Ahiret (Arapça: الآخرة, romanize: al-Ākhirah) veya ahret, İslam termonolojisinde ölümden sonra gidilecek yere verilen bir isim. Ahiret, Kur'an'ın İslamî eskatolojinin önemli bir parçası olan Ahiret Hesaplaşması ile ilgili bölümlerinde defalarca bahsedilmektedir. Geleneksel olarak, Müslümanların altı temel inanç esaslarından biridir.
İslama göre, kıyametin kopması ve yeniden dirilme, Kur'an âyetleri ve Muhammed'in hadisleri gibi kaynaklarda ifade edilir ve İslama göre diğer peygamberler de kendi halklarına bu durumu anlatmışlardır. Ahirete inanmak İslama imanın şartlarından biridir. Kur'ân'da Ahiret Günü farklı isimler ile zikredilmiştir. Ahiret, müminler Allah'a kavuşacakları inancı nedeniyle Kavuşma Günü (Mü'min: 40/15), insanlar ve bütün mahlûkat o günde bir araya toplanacağı için Toplanma Günü (Teğabün: 64/9), Dünya hayatlarında Allah'a iman etmeyenler ve fâni hayata aldandıklarını anlayacaklar için Aldanma Günü (Teğabün: 64/9), herkes kabrinden çıkıp dirileceği için Çıkış Günü (Kâf: 50/34) ve Dünya'ya geri dönmek isteyenler için Hasret Günü (Meryem: 19/40) isimleriyle anılır. İslam dinine göre Âhiret, yedi hayatın yedinci ve sonuncusudur ve yedi hayat şunlardır:
- Ruhlar âlemi,
- Birinci berzah âlemi,
- Ana karnı,
- Dünya hayatı,
- İkinci berzah âlemi (kabir âlemi),
- Mahşer âlemi,
- Âhiret âlemi.
Âhiret hayatı Kıyâmet ile başlar. Yer ve göğün şekli değişir ve mahşer âlemi kurulur. Mahşerde herkes hesap verip Cennet ve Cehennem'e gidince sonsuz Âhiret âlemi başlar. Cehennem'dekilerin bir kısmı günahları miktarı ceza çekip Cennet'e giderler. Allah'a inanmayanlar ve ortak koşanlar ise Cehennem'de ebediyyen kalırlar. Cehennem, azap ve elem yurdu iken Cennet nimet, mutluluk ve rahatlık yurdudur.
Ahiret hayatı on dört devreye ayrılır. Bunlar;
1. Kabir hayatı,
2. Sur’a üfürülüş,
3. Kıyametin kopması,
4. Yeniden diriliş,
5. Haşir olma,
6. Amel defterinin verilmesi,
7. Hesap,
8. Mizan,
9. Kevser Havuzu,
10. Sırat,
11. Şefaat,
12. A’raf,
13. Cehennem,
14. Cennet.
1. Kabir / Berzah Hayatı
İnsanların dünyadaki ölümlerinden sonra, kıyâmet kopup yeniden diriltilmeleri anına kadar devam eden devreye, kabir hayatı adı verilir. Bu hayata, dünya hayatı ile âhiret hayatı arasında bir geçiş dönemini ifade etmesi nedeni ile “berzah hayatı veya berzah âlemi” de denilmiştir. Berzah, iki şey arasındaki engel, mânia ve perde anlamlarına gelir.
Bir insanın kabir hayatı yaşaması için, onun bedeninin mutlaka mezara konulması gerekmez. Ölen kişi ister mezara konulsun, ister vahşi hayvanlar tarafından yensin, isterse denizde balıklara yem olsun, isterse yakılıp kül olsun, onun ölümü ile kabir hayatı başlar. Kabrin, “makber / kazılmış mezar” manasını çağrıştırması nedeni ile yanlış anlaşılmaları önlemek için, bu hayatı “berzah hayatı” diye ifade etmek belki daha doğru olur.
Peygamberimiz Hz. Muhammed (asm) bir hadisinde kabir hayatını “âhiret duraklarının ilki” olarak nitelendirmektedir. (Tirmizî, Zühd, 5) Peygamberimiz Hz. Muhammed (asm) başka bir hadisinde:
buyurarak, kabir hayatında azap ya da mükâfatın olacağını bildirmiştir. Yine başka bir hadisinde;
diyerek kıyamete kadar sürüp gidecek olan bu hayatı anlatmıştır.
