3] Buhârî, Edep 36.
[4] Buhârî, Mezâlim 13.
[5] Buhârî, Enbiyâ 54, Megâzî 53.
[6] Maide Suresi, 5/38.
[7] Cassas, Ahkâmü’l-Kur’an, 4/64-65; Hamdi Döndüren, Delilleriyle Ticaret İlmihali, s. 367.
[8] Mevsûatü’l-Fıkhiyyeti’l-Kuveytiyye, XXII, 219.
[9] Maide Suresi, 5/42, Suat Yıldırım, Kur’an-ı Hakîm ve Açıklamalı Meali.
[10] İbn Ebî Şeybe, Musannef, IV, 144.
[11] Ebu Davud, Ekdıyâ 4.
[12] İbn Mâce, Ahkâm 2.
[13] Mevsûatü’l-Fıkhiyyeti’l-Kuveytiyye, XXII, 222.
[14] Âl-i İmran Suresi, 3/161.
[15] Fethullah Gülen, Yenilenme Cehdi, s.
[16] Müslim, İmâre 24.
[17] Müslim, İmâre 30.
[18] İbrahim Canan, Kütüb-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları, 7/406-408
[19] İbrahim Canan, Kütüb-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları, 7/406-408
[20] Tirmizî, Ahkâm 8.
[21] Mevsûatü’l-Fıkhiyyeti’l-Kuveytiyye, XXII, 223.