Ahiret Gününde Meydana Gelecek Olaylar Ile Ilgili Ayetler

BULUT

Aktif Üyemiz
Yönetici
Ahiret Gününde Meydana Gelecek Olaylar ile ilgili Ayetler
Ahiret Gününde Meydana Gelecek Olaylar ile ilgili Ayetler
Ahiret (Arapça: الآخرة, romanize: al-Ākhirah) veya ahret, İslam termonolojisinde ölümden sonra gidilecek yere verilen bir isim. Ahiret, Kur'an'ın İslamî eskatolojinin önemli bir parçası olan Ahiret Hesaplaşması ile ilgili bölümlerinde defalarca bahsedilmektedir. Geleneksel olarak, Müslümanların altı temel inanç esaslarından biridir.

İslama göre, kıyametin kopması ve yeniden dirilme, Kur'an âyetleri ve Muhammed'in hadisleri gibi kaynaklarda ifade edilir ve İslama göre diğer peygamberler de kendi halklarına bu durumu anlatmışlardır. Ahirete inanmak İslama imanın şartlarından biridir. Kur'ân'da Ahiret Günü farklı isimler ile zikredilmiştir. Ahiret, müminler Allah'a kavuşacakları inancı nedeniyle Kavuşma Günü (Mü'min: 40/15), insanlar ve bütün mahlûkat o günde bir araya toplanacağı için Toplanma Günü (Teğabün: 64/9), Dünya hayatlarında Allah'a iman etmeyenler ve fâni hayata aldandıklarını anlayacaklar için Aldanma Günü (Teğabün: 64/9), herkes kabrinden çıkıp dirileceği için Çıkış Günü (Kâf: 50/34) ve Dünya'ya geri dönmek isteyenler için Hasret Günü (Meryem: 19/40) isimleriyle anılır. İslam dinine göre Âhiret, yedi hayatın yedinci ve sonuncusudur ve yedi hayat şunlardır:

- Ruhlar âlemi,
- Birinci berzah âlemi,
- Ana karnı,
- Dünya hayatı,
- İkinci berzah âlemi (kabir âlemi),
- Mahşer âlemi,
- Âhiret âlemi.

Âhiret hayatı Kıyâmet ile başlar. Yer ve göğün şekli değişir ve mahşer âlemi kurulur. Mahşerde herkes hesap verip Cennet ve Cehennem'e gidince sonsuz Âhiret âlemi başlar. Cehennem'dekilerin bir kısmı günahları miktarı ceza çekip Cennet'e giderler. Allah'a inanmayanlar ve ortak koşanlar ise Cehennem'de ebediyyen kalırlar. Cehennem, azap ve elem yurdu iken Cennet nimet, mutluluk ve rahatlık yurdudur.

Ahiret hayatı on dört devreye ayrılır. Bunlar;

1. Kabir hayatı,
2. Sur’a üfürülüş,
3. Kıyametin kopması,
4. Yeniden diriliş,
5. Haşir olma,
6. Amel defterinin verilmesi,
7. Hesap,
8. Mizan,
9. Kevser Havuzu,
10. Sırat,
11. Şefaat,
12. A’raf,
13. Cehennem,
14. Cennet.

1. Kabir / Berzah Hayatı

AYET-İ KERiME
“Sonra onu öldürür ve kabre koyar; sonra onu dilediği bir vakitte yeniden diriltir.”
(Abese, 80/21-22)


İnsanların dünyadaki ölümlerinden sonra, kıyâmet kopup yeniden diriltilmeleri anına kadar devam eden devreye, kabir hayatı adı verilir. Bu hayata, dünya hayatı ile âhiret hayatı arasında bir geçiş dönemini ifade etmesi nedeni ile “berzah hayatı veya berzah âlemi” de denilmiştir. Berzah, iki şey arasındaki engel, mânia ve perde anlamlarına gelir.

Bir insanın kabir hayatı yaşaması için, onun bedeninin mutlaka mezara konulması gerekmez. Ölen kişi ister mezara konulsun, ister vahşi hayvanlar tarafından yensin, isterse denizde balıklara yem olsun, isterse yakılıp kül olsun, onun ölümü ile kabir hayatı başlar. Kabrin, “makber / kazılmış mezar” manasını çağrıştırması nedeni ile yanlış anlaşılmaları önlemek için, bu hayatı “berzah hayatı” diye ifade etmek belki daha doğru olur.

Peygamberimiz Hz. Muhammed (asm) bir hadisinde kabir hayatını “âhiret duraklarının ilki” olarak nitelendirmektedir. (Tirmizî, Zühd, 5) Peygamberimiz Hz. Muhammed (asm) başka bir hadisinde:

Kabir ya Cennet bahçelerinden bir bahçedir veya Cehennem çukurlarından bir çukurdur.” (Tirmizî, Kıyâmet, 26),

buyurarak, kabir hayatında azap ya da mükâfatın olacağını bildirmiştir. Yine başka bir hadisinde;

“İnsan öldükten sonra kabre konulunca Münker ve Nekir adında iki melek kendisine gelerek 'Rabbin kimdir? Peygamberin kimdir? Dinin nedir?..' diye sorular sorarlar. Mü’min bu sorulara rahatça cevap verir. Kâfir ise cevap veremez ve kabir azabı görür.” (bk. Tirmizî, Cenâiz, 70)
(Tirmizî, Kıyâmet, 26),

diyerek kıyamete kadar sürüp gidecek olan bu hayatı anlatmıştır.

2. Sûr ve Sûra Üfürülüş

Sûr, kıyâmetin kopuşunu başlatmak ve kıyâmet koptuktan sonra, bütün insanların mahşer yerinde toplanmak üzere dirilmelerini sağlamak için, melek İsrâfil (a.s) tarafından üfürülen bir borudur. Kur’ân âyetlerinin bildirdiğine göre, İsrâfil (a.s) Sûr’a iki defa üfürecektir. İlk üfürüşte, Allah’ın diledikleri hariç, yerde ve göklerde olan her şey dehşetinden sarsılacak ve ölecek ve kıyâmet kopacaktır. İkinci üfürüşte, her şey diriltilecek ve mahşer yerinde toplanmak üzere Rablerine doğru koşacaklardır. Bu konudaki âyetlerden birisini örnek verelim:

AYET-İ KERiME
“Sûr’a üflenince, insanlar kabirlerinden Rablerine koşarak çıkarlar."
(Yâsîn, 36/51)


AYET-İ KERiME
"Sûr’a üflenince, Allah’ın dilediği bir yana, göklerde ve yerde olanların hepsi düşüp ölürler. Sonra Sûr’a ikinci defa üflenince, onlar hemen ayağa kalkıp bakışıp dururlar.” (Zümer, 39/68)


3. Kıyâmetin Kopması

AYET-İ KERiME
“(İnsan), kıyâmet günü de ne zamanmış, diye sorar. Gözler (dehşetten) kamaştığı, ay tutulduğu, güneş ve ay birleşip (karardığı) zaman. O gün insan, kaçacak yer neresi, diyecek? Hayır o gün kaçılmayacak, sığınacak hiçbir yer olmayacak. O gün herkesin varıp karar kılacağı yer ancak Rabbinin huzurudur.”
(Kıyâmet, 75/6-12)


Kıyâmetin iki manası vardır: Bunlardan birincisi, kâinatın düzeninin bozulması, her şeyin alt-üst edilerek yok edilmesi ve dünya hayatının sona ermesidir. İkincisi ise, ölen insanların yeniden diriltilerek ayağa kalkması ve mahşere doğru yönelmesi anlamlarına gelmektedir. Kıyâmet, birinci anlamında İsrâfil (a.s)’in “Sûr”a birinci üflemesi ile ikinci anlamında ise, ikinci defa üflemesi ile başlayacaktır. Bu durumda kıyâmet, insanların bütünüyle ölmelerini ve yeniden diriltilmelerini kapsayan çok önemli bir hadisedir.

Kur’ân âyetleri bu durumu haber vermektedir. Bu konu ile ilgili bir âyette Allah şöyle buyurmaktadır:

AYET-İ KERiME
“Ey İnsanlar! Rabbinizden sakının. Doğrusu kıyâmet gününün sarsıntısı büyük şeydir. Kıyâmeti gören her emzikli kadın o gün emzirdiğini unutur; her hamile kadın çocuğunu düşürür. İnsanları sarhoş gibi görürsün, hâlbuki onlar sarhoş değildirler, fakat bu sadece Allah’ın azabının çetin olmasındandır.”
(Hac, 22/1-2)


Kur’ân-ı Kerîm, kıyâmet konusuna sıkça temas etmekle beraber, onun ne zaman kopacağına dair soruları cevapsız bırakmış ve bu konuda Allah Teâlâ’dan başka kimsenin bilgi sahibi olmadığını vurgulamıştır. Hz. Peygamber (asm)’in hadislerinde ise, kıyâmet yaklaştığı zaman, bazı alâmetlerinin belireceğine dair haberler verilmektedir.

4. Öldükten Sonra Yeniden Diriltilme

İnsanlık tarihi boyunca “ölüm” meselesi, geçmişte bütün insanların zihnini meşgul ettiği gibi, bugün de meşgul etmekte ve öyle görünüyor ki, gelecekte de meşgul edecektir. Çünkü, insanoğlu ebedî yaşama arzusunu taşımakta ve asla ölmek istememektedir. Bununla birlikte, hiç kimse ölüme karşı duramamakta ve herkes ölüm karşısında çaresiz kalmaktadır.

Kur’ân-ı Kerîm, yeniden diriltilmenin aklen mümkün olduğunu ve muhakkak meydana geleceğini çeşitli şekillerde bildirmektedir:

a. Bir şeyi yoktan var edenin, onu ikinci defa yeniden var etmesi elbette mümkündür. Kur’ân’da bu yaratılışa şu âyetlerle delil getirilir:

AYET-İ KERiME
“(İnsan), kendi (ilk) yaratılışını unutarak bize karşı misal getirmeye kalkışıyor ve: 'Şu çürümüş kemikleri kim diriltecek?' diyor. De ki: Onları ilk defa yaratmış olan diriltecek. Çünkü O, her türlü yaratmayı gayet iyi bilir.”
(Yâsîn, 36/78-79)


Bir başka ayette de Cenab-ı Hak, şöyle buyurmaktadır:

AYET-İ KERiME
“Ey insanlar! Eğer öldükten sonra tekrar dirilme konusunda şüphede iseniz (ilk yaratılışınızı düşününüz). Şunu bilin ki, biz sizi topraktan, sonra nutfeden, sonra alâkadan, (aşılanmış yumurtadan), sonra uzuvları önce belirsiz, sonra belirlenmiş canlı et parçasından yarattık ki, size (kudretimizi) gösterelim. Ve dilediğimizi belirlenmiş bir süreye kadar rahimlerde bekletiriz; sonra sizi bir bebek olarak dışarı çıkarırız. Sonra güçlü çağınıza ulaşmanız için sizi (büyütürüz). İçinizden kimi vefat eder; yine içinizden kimi de ömrün en verimsiz çağına kadar götürülür; tâ ki bilen bir kimse olduktan sonra bir şey bilmez hale gelsin.”
(Hac, 22/5)


Allah Teâlâ, bu âyette öldükten sonra tekrar dirilmeyi inkâr edenlere karşı, önce insanın ilk yaratılış seyrini veciz bir şekilde ortaya koymaktadır. Sonra onun nutfe halinden başlayarak, dünyaya gelişine kadarki bu ilk yaratılış safhalarını açıklamaktadır. Daha sonra bu ifadelerle, hiç yoktan mucizevî bir tarzdaki yaratılışını nazara vererek, öldükten sonra âhirette ikinci defa yeniden yaratılıp diriltilmesini akla yaklaştırmaktadır. Ayrıca, bunun akıldan uzak görülmemesi gerektiğine de vurgu yapmaktadır.

b. Zor bir şeyi yaratan, kolay bir şeyi elbette yaratabilir. Göklerin ve yerin yaratılması, insanın yaratılmasından daha zordur. Gökleri ve yeri yaratıp onları bir şeye dayanmadan uzayda tutan Allah, şüphesiz insanı da öldükten sonra tekrar diriltmeye kâdirdir. Ayrıca insanın ilk yaratılışı, ikinci yaratılışına göre daha zordur. İnsanı ilk defa yaratmaya kadir olan Allah, onu ikinci defa yaratmaya daha çok kâdirdir. Kur’ân’da bu manalar şu âyetlerle dile getirilir:

AYET-İ KERiME
“Gökleri ve yeri yaratan ve bunları yaratmakla yorulmayan Allah’ın, ölüleri diriltmeye de gücünün yeteceğini düşünmezler mi?”
(Ahkâf, 46/33)

“O, ilk önce mahlûku yaratıp sonra da tekrar diriltecek olandır ki, bu (ikinci defa yaratma) O’na göre (birinciden) çok daha kolaydır.”
(Rûm, 30/27)

“İlk yaratmada acizlik mi gösterdik? Hayır, onlar yeni bir yaratma hususunda şüphe içindedirler.”
(Kâf, 50/15)

“(Ey insanlar!) Sizin yaratılmanız da diriltilmeniz de ancak tek bir kişinin yaratılması ve diriltilmesi gibidir. Şüphesiz ki Allah, her şeyi işiten ve görendir.”
(Lokmân, 31/28)


Bu âyetlerde gökleri ve yeri yaratan Allah Teâlâ’nın, insanı daha kolay yaratacağı anlatılmaktadır. Ayrıca, varlıkları ilk yaratışta acizlik göstermediğine göre, ondan daha kolay olan ikinci yaratışta hiçbir acizlik göstermeyeceğine dikkat çekilmektedir. İnsanları yeniden diriltip kabirlerinden kaldırılacağı nazara verilmektedir. Bunun yanında, bütün insanların yoktan yaratılması ve öldükten sonra yeniden diriltilip haşir edilmesinin, bir tek insanın yaratılması ve diriltilip haşir edilmesi gibi kolay olduğu da vurgulanmaktadır.

Zorluk ve Kolaylık İnsanlara Göredir

Esasen zorluk ve kolaylık gibi kavramlar izafî kavramlardır. Bunlar bize göre olup, Allah Teâla’ya göre zor, kolay, daha zor, daha kolay diye bir şey yoktur. Ona göre hepsi kolaydır. Çünkü biz gücümüz, bilgimiz, irâdemiz ve her şeyimizle sınırlı olarak yaratılmış âciz bir varlığız. Allah ise, her yönü ile sonsuz olan ve her şeye gücü yeten yüce yaratıcıdır. Allah’ın kudreti, ilmi, irâdesi, bütün sıfat ve isimleri sonsuz olduğu için, varlıkları yaratmada O’nun için az-çok, büyük-küçük diye bir şey fark etmez. Bu nedenle, O’nun için bir zerre ile bir güneşi yaratmak, bir insanla milyarlarca insanı yaratma arasında hiçbir fark yoktur. Hiçbir şey O’na zor gelmez. Bir baharı yaratmak, bir çiçeği yaratmak kadar ona kolay gelir.

Allah Teâlâ, Kur’ân’da bize bizim anlayacağımız şekilde hitap ettiği için, biz anlayalım diye bu ifadeleri kullanmıştır. Yoksa gerçekten Allah için, bir atomu yaratmakla, bütün kâinatı yaratmak arasında fark yoktur.

c. Ölü bir durumda olan yeri canlandıran Allah, insanı da diriltebilir.

AYET-İ KERiME
“Gökten bereketli bir su indirdik, onunla bahçeler ve biçilecek daneler bitirdik. Kullara rızık olması için birbirine girmiş, küme küme tomurcukları olan uzun boylu hurma ağaçları yetiştirdik. Ve o su ile ölü toprağa can verdik. İşte hayata yeniden çıkış (insanların yeniden diriltilip kabirlerden çıkarılmaları) da böyledir.”
(Kâf, 50/9-11)


Nasıl ki bu dünyada devlet gücünü elinde bulunduran sultanlar ve diğer iktidar sahipleri, kendilerine ve koydukları kanunlara itaat edenleri mükâfatlandırmakta ve isyan edenleri de cezalandırmaktadırlar. Aynı şekilde kâinatta muhteşem bir Ulûhiyet saltanatına sahip olan Allah Teâlâ, kendisine itaat edenlere mükâfat ve isyan edenlere de ceza verecektir. Hâlbuki bu dünyada bu mükâfat ve ceza yeteri kadar verilmemektedir. Demek bunların eksiksiz ve tam olarak verileceği başka bir âlem vardır. Orası da âhiret âlemidir. Bu yüzden herkes ister istemez oraya sevk edilecektir.

Allah’ın İsimleri, Ahiretin Varlığını Gerektirir

Allah’ın isimleri, âhiret âlemini ve orada yeniden dirilişin olmasını gösterir ve ister. Çünkü, Allah ebedîdir. Dolayısıyla O’nun isimleri ve bu isimlerin tecellileri de ebedî olacaktır. Meselâ, Allah’ın Kerîm ve Rahîm isimlerinin tecellileri, en azam bir şekilde, kâinatta görülmektedirler.

Allah Kerim'dir. Yani sonsuz ikram sahibidir. Bunu kâinatta çeşit çeşit meyve ve sebzeleri ikram etmesiyle görüyoruz. Ağaçların kucaklarını meyvelerle dolduruyor, bitkilerin başlarında hediyeler gönderiyor. Âdeta bitkiler âlemi hizmetkâr edilmiş. Kafile kafile Allah’ın ikramlarını insanlara getiriyorlar. Hayvanlar âlemi ayrı bir kafile olmuş. Süt ve et gibi başka çeşit ikramları getiriyorlar. Bütün bunlar sonsuz bir ikram ve o ikramın sahibinin delilidir. Fakat insanın ömrünün kısa olması, kısa bir zamanda sonsuz ikrama mazhar olamadığını ve olamayacağını gösteriyor. Hâlbuki, nihayetsiz ikram sahibi olmak, nihayetsiz ikram etmeyi ister. Dünya fani olduğundan, Allah’ın bu isminin tecellisi, insanların nihayetsiz ikramlara mazhar olabileceği ebedî bir âlemin varlığını gerektirir.

Aynı şekilde, Allah Rahim'dir. Yani sonsuz merhamet sahibidir. Bunun delillerinden birisi, bütün annelerin kalplerine şefkat koyup yavruları şefkatle himaye ettirmesidir. Meselâ; tavuk yavrusunu küçükken besler, büyüyünce döverek yavrusunun elinden daneyi alır. Bu gösterir ki, yavruya şefkat eden anne değil. Anneye şefkati verendir ki, vazife bitince şefkati geri alıyor. Bütün kâinatta bütün annelere verilen şefkatlerle bütün yavruların himayesi sonsuz bir merhametin delilidir.

Bu şefkat vasıtasıyla, anneler yavrularına bakmaktan büyük bir lezzet alırlar. Hatta yavrusu için, o şefkat sebebiyle hayatını bile feda eder. Fakat bir daha dönmemek üzere yavrusundan ayrılık düşüncesi annenin sevdiği yavrusundan ebedî ayrılmasını düşündürdüğünden, şefkat anneye bu sefer azap verir. Sonsuz bir merhamet sahibi ise, bu ebedî ayrılığa müsaade etmez. Çünkü böyle bir durum, hakiki merhamete zıttır. Öyle ise, kâinatta görünen sonsuz merhametin delilleri, ebedî bir beraberliği ister. Ebedî yok olmaya müsaade etmez. Bu da ahiret hayatının varlığını ve ebedî olduğunu gösterir.

Allah, aynı zamanda Hakim'dir. Yani, sonsuz hikmet sahibidir. Bu hikmeti, kâinatta her şeyin bir hikmet ve gayeye göre yaratıldığını görerek anlıyoruz. Meselâ, “Kulağımız niye çanak gibi?” dediğimiz zaman, “Sesleri iyi toplasın diye.” cevap veriyoruz. “Yapraklar niye yeşil?” dediğimizde, yine bir gaye ve fayda söyleniyor. Bütün fenler kâinatı inceliyor. Her şeyde, her cihetle bir hikmet, bir gaye ve faydayı keşfedip söylüyorlar. Yani kâinatta tasarruf eden zatın sonsuz bir hikmetle iş yaptığını ispat ediyorlar. Hikmetli yaratılış ise, lüzumsuz ve gayesiz, ölçüsüz ve plansızlığa zıttır. Yani Hakim olan, hikmetli iş yapan israf etmez. Öyle ise, bütün kâinatı insana hizmetkâr eden kâinatın Sanatkârı, insanı dirilmemek üzere toprağa atıp bütün kâinatın neticelerini israf etmez. Öyle ise, kâinattaki hikmetler, ebedî bir âlemin varlığını ispat ederler.

Allah’ın, Rezzak ismini gereği olarak, her bir canlıya en uygun rızkı verdiğini ve her canlıyı en güzel ve şefkatli bir şekilde beslediğini görüyoruz. Hâlbuki bu dünya fânî ve geçici olduğundan, O’nun isimleri burada tam anlamı ile tecelli edememektedirler. Bu isimlerin tam, eksiksiz ve sonsuz bir şekilde tecelli edebilmeleri, âhiret âleminin varlığını ve burada ölenlerin orada dirilmelerini zorunlu kılar. Bu yüzden Allah Teâlâ, âhireti getirecek ve bizleri orada yeniden diriltecektir.

Şurası unutulmamalıdır ki, biz insanlar gözümüzü bu âleme açtığımızda, tıpkı yeni doğan bir bebek gibi, burada her şeyi hazır bulduk. Yeni doğan bebek, beşiğini ve kendisine lazım olan yaşama ortamını kendi hazırlamadığı gibi, insan da bu dünyaya geldiğinde, kendisine lazım olan yaşama ortamını kendisi hazırlamadı. Dünyaya gelişinde, her şeyi hazır buldu. İşte bizleri buraya getiren Zât, bizler bu âleme gelmeden önce buraya gelmeyi isteyip istemediğimizi bize sormadan ve danışmadan bizi yaratıp buraya getirdi.

O Yüce Yaratıcı, bizi çocukluktan gençliğe, gençlikten ihtiyarlığa, ihtiyarlıktan ölüme götürürken de, bunların olup olmamasını isteyip istemediğimizi bize sormuyor ve danışmıyor. Yani bizi yoktan yaratıp bu dünyaya getirirken bize sorup danışmadığı gibi, bu dünyadan götürürken de bize sorup danışmıyor ve nihayet âhirette yeniden diriltip haşir ederken de bize sorup danışmayacaktır.

Anne rahmindeki bir bebeğin, dışarıdaki dünyanın mahiyetini kavrayamadığından dolayı inkâr etmesi, dünyayı yok etmediği gibi, bizim de buradan âhireti göremememiz, mahiyetini bilemememizden dolayı inkâr etmemiz de âhiret âlemini, Cennet ve Cehennem’i yok etmez. Ahireti inkar etmek, onun varlığına mani olmaz. Ancak, Cennet’e girmeye mani olur. Bize düşen orayı inkâr etmek değil, kıştan sonra baharın, geceden sonra sabahın gelmesi katiyetinde ölümden sonra haşir sabahının olacağına ve yeniden dirilişin meydana geleceğine inanıp oraya îmânla ve salih amelle hazırlanmaktır. Akıllı insanın yapması gereken de budur.

İnkârımızla sadece orada yaşanacak olan ebedî Cennet hayatının mutluluğundan mahrum kalarak büyük ve telafisi imkânsız bir zarara düşmüş oluruz. Biz âhirette kendi gücümüz ve irâdemizle dirilmeyeceğiz, Allah tarafından diriltileceğiz; tıpkı bu dünyaya kendi irâde ve gücümüzle gelmeyip, O’nun gücüyle getirildiğimiz gibi. Yaratma ve diriltme fiili bizim işimiz değil, Allah’ın işidir. Bizim sınırlı gücümüze göre imkânsız olan şey, Allah’ın kudretine göre gayet kolaydır ve zamanı gelince icraatını yapacaktır.

Diğer taraftan anne rahmindeki bebeğe baktığımız zaman, onun el ve ayakları, göz ve kulakları gibi organlarının orada kendisine lazım olmadığını ve bunları anne rahminde kullanmadığını görürüz. Bu organları ona veren yaratıcının, bunları ona anne rahminin dışındaki dünyada kullanmak için verdiğini ve onu dış dünya için yarattığını aklımızla anlıyoruz. Aynen bunun gibi, biz de bize bu dünyada verilen duyguların bir kısmını burada yeterince kullanamıyoruz. Üstelik ebedî yaşama ve ölümsüzlük arzusu gibi duygularımızın da bu dünyada karşılığı yoktur. Demek bu arzularımızın tatmin edileceği yer burası değil âhiret yurdudur. Bu dünya insan için bir anne rahmi gibi geçici, âhiret ise, ebedî yaşayacağı yurt olarak yaratılmıştır. Çünkü, insanın duyguları ile kendisine verilen maddî ve manevî cihazları bu âleme sığmamakta ve âhiret âlemini istemektedirler.

Öldükten sonra tekrar diriliş, hem bedenen ve hem de ruhen olacaktır. Bu, Allah’a göre gayet kolaydır. Yeryüzündeki bütün lambalara tek merkezden bir anda ışık vermek mümkün olduğu gibi, bir anda cesetlere de hayat verilecektir. Aynı şekilde, istirahata çekilmiş bir ordu fertlerinin, bir anda toplanması gibi, cesetlere de ruhlar, bir anda gelecek ve insan göz açıp yumuncaya kadar bir zaman içinde diriltilecektir.

“Bahar mevsimindeki haşr ve neşre bakıp görüyoruz ki, Allah Teâlâ, çok kısa bir zaman zarfında küçük ve büyük hayvanlardan ve bitkilerden milyonlarca türü haşredip neşrediyor. Bütün ağaçların ve otların köklerini ve bir kısım hayvanları aynen diriltip iâde ediyor. Başkalarını ayniyet derecesinde bir misliyet suretinde icad ediyor. Hâlbuki maddeten farkları çok az olan tohumcuklar o kadar karışmışken tam bir ayırım ve teşhis ile o kadar çabukluk ve genişlik ve kolaylık içinde tam bir intizam ve ölçü ile altı gün veya altı hafta zarfında diriltiliyor. Hiç mümkün müdür ki; bu işleri yapan zata bir şey ağır gelebilsin; gökleri ve yeri altı günde yaratamasın, insanı bir sayha ile (İsrâfil (a.s)’in “SÛR” undan çıkan sesle) haşredemesin, hâşâ.” (bk. Sözler, Onuncu Söz)

5. Haşr ve Mahşer

AYET-İ KERiME
“O gün onlar, sanki etrafa yayılmış çekirge sürüsü gibi bakışları perişan bir halde ve davetçiye koşarak kabirlerinden çıkarlar. O esnada kâfirler: Bu, çok çetin bir gündür! derler.”
(Kamer, 54/7-8)


Haşr, Allah Teâlâ’nın insanları hesaba çekmek üzere, tekrar dirilişten sonra toplanma yerlerine sevk etmesi, bir araya toplaması demektir. İnsanların toplandıkları yere de “mahşer” denilir. Kur’ân-ı Kerîm’de haşr hakkında pek çok âyet vardır. Örnek olarak şu âyeti verebiliriz.

AYET-İ KERiME
“O gün Allah, onların hepsini haşredecek / toplayacak; sonra meleklere: 'Size tapanlar bunlar mıydı?' diyecek.”
(Sebe’, 34/40)


Hz. Peygamber (asm)’in hadislerinde ise mahşerin dümdüz bir yer olacağı, insanların çıplak, yalın ayak, sünnetsiz ve kusursuz olarak haşr olunacakları, mahşer yerinde beklerken, güneşin yaklaşacağı ve terleyecekleri, insanların o gün yaya, binekli ve yüz üstü sürünenler olmak üzere üç grup halinde haşr olunacakları anlatılmaktadır. (Buhârî, Rikâk, 44-45.)

6. Amel Defterlerinin Verilmesi

AYET-İ KERiME
“Her insanın amelini boynuna bağladık. İnsan için kıyâmet gününde açılmış olarak önüne konacak bir kitap çıkarırız. (Sonra ona) kitabını oku! Bu gün sana hesap sorucu olarak kendi nefsin yeter (deriz).”
(İsrâ, 17/13-14)


Mahşer meydanına toplanan insanlara, hesaplarının görülmesi için, kendilerinin dünyada iken yaptıkları iyi ya da kötü işlerin kaydedilip yazıldığı, amel defterleri dağıtılır. Bu defterlerin mahiyetleri bizce bilinmemektedir. Şüphesiz onlar dünyadaki bildiğimiz defterlere benzemez. Günümüz teknolojisinin diliyle konuşacak olursak, bunları, görüntü ve ses kaydı yapıp sonra da bu kayıtları seyircilere sunan gizli kameralara benzetebiliriz.

Bitkileri küçücük tohumlarında, kocaman ağaçları küçücük çekirdeklerinde, insanları ve hayvanları bir damla suda koruyup nesillerini muhafaza eden bir ilim ve kudret sahibi, aynı şekilde insanın amellerini de bir defterde kayıt edebilir. Tıpkı, yüzlerce sayfalık bilgi ve belgeleri küçük bir CD’de kayıt ettiğimiz gibi. Bu husus Kur’an’da şöyle anlatılır:

AYET-İ KERiME
“Kitap ortaya konmuştur. Suçluların onda yazılı olanlardan korkmuş olduklarını görürsün. 'Vay halimize!' derler. Bu nasıl kitapmış! Küçük büyük hiçbir şey bırakmaksızın (yaptıklarımızın) hepsini sayıp dökmüş!' Böylece yaptıklarını karşılarında bulmuşlardır. Senin Rabbin hiç kimseye zulmetmez.”
(Kehf, 18/49)


Amel defterleri Cennetliklere sağdan, Cehennemliklere soldan veya arkadan verilir. Defterin sağdan verilmesi hesabın kolay olacağına dair bir müjde, soldan verilmesi ise, hesabın çetin olacağının bir habercisi olarak bildirilmektedir.
 

BULUT

Aktif Üyemiz
Yönetici
7. Hesap

AYET-İ KERiME
“Ey Rabbimiz! (Amellerin) hesap olunacağı gün beni, anamı, babamı ve (bütün) mü’minleri bağışla.”
(İbrâhim, 14/41)


Âhirette insanlar, amel defterlerini aldıktan sonra, Allah Teâlâ bu defterlerdeki kayıtlara göre, onların hesabını görecek, orada kimseye adaletsizlik yapılmayacaktır.

Kur’ân-ı Kerim’de bu konuda çok sayıda âyet vardır. Bunlardan bazıları şöyledir:

AYET-İ KERiME
“Bugün herkese kazandığının karşılığı verilir. Bugün zulüm yoktur. Şüphesiz Allah, hesabı çarçabuk görendir.” (Mü’min, 40/17)
“Kitabını oku! Bugün sana hesap sorucu olarak kendi nefsin yeter.”
(İsrâ, 17/14)


Hz. Peygamber (asm)’de hesap gününde insanların şu beş şeyden mutlaka sorguya çekileceklerini haber vermiştir:

1. Ömrünü nerde tükettiğinden,
2. Gençliğini nerede geçirdiğinden,
3. Malını nerede kazandığından,
4. Malını nereye harcadığından,
5. Bildiklerini uygulayıp uygulamadıklarından.

8. Mîzân

AYET-İ KERiME

“Kıyâmet günü doğru teraziler kurarız. Hiçbir kimse hiçbir haksızlığa uğratılmaz. Hardal tanesi kadar olsa bile yapılanı ortaya koyarız. Hesabı gören olarak biz yeteriz.” (Enbiyâ, 21/47)


Ölçü ve terazi anlamlarına gelen mizan, âhirette hesaptan sonra herkesin amellerini tartmaya yarayan ilâhî adâlet ölçüsüdür. Bununla birlikte, onun mahiyeti ve iç yüzü insanlar tarafından bilinememektedir. Çünkü o, bu dünyadaki terazilere, diğer ölçü ve tartı aletlerinin hiç birine benzemez. Amellerin tartılmasından sonra, tartıda sevapları günahlarından, iyilikleri kötülüklerinden ağır gelenler kurtuluşa erecek, hafif gelenler ise Cehennem’e gidip ceza göreceklerdir. Cehennem’e gidenlerden mü’min olanlar, işledikleri suçun karşılığı olan azabı çektikten sonra Cehennem’den çıkarılıp Cennet’e götürüleceklerdir. Kur’ân-ı Kerim’de, iyilikleri ağır gelenlerin hoş bir hayat içerisinde olacakları şöyle bildirilir:

AYET-İ KERiME

“Ama tartıları ağır gelen kimse hoş bir hayat içerisinde olacaktır. Tartıları hafif gelenler ise, onların yeri (kızgın ateşten) bir çukurdur.”
(Kâria, /6-10)

“Artık kimin (sevap) tartıları ağır gelirse, onlar korktuklarından emin, umduklarına erişenlerin tâ kendileridir. Kimin de tartıları hafif gelirse onlar kendilerine yazık edenlerdir. Onlar cehennemde ebedî kalıcılardır.” (Mü’minûn, 23/102-103)


9. Kevser Irmağı ve Havuzu

AYET-İ KERiME
“(Ey Muhammed!) Doğrusu biz sana 'kevser'i verdik.”
(Kevser, 108/1)


Kevser, cennet ırmaklarından bir ırmak olup, aynı zamanda bu ırmağın üzerinde bulunduğu ve sularının içine döküldüğü “havuz”un ismidir. Kevser ırmağından akıp gelen sular mahşerde bu havuzda toplanır. Kıyâmet gününde insanlar diriltilip mahşer yerinde toplanıldıklarında, Peygamberimiz Hz. Muhammed (asm)’e kevser havuzu verilecek. Bu havuza ilk erişen Peygamberimiz olacak. O gün oraya erişenler o sudan içecek ve asla bir daha susamayacak. Hadis-i şeriflerde bildirildiği üzere, bu havuzun bir kenarı bir aylık yol olup çok geniştir; suyu sütten daha beyaz, kokusu miskten daha güzeldir; kadehleri de gökteki yıldızlardan daha çoktur. (bk. Buhârî, Rikâk, 53.)

10. Sırât

Sırât, “cehennem üzerine kurularak uzatılmış olan bir köprü veya yol” manasında kullanılır. İnanan ve inanmayan herkes bu köprüden geçecektir.

Hz. Peygamber (asm)’in hadislerinde, mü’minlerin yaptıkları amellerine göre sırat köprüsünden şimşek gibi, bir kısmının rüzgâr gibi, bazılarının ise sürünerek geçeceği, kâfirlerle günahları affolunmayan mü’minlerin buradan Cehennem’e atılacakları bildirilmektedir. Sıratı geçenlerin ise cennete gireceklerdir. (bk. Buhârî, Rikâk, 52.)

Kur’ân da herkesin cehenneme uğrayacağı beyan edilir:

AYET-İ KERiME

“İçinizden, oraya (cehenneme) uğramayacak hiçbir kimse yoktur. Bu, Rabbin için kesinleşmiş bir hükümdür. Sonra biz, Allah’tan sakınanları kurtarırız; zalimleri de diz üstü çökmüş olarak orada bırakırız.”
(Meryem, 19/71-72)


Sırât, Allah’ın ve Resûlünün bildirdiği şekilde, Allah’ın bildiği ve takdir ettiği keyfiyette mutlaka olacaktır. Cehennemin üzerinden cennete uzanan bu köprü, gerçekte insanın dünya hayatı boyunca, îmân ve güzel amellerle inşâ ettiği bir köprüdür. İnsanın bu dünyadaki amelleri, âhirette onun önüne bir köprü olarak gelir. Aslında bizler sıratı bu dünyada geçmekteyiz. Yani bu dünyada îmân esaslarına inanmakla ve güzel amel işlemekle sıratı geçmeyi hak ederiz. Çünkü bu dünyada inanıp iyi amel işleyenler orada onu geçebilecek, inanmayan ve iyi amel işlemeyenler ise, geçemeyeceklerdir.

Esasen âhiret âlemi, gayb (bilinemeyen, görülemeyen ve hissedilemeyen) âlemi olduğu için, biz bu dünyada iken oradaki durumları bize verilen bu sınırlı aklımızla ve organlarımızla kavrayamayız. Tıpkı anne rahminde olup henüz doğmamış bir bebek için, bu dünya ve içindekilerin tamamı gayb olması gibi, âhiret âlemi de bize gaybdır. Bu yüzden gayb âleminde olan sırât köprüsünün varlığını, anacak Allah’ın peygamberine bildirdiği vahiyle bilebiliriz. Bununla birlikte yine de onun keyfiyetini, nasıl olduğunu kavrayamayız.

Allah Teâlâ Kur’ân’da bize, biz insanların anlayacağı seviyede hitap etmektedir. Âhiret âlemi ile ilgili Sûr, Amel Defteri, Havuz, Sırat, Mizan, vb. bilinmeyen kavramları, anlayabilmemiz için, dünyadaki bildiğimiz nesnelerin isimleri ile anlatmaktadır. Yoksa, oradaki varlıkların buradakilerle bir ilişkisi ve benzerliği yoktur. Sözgelimi, sırât köprüsünün dünyadaki köprülere, oradaki mîzan terazinin buradaki terazilerle, oradaki Sûr’un buradaki boru ve borazanlarla, oradaki defterlerin buradaki defterlerle isimden başka hiçbir benzerliği yoktur. Mahiyetini ise, ancak Yüce Allah bilir.

11. Şefâat:

AYET-İ KERiME
“Hiçbir şefâatçi yoktur ki, O’nun izni olmadan şefâat edebilsin.”
(Yunus, 10/3)


Şefâat, âhirette günahı olan mü’minlerin günahlarının affedilmesi, günahı olmayanların ise, daha yüksek derecelere çıkabilmeleri için, Allah’ın izin verdiği peygamberler, âlimler ve şehitlerin, onlar için Allah’a yalvarmaları, duâ etmeleri ve bağışlanmalarını istemeleri demektir.

Kur’ân-ı Kerîm, şefâat konusuna özel bir önem vermekte ve onu tevhid meselesi ile irtibatlandırmaktadır. Bu konudaki Kur’ân âyetlerinin bir kısmı şöyledir:

AYET-İ KERiME

“O’nun izni olmadan katında şefâat edecek kimmiş?”
(Bakara, 2/255)

“Bunlar, O’nun (Allah’ın) rızasına ermiş olandan başka kimseye şefâat etmezler.”
(Enbiyâ, 21/28)


Allah Teâlâ ise, ilâhî adaletinin gereği olarak affedilmeği hak kazanan kullarının şefâat olunmasına razı olabilir. Hz. Peygamber (asm) bir hadislerinde şöyle buyurmuştur:

“Her peygamberin kendine has, kabul olunan bir duâsı vardır ve onunla duâ ede gelmişlerdir. Fakat ben, duâmı âhirette ümmetime şefâat etmek için saklıyorum.” (Buhârî, Daavât, 1)

Bununla birlikte, Müslümanlara düşen görev, şefâate güvenerek dinin emir ve yasaklarını yerine getirmede gevşeklik göstermemeli ve onları asla terk etmemelidir. Aksine, şefâate layık olmak için, bu emir ve yasaklara uymada daha üstün bir gayret göstermelidir. Aksi bir durum, o kimseyi şefâatten mahrum bırakabilir.

12. A’râf

A’râf, cennet ile cehennem arasında bulunan, ayırıcı yüksek hisara ve burca verilen isimdir. Diğer bir ifade ile A’râf, cennet ve cehennem arasında bulunan ve bunları birbirinden ayıran ara bölgedir. A’râf ehlinin kimler olacağı hususunda ihtilaf edilmiş olup, bu konuda iki görüş öne çıkmaktadır.

1. Herhangi bir peygamberin tebliğini duymamış (fetret ehli) olarak ölen insanlarla, küçükken ölen müşrik çocukları.

2. Amelleri iyi ve kötü olma noktasında eşit olan mü’minler. Bunlar Cennet’e girmeden önce Cennetle Cehennem arasında bir müddet bekletileceklerdir.

Kur’ân’da A’râf ehli ile ilgili âyetlerde şöyle buyurulur:

AYET-İ KERiME
“İki taraf (cennetliklerle cehennemlikler) arasında bir perde ve A’râf üzerinde herkesi simalarından tanıyan adamlar vardır ki, bunlar henüz cennete giremedikleri halde (girmeyi) umarak, cennet ehline 'Selâm size!' diye seslenirler. Gözleri cehennem ehli tarafına döndürülünce: Ey Rabbimiz, bizi zalimler topluluğu ile beraber bulundurma, derler.”
(A’râf, 7/46-47)


Bununla birlikte A’râf, devamlı bir ikamet yeri değildir. Yüce Allah, A’râf ehlini geçici olarak burada bir müddet beklettikten sonra, haklarında hüküm verecek ve lütfu ile bunları da cennete gönderecektir.

13. Cehennem

AYET-İ KERiME
“De ki: Gerçek Rabbinizdendir. Dileyen inansın, dileyen inkâr etsin. Şüphesiz zâlimler için, duvarları çepeçevre olup onları içine alacak bir ateş hazırlamışızdır. Onlar yardım istediklerinde, erimiş maden gibi yüzleri kavuran bir su kendilerine sunulur. Bu ne kötü bir içecek ve cehennem ne kötü bir duraktır.” (Kehf, 18/29)

“Suçlular cehenneme vardıklarında, cehennem onlara büyük kıvılcımlar saçar.” (Mürselât, 77/32-33)

“Uzaktan gözüktüğünde onun kaynaması ve uğultusu işitilir.”
(Furkân, 25/12)


Cehennem, âhirette kâfirlerin sürekli olarak, günahkâr mü’minlerin de günahları ölçüsünde cezalandırılmak üzere geçici olarak kalacakları azap yurdudur.

Kur’ân’da cehennem’le ilgili âyetlerin tümüne baktığımızda, bunların manalarından özetle şunu anlamaktayız: Cehennemin esasını ateş azabı teşkil etmekle birlikte, aklımıza gelen ve gelmeyen, insanın bütün duygularını etkileyen maddî ve manevî her türlü elem, acı, azap ve işkencenin bulunduğu çok geniş bir azap yurdudur.

Kâfirler, cehennemde ebedî olarak kalacaklar ve asla oradan çıkamayacaklardır. Günahkâr mü’minler gelince onlar, günahları miktarınca cezalarını çektikten sonra, buradan çıkarılıp cennete götürüleceklerdir.

Âhiret hayatının her devresinde olduğu gibi, cehennem azabını da ruh, bedenle birlikte çekecektir. Ancak, cehennem hayatında sözü edilen acı, ıstırap, azap, işkence, ateş vb. şeyler, bu dünyadakilere benzetilemez. Bunların iç yüzünü ve mahiyetini ancak Allah bilir; insanların bu dünyada iken bunları bilmeleri mümkün değildir.

14. Cennet

AYET-İ KERiME
“İnananlar ve salih amel / yararlı işler yapanlara, kendilerine altlarından ırmaklar akan cennetler olduğunu müjdele. Onlara buranın bir ürünü rızık olarak verildiğinde, bu, daha önce de rızıklandığımızdır, derler. Bunlar, söylediklerinin benzerleri olarak sunulmuştur. Onlara orada tertemiz eşler vardır ve onlar orada temelli kalırlar.”
(Bakara, 2/25)


Cennet, çeşitli nimetlerle bezenmiş olan ve mü’minlerin içinde ebedî olarak kalacakları âhiret yurduna denir.

Kur’ân-ı Kerîm’i incelediğimiz zaman onun cenneti ve cennetlikleri şu şekilde tasvir ettiğini görürüz:

Cennet, genişliği göklerle yer kadar olan, yakıcı sıcağın ve dondurucu soğuğun olmadığı bir yerdir. Temiz su, tadı bozulmayan süt ve süzme bal ırmaklarının yer aldığı cennette, suyu zencefille kokulandırılmış tatlı su pınarı ve sonunda misk kokusu bırakan bir içecek de vardır. Cennet şarabı baş ağrıtmayan, sarhoş etmeyen, içenlere zevk bahşeden ve bembeyaz bir kaynaktan çıkan bir içecektir. İçildiği zaman sarhoş etmediği gibi, ne baş dönmesi yapar, ne günah işlemeye iter ve ne de saçmalatır. Cennette türlü türlü meyveler, hurmalıklar, nar ağaçları, bağlar, dikensiz sedir ağaçları, salkımları sarkmış muz ağaçları ve çeşit çeşit kuş etleri bulunur. (Âl-i İmrân, 3/133; İnsan, 76/13, 18; Muhammed, 47/15; Mutaffifîn, 83/25-26; Sâffât, 37/45-47; Vâkıa, 56/21, 28-29; Tûr, 52/23; Rahmân, 55/68; Nebe’, 78/32.)

Cennetliklerin elbiseleri ince ve kalın halis ipektendir; süsleri altındandır, evleri güzeldir, onlara hizmet etmek için ölümsüz gençler dolaşırlar, bu gençler; güzelliklerinden dolayı saçılmış birer inci sanılırlar; bunlar altın kadeh ve tepsiler dolaştırırlar. Cennetliklerin canlarının istediği ve gözlerinin gördüğü her şey orada hazır bulunur. Onlara altlarından ırmaklar akan üst üste bina edilmiş köşkler vardır. Onlar için pek çok özelliklerle nitelenmiş tertemiz eşler bulunmaktadır. Cennetliklerin hem kendileri hem de eşleri cennetin gölgelerinde tahtları üzerine kurulup yaslanırlar. Kalplerindeki kin, Allah tarafından sökülüp atılmış olan cennetlikler, kardeşler halinde, karşı karşıya tahtları üzerinde otururlar. Onlara, burada hiçbir yorgunluk ve zahmet yoktur. Onlar orada boş ve yalan söz işitmezler. (Kehf, 18/21, 31; İnsan, 76/19, 21; Hac, 22/23; Fâtır, 35/33; Tevbe, 9/72; Zuhruf, 43/71; Zümer, 39/20; Bakara, 2/25; Vâkıa, 56/35-38; Sâffât, 37/48-49; Nebe’, 78/33, 35; Yâsîn, 36/56; Hicr, 15/47.)

Cennet nimetleri, insan akıl ve hayalinin alamayacağı güzelliktedir. Orada maddî ve manevî, cismanî ve rûhanî lezzetlerin ve mutlulukların her türlüsü bütün ayrıntıları ile vardır. Allah Teâlâ oradaki nimetleri anlatırken, bizim anlamamız için dünyevî nimetlere benzeterek anlatmaktadır. Hakikatte ise, oradaki nimetlerin buradakilerle isimleri dışında hiçbir benzerlikleri yoktur. Onlar dünyanın şartlarına göre değil, cennetin şartlarına göre yaratılmış eşsiz nimetlerdir. Hz. Peygamber (asm) bir kudsî hadiste cennet nimetlerini şöyle açıklamıştır:

“Allah Teâlâ buyuruyor ki: Salih kullarım için ben, cennette hiçbir gözün görmediği, hiçbir kulağın işitmediği ve hiçbir insanın kalbinden bile geçmeyen nice nimetler hazırladım.” (Buhârî, “Tefsir”, sûre 32; Tevhid, 35; Müslim, Cennet, 1; Tirmizî, “Tefsir”, sûre 32.)

Şüphesiz cennetteki nimetlerin en büyüğü, Allah’ın rızasını kazanmak ve Allah’ı görmektir. Bu konuda Kur’ân’da şöyle buyrulmuştur:

AYET-İ KERiME
“…Allah’ın rızası ise hepsinden (bütün cennet nimetlerinden) daha büyüktür. İşte büyük kurtuluş da budur.”
(Tevbe, 9/72)


Diğer taraftan mü’minler âhirette cennete girdikten sonra Allah’ı göreceklerdir. Bu görmenin mahiyeti ve keyfiyeti hakkında kesin bir bilgi yoktur. Kur’ân’da şöyle geçer:

AYET-İ KERiME
“O gün bir takım yüzler vardır ki, ışıl ışıl parlayacak ve Rablerine bakacaklardır.”
(Kıyâme, 75/22-23)


Peygamberimiz (asm) mü’minlerin âhirette Allah’ı göreceklerini şöyle anlatmaktadır:

“Muhakkak ki siz şu ayı gördüğünüz gibi, Rabbinizi de göreceksiniz.” (Buhârî, Mevâkit, 16; Tevhid, 24; Müslim, İmân, 81; Tirmizî, Cennet, 15.)

Cennet ve oradaki hayat ölümsüz ve sonsuz olup, cennetlikler burada ebedî olarak yaşayacaklardır. Zaten cenneti cennet yapan ve oradaki hayatı değerli ve üstün kılan, oranın ebedî ve ölümsüz oluşudur. Bütün güzellikleri ve üstün nimetlerine rağmen,
eğer cennet de bu dünya gibi, geçici ve fani olsaydı, orada da ölüm olsaydı, o zaman, orasının da bir değeri olmazdı. Demek ki, ebedîlik ve ölümsüzlük dahi, cennette başlı başına büyük bir nimettir ve onu değerli kılan da bu vasfıdır.

Unutmayalım ki, cennet bu dünyada yaşarken kazanılacaktır. Orayı kazanmanın yolu, Allah’ın varlığına ve birliğine, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe, kaza ve kaderine îmân etmekten; Allah’ın rızası dairesinde Kur’ân’a ve Hz. Peygamber (asm)’in sünnetine uygun amel işlemek ve güzel ahlâkla yaşamaktan geçer. Başka kurtuluş yolu yoktur. Bu yüzden cenneti kazanmak için hepimiz bu dünyada gayret sarf etmeliyiz. Allah Teâlâ cümlemize Cennet’e girmeyi ve ebedîyen rızasına mahzar olarak orada yaşamayı nasip etsin. Âmîn.
 

BULUT

Aktif Üyemiz
Yönetici
Ahiret Gününde Meydana Gelecek Olaylar Ile Ilgili Ayetler

Öyle bir günden sakının ki; (o gün) hiçbir nefis bir başkasının yerine geçmez, hiç kimseden fidye kabul edilmez, hiç kimseye şefaat fayda vermez ve onlara yardım da edilmez.(2/Bakara 123)

AYET-İ KERiME
O gün her nefis, yaptığı hayrı da yaptığı kötülüğü de karşısında hazır bulur. Kendisiyle yaptıkları arasında uzak bir mesafe olmasını ister. Allah, sizi kendi nefsinden sakındırır (O’ndan korkmanızı emreder). Allah, kullarına karşı şefkatlidir.
(3/Âl-i İmran 30)


AYET-İ KERiME
Allah’a olan sözlerini ve yeminlerini az bir karşılıkla değiştirenler! Bunların ahirette hiçbir nasibi yoktur. Kıyamet Günü'nde Allah onlarla konuşmayacak, onlara değer vermeyecek ve onları arındırmayacaktır. Onlar için can yakıcı bir azap vardır.
(3/Âl-i İmran 77)


AYET-İ KERiME
O gün bazı yüzler aydınlanacak, bazı yüzler de kararacaktır. Yüzleri kararanlara gelince ( onlara denilecek ki: ) “İman ettikten sonra küfre mi girdiniz? Kâfir olmanıza karşılık azabı tadın (bakalım)!”
(3/Âl-i İmran 106)


AYET-İ KERiME
Yüzleri aydınlananlara gelince, onlar Allah’ın rahmeti içindelerdir. Ve orada ebedî kalacaklardır.
(3/Âl-i İmran 107)


AYET-İ KERiME
Kendilerine: “(Savaştan) elinizi çekin, namazı kılın, zekâtı verin.” denilen kimseleri görmedin mi? (Savaşın farz kılınması için ısrar ediyorlardı.) Savaş onlara farz kılınınca da onlardan bir grup Allah’tan korkar gibi veya daha şiddetli bir korkuyla insanlardan korkmaya ve: “Rabbimiz! Niçin bize savaşı farz kıldın? Bize yakın bir zamana kadar mühlet verseydin ya!” demeye başladılar. De ki: “Dünya metaı azdır. Ahiret ise korkup sakınanlar için daha hayırlıdır. Ve size kıl kadar dahi zulmedilmez.”
(4/Nisâ 77)


AYET-İ KERiME
O gün hepsini (diriltip) bir araya toplarız. Sonra şirk koşanlara: “(Allah katında size şefaatçi olduklarına inanıp) bir şey sandığınız ortaklarınız hani neredeler?” deriz.
(6/En'âm 22)


AYET-İ KERiME
Sonra: “Rabbimiz olan Allah’a yemin olsun ki biz müşriklerden değildik.” sözleri dışında bir fitneleri (mazeretleri) olmaz.
(6/En'âm 23)


AYET-İ KERiME
Kendi aleyhlerine nasıl da yalan söylediklerine ve (uydurdukları) iftiraların nasıl kaybolup gittiğine bir bak.
(6/En'âm 24)


Dini ve tevhidi önemsemeyen, dinini Kur’ân ve Sünnet rehberliğinde öğrenmeyen, din hakkında anlatılan her şeye inanıp dinini hurafe ve menkıbelerle bina edenler, Kıyamet Günü'nde bu manzarayı yaşamaya mahkûmdurlar.

AYET-İ KERiME
(Allah: ) “Sizden önce ateşe girmiş olan cin ve insan topluluklarıyla beraber siz de ateşe girin.” der. Her ümmet oraya girdiğinde, (kendi gibi sapık olan) kardeşini (ümmetleri) lanetler. Sonunda hepsi bir araya toplanınca, sonradan gelmiş olanlar önceden yaşamış olanlar için: “Rabbimiz! Bunlar bizi saptırdılar. Onlara ateşten kat kat azap ver.” der. (Allah) buyuracak ki: “Hepinize kat kat (azap) vardır. Fakat bilmiyorsunuz.”
(7/A'râf 38)


AYET-İ KERiME
Önce yaşamış olanlar sonradan gelenlere diyecekler ki: “Sizin bize hiçbir üstünlüğünüz/ayrıcalığınız yoktur. Kazandıklarınıza karşılık azabı tadın.”
(7/A'râf 39)


AYET-İ KERiME
Şüphesiz ki ayetlerimizi yalanlayıp onlara karşı büyüklenenler... Gök kapıları onlara açılmayacak. (Öldüklerinde, ruhları sema ehli tarafından hoşnutlukla karşılanmayacak.) Ve deve iğne deliğinden geçene dek onlar cennete girmeyeceklerdir. Biz suçlu günahkârları işte böyle cezalandırırız.
(7/A'râf 40)


AYET-İ KERiME
Onlar için cehennemden (alevli) bir yatak ve üstlerinden (onları örten ateşten) bir yorgan vardır. İşte biz, zalimleri böyle cezalandırırız.
(7/A'râf 41)


AYET-İ KERiME
İman edip salih amel işleyenlere gelince, biz, hiçbir nefse gücünden fazlasını yüklemeyiz. Bunlar, cennetin ehlidir ve orada ebedî kalacaklardır.
(7/A'râf 42)


AYET-İ KERiME
Biz, onların göğüslerinde kine/hınca/öfkeye dair ne varsa hepsini çekip almışızdır. Onların altlarından ırmaklar akar. “Bizi buna ulaştıran Allah’a hamd olsun. Eğer Allah, bizi bu (nimetlere) eriştirmeseydi kendiliğimizden bunlara erişmemiz mümkün olmazdı. Andolsun ki, Rabbimizin resûlleri bize hakla geldiler.” Onlara: “İşte bu, yaptığınız (salih) amellere karşılık mirasçısı kılındığınız cennettir.” diye seslenilir.
(7/A'râf 43)


AYET-İ KERiME
Cennetlikler, cehennemliklere seslenir: “Rabbimizin bize vadettiğinin hak olduğunu bulduk. Siz de Rabbinizin (size olan azap) vaadinin hak olduğunu buldunuz mu?” ( Onlar: ) “Evet.” der. (Bunun üzerine) aralarından bir münadi: “Allah’ın laneti zalimlerin üzerine olsun.” diye seslenir.
(7/A'râf 44)


AYET-İ KERiME
Onlar ki; insanları Allah’ın yolundan alıkoyar ve o yolun çarpık/eğri olmasını isterler. Onlar ahireti de inkâr ederler.
(7/A'râf 45)


AYET-İ KERiME
Onların arasında bir perde vardır. A’raf’ta bekleyen adamlar vardır. Onlar herkesi yüzünden tanırlar. Cennet ehline: “Selam size olsun!” diye seslenirler. Ki bunlar, şiddetle arzulamakla birlikte henüz (cennete) girmemişlerdir.
(7/A'râf 46)


AYET-İ KERiME
Gözleri cehennemlikler (olan) tarafa çevrildiğinde: “Rabbimiz! Bizi zalimler topluluğuyla beraber eyleme!” derler.
(7/A'râf 47)


AYET-İ KERiME
A’raf’takiler yüzlerinden tanıdıkları bazı adamlara: “Ne topladığınız (güç ve servetiniz) ne de büyüklenmeniz (Allah’ın azabına karşı) size fayda sağladı.” diye seslenecekler.
(7/A'râf 48)


AYET-İ KERiME
“Allah’ın rahmeti erişmez.” diye yemin ettikleriniz bunlar mıydı? Girin cennete! Size korku da yoktur, siz üzülmeyeceksiniz de.
(7/A'râf 49)


Ayetteki çağrının muhatabı konusunda ihtilaf edilmiştir. Kimi müfessir A’raf ehlinin cennetliklere seslendiğini söylerken, kimisi Allah’ın (cc) A’raf ehline seslendiğini iddia etmiştir. Allah (cc) en doğrusunu bilir.

AYET-İ KERiME
Cehennemlikler cennetliklere seslenecekler: “Bize biraz sudan veya Allah’ın size verdiği rızıktan akıtın/verin.”
( Cennetlikler: ) “Şüphesiz ki Allah, o ikisini kâfirlere haram/yasak kılmıştır.” diyecekler.
(7/A'râf 50)


AYET-İ KERiME
Onlar ki; dinlerini eğlence ve oyun edindiler ve dünya hayatı onları aldattı. Onlar bu günlerini unuttukları ve bizim ayetlerimizi inkâr ettikleri gibi biz de bugün onları unutacağız.
(7/A'râf 51)


AYET-İ KERiME
Kulluğunu en güzel şekilde yapmaya çalışanlara El-Husna (cennet) ve fazlası (Allah’ı görme) vardır. Onların yüzlerini ne bir karartı ne de zillet bürür. (Yüzleri apaydınlıktır.) Bunlar cennetin ehlidirler ve orada ebedî kalacaklardır.
(10/Yûnus 26)
 

BULUT

Aktif Üyemiz
Yönetici
AYET-İ KERiME
Kötülükler işlemiş olanlara gelince, kötülüğün karşılığı benzeri bir kötülükle (cezalandırılmaktır). Onları (her yönden) zillet bürümüştür. (Onları) Allah’tan koruyup kollayacak hiçbir kimse de yoktur. Yüzleri, gecenin (karanlık) parçaları kaplamış gibi kapkaranlıktır. Bunlar ateşin ehlidir ve orada ebedî kalacaklardır.
(10/Yûnus 27)


AYET-İ KERiME
O gün, hepsini bir araya toplayacağız. Sonra da ortak koşanlara: “Siz ve ortak koştuklarınız yerinizi alın/bir yere kıpırdamayın.” diyeceğiz. Onların arasını ayırırız. Ortak koştukları der ki: “Siz bize ibadet ediyor değildiniz.”
(10/Yûnus 28)


AYET-İ KERiME
“Bizimle sizin aranızda şahit olarak Allah yeter. Şüphesiz ki biz, sizin (bize) ibadet ettiğinizden habersizdik.”
(10/Yûnus 29)


AYET-İ KERiME
İşte orada, her nefis daha önceden yaptıklarından imtihan edilecek/hesaba çekilecektir. Sonra da (hak ve hakikatin kaynağı) El-Hak olan Allah’a döndürülecekler ve uydurdukları iftiralar kaybolup gidecektir.
(10/Yûnus 30)


AYET-İ KERiME
Allah’a yalan uydurarak iftira edenden daha zalim kim olabilir? Bunlar Rablerine arz olunurlar. Şahitler: “Bunlar Allah’a karşı yalan söyleyenlerdendir.” derler. “Dikkat edin! Allah’ın laneti zalimlerin üzerinedir.” (derler.)
(11/Hûd 18)


AYET-İ KERiME
Bu (dünyada da) Kıyamet Günü'nde de lanete tabi tutuldular. (Uğradıkları lanet) ne kötü bir armağandır!
(11/Hûd 99)


AYET-İ KERiME
Şüphesiz ki bu (anlattıklarımızda), ahiret azabından korkanlar için (ibret alınacak) bir ayet vardır. Bu, bütün insanların onun için toplanmış olacağı gündür. Ve bu, (tüm varlığın) şahitlik edeceği bir gündür.
(11/Hûd 103)


AYET-İ KERiME
Biz onu ancak sayısı belli bir zamana (kadar) erteleriz.
(11/Hûd 104)


AYET-İ KERiME
O gün gelince, hiçbir kimse O’nun izni olmadan konuşamaz. Onlardan kimisi (ebedî cehenneme gidecek olan, mutsuz) “şakî”, kimisi de (ebedî cennete gidecek olan, mutlu) “said”dir.
(11/Hûd 105)


AYET-İ KERiME
O şaki olanlara gelince; onlar ateştedir. Onlar için orada (boğuluyormuşçasına) hırıltılı ve acı (içinde) bir soluma vardır.
(11/Hûd 106)


AYET-İ KERiME
Gökler ve yer durdukça orada ebedî olarak kalırlar. Rabbinin dilemesi müstesna. Şüphesiz ki Rabbin, dilediğini yapandır.
(11/Hûd 107)


AYET-İ KERiME
Said olanlara gelince; gökler ve yer durdukça ebedî olarak cennettedir. Rabbinin dilemesi müstesna. (Bu) arkası kesilmeyen, sürekli bir armağandır.
(11/Hûd 108)


AYET-İ KERiME
Hepsi beraber Allah’ın huzuruna çıkarlar. (Tağutlar tarafından sömürülüp fakirleştirilerek, işkence ve zorbalıkla onursuzlaştırılmış olan) mustazaflar, müstekbirlere derler ki: “Biz (dünyada) sizin tebaanızdık. Şimdi siz, Allah’ın azabına karşı bizi koruyabilecek misiniz/bize bir faydanız olacak mı?” Diyecekler ki: “Şayet Allah bizi hidayet etmiş olsaydı, biz de sizi hidayet edebilirdik. (Artık bir önemi yok.) İster (bu azaba) sabredelim, ister dövünüp yakınalım farketmez, bizim için kaçış yoktur.”
(14/İbrahîm 21)


AYET-İ KERiME
İş olup bittikten sonra şeytan da şöyle diyecek: “Şüphesiz ki Allah, size gerçek bir söz verdi, ben de size bir söz verdim ama sözümde durmadım. Zaten benim sizin üzerinizde bir otoritem de yoktu. Yalnızca ben çağırdım, siz de bana icabet ettiniz. (Öyleyse) beni kınamayın. Yalnızca kendinizi kınayın. Ne ben sizi kurtarabilirim ne de siz beni kurtarabilirsiniz! Gerçek şu ki; daha önce beni Allah’a ortak koşmanızı da reddetmiştim. Şüphesiz ki zalimlere can yakıcı bir azap vardır.”
(14/İbrahîm 22)


AYET-İ KERiME
İman edip salih amel işleyenler, Rablerinin izniyle altından ırmaklar akan ve içinde ebedî kalacakları cennetlere konulurlar. Orada birbirlerine dilekleri de “selam/esenlik”tir.
(14/İbrahîm 23)


AYET-İ KERiME
Sonra (Allah) kıyamette de onları rezil edecek ve: “Kendileri için (müminlerle) çekişip ayrı düştüğünüz ortaklarım hani neredeler?” diyecek. Kendilerine ilim verilenler diyecekler ki: “Bugün rezillik ve kötülük kâfirlerin üstünedir.”
(16/Nahl 27)


AYET-İ KERiME
Melekler, nefislerine zulmedenlerin canlarını aldığında: “Biz hiçbir kötülük yapmıyorduk.” diyerek teslim bayrağı çekerler. (Hayır, öyle değil!) Hiç şüphesiz Allah, sizin yaptıklarınızı bilendir.
(16/Nahl 28)


AYET-İ KERiME
İçinde ebedî kalmak üzere cehennem kapılarından girin. Büyüklenenlerin konaklama yeri ne kötüdür.
(16/Nahl 29)


AYET-İ KERiME
Allah’tan korkup sakınanlara: “Rabbiniz ne indirdi?” denildiğinde, “Hayır (indirdi).” derler. Bu dünyada iyilik yapanlara (karşılık olarak) iyilik vardır. Ahiret yurduysa çok daha hayırlıdır. Muttakilerin yurdu ne güzeldir.
(16/Nahl 30)


AYET-İ KERiME
Her insanın amellerinin (yazılı olduğu sahifeyi) boynuna asmışızdır. Kıyamet Günü ona bir kitap çıkarırız. Onu (kitabı) açık olarak karşısında bulur.
(17/İsrâ 13)
 

BULUT

Aktif Üyemiz
Yönetici
AYET-İ KERiME
“Oku kitabını! Bugün hesap sorucu olarak nefsin sana yeter.”
(17/İsrâ 14)


AYET-İ KERiME
O gün onları, bir kısmı (diğer) bir kısmı içinde dalgalanır hâlde bırakırız. Sura da üfürülmüştür. Onların hepsini bir araya toplamışızdır.(18/Kehf 99)


AYET-İ KERiME
Cehennemi o gün kâfirlerin (karşısına getirip), öyle bir sunumla sunmuşuzdur ki!
(18/Kehf 100)


AYET-İ KERiME
Onlar ki benim zikrime (ayetlerime) karşı gözleri örtülüydü. (Kur’ân’ı) dinlemeye de tahammül etmezlerdi.
(18/Kehf 101)


AYET-İ KERiME
De ki: “Kim sapıklık içindeyse, Er-Rahmân ona verdiği mühleti alabildiğince uzatsın... Kendilerine vadedilen azap ya da kıyameti gördüklerinde, kimin konumu daha kötü ve kim askerî bakımdan/yardımcılar bakımından daha zayıfmış yakinen bileceklerdir.”
(19/Meryem 75)


AYET-İ KERiME
Kim de ondan yüz çevirirse şüphesiz ki o, Kıyamet Günü bir günah yüklenecektir.
(20/Tâhâ 100)


AYET-İ KERiME
O (yükün) altında ebediyen kalacaklardır. Onların Kıyamet Günü (taşıyacakları) yük ne kötüdür.
(20/Tâhâ 101)


AYET-İ KERiME
Sûr'a üfürüleceği günde biz, suçlu günahkârları (yaşadıkları korku ve susuzluk nedeniyle) morarmış olarak (diriltip) huzura toplarız.
(20/Tâhâ 102)


AYET-İ KERiME
Kendi aralarında: “(Dünyada) yalnızca on gün kaldınız.” diye fısıldaşırlar.
(20/Tâhâ 103)


AYET-İ KERiME
Yolu doğruya en yakın olanlar: “Siz ancak bir gün kaldınız.” dedikleri zaman, biz onların ne söylediklerini en iyi bileniz.
(20/Tâhâ 104)


AYET-İ KERiME
Sana dağlardan soruyorlar. De ki: “Rabbim onları un ufak edip savuracak.”
20/Tâhâ 105)


AYET-İ KERiME
“(Dağların) yerini (hiçbir yapının olmadığı) bir düzlük ve (hiçbir bitkinin olmadığı) bir boşluk olarak bırakacak.”
(20/Tâhâ 106)


AYET-İ KERiME
“Sen orada ne bir eğrilik ne de bir çıkıntı görürsün.”
(20/Tâhâ 107)


AYET-İ KERiME
O gün, çaresiz, davetçinin (sesine) uyarlar. Er-Rahmân’ın (azametinden ötürü) tüm sesler kısılmıştır. Fısıltıdan başka bir şey duyamazsın.
(20/Tâhâ 108)


AYET-İ KERiME
O gün, Er-Rahmân’ın izin verip sözünden razı oldukları dışında, hiç kimsenin şefaatinin bir faydası olmayacaktır.
(20/Tâhâ 109)


AYET-İ KERiME
Onların önünde olanı da ardında olanı da bilir. Onlar, ilim yönünden O’nu kuşatamazlar.
(20/Tâhâ 110)


AYET-İ KERiME
Tüm yüzler (hayat sahibi ve varlığa hayat veren) El-Hayy ve (var olmak için hiçbir şeye muhtaç olmayan, her şeyin varlığının kendisine bağlı olduğu) El-Kayyûm olanın karşısında zilletle boyun eğmiştir. Muhakkak ki zulüm taşıyan (sırtında zulüm/şirk yüküyle gelen) kaybetmiştir.
(20/Tâhâ 111)


AYET-İ KERiME
Kim de mümin olarak salih ameller yapmışsa, zulme uğramaktan ve hakkının çiğnenmesinden korkmaz.
(20/Tâhâ 112)
 

BULUT

Aktif Üyemiz
Yönetici
AYET-İ KERiME
Nihayet onlardan birine ölüm geldiği zaman der ki: “Rabbim! Beni geri çevir.”
(23/Mü'minûn 99)


AYET-İ KERiME
“Umulur ki geride bıraktığım hayatımda salih amel yaparım.” Asla! Bu, onun söylediği (boş) bir sözdür. Ve onların önünde, diriltilecekleri güne kadar (kalacakları) berzah vardır.
(23/Mü'minûn 100)


AYET-İ KERiME
Sûr'a üfürüldüğü zaman aralarında hiçbir akrabalık bağı kalmaz, birbirlerine soru da sormazlar.
(23/Mü'minûn 101)


AYET-İ KERiME
Mizanı (iman ve salih amellerle) ağır gelen kimse, işte bunlar, kurtuluşa erenlerin ta kendileridir.
(23/Mü'minûn 102)


AYET-İ KERiME
Kimin de mizanı hafif gelirse bunlar; kendilerini hüsrana uğratan, cehennemde ebedî kalacak olanlardır.
(23/Mü'minûn 103)


AYET-İ KERiME
Ateş yüzlerini yalayarak yakar. (Üst dudakları enselerine, alt dudakları göğüslerine doğru gerilmiş, açığa çıkan dişleriyle) oranın içinde sırıtır gibi kalakalmışlardır.
(23/Mü'minûn 104)


AYET-İ KERiME
( Onlara denir ki: ) “Ayetlerim size okunuyordu da siz yalanlamıyor muydunuz?”
(23/Mü'minûn 105)


AYET-İ KERiME
Diyecekler ki: “Rabbimiz! Bedbahtlığımız bize üstün geldi ve biz sapık bir topluluk idik.”
(23/Mü'minûn 106)


AYET-İ KERiME
“Rabbimiz! Bizi buradan çıkart. Şayet bir daha (eski hayatımıza) dönersek şüphesiz ki biz, zalimleriz.”
(23/Mü'minûn 107)


AYET-İ KERiME
Buyuracak ki: “Kesin sesinizi/yıkılıp defolun! Sakın benimle konuşmayın.”
(23/Mü'minûn 108)


AYET-İ KERiME
Doğrusu, benim kullarımdan bir grup: “Rabbimiz! İman ettik, bizi bağışla ve bize merhamet et! Sen, merhamet edenlerin en hayırlısısın.” derlerdi.
(23/Mü'minûn 109)


AYET-İ KERiME
Onları alaya aldınız. Öyle ki (onlarla uğraşmanız) size beni zikretmeyi unutturdu. Siz onlara sürekli gülüyordunuz.
(23/Mü'minûn 110)


AYET-İ KERiME
Ben de sabretmelerine karşılık, bugün onları mükâfatlandırdım. Kuşkusuz onlar, kazançlı olanların ta kendileridir.
(23/Mü'minûn 111)


AYET-İ KERiME
Buyuracak ki: “Yeryüzünde kaç yıl kaldınız?”
(23/Mü'minûn 112)


AYET-İ KERiME
Diyecekler ki: “Bir gün veya bir günün bir bölümü kadar. Saymış olanlara sor.”
(23/Mü'minûn 113)


AYET-İ KERiME
Buyuracak ki: “Şayet bilmiş olsaydınız çok az bir süre kaldınız.”
(23/Mü'minûn 114)


AYET-İ KERiME
Sûr'a üfürüldüğü gün, Allah’ın diledikleri dışında, göklerde ve yerde olan herkes korkudan dehşete kapılır. Ve hepsi O’na boyun eğerek/teslim olmuş olarak gelirler.
(27/Neml 87)


AYET-İ KERiME
O gün (Allah) onlara seslenecek: “Hani, nerede benim ortaklarım olduğunu düşündükleriniz?”
(28/Kasas 62)


AYET-İ KERiME
Üzerlerine (azap) sözü hak olanlar diyecekler ki: “Rabbimiz! İşte azdırdıklarımız bunlar! Kendimiz azgınlaştığımız gibi onları da azdırdık, onlardan uzaklaşıp sana geldik. Bize ibadet ediyor değillerdi.”
(28/Kasas 63)


AYET-İ KERiME
Denilir ki: “Çağırın ortaklarınızı.” Çağırırlar, fakat kendilerine cevap veremezler. Azabı da görürler. Hidayet bulmuş olsalardı (ne kaybederlerdi)?
(28/Kasas 64)
 

BULUT

Aktif Üyemiz
Yönetici
AYET-İ KERiME
O gün (Allah) onlara seslenecek: “Resûllere ne cevap verdiniz?”
(28/Kasas 65)


Ahirette insana sorulacak iki temel soru vardır: Biri tevhiddir. Kime ibadet ettiği, kimi ilah ve rab edindiği kula sorulacaktır. İkinci soru ise Resûl’e ne cevap verdiği, ümmeti olduğu Peygamber’in sünnetine ne oranda uyduğudur. Öyleyse kul; bilgisini, amelini ve çabasını bu iki esasa yoğunlaştırmalıdır.

AYET-İ KERiME
O gün haberler onlara kapalı kalır (ne cevap vereceklerini bilmezler). Birbirlerine soru da sormazlar.
(28/Kasas 66)


AYET-İ KERiME
O gün, (Allah) onlara seslenecek: “Hani, nerede ortaklarım olduğunu düşündükleriniz?”
(28/Kasas 74)


AYET-İ KERiME
Her ümmetten bir şahidi ayırıp çeker ve deriz ki: “(Yaptıklarınızın hak olduğuna dair içinde şüphe olmayan) kanıtınızı getirin (bakalım)!” Anladılar ki hiç şüphesiz hak, Allah’ındır ve (bizi Allah’a yakınlaştırır diyerek Allah adına uydurdukları şefaatçi) iftiraları da kaybolup gitmiştir.
(28/Kasas 75)


AYET-İ KERiME
Dedi ki: “Siz, Allah’ı bırakıp, sizi birbirinize ısındırsın/aranızda sevgi bağı oluştursun diye dünya hayatında putları (ilah) edindiniz. Sonra Kıyamet Günü'nde (sevgi bir yana) kiminiz kiminizi inkâr edecek, kiminiz de kiminize lanet edecektir. Barınağınız ateştir. Hiçbir yardımcınız da yoktur.”
(29/Ankebût 25)


Müşrikler, farklı amaçlarla putlar edinirler. Bazen salih olduğuna inandıkları birinin temsilî putunu yapar, kendilerini Allah’a (cc) yaklaştırmasını umarlar. Bazen de toplumu bir arada tutacak, kaynaştırıp bütünleştirecek bazı değerleri put hâline getirirler. Ona secde etmemeleri veya kurban kesmemeleri onu put olmaktan çıkarmaz. Bu bazen bir bayrak, bazen bir anıt bazen özel bir gün ya da resim/heykel olabilir.

AYET-İ KERiME
Sûr'a üfürülmüştür. (Bir de bakarsın ki) kabirlerinden çıkıvermişler ve Rablerine doğru süratle akın etmektelerdir.
(36/Yâsîn 51)


AYET-İ KERiME
Derler ki: “Vay başımıza gelene! Uzun süre yattığımız yerden bizi kim kaldırdı? Bu Rahmân’ın vadettiği şeydir. (Anlaşılan o ki) Resûller doğru söylemiş. (Ölümden sonra diriliş, ahiret hayatı hakmış.)”
(36/Yâsîn 52)


AYET-İ KERiME
Yalnızca tek bir çığlık! Hepsi anında huzurumuzda hazır edilmiş olurlar.
(36/Yâsîn 53)


AYET-İ KERiME
Bugün, hiçbir nefis en küçük bir zulme uğramaz ve yaptıklarınızdan başka bir karşılık da görmezsiniz.
(36/Yâsîn 54)


AYET-İ KERiME
Şüphesiz ki cennet ehli, o gün sevinçli bir şekilde (cennet nimetleriyle) meşguldürler.
(36/Yâsîn 55)


AYET-İ KERiME
Onlar ve eşleri gölgelikler içinde sedirlere yaslanmışlardır.
(36/Yâsîn 56)


AYET-İ KERiME
Orada kendileri için meyveler ve her istedikleri vardır.
(36/Yâsîn 57)


AYET-İ KERiME
Onlara çok merhametli Rab tarafından sözlü olarak verilen “selam” vardır.
(36/Yâsîn 58)


AYET-İ KERiME
( Allah der ki: ) “Ey mücrimler! Siz şöyle ayrılın.”
(36/Yâsîn 59)


AYET-İ KERiME
“Ey Âdemoğlulları! ‘Şeytana ibadet etmeyin, o sizin apaçık düşmanınızdır.’ diye size emretmedim mi?”
(36/Yâsîn 60)


AYET-İ KERiME
“(Yalnızca) bana ibadet edin. Dosdoğru yol işte budur.” (demedim mi?)
(36/Yâsîn 61)


AYET-İ KERiME
“Andolsun ki, sizden birçok topluluğu saptırdı. Hiç akletmiyor muydunuz?”
(36/Yâsîn 62)


AYET-İ KERiME
“İşte bu, size vadedilen cehennemdir.”
(36/Yâsîn 63)


AYET-İ KERiME
“Küfrünüze karşılık bugün o (cehenneme) girin.”
(36/Yâsîn 64)


AYET-İ KERiME
Bugün, ağızlarını mühürleriz. Kazandıkları (günahları) elleri bize söyler, ayakları da şahitlik eder.
(36/Yâsîn 65)
 

BULUT

Aktif Üyemiz
Yönetici
AYET-İ KERiME
“Biz, ölüp toprak ve kemik olduğumuzda diriltilecek miymişiz?”
(37/Saffât 16)


AYET-İ KERiME
“Önceki atalarımız da mı?”
(37/Saffât 17)


AYET-İ KERiME
De ki: “Evet, sizler boyun eğip, alçalmış olarak (diriltileceksiniz).”
(37/Saffât 18)


AYET-İ KERiME
O yalnızca tek bir çığlıktır. (Bir de bakarsın ki) bakınıyorlar.
(37/Saffât 19)


AYET-İ KERiME
Derler ki: “Yazıklar olsun bize! Bu, Din Günüdür.”
(37/Saffât 20)


AYET-İ KERiME
Bu, sizin yalanladığınız (her şeyi birbirinden ayıracak olan) “Fasl” günüdür.
(37/Saffât 21)


AYET-İ KERiME
Zulmedenleri, (onlarla aynı amelleri yapan) eşlerini ve Allah’ın dışında ibadet ettiklerini toplayın bir araya! Onları cehennemin yoluna sürün.
(37/Saffât 22-23)


AYET-İ KERiME
Onları durdurun, çünkü onlar sorgulanacaklardır.
(37/Saffât 24)


AYET-İ KERiME
Ne oldu size? Neden birbirinize yardım etmiyorsunuz?
(37/Saffât 25)


AYET-İ KERiME
(Hayır!) Bilakis onlar, bugün teslim olmuşlardır.
(37/Saffât 26)


AYET-İ KERiME
Birbirlerine yönelmiş vaziyette karşılıklı soruşurlar.
(37/Saffât 27)


AYET-İ KERiME
(Saptırıcı liderlere derler ki: ) “Şüphesiz ki sizler, bize sağdan gelip yanaşıyordunuz.”
(37/Saffât 28)


AYET-İ KERiME
(Liderler) dediler ki: “(Hayır, öyle değil!) Bilakis, siz iman etmiş değildiniz.”
(37/Saffât 29)


AYET-İ KERiME
“Bizim sizler üzerinde hiçbir otoritemiz yoktu. (Sizi bir şeye zorlamadık.) Bilakis siz, azgın bir topluluktunuz.”
(37/Saffât 30)


AYET-İ KERiME
“Rabbimizin (azap) sözü/hükmü üzerimize hak oldu. Şüphesiz ki biz, (azabı) tadanlarız.”
(37/Saffât 31)


AYET-İ KERiME
“Sizleri azdırıp (bu hâle düşürdük). Çünkü bizler de azgın kimselerdik.”
(37/Saffât 32)


AYET-İ KERiME
Onlar, o gün azapta ortaklardır.
(37/Saffât 33)


AYET-İ KERiME
Biz, suçlu günahkârlara böyle yaparız işte.
(37/Saffât 34)


AYET-İ KERiME
İçlerinden bir sözcü der ki: “Benim bir dostum vardı.”
(37/Saffât 51)


AYET-İ KERiME
Derdi ki: “Sen, (ahiret hayatını) tasdik edenlerden misin?”
(37/Saffât 52)
 

BULUT

Aktif Üyemiz
Yönetici
AYET-İ KERiME
“Biz ölüp de toprak ve kemik olduğumuzda, yaptıklarımızın karşılığını mı alacağız?”
(37/Saffât 53)


AYET-İ KERiME
“Siz de görmek ister misiniz (onun ne durumda olduğunu)?”
(37/Saffât 54)


AYET-İ KERiME
Baktı ve onu dehşetli ateşin orta yerinde gördü.
(37/Saffât 55)


AYET-İ KERiME
Dedi ki: “Allah’a yemin olsun ki, neredeyse beni de (içinde bulunduğun yere) düşürecektin.”
(37/Saffât 56)


AYET-İ KERiME
“Rabbimin (üzerimdeki) nimeti olmamış olsaydı, ben de hazır edilenlerden olurdum.”
(37/Saffât 57)


AYET-İ KERiME
“Demek biz ölmeyecekmişiz, öyle mi?”
(37/Saffât 58)


AYET-İ KERiME
“Yalnızca bir defa ölecekmişiz ve biz azaba da uğramayacakmışız, öyle mi?”
(37/Saffât 59)


AYET-İ KERiME
Şüphesiz ki bu, (evet, bu) büyük bir kazanç ve kurtuluştur.
(37/Saffât 60)


AYET-İ KERiME
İşte çalışacak olanlar, böylesi için çalışsınlar.
(37/Saffât 61)


AYET-İ KERiME
(Oraya her yeni grup geldiğinde melekler cehennem ehline: ) “Bu da sizinle beraber cehenneme atılacak bir gruptur. Onlara: ‘merhaba’ yok. Çünkü onlar ateşe gireceklerdir.”
(derler.)(38/Sâd 59)


AYET-İ KERiME
(Tabi olanlar liderlere: ) “(Hayır!) Asıl size ‘merhaba’ olmasın/rahat yüzü görmeyesiniz. Bu (cehennemi) bizim önümüze siz getirdiniz. Ne kötü bir yerleşim yeridir o.” (derler.)
(38/Sâd 60)


AYET-İ KERiME
Derler ki: “Rabbimiz! Kim bu cehennemi önümüze getirdiyse, onun azabını kat kat arttır.”
(38/Sâd 61)


AYET-İ KERiME
Ve derler ki: “Ne oluyor bize böyle? Şerli/değersiz kabul ettiğimiz adamları (burada) göremiyoruz. (Küçümsediğimiz müminler neden burada değil?)”
(38/Sâd 62)


AYET-İ KERiME
“Onları alaya almıştık, değil mi? (Yazıklar olsun bize.) Yoksa (onlarda cehennemde de) biz mi görmüyoruz?”
(38/Sâd 63)


AYET-İ KERiME
Cehennem halkının bu çekişmesi elbette haktır.
(38/Sâd 64)


AYET-İ KERiME
Şayet yeryüzünün tamamı ve bir o kadarı daha zalimlerin olmuş olsa, Kıyamet Günü'nün kötü azabından (kurtulmak için) onu feda ederlerdi. (Çünkü o gün) hesaba katmadıkları şeyler, Allah tarafından açığa çıkarılacak.
(39/Zümer 47)


Ahirete inanmayanlar ahiretin hak olduğunu; putların şefaatini bekleyenler putların şefaat etmediğini; seçkin olduğuna inananlar azap ehli olduklarını görecekler...

AYET-İ KERiME
İşledikleri kötülükler kendileri için açığa çıkmış ve alaya aldıkları (azap) onları çepeçevre kuşatmıştır.
(39/Zümer 48)


AYET-İ KERiME
Her nefis: “Allah hakkındaki kusurlarımdan dolayı, yazıklar olsun bana ve ben gerçekten alay edenlerdendim.” demeden önce (Allah’a yönelin ve O’nun indirdiğine uyun).
(39/Zümer 56)


AYET-İ KERiME
Ya da: “Şayet Allah beni hidayet etmiş olsa, ben de muttakilerden olurdum.” demeden evvel...
(39/Zümer 57)
 

BULUT

Aktif Üyemiz
Yönetici
AYET-İ KERiME
Ya da azabı göreceği zaman: “Keşke bir fırsatım daha olsaydı da ben de muhsinlerden/kulluğunu en güzel şekilde yapmaya çalışanlardan olsaydım.” demeden evvel (Allah’a yönelin ve indirdiğine uyun).
(39/Zümer 58)


AYET-İ KERiME
“(Hayır, öyle değil!) İşin aslı ayetlerim sana gelmişti, fakat sen onları yalanlamış, (onlara karşı) büyüklenmiş ve kâfirlerden olmuştun.”
(39/Zümer 59)


AYET-İ KERiME
Kıyamet Günü, Allah’a karşı yalan söyleyenlerin yüzlerini kapkara görürsün. Cehennemde kibirlilere yer mi yok!
(39/Zümer 60)


AYET-İ KERiME
Onlar, Allah’a gerektiği gibi/şanına yakışır şekilde saygı göstermediler! (Allah’ın kudret ve yüceliğini gereği gibi anlayıp kavrayamadılar.) Oysa Kıyamet Günü, yer bütünüyle O’nun kabzasındadır. Gökler ise O’nun sağ eliyle dürülmüştür. O (Allah), şirk koştuklarından münezzeh ve yücedir.
(39/Zümer 67)


AYET-İ KERiME
Sura üfürülür. Allah’ın diledikleri hariç, yerde ve gökte olanların tamamı (korkudan çarpılıp) ölür. Sonra ona bir daha üflenir (bir de bakarsın ki) ayağa kalkmış bakınıyorlar.
(39/Zümer 68)


AYET-İ KERiME
Yer, Rabbinin nuruyla aydınlanır. (Orta yere amellerin yazılı olduğu) kitap konur. Peygamberler ve şahitler getirilir ve aralarında hak ile hükmedilir. Onlar zulme de uğramazlar.
(39/Zümer 69)


AYET-İ KERiME
Her nefse, yaptığının (karşılığı) eksiksiz olarak verilir. O, onların yaptıklarını en iyi bilendir.
(39/Zümer 70)


AYET-İ KERiME
Kâfirler, bölük bölük cehenneme sevk edilirler. Ona geldiklerinde kapıları açılır ve (cehennem) bekçileri onlara der ki: “Size Rabbinizin ayetlerini okuyan ve bu günün karşılaşmasına dair sizi uyaran, sizin içinizden resûller gelmedi mi?” Derler ki: “Evet (geldi).” Fakat azap sözü kâfirler üzerine hak olmuştur.
(39/Zümer 71)


AYET-İ KERiME
Onlara denir ki: “İçinde ebedî kalacağınız cehennem kapılarından girin. Kibirlilerin kalacakları yer ne kötüdür.”
(39/Zümer 72)


AYET-İ KERiME
Rablerinden korkup sakınanlar, bölükler hâlinde cennete sevk edilirler. Ona geldiklerinde kapıları açılır ve (cennet) bekçileri onlara der ki: “Selam olsun size, tertemiz olarak geldiniz. Ebedî kalacaklar olarak oraya girin.”
(39/Zümer 73)


AYET-İ KERiME
Derler ki: “Bize olan vaadine sadık kalan ve cennette dilediğimiz gibi hareket edelim diye bizi (cennet) arzına vâris kılan Allah’a hamd olsun. Çalışanların mükâfatı ne güzeldir.”
(39/Zümer 74)


AYET-İ KERiME
Meleklerin arşın etrafını sarmış (bir şekilde), Rablerini hamd ile tesbih ettiğini görürsün. Aralarında hak ile hüküm verilmiş ve: “Âlemlerin Rabbi olan Allah’a hamd olsun.” denilmiştir.
(39/Zümer 75)


AYET-İ KERiME
Allah düşmanlarının diriltilip bir araya toplanacağı gün, onlar kontrollü bir şekilde ateşe sevk edilirler.
(41/Fussilet 19)


AYET-İ KERiME
O’na geldikleri zaman, kulakları, gözleri ve derileri yapmış oldukları (kötülüklere dair) aleyhlerine şahitlik eder.
(41/Fussilet 20)


AYET-İ KERiME
Kendi derilerine derler ki: “Niçin aleyhimize şahitlikte bulundunuz?” Derler ki: “Her şeyi dile getiren Allah, bizi de dile getirdi. Sizi ilk defa yaratan O’dur ve O’na döndürülürsünüz.”
(41/Fussilet 21)


AYET-İ KERiME
Kâfirler derler ki: “Rabbimiz! Cinlerden ve insanlardan bizi saptıranları bize göster. En aşağıda olanlardan/en alçaklardan olsunlar diye onları ayaklarımızın altına alalım.”
(41/Fussilet 29)


AYET-İ KERiME
O gün dostlar, birbirine düşman olacaktır. (Allah için birbiriyle arkadaşlık etmiş) muttakiler hariç.
(43/Zuhruf 67)


AYET-İ KERiME
Ey kullarım! Bugün size korku yoktur ve siz üzülmeyeceksiniz de.
(43/Zuhruf 68)


AYET-İ KERiME
Onlar ki ayetlerimize iman eden ve teslim olanlardı.
(43/Zuhruf 69)


AYET-İ KERiME
Siz ve eşleriniz (Allah tarafından) ağırlananlar olarak cennete giriniz.
(43/Zuhruf 70)
 
Üst Alt