2. Sûr ve Sûra Üfürülüş
Sûr, kıyâmetin kopuşunu başlatmak ve kıyâmet koptuktan sonra, bütün insanların mahşer yerinde toplanmak üzere dirilmelerini sağlamak için, melek İsrâfil (a.s) tarafından üfürülen bir borudur. Kur’ân âyetlerinin bildirdiğine göre, İsrâfil (a.s) Sûr’a iki defa üfürecektir. İlk üfürüşte, Allah’ın diledikleri hariç, yerde ve göklerde olan her şey dehşetinden sarsılacak ve ölecek ve kıyâmet kopacaktır. İkinci üfürüşte, her şey diriltilecek ve mahşer yerinde toplanmak üzere Rablerine doğru koşacaklardır. Bu konudaki âyetlerden birisini örnek verelim:
3. Kıyâmetin Kopması
Kıyâmetin iki manası vardır: Bunlardan birincisi, kâinatın düzeninin bozulması, her şeyin alt-üst edilerek yok edilmesi ve dünya hayatının sona ermesidir. İkincisi ise, ölen insanların yeniden diriltilerek ayağa kalkması ve mahşere doğru yönelmesi anlamlarına gelmektedir. Kıyâmet, birinci anlamında İsrâfil (a.s)’in “Sûr”a birinci üflemesi ile ikinci anlamında ise, ikinci defa üflemesi ile başlayacaktır. Bu durumda kıyâmet, insanların bütünüyle ölmelerini ve yeniden diriltilmelerini kapsayan çok önemli bir hadisedir.
Kur’ân âyetleri bu durumu haber vermektedir. Bu konu ile ilgili bir âyette Allah şöyle buyurmaktadır:
Kur’ân-ı Kerîm, kıyâmet konusuna sıkça temas etmekle beraber, onun ne zaman kopacağına dair soruları cevapsız bırakmış ve bu konuda Allah Teâlâ’dan başka kimsenin bilgi sahibi olmadığını vurgulamıştır. Hz. Peygamber (asm)’in hadislerinde ise, kıyâmet yaklaştığı zaman, bazı alâmetlerinin belireceğine dair haberler verilmektedir.
4. Öldükten Sonra Yeniden Diriltilme
İnsanlık tarihi boyunca “ölüm” meselesi, geçmişte bütün insanların zihnini meşgul ettiği gibi, bugün de meşgul etmekte ve öyle görünüyor ki, gelecekte de meşgul edecektir. Çünkü, insanoğlu ebedî yaşama arzusunu taşımakta ve asla ölmek istememektedir. Bununla birlikte, hiç kimse ölüme karşı duramamakta ve herkes ölüm karşısında çaresiz kalmaktadır.
Kur’ân-ı Kerîm, yeniden diriltilmenin aklen mümkün olduğunu ve muhakkak meydana geleceğini çeşitli şekillerde bildirmektedir:
a. Bir şeyi yoktan var edenin, onu ikinci defa yeniden var etmesi elbette mümkündür. Kur’ân’da bu yaratılışa şu âyetlerle delil getirilir:
Bir başka ayette de Cenab-ı Hak, şöyle buyurmaktadır:
Allah Teâlâ, bu âyette öldükten sonra tekrar dirilmeyi inkâr edenlere karşı, önce insanın ilk yaratılış seyrini veciz bir şekilde ortaya koymaktadır. Sonra onun nutfe halinden başlayarak, dünyaya gelişine kadarki bu ilk yaratılış safhalarını açıklamaktadır. Daha sonra bu ifadelerle, hiç yoktan mucizevî bir tarzdaki yaratılışını nazara vererek, öldükten sonra âhirette ikinci defa yeniden yaratılıp diriltilmesini akla yaklaştırmaktadır. Ayrıca, bunun akıldan uzak görülmemesi gerektiğine de vurgu yapmaktadır.
b. Zor bir şeyi yaratan, kolay bir şeyi elbette yaratabilir. Göklerin ve yerin yaratılması, insanın yaratılmasından daha zordur. Gökleri ve yeri yaratıp onları bir şeye dayanmadan uzayda tutan Allah, şüphesiz insanı da öldükten sonra tekrar diriltmeye kâdirdir. Ayrıca insanın ilk yaratılışı, ikinci yaratılışına göre daha zordur. İnsanı ilk defa yaratmaya kadir olan Allah, onu ikinci defa yaratmaya daha çok kâdirdir. Kur’ân’da bu manalar şu âyetlerle dile getirilir:
Bu âyetlerde gökleri ve yeri yaratan Allah Teâlâ’nın, insanı daha kolay yaratacağı anlatılmaktadır. Ayrıca, varlıkları ilk yaratışta acizlik göstermediğine göre, ondan daha kolay olan ikinci yaratışta hiçbir acizlik göstermeyeceğine dikkat çekilmektedir. İnsanları yeniden diriltip kabirlerinden kaldırılacağı nazara verilmektedir. Bunun yanında, bütün insanların yoktan yaratılması ve öldükten sonra yeniden diriltilip haşir edilmesinin, bir tek insanın yaratılması ve diriltilip haşir edilmesi gibi kolay olduğu da vurgulanmaktadır.
Zorluk ve Kolaylık İnsanlara Göredir
Esasen zorluk ve kolaylık gibi kavramlar izafî kavramlardır. Bunlar bize göre olup, Allah Teâla’ya göre zor, kolay, daha zor, daha kolay diye bir şey yoktur. Ona göre hepsi kolaydır. Çünkü biz gücümüz, bilgimiz, irâdemiz ve her şeyimizle sınırlı olarak yaratılmış âciz bir varlığız. Allah ise, her yönü ile sonsuz olan ve her şeye gücü yeten yüce yaratıcıdır. Allah’ın kudreti, ilmi, irâdesi, bütün sıfat ve isimleri sonsuz olduğu için, varlıkları yaratmada O’nun için az-çok, büyük-küçük diye bir şey fark etmez. Bu nedenle, O’nun için bir zerre ile bir güneşi yaratmak, bir insanla milyarlarca insanı yaratma arasında hiçbir fark yoktur. Hiçbir şey O’na zor gelmez. Bir baharı yaratmak, bir çiçeği yaratmak kadar ona kolay gelir.
Allah Teâlâ, Kur’ân’da bize bizim anlayacağımız şekilde hitap ettiği için, biz anlayalım diye bu ifadeleri kullanmıştır. Yoksa gerçekten Allah için, bir atomu yaratmakla, bütün kâinatı yaratmak arasında fark yoktur.
c. Ölü bir durumda olan yeri canlandıran Allah, insanı da diriltebilir.
Nasıl ki bu dünyada devlet gücünü elinde bulunduran sultanlar ve diğer iktidar sahipleri, kendilerine ve koydukları kanunlara itaat edenleri mükâfatlandırmakta ve isyan edenleri de cezalandırmaktadırlar. Aynı şekilde kâinatta muhteşem bir Ulûhiyet saltanatına sahip olan Allah Teâlâ, kendisine itaat edenlere mükâfat ve isyan edenlere de ceza verecektir. Hâlbuki bu dünyada bu mükâfat ve ceza yeteri kadar verilmemektedir. Demek bunların eksiksiz ve tam olarak verileceği başka bir âlem vardır. Orası da âhiret âlemidir. Bu yüzden herkes ister istemez oraya sevk edilecektir.
Allah’ın İsimleri, Ahiretin Varlığını Gerektirir
Allah’ın isimleri, âhiret âlemini ve orada yeniden dirilişin olmasını gösterir ve ister. Çünkü, Allah ebedîdir. Dolayısıyla O’nun isimleri ve bu isimlerin tecellileri de ebedî olacaktır. Meselâ, Allah’ın Kerîm ve Rahîm isimlerinin tecellileri, en azam bir şekilde, kâinatta görülmektedirler.
Allah Kerim'dir. Yani sonsuz ikram sahibidir. Bunu kâinatta çeşit çeşit meyve ve sebzeleri ikram etmesiyle görüyoruz. Ağaçların kucaklarını meyvelerle dolduruyor, bitkilerin başlarında hediyeler gönderiyor. Âdeta bitkiler âlemi hizmetkâr edilmiş. Kafile kafile Allah’ın ikramlarını insanlara getiriyorlar. Hayvanlar âlemi ayrı bir kafile olmuş. Süt ve et gibi başka çeşit ikramları getiriyorlar. Bütün bunlar sonsuz bir ikram ve o ikramın sahibinin delilidir. Fakat insanın ömrünün kısa olması, kısa bir zamanda sonsuz ikrama mazhar olamadığını ve olamayacağını gösteriyor. Hâlbuki, nihayetsiz ikram sahibi olmak, nihayetsiz ikram etmeyi ister. Dünya fani olduğundan, Allah’ın bu isminin tecellisi, insanların nihayetsiz ikramlara mazhar olabileceği ebedî bir âlemin varlığını gerektirir.
Aynı şekilde, Allah Rahim'dir. Yani sonsuz merhamet sahibidir. Bunun delillerinden birisi, bütün annelerin kalplerine şefkat koyup yavruları şefkatle himaye ettirmesidir. Meselâ; tavuk yavrusunu küçükken besler, büyüyünce döverek yavrusunun elinden daneyi alır. Bu gösterir ki, yavruya şefkat eden anne değil. Anneye şefkati verendir ki, vazife bitince şefkati geri alıyor. Bütün kâinatta bütün annelere verilen şefkatlerle bütün yavruların himayesi sonsuz bir merhametin delilidir.
Bu şefkat vasıtasıyla, anneler yavrularına bakmaktan büyük bir lezzet alırlar. Hatta yavrusu için, o şefkat sebebiyle hayatını bile feda eder. Fakat bir daha dönmemek üzere yavrusundan ayrılık düşüncesi annenin sevdiği yavrusundan ebedî ayrılmasını düşündürdüğünden, şefkat anneye bu sefer azap verir. Sonsuz bir merhamet sahibi ise, bu ebedî ayrılığa müsaade etmez. Çünkