BİR MUCİZE
Rumlar, Arapların bulunduğu bölgeye yakın bir yerde yenilgiye uğradılar. Ancak onlar birkaç yıl içinde galip gelecekler. Onların bu yenilgilerinden önce de sonra da emir Allah’ındır. O gün müminler de Allah’ın yardımıyla sevinecekler. Allah, dilediğine yardım eder, galip kılar. O, mutlak güç sahibidir, çok esirgeyicidir. Bu Allah’ın vaadidir. Allah vaadinden caymaz; fakat insanların çoğu bunu bilmezler. [259]
Hicret eden müminlerin Habeş yönetimince kabul edilmeleri ve desteklenmeleri, Mekke eşrafı için oldukça kötü bir gelişmeydi. Ticarî faaliyetlerinin önemli bir merkezi konumundaki Habeşistan ile ilişkileri müminler nedeniyle bozulmuştu. Ciddi anlamda ekonomik kayba uğramışlardı. îslâm davetinin hiç ummadıkları bir zamanda elde ettiği bu destek, Mekke eşrafı tarafından, ikballerini tehlikeye sokan bir sürecin ilk adımı olarak düşünüldü. Gelenekselleşmiş korkularının gerçekleşmesinden çekindiler. Çünkü, tarihleri boyunca genellikle güneyden gelen Hıristiyan saldırı ve istilalarına maruz kalmışlardı. Ebrehe’nin Kabe’yi yıkarak Mekke’yi dinî/ticarî faaliyetlerin merkezi olmaktan çıkartma girişimi, Hıristiyan saldırılarının yakın zamandaki son örneğini teşkil ediyordu. Ayrıca, Bizans İmparatorluğunun Kuzey Batı Arap yarımadasındaki gücü de sıklıkla tehdit edici boyutlara ulaşıyordu. Birçok sefer, güneyden kuzeye uzanan önemli ticaret yolunun kuzey kısmı Bizans imparatorluğuna bağlı yerel idareler tarafından tehdit edilmişti. Mekke eşrafı, her ne kadar bölgenin Hıristiyan yöneticileriyle bazı anlaşmalar yapmayı başarmışlarsa da, bu durum, Hıristiyan İmparatorluğun Hicaz bölgesi Araplanmn ticarî faaliyetleri için potansiyel bir tehlike olmasına son vermemişti. imparatorluk fırsat buldukça gözünü Hicaz bölgesine, bölgedeki ticarî faaliyetlerin getirilerine dikmişti.
Mekke yönetimi, Bizans İmparatorluğunun potansiyel tehditlerinden birisiyle yakın zamanda karşılaşmıştı. Yaşanan problemin kahramanı Osman b. Huveyris’di. Hicaz’ın yöneticisi olma hayalleri kuran Osman b. Huveyris, Kayser ile görüşmüş, Hicaz bölgesindeki çok büyük miktarlara ulaşan ticarî faaliyetlerden bahsetmiş ve İmparatorluğun buraya egemen olmasının önemli bir ekonomik kaynağa sahip olmak anlamma geleceğini anlatmıştı. Osman b. Huveyris, kişisel ihtiraslarım gerçekleştirmek için belki bazı şeyleri abartmıştı, ama tamamen haksız da değildi. Hicaz bölgesinde iki önemli ticaret yolu vardı. Biri Amman’ı Irak’a bağlayan doğu yoluydu. Hint, Fars ve Yemen malları bu yoldan taşınırdı. Tüccarlar bu yolu kullanarak Yemen, Irak ve Suriye pazarlarına ulaşırlardı, ikinci yol ise Mekke’den geçen batı yoluydu. Asıl önemli olan da bu yoldu. Yemen, Habeş, Hint mallan bu yoldan Şam’a ulaşırdı. Yine Anadolu, Mısır, Suriye başta olmak üzere kuzeyin ve batının mallan bu yoldan Habeşistan’a, Yemen’e ve Hint’e giderdi. Bu yola hakim olan gerçekten önemli bir ekonomik faaliyeti kontrolüne almış olurdu. Bu nedenle Osman b. Huveyris, imparatoru ikna etmekte zorlanmamış ve imparator adına ‘Hicaz Kralı’ sıfatıyla bölgeye gönderilmişti. Fakat Hicaz Arapları onun egemenliğini tanımadılar. Osman b. Huveyris’in bütün çaba ve çalışmaları bölge liderlerini ikna edemedi. Bunun üzerine, Osman b. Huveyris durumdan haberdar etmek ve yardım istemek için tekrar İmparatorun yanma döndüğünde zehirlenerek öldürüldü. Osman b. Huveyris’in gördüğü tepkinin nedeniyle ilgili olarak Kureyş’in ünlü hatiplerinden Ebû Zemaa b. Esved’in şu sözü, o günün Araplarındaki temel kişilik özelliklerinden birisini de göstermesi açısından önemlidir: ‘Kureyş, itaatkâr olmayan bir topluluktur; ne krallık yapar ne de kendisine hükmedilmesine razı olur.
Genel olarak tüm Hicaz bölgesinin, özel olarak da Kureyş’in tüccar eşrafı, güneyin ve kuzeyin Hıristiyan yöneticilerine karşı hep son derece hassas dengeler üzerinde yer alan politik ilişkilerle işlerini yürütmüşlerdi. Güneyin veya kuzeyin saldırısına maruz kalmak veya bu bölgelerdeki ticari faaliyetlerine engel olunması ise hep en önemli korkularını oluşturuyordu. İşte böylesi bir ortamda müminlerin Habeşistan yöneticilerinin desteğini almaları, Kureyş eşrafı için son derece önemli bir gelişme oldu. Kendi içlerinden çıkan bir grup insanın, Mekke’nin ikbaline zarar veren bir konuma sahip olmaları öfke ve kinlerini artırdı. Resulüllah’tan sıklıkla duydukları bazı ayetler ise sıkıntılarım katlayarak büyüttü. Şu nedenle ki, başta putperestler olmak üzere diğer dinler ve mensupları hakkında sert eleştirilerde bulunan Kur’an, Hıristiyanlar hakkında biraz daha yumuşak bir üslûp kullanıyor, hatta bazen onlar hakkında olumlu şeyler de ifade ediyordu. Şu bazı ayetler bunun örnekleriydi: ‘içlerinden zulmedenleri bir yana, ehl-i kitapla ancak en güzel yoldan mücadele edin ve deyin ki: ‘Bize indirilene de, size indirilene de iman ettik. Bizim ilâhımız da sizin ilâhınız da birdir ve biz O’na teslim olmuş kimseleriz’. Resulüm’ Sana önceki kitapları tasdik eden bu Kitab’ı indirdik. Onun için, kendilerine kitap verdiklerimiz ona iman ediyorlar. Şunlardan (Araplardan) da ona iman eden nice kimseler vardır. Âyetlerimizi, ancak kâfirler bile bile inkâr ederler.[260] Andolsun ki biz, düşünüp öğüt alsınlar diye, vahyi birbiri ardınca indirmişizdir. Daha önce kendilerine kitap verdiklerimiz, Kur’an’a da iman ederler. Kur’an okunduğu zaman: ‘Ona iman ettik. Çünkü o Rabbimizden gelmiş hakikattir. Esasen biz daha önce de Müslüman idik’ derler. Onlara, sabretmelerinden ötürü, mükâfatları iki deja verilecektir. Bunlar kötülüğü iyilikle savarlar, kendilerine verdiğimiz nzıktan da Allah rızası için harcarlar. Onlar, boş söz işittikleri zaman ondan yüz çevirirler ve ‘Bizim işlerimiz bize, sizin işleriniz size. Size selâm olsun. Biz kendini bilmezleri arkadaş edinmek istemeyiz’ derler.[261]
Bunlar, Mekke eşrafının, müminlerle Hıristiyanlar arasında benzerlik görmelerine neden olan şeylerdi. Müminlerin Hz. isa’yı bir peygamber olarak kabul etmeleri, iki dinin de risâlet, vahiy, Cebrail gibi önemli kavram ve konu benzerliklerine sahip olmaları, Mekke eşrafının iki din arasındaki benzerliklerle ilgili kanaatlerini destekleyen somut dayanaklardı. Bu nedenle, içlerinden çıkan müminlerin birçok konuda Hıristiyanlarla ittifaka girmesinden korkuyorlardı. Mekke eşrafı, müminlerin Habeşistan yönetimince kabul edilip, desteklenmeleri nedeniyle öfke ve korku içinde ne yapacaklarını düşündükleri bir sırada, kuzeydoğudan gelen bir haber sevinmelerine yol açtı. Gelen haber, bir süredir kötü rüyalar görmelerine neden olan olumsuz düşüncelerin dağılmasını sağladı. Gelen habere göre Bizans orduları Fars orduları karşısından büyük bir yenilgiye uğramış ve İrak, Suriye, Filistin bölgesi tamamıyla Farslıların eline geçmişti.
Mekke eşrafı bu duruma birçok açıdan sevindi. Öncelikle Bizans nedeniyle sahip oldukları potansiyel tehlikeden kurtulduklarına sevindiler. Artık kuzey-doğudan gelebilecek bir Hıristiyan tehlikesinden bahsedilemezdi. Fars idaresine gelince, Fars nedeniyle bir problem yaşamamışlardı. Sevinçlerinin bir başka nedeni ise, Bizans’ın bu yenilgisinin, kendilerinin müminlerle ilişkilerinin geleceğiyle İlgili düşünce ve iddialarını kuvvetlendirmişiydi. Resulüllah’tan, o güne kadar, İslâm’ın egemen olacağını, putperestlerin yenilip yok olacaklarını duymuşlardı. İnanmak istemiyorlardı, ama gidişat Resulûllah’ın haklılığına şahitlik ediyordu. Ama şimdi durum değişmişti. Vahye dayanan bir dinin ordusu yenilmişti, üstelik bu ordu bir imparatorluk ordusuydu ve kendileri gibi putperest bir topluluğun ordusuna yenilmişti. İşte bu durumu, bundan sonra Resulüllah’a karşı sarf edecekleri üstünlük iddialarında delil olarak kullanabilir ve ‘Bak hayallerin sona eriyor, Vahye inananlar perişan oluyor. Siz de böyle olacaksınız; biz de sizleri Farslılarm Bizanslıları perişan ettiği gibi perişan edeceğiz diyebilirlerdi. Daha ilk andan itibaren düşündüklerini uygulamaya koydular. Büyük bir ukalalık ve şımarıklık içerisinde müminlerle alay etmeye, ‘Sizi perişan edeceğimiz günler yakındır’ demeye başladılar. Müminler, müşriklerin bu şımarık davranışları ve alayları karşısında üzüldüler. Durumu izah etmekte zorlandılar. Psikolojik açıdan ezilmeye başladılar, işte bu sırada vahyolunan bir grup ayet, müminler açısından durumu değiştirdi. Vahyo-Sunan ayetler Rûm sûresinin ayetleriydi ve şöyle deniliyordu: ‘Elif. Lam. Mîm. Rumlar, Arapların bulunduğu bölgeye yakın bir yerde yenilgiye uğradılar. Ancak onlar, birkaç yıl içinde galip gelecekler. Onların bu yenilgilerinden önce de sonra da emir Allah’ındır. O gün müminler de Allah’ın yardımıyla sevinecekler. Allah, dilediğine yardım eder, galip kılar. O, mutlak güç sahibidir, çok esirgeyicidir. Bu Allah’ın vaadidir. Allah vadinden caymaz; fakat insanların çoğu bunu bilmezler.[262]
Rûm sûresinin ilgili ayetleri, müminlerin bütün üzüntülerini sona erdirdi. Zira, yenilgiye uğramış Bizanslıların kısa süre sonra güçlerini toplayacakları ve Fars-lıları yenecekleri bildiriliyordu. Bugün müşriklerin sevinmelerine karşılık, o gün de müminler sevineceklerdi. Fakat bu ayetleri duyan Mekke eşrafı gülmekten kendilerini alamadılar; şımarıklıklarını daha da artırdılar. Çünkü mevcut şartlarda ayetle bildirilen durumun gerçekleşmesi ve Bizans ordularının Fars ordularını yenilgiye uğratması imkânsızdı. Özellikle de birkaç yıl gibi kısa süre içerisinde böyle bir şeyin gerçekleşmesi tamamıyla imkânsız bir durumdu. Bu nedenle, ‘Sizi de biz perişan edeceğiz’ diyerek alay edip, aşağıladıkları Hz. Ebû Bekir’in, kendilerine Rûm sûresini okuması karşısında Ubeyy b. Halef, Ebû Bekir’i bahse tutuşmaya davet etti. Eğer üç yıl içerisinde Bizanslılar Farslıları yenilgiye uğratırlarsa on deve vermeye hazır olduğunu söyledi. Ama eğer bu gerçekleşmezse on deve alacaktı. Vahye güven konusunda en ufak kuşkusu bulunmayan Ebû Bekir, anında bahsi kabul etti. Sonra gidip durumu Resulûllah’a bildirdi. Resulüllah bahse karşı çıkmadı, fakat ayetteki ‘bifî teriminin üç-on yıl anlamına geldiğini hatırlatarak, develerin sayısını artırarak bahse konu olan süreyi uzatmasını söyledi. Ebû Bekir tekrar Ubeyy b. Halefin yanma dönerek süreyi on yıla çıkarmak istediğini, ancak bunun karşılığında develerin sayısını yüze çıkaracağını söyledi. Yüz deve çok büyük bir miktardı. On yıl bile olsa, Rumların Farslıları yenmesi imkânsız görünüyordu. Ubeyy b. Halef bahsi yeni biçimiyle kabul etmekte tereddüt etmedi. Bahsi kazanacağına o kadar emindi ki, Ebû Bekir bahisten dönmesin, sözünü unutmasın diye eşraftan bazı kimseleri bahislerine şahit tuttu.
Hz. Ebû Bekir ile Mekke eşrafından Ubeyy b. Halefin bahsi önemliydi. Ebû Bekir sadece vahye güveniyordu. Ubeyy b. Halef ise mevcut şartlara. Elbette ki sonuçta kazanan Ebû Bekir oldu; vahyin dediği gerçekleşti. Ancak o günün şartlarında gerçekleşen mucizenin önemim anlamak için, mevcut şartları kısaca da olsa hatırlamakta fayda var.
Bizans İmparatoru Herakleios (610-641) tahta çıktığı zaman, ülke ekonomik açıdan perişan haldeydi. İdarî mekanizma felç olmuştu. Ücretli asker toplamaya dayanan ordu sistemi işlemiyordu; para olmadığı gibi, bütün malî kaynaklar da kurumuştu. Devletin batı bölgeleri Avarlar ve Slavlar tarafından işgal edilmişti. Fars istilası bu şartlar altında başladı. 611 yılında Doğu Anadolu ve Suriye’nin bir kısmı Fars ordusu tarafından işgal edildi. 613 yılında Bizans ordusu Antakya’da büyük bir yenilgiye uğradı, imparatorluğun doğusu korumasız kaldı. Fars orduları hızla her yeri işgale başladılar. 613 yılı içinde Damaskos (Şam), Tarsos (Tarsus) Fars orduları tarafında işgal edildi. İmparatorluk ordularının son kalıntıları da Doğu Anadolu’dan tamamen çekildi. Fars ordusunu durdurmak mümkün değildi; Fars ordusu çok kalabalık ve güçlüydü. Buna karşılık Bizans ordusu diye bir ordu kalmamıştı. Bir sel felaketi gibi her yeri silip süpüren Fars ordusu, Hıristiyanlığın önemli dini merkezi durumundaki Kudüs’ü de ele geçirdi (615). İşgal edilen şehirde günlerce katliam uygulandı. Bölge Hıristiyanları için son sığmak durumundaki Kudüs’e sığman 90 bin kişi kılıçtan geçirildi. Kuvvetle muhtemeldir ki Kur’an’ın ‘Rumlar, Arapların bulunduğu bölgeye en yakın yerde yenildiler [263] diye bahsettiği olay bu idi. Kudüs putperest Farslıların eline geçince, Büyük Kostantinos tarafından inşa ettirilen Kutsal Mezar Kilisesi yakılıp, yıkıldı. Hz. isa’nın üzerine çakıldığına inanılan ve Hıristiyanlar için en kutsal eşya olan Kutsal Haç, Farslılar tarafından alınıp Fars ülkesine götürüldü. Bu Hıristiyanlar için moral açından büyük bir yenilgiydi. Yenilgi bununla da kalmadı, aynı yıl Fars ordusu istanbul Boğazına kadar tüm Anadolu’yu tamamen işgal etti. Bizarısın başkenti aynı anda batıdan Avar ve Slavların, doğudan ise Farsların arasında kaldı. Avar ve Slav orduları Batı surlarının dibinde gezinirken, Fars ordusu da Kadıköy sahillerine kadar indi.
Rûm sûresi vahyolunduğu zaman Bizans’ın durumu böyleydi. Hatta, bu sûrenin vahyolunuşunu takip eden yıllarda Fars işgali büyüyerek devam etti; 619 yılında Mısır’ı ve Kuzey Afrika’nın önemli bir kısmını işgal ettiler. Ancak elbette ki, vahyin bildirdiği aynen çıktı ve dokuz yıl sonra (624 yılında) Bizans orduları Fars ordularını büyük bir yenilgiye uğrattılar. Daha önce kaybettikleri tüm bölgeleri tekrar ele geçirdiler. O sene, müminler, daha önceleri anlayamadıkları bir şeyin de, Mekke yıllarmdayken kendilerine bildirildiğini anladılar. Rûm sûresinde Farslıların uğrayacaklarından bahsedildikten sonra ‘O gün müminler de Allah’ın yardımıyla sevinecekler’ denilmişti. Müminler bunu, Farslıların yenilmesi ve müşriklerin şımarıklıklarının açığa çıkması nedeniyle yaşayacakları sevinç olarak anlamışlardı. Fars ordularının yenilme haberi kendilerine ulaştığı zaman, kendileri başka bir şeye seviniyorlardı. Bedir’de müşrik Mekke ordusunu yenilgiye uğratmışlardı. O zaman anladılar ki, Allah yıllar önce Bedir’deki zaferin neden olacağı sevinçten bahsetmişti. Müminlere bir müjde verilmişti. Hz. Ebû Bekir’in girdiği bahsin sonucuna gelince; Fars ordusunun yenilgisi duyulduğu zaman Ubeyy b. Halef ölmüştü.
Hz. Ebû Bekir, tüm Mekke eşrafının bildiği bahsin gereğine uyulmasını talep etti ve Ubeyy’in varislerinden bahiste kazandığı yüz deveyi alarak Medine halkına dağıttı.
[259] Rûm sûresi, 30:1-6
[260] Ankebut, 29:46,47
[261] Kasas, 28:51-55
[262] Rûm, 30:1-6
[263] Rûm, 30: 2,3
Rumlar, Arapların bulunduğu bölgeye yakın bir yerde yenilgiye uğradılar. Ancak onlar birkaç yıl içinde galip gelecekler. Onların bu yenilgilerinden önce de sonra da emir Allah’ındır. O gün müminler de Allah’ın yardımıyla sevinecekler. Allah, dilediğine yardım eder, galip kılar. O, mutlak güç sahibidir, çok esirgeyicidir. Bu Allah’ın vaadidir. Allah vaadinden caymaz; fakat insanların çoğu bunu bilmezler. [259]
Hicret eden müminlerin Habeş yönetimince kabul edilmeleri ve desteklenmeleri, Mekke eşrafı için oldukça kötü bir gelişmeydi. Ticarî faaliyetlerinin önemli bir merkezi konumundaki Habeşistan ile ilişkileri müminler nedeniyle bozulmuştu. Ciddi anlamda ekonomik kayba uğramışlardı. îslâm davetinin hiç ummadıkları bir zamanda elde ettiği bu destek, Mekke eşrafı tarafından, ikballerini tehlikeye sokan bir sürecin ilk adımı olarak düşünüldü. Gelenekselleşmiş korkularının gerçekleşmesinden çekindiler. Çünkü, tarihleri boyunca genellikle güneyden gelen Hıristiyan saldırı ve istilalarına maruz kalmışlardı. Ebrehe’nin Kabe’yi yıkarak Mekke’yi dinî/ticarî faaliyetlerin merkezi olmaktan çıkartma girişimi, Hıristiyan saldırılarının yakın zamandaki son örneğini teşkil ediyordu. Ayrıca, Bizans İmparatorluğunun Kuzey Batı Arap yarımadasındaki gücü de sıklıkla tehdit edici boyutlara ulaşıyordu. Birçok sefer, güneyden kuzeye uzanan önemli ticaret yolunun kuzey kısmı Bizans imparatorluğuna bağlı yerel idareler tarafından tehdit edilmişti. Mekke eşrafı, her ne kadar bölgenin Hıristiyan yöneticileriyle bazı anlaşmalar yapmayı başarmışlarsa da, bu durum, Hıristiyan İmparatorluğun Hicaz bölgesi Araplanmn ticarî faaliyetleri için potansiyel bir tehlike olmasına son vermemişti. imparatorluk fırsat buldukça gözünü Hicaz bölgesine, bölgedeki ticarî faaliyetlerin getirilerine dikmişti.
Mekke yönetimi, Bizans İmparatorluğunun potansiyel tehditlerinden birisiyle yakın zamanda karşılaşmıştı. Yaşanan problemin kahramanı Osman b. Huveyris’di. Hicaz’ın yöneticisi olma hayalleri kuran Osman b. Huveyris, Kayser ile görüşmüş, Hicaz bölgesindeki çok büyük miktarlara ulaşan ticarî faaliyetlerden bahsetmiş ve İmparatorluğun buraya egemen olmasının önemli bir ekonomik kaynağa sahip olmak anlamma geleceğini anlatmıştı. Osman b. Huveyris, kişisel ihtiraslarım gerçekleştirmek için belki bazı şeyleri abartmıştı, ama tamamen haksız da değildi. Hicaz bölgesinde iki önemli ticaret yolu vardı. Biri Amman’ı Irak’a bağlayan doğu yoluydu. Hint, Fars ve Yemen malları bu yoldan taşınırdı. Tüccarlar bu yolu kullanarak Yemen, Irak ve Suriye pazarlarına ulaşırlardı, ikinci yol ise Mekke’den geçen batı yoluydu. Asıl önemli olan da bu yoldu. Yemen, Habeş, Hint mallan bu yoldan Şam’a ulaşırdı. Yine Anadolu, Mısır, Suriye başta olmak üzere kuzeyin ve batının mallan bu yoldan Habeşistan’a, Yemen’e ve Hint’e giderdi. Bu yola hakim olan gerçekten önemli bir ekonomik faaliyeti kontrolüne almış olurdu. Bu nedenle Osman b. Huveyris, imparatoru ikna etmekte zorlanmamış ve imparator adına ‘Hicaz Kralı’ sıfatıyla bölgeye gönderilmişti. Fakat Hicaz Arapları onun egemenliğini tanımadılar. Osman b. Huveyris’in bütün çaba ve çalışmaları bölge liderlerini ikna edemedi. Bunun üzerine, Osman b. Huveyris durumdan haberdar etmek ve yardım istemek için tekrar İmparatorun yanma döndüğünde zehirlenerek öldürüldü. Osman b. Huveyris’in gördüğü tepkinin nedeniyle ilgili olarak Kureyş’in ünlü hatiplerinden Ebû Zemaa b. Esved’in şu sözü, o günün Araplarındaki temel kişilik özelliklerinden birisini de göstermesi açısından önemlidir: ‘Kureyş, itaatkâr olmayan bir topluluktur; ne krallık yapar ne de kendisine hükmedilmesine razı olur.
Genel olarak tüm Hicaz bölgesinin, özel olarak da Kureyş’in tüccar eşrafı, güneyin ve kuzeyin Hıristiyan yöneticilerine karşı hep son derece hassas dengeler üzerinde yer alan politik ilişkilerle işlerini yürütmüşlerdi. Güneyin veya kuzeyin saldırısına maruz kalmak veya bu bölgelerdeki ticari faaliyetlerine engel olunması ise hep en önemli korkularını oluşturuyordu. İşte böylesi bir ortamda müminlerin Habeşistan yöneticilerinin desteğini almaları, Kureyş eşrafı için son derece önemli bir gelişme oldu. Kendi içlerinden çıkan bir grup insanın, Mekke’nin ikbaline zarar veren bir konuma sahip olmaları öfke ve kinlerini artırdı. Resulüllah’tan sıklıkla duydukları bazı ayetler ise sıkıntılarım katlayarak büyüttü. Şu nedenle ki, başta putperestler olmak üzere diğer dinler ve mensupları hakkında sert eleştirilerde bulunan Kur’an, Hıristiyanlar hakkında biraz daha yumuşak bir üslûp kullanıyor, hatta bazen onlar hakkında olumlu şeyler de ifade ediyordu. Şu bazı ayetler bunun örnekleriydi: ‘içlerinden zulmedenleri bir yana, ehl-i kitapla ancak en güzel yoldan mücadele edin ve deyin ki: ‘Bize indirilene de, size indirilene de iman ettik. Bizim ilâhımız da sizin ilâhınız da birdir ve biz O’na teslim olmuş kimseleriz’. Resulüm’ Sana önceki kitapları tasdik eden bu Kitab’ı indirdik. Onun için, kendilerine kitap verdiklerimiz ona iman ediyorlar. Şunlardan (Araplardan) da ona iman eden nice kimseler vardır. Âyetlerimizi, ancak kâfirler bile bile inkâr ederler.[260] Andolsun ki biz, düşünüp öğüt alsınlar diye, vahyi birbiri ardınca indirmişizdir. Daha önce kendilerine kitap verdiklerimiz, Kur’an’a da iman ederler. Kur’an okunduğu zaman: ‘Ona iman ettik. Çünkü o Rabbimizden gelmiş hakikattir. Esasen biz daha önce de Müslüman idik’ derler. Onlara, sabretmelerinden ötürü, mükâfatları iki deja verilecektir. Bunlar kötülüğü iyilikle savarlar, kendilerine verdiğimiz nzıktan da Allah rızası için harcarlar. Onlar, boş söz işittikleri zaman ondan yüz çevirirler ve ‘Bizim işlerimiz bize, sizin işleriniz size. Size selâm olsun. Biz kendini bilmezleri arkadaş edinmek istemeyiz’ derler.[261]
Bunlar, Mekke eşrafının, müminlerle Hıristiyanlar arasında benzerlik görmelerine neden olan şeylerdi. Müminlerin Hz. isa’yı bir peygamber olarak kabul etmeleri, iki dinin de risâlet, vahiy, Cebrail gibi önemli kavram ve konu benzerliklerine sahip olmaları, Mekke eşrafının iki din arasındaki benzerliklerle ilgili kanaatlerini destekleyen somut dayanaklardı. Bu nedenle, içlerinden çıkan müminlerin birçok konuda Hıristiyanlarla ittifaka girmesinden korkuyorlardı. Mekke eşrafı, müminlerin Habeşistan yönetimince kabul edilip, desteklenmeleri nedeniyle öfke ve korku içinde ne yapacaklarını düşündükleri bir sırada, kuzeydoğudan gelen bir haber sevinmelerine yol açtı. Gelen haber, bir süredir kötü rüyalar görmelerine neden olan olumsuz düşüncelerin dağılmasını sağladı. Gelen habere göre Bizans orduları Fars orduları karşısından büyük bir yenilgiye uğramış ve İrak, Suriye, Filistin bölgesi tamamıyla Farslıların eline geçmişti.
Mekke eşrafı bu duruma birçok açıdan sevindi. Öncelikle Bizans nedeniyle sahip oldukları potansiyel tehlikeden kurtulduklarına sevindiler. Artık kuzey-doğudan gelebilecek bir Hıristiyan tehlikesinden bahsedilemezdi. Fars idaresine gelince, Fars nedeniyle bir problem yaşamamışlardı. Sevinçlerinin bir başka nedeni ise, Bizans’ın bu yenilgisinin, kendilerinin müminlerle ilişkilerinin geleceğiyle İlgili düşünce ve iddialarını kuvvetlendirmişiydi. Resulüllah’tan, o güne kadar, İslâm’ın egemen olacağını, putperestlerin yenilip yok olacaklarını duymuşlardı. İnanmak istemiyorlardı, ama gidişat Resulûllah’ın haklılığına şahitlik ediyordu. Ama şimdi durum değişmişti. Vahye dayanan bir dinin ordusu yenilmişti, üstelik bu ordu bir imparatorluk ordusuydu ve kendileri gibi putperest bir topluluğun ordusuna yenilmişti. İşte bu durumu, bundan sonra Resulüllah’a karşı sarf edecekleri üstünlük iddialarında delil olarak kullanabilir ve ‘Bak hayallerin sona eriyor, Vahye inananlar perişan oluyor. Siz de böyle olacaksınız; biz de sizleri Farslılarm Bizanslıları perişan ettiği gibi perişan edeceğiz diyebilirlerdi. Daha ilk andan itibaren düşündüklerini uygulamaya koydular. Büyük bir ukalalık ve şımarıklık içerisinde müminlerle alay etmeye, ‘Sizi perişan edeceğimiz günler yakındır’ demeye başladılar. Müminler, müşriklerin bu şımarık davranışları ve alayları karşısında üzüldüler. Durumu izah etmekte zorlandılar. Psikolojik açıdan ezilmeye başladılar, işte bu sırada vahyolunan bir grup ayet, müminler açısından durumu değiştirdi. Vahyo-Sunan ayetler Rûm sûresinin ayetleriydi ve şöyle deniliyordu: ‘Elif. Lam. Mîm. Rumlar, Arapların bulunduğu bölgeye yakın bir yerde yenilgiye uğradılar. Ancak onlar, birkaç yıl içinde galip gelecekler. Onların bu yenilgilerinden önce de sonra da emir Allah’ındır. O gün müminler de Allah’ın yardımıyla sevinecekler. Allah, dilediğine yardım eder, galip kılar. O, mutlak güç sahibidir, çok esirgeyicidir. Bu Allah’ın vaadidir. Allah vadinden caymaz; fakat insanların çoğu bunu bilmezler.[262]
Rûm sûresinin ilgili ayetleri, müminlerin bütün üzüntülerini sona erdirdi. Zira, yenilgiye uğramış Bizanslıların kısa süre sonra güçlerini toplayacakları ve Fars-lıları yenecekleri bildiriliyordu. Bugün müşriklerin sevinmelerine karşılık, o gün de müminler sevineceklerdi. Fakat bu ayetleri duyan Mekke eşrafı gülmekten kendilerini alamadılar; şımarıklıklarını daha da artırdılar. Çünkü mevcut şartlarda ayetle bildirilen durumun gerçekleşmesi ve Bizans ordularının Fars ordularını yenilgiye uğratması imkânsızdı. Özellikle de birkaç yıl gibi kısa süre içerisinde böyle bir şeyin gerçekleşmesi tamamıyla imkânsız bir durumdu. Bu nedenle, ‘Sizi de biz perişan edeceğiz’ diyerek alay edip, aşağıladıkları Hz. Ebû Bekir’in, kendilerine Rûm sûresini okuması karşısında Ubeyy b. Halef, Ebû Bekir’i bahse tutuşmaya davet etti. Eğer üç yıl içerisinde Bizanslılar Farslıları yenilgiye uğratırlarsa on deve vermeye hazır olduğunu söyledi. Ama eğer bu gerçekleşmezse on deve alacaktı. Vahye güven konusunda en ufak kuşkusu bulunmayan Ebû Bekir, anında bahsi kabul etti. Sonra gidip durumu Resulûllah’a bildirdi. Resulüllah bahse karşı çıkmadı, fakat ayetteki ‘bifî teriminin üç-on yıl anlamına geldiğini hatırlatarak, develerin sayısını artırarak bahse konu olan süreyi uzatmasını söyledi. Ebû Bekir tekrar Ubeyy b. Halefin yanma dönerek süreyi on yıla çıkarmak istediğini, ancak bunun karşılığında develerin sayısını yüze çıkaracağını söyledi. Yüz deve çok büyük bir miktardı. On yıl bile olsa, Rumların Farslıları yenmesi imkânsız görünüyordu. Ubeyy b. Halef bahsi yeni biçimiyle kabul etmekte tereddüt etmedi. Bahsi kazanacağına o kadar emindi ki, Ebû Bekir bahisten dönmesin, sözünü unutmasın diye eşraftan bazı kimseleri bahislerine şahit tuttu.
Hz. Ebû Bekir ile Mekke eşrafından Ubeyy b. Halefin bahsi önemliydi. Ebû Bekir sadece vahye güveniyordu. Ubeyy b. Halef ise mevcut şartlara. Elbette ki sonuçta kazanan Ebû Bekir oldu; vahyin dediği gerçekleşti. Ancak o günün şartlarında gerçekleşen mucizenin önemim anlamak için, mevcut şartları kısaca da olsa hatırlamakta fayda var.
Bizans İmparatoru Herakleios (610-641) tahta çıktığı zaman, ülke ekonomik açıdan perişan haldeydi. İdarî mekanizma felç olmuştu. Ücretli asker toplamaya dayanan ordu sistemi işlemiyordu; para olmadığı gibi, bütün malî kaynaklar da kurumuştu. Devletin batı bölgeleri Avarlar ve Slavlar tarafından işgal edilmişti. Fars istilası bu şartlar altında başladı. 611 yılında Doğu Anadolu ve Suriye’nin bir kısmı Fars ordusu tarafından işgal edildi. 613 yılında Bizans ordusu Antakya’da büyük bir yenilgiye uğradı, imparatorluğun doğusu korumasız kaldı. Fars orduları hızla her yeri işgale başladılar. 613 yılı içinde Damaskos (Şam), Tarsos (Tarsus) Fars orduları tarafında işgal edildi. İmparatorluk ordularının son kalıntıları da Doğu Anadolu’dan tamamen çekildi. Fars ordusunu durdurmak mümkün değildi; Fars ordusu çok kalabalık ve güçlüydü. Buna karşılık Bizans ordusu diye bir ordu kalmamıştı. Bir sel felaketi gibi her yeri silip süpüren Fars ordusu, Hıristiyanlığın önemli dini merkezi durumundaki Kudüs’ü de ele geçirdi (615). İşgal edilen şehirde günlerce katliam uygulandı. Bölge Hıristiyanları için son sığmak durumundaki Kudüs’e sığman 90 bin kişi kılıçtan geçirildi. Kuvvetle muhtemeldir ki Kur’an’ın ‘Rumlar, Arapların bulunduğu bölgeye en yakın yerde yenildiler [263] diye bahsettiği olay bu idi. Kudüs putperest Farslıların eline geçince, Büyük Kostantinos tarafından inşa ettirilen Kutsal Mezar Kilisesi yakılıp, yıkıldı. Hz. isa’nın üzerine çakıldığına inanılan ve Hıristiyanlar için en kutsal eşya olan Kutsal Haç, Farslılar tarafından alınıp Fars ülkesine götürüldü. Bu Hıristiyanlar için moral açından büyük bir yenilgiydi. Yenilgi bununla da kalmadı, aynı yıl Fars ordusu istanbul Boğazına kadar tüm Anadolu’yu tamamen işgal etti. Bizarısın başkenti aynı anda batıdan Avar ve Slavların, doğudan ise Farsların arasında kaldı. Avar ve Slav orduları Batı surlarının dibinde gezinirken, Fars ordusu da Kadıköy sahillerine kadar indi.
Rûm sûresi vahyolunduğu zaman Bizans’ın durumu böyleydi. Hatta, bu sûrenin vahyolunuşunu takip eden yıllarda Fars işgali büyüyerek devam etti; 619 yılında Mısır’ı ve Kuzey Afrika’nın önemli bir kısmını işgal ettiler. Ancak elbette ki, vahyin bildirdiği aynen çıktı ve dokuz yıl sonra (624 yılında) Bizans orduları Fars ordularını büyük bir yenilgiye uğrattılar. Daha önce kaybettikleri tüm bölgeleri tekrar ele geçirdiler. O sene, müminler, daha önceleri anlayamadıkları bir şeyin de, Mekke yıllarmdayken kendilerine bildirildiğini anladılar. Rûm sûresinde Farslıların uğrayacaklarından bahsedildikten sonra ‘O gün müminler de Allah’ın yardımıyla sevinecekler’ denilmişti. Müminler bunu, Farslıların yenilmesi ve müşriklerin şımarıklıklarının açığa çıkması nedeniyle yaşayacakları sevinç olarak anlamışlardı. Fars ordularının yenilme haberi kendilerine ulaştığı zaman, kendileri başka bir şeye seviniyorlardı. Bedir’de müşrik Mekke ordusunu yenilgiye uğratmışlardı. O zaman anladılar ki, Allah yıllar önce Bedir’deki zaferin neden olacağı sevinçten bahsetmişti. Müminlere bir müjde verilmişti. Hz. Ebû Bekir’in girdiği bahsin sonucuna gelince; Fars ordusunun yenilgisi duyulduğu zaman Ubeyy b. Halef ölmüştü.
Hz. Ebû Bekir, tüm Mekke eşrafının bildiği bahsin gereğine uyulmasını talep etti ve Ubeyy’in varislerinden bahiste kazandığı yüz deveyi alarak Medine halkına dağıttı.
[259] Rûm sûresi, 30:1-6
[260] Ankebut, 29:46,47
[261] Kasas, 28:51-55
[262] Rûm, 30:1-6
[263] Rûm, 30: 2,3
Son düzenleme: