Adilbey
Aktif Üyemiz
Güneş her yıl yaklaşık 1,17x1031 kJ (kilojoule) enerji yayar. Bunun sadece 2 trilyonda biri (54,4x1020 kJ) 150 milyon kilometre uzaktaki Dünya'ya ulaşır. Kısa dalga boylu radyasyon şeklinde gelen bu enerjinin % 30'u atmosfer ve yerkabuğundan uzaya geri yansır, kalan kısım ise, soğrularak ısıya dönüşür. Bu enerjinin yarısı hidrolojik çevrimin (suyun daha fazla buharlaşması ve yağış şeklinde dönmesi) gerçekleşmesinde rol oynar. Meselâ, yeryüzündeki 1 gram suyun sıcaklığını 1°C yükseltmek için 4,2 joule (1 cal) enerji gerekir. Kompleks yerküre sisteminde canlıların hayatını sürdürebilmesi, her yıl 496.000 km3 suyun bu şekilde devr-i dâim etmesine bağlı olup, bu ancak, hayatı Yaratan Kudreti Sonsuz'un bir icraatı olabilir. Soğrulan ısının geri kalan kısmı, meteorolojik hâdiselerin oluşması ve yerküre ortalama sıcaklığının 15 °C'de tutulması için kullanılır. Buharlaşan suyun atmosferin daha soğuk olan belli yüksekliklerinde yoğunlaşmasıyla açığa çıkan büyük enerji bazen fırtına veya kasırga gibi hâdiselerin zuhuruna sebep olmaktadır.
Güneşten yeryüzüne ulaşan enerjinin sadece % 0,15'i bitkiler ve algler tarafından fotosentez için enerji kaynağı olarak kullanılır. Fotosentetik canlılarda kimyevî enerji formunda depolanan enerji, canlıların tükettiği gıdalardaki enerjinin kaynağıdır. Geçmişte yaşamış canlılar milyonlarca yıl süren fiziko-kimyevî süreçler sonunda fosilleşmiş ve güneş enerjisi fosil yakıtlar şeklinde (petrol, kömür, doğal gaz) depolanmıştır.
Yapılan her işte enerji tüketilir ve son ürün olarak ortaya çıkan atıklar çevreye bırakılır. Bunlar hassas ekolojik dengeyi bozmadığı sürece problem teşkil etmez. Ancak, hızlı sanayileşme ve şehirleşme, aşırı enerji tüketimine yol açarak çevre problemlerini beraberinde getirmiştir. Sanayileşme-şehirleşme ile enerji (bilhassa fosil yakıt) tüketimi arasında paralellik olduğundan, sanayileşmiş ülkeler çevre problemleriyle daha fazla karşı karşıyadır. Günümüzde bunların en önemli ve küresel olanı iklim değişikliğidir ve bu da, küresel ısınmadan kaynaklanmaktadır.
Küresel ısınmanın en önemli sebebi, bir sera gazı olan karbondioksitin atmosferdeki nispetinin artmasıdır. Bu da, fosil yakıtların kullanımından ileri gelmektedir. Yeryüzünden yansıyan güneş ışınları atmosferdeki karbondioksit gazı (ayrıca metan, kloroflorokarbon, azotoksit ve su buharı gibi diğer sera gazları) tarafından tutulmakta ve uzaya geri dönemeyerek aşağı atmosferin ısınmasına (sera tesiri) ve neticede küresel sıcaklığın artmasına sebep olmaktadır.
Atmosferdeki karbondioksit artışının başlıca sebebi, fosil yakıt kullanımı (% 77) ve ormanların azalmasıdır (% 23). Metan gazı, normalde tabiattaki anaerobik süreçlerin son ürünüdür. Bu gazın son yıllardaki anormal artışı insan kaynaklıdır. Bunda, artan nüfusu beslemek için, pirinç ekim alanlarının genişlemesi (% 38), doğalgaz çıkarılması ve taşınması (% 16), çöp depolama alanlarının artması (% 14), artan büyük baş hayvanların besinleri sindirmesi (% 14), kömür madenciliği (% 12) ve üretilen biyokütlenin oksidasyonu (% 6) pay sahibidir. Kloroflorokarbonlar endüstriyel üründür. Azotoksitler ise, tabiattaki azot çevrimindeki reaksiyonların yan ürünüdür. Son yıllarda azotlu gübre kullanımının artması (% 85), orman ve diğer yangınlar (% 11) ve üretilen biyokütlenin oksidasyonundan (% 7) dolayı bu gazda da artış olmuştur. Bütün bunların neticesinde sera gazlarının son yıllarda hızlı artışı dünyanın ortalama sıcaklığının 0,5 °C yükselmesine sebep olmuştur.
Sera gazları atmosferde bu hızla birikmeye devam ederse, 2100 yılına kadar dünyanın ortalama sıcaklığı sanayi öncesine kıyasla 2–4 °C arasında artış gösterecektir. Bu artış neticesinde kutuplardaki buzullar daha fazla eriyecek ve deniz suyu seviyesi 0,5–1,5 m yükselecektir. Buna bağlı olarak, deniz kıyısındaki yerleşim yerleri, tarım arazileri, sulak alanlar ve sanayi bölgeleri sular altında kalma tehlikesiyle karşı karşıya kalacaktır. Ayrıca bölge ölçeğinde iklim değişiklikleri ve çölleşme riski de artacaktır.
Bazı ülkeler küresel ısınmadan dolayı su, gıda ve enerji kaynaklarında ortaya çıkacak azalmanın muhtemel tesirlerini ve alınacak tedbirleri önceden hesaplamaya çalışmaktadır. Bu yönde gerçekleştirilen 1985 Viyana, 1992 Rio ve 1997 Kyoto toplantıları problemi net şekilde ortaya koymasına rağmen, imza atılan sözleşmeler çözüm konusunda yetersiz kalmıştır.
Fosil yakıtların aşırı kullanılmasına bağlı diğer önemli problem, hava kirliliği ve asit yağmurlarının çevreye verdiği zararlardır. Fosil yakıtlar kullanıldığında atmosfere CO2, NOx ve SOx bırakılmakta, bunlar da su buharıyla birleşerek karbonik asit (H2CO3), nitrik asit (HNO3 ) ve sülfürik asit (H2SO4) oluşumuna yol açmaktadır. Normalde yağmur suyunun pH'ı 5,5–6 arasında iken, bu asitlerle 3,5–4 seviyesine düşmektedir. Bu durum ve buna bağlı olarak metallerin suda çözülmesi, su ve kara ekosistemindeki canlı hayatı için tehdit oluşturmakta (meselâ, birçok gölde balık türlerinin azalması) ve ekolojik dengeyi bozmaktadır.
Fosil yakıt kullanımının çevre üzerindeki menfî tesirleri ve bunların rezervlerinin azalması yeni enerji kaynakları arayışını hızlandırmıştır. Nükleer enerji yenilenebilir bir kaynak olmamasına rağmen, bugün dünyada ve ülkemizde alternatif bir enerji kaynağı olarak değerlendirilmektedir. Hidrojen de bir enerji kaynağı olarak giderek güçlenen bir alternatiftir. Jeotermal enerji de önemli bir yenilenebilir kaynaktır; fakat daha ziyade, bulunduğu bölgelere hitap etmektedir.
Mevcut teknolojilerle, yeryüzüne ulaşan güneş ışınlarının enerjisinden faydalanmanın maliyeti, fosil yakıtları çıkarmak ve kullanmaktan daha pahalıdır. Bunların yanı sıra rüzgâr, hidroelektrik, biyo-enerji, gelgit ve dalga enerjilerinin verimli ve düşük maliyetli üretilmesine yönelik teknolojiler de geliştirilmeyi gerektirmektedir.
İnsanoğlu kendisine emanet edilen hayatı ve çevreyi, hırslarına mağlup olarak bilhassa son yüzyılda ağır şekilde bozmuştur. Bu sürecin global tesir ve maliyeti geç ortaya çıktığından, insanoğlu fosil yakıta dayanan enerji sistemlerini değiştirmesi gerektiğini çok geç anlamıştır. Bugünkü telâş ve tedirginliğin sebebi, geleceğin belirsiz, daha doğrusu felâket getiren bir gelecek olarak görülmesindendir, yoksa yeryüzünü kirletenlerin, dünyanın insana bir emanet olarak verildiğinin şuuruna varmasından değildir. Dolayısıyla, esas çözüm, karşılaştığımız problemlere göre tavır almakta değil, hayatın ve tabiatın esas Sahibi'nin ölçülerine her durumda uyarak aşırılığa kaçmamakta yatmaktadır.
Güneşten yeryüzüne ulaşan enerjinin sadece % 0,15'i bitkiler ve algler tarafından fotosentez için enerji kaynağı olarak kullanılır. Fotosentetik canlılarda kimyevî enerji formunda depolanan enerji, canlıların tükettiği gıdalardaki enerjinin kaynağıdır. Geçmişte yaşamış canlılar milyonlarca yıl süren fiziko-kimyevî süreçler sonunda fosilleşmiş ve güneş enerjisi fosil yakıtlar şeklinde (petrol, kömür, doğal gaz) depolanmıştır.
Enerji kullanmak çevreye nasıl tesir eder?
Yapılan her işte enerji tüketilir ve son ürün olarak ortaya çıkan atıklar çevreye bırakılır. Bunlar hassas ekolojik dengeyi bozmadığı sürece problem teşkil etmez. Ancak, hızlı sanayileşme ve şehirleşme, aşırı enerji tüketimine yol açarak çevre problemlerini beraberinde getirmiştir. Sanayileşme-şehirleşme ile enerji (bilhassa fosil yakıt) tüketimi arasında paralellik olduğundan, sanayileşmiş ülkeler çevre problemleriyle daha fazla karşı karşıyadır. Günümüzde bunların en önemli ve küresel olanı iklim değişikliğidir ve bu da, küresel ısınmadan kaynaklanmaktadır.
Küresel ısınmanın en önemli sebebi, bir sera gazı olan karbondioksitin atmosferdeki nispetinin artmasıdır. Bu da, fosil yakıtların kullanımından ileri gelmektedir. Yeryüzünden yansıyan güneş ışınları atmosferdeki karbondioksit gazı (ayrıca metan, kloroflorokarbon, azotoksit ve su buharı gibi diğer sera gazları) tarafından tutulmakta ve uzaya geri dönemeyerek aşağı atmosferin ısınmasına (sera tesiri) ve neticede küresel sıcaklığın artmasına sebep olmaktadır.
Atmosferdeki karbondioksit artışının başlıca sebebi, fosil yakıt kullanımı (% 77) ve ormanların azalmasıdır (% 23). Metan gazı, normalde tabiattaki anaerobik süreçlerin son ürünüdür. Bu gazın son yıllardaki anormal artışı insan kaynaklıdır. Bunda, artan nüfusu beslemek için, pirinç ekim alanlarının genişlemesi (% 38), doğalgaz çıkarılması ve taşınması (% 16), çöp depolama alanlarının artması (% 14), artan büyük baş hayvanların besinleri sindirmesi (% 14), kömür madenciliği (% 12) ve üretilen biyokütlenin oksidasyonu (% 6) pay sahibidir. Kloroflorokarbonlar endüstriyel üründür. Azotoksitler ise, tabiattaki azot çevrimindeki reaksiyonların yan ürünüdür. Son yıllarda azotlu gübre kullanımının artması (% 85), orman ve diğer yangınlar (% 11) ve üretilen biyokütlenin oksidasyonundan (% 7) dolayı bu gazda da artış olmuştur. Bütün bunların neticesinde sera gazlarının son yıllarda hızlı artışı dünyanın ortalama sıcaklığının 0,5 °C yükselmesine sebep olmuştur.
Sera gazları atmosferde bu hızla birikmeye devam ederse, 2100 yılına kadar dünyanın ortalama sıcaklığı sanayi öncesine kıyasla 2–4 °C arasında artış gösterecektir. Bu artış neticesinde kutuplardaki buzullar daha fazla eriyecek ve deniz suyu seviyesi 0,5–1,5 m yükselecektir. Buna bağlı olarak, deniz kıyısındaki yerleşim yerleri, tarım arazileri, sulak alanlar ve sanayi bölgeleri sular altında kalma tehlikesiyle karşı karşıya kalacaktır. Ayrıca bölge ölçeğinde iklim değişiklikleri ve çölleşme riski de artacaktır.
Bazı ülkeler küresel ısınmadan dolayı su, gıda ve enerji kaynaklarında ortaya çıkacak azalmanın muhtemel tesirlerini ve alınacak tedbirleri önceden hesaplamaya çalışmaktadır. Bu yönde gerçekleştirilen 1985 Viyana, 1992 Rio ve 1997 Kyoto toplantıları problemi net şekilde ortaya koymasına rağmen, imza atılan sözleşmeler çözüm konusunda yetersiz kalmıştır.
Fosil yakıtların aşırı kullanılmasına bağlı diğer önemli problem, hava kirliliği ve asit yağmurlarının çevreye verdiği zararlardır. Fosil yakıtlar kullanıldığında atmosfere CO2, NOx ve SOx bırakılmakta, bunlar da su buharıyla birleşerek karbonik asit (H2CO3), nitrik asit (HNO3 ) ve sülfürik asit (H2SO4) oluşumuna yol açmaktadır. Normalde yağmur suyunun pH'ı 5,5–6 arasında iken, bu asitlerle 3,5–4 seviyesine düşmektedir. Bu durum ve buna bağlı olarak metallerin suda çözülmesi, su ve kara ekosistemindeki canlı hayatı için tehdit oluşturmakta (meselâ, birçok gölde balık türlerinin azalması) ve ekolojik dengeyi bozmaktadır.
Alternatif ve yenilenebilir enerji kaynaklarının çevreye tesiri
Fosil yakıt kullanımının çevre üzerindeki menfî tesirleri ve bunların rezervlerinin azalması yeni enerji kaynakları arayışını hızlandırmıştır. Nükleer enerji yenilenebilir bir kaynak olmamasına rağmen, bugün dünyada ve ülkemizde alternatif bir enerji kaynağı olarak değerlendirilmektedir. Hidrojen de bir enerji kaynağı olarak giderek güçlenen bir alternatiftir. Jeotermal enerji de önemli bir yenilenebilir kaynaktır; fakat daha ziyade, bulunduğu bölgelere hitap etmektedir.
Mevcut teknolojilerle, yeryüzüne ulaşan güneş ışınlarının enerjisinden faydalanmanın maliyeti, fosil yakıtları çıkarmak ve kullanmaktan daha pahalıdır. Bunların yanı sıra rüzgâr, hidroelektrik, biyo-enerji, gelgit ve dalga enerjilerinin verimli ve düşük maliyetli üretilmesine yönelik teknolojiler de geliştirilmeyi gerektirmektedir.
İnsanoğlu kendisine emanet edilen hayatı ve çevreyi, hırslarına mağlup olarak bilhassa son yüzyılda ağır şekilde bozmuştur. Bu sürecin global tesir ve maliyeti geç ortaya çıktığından, insanoğlu fosil yakıta dayanan enerji sistemlerini değiştirmesi gerektiğini çok geç anlamıştır. Bugünkü telâş ve tedirginliğin sebebi, geleceğin belirsiz, daha doğrusu felâket getiren bir gelecek olarak görülmesindendir, yoksa yeryüzünü kirletenlerin, dünyanın insana bir emanet olarak verildiğinin şuuruna varmasından değildir. Dolayısıyla, esas çözüm, karşılaştığımız problemlere göre tavır almakta değil, hayatın ve tabiatın esas Sahibi'nin ölçülerine her durumda uyarak aşırılığa kaçmamakta yatmaktadır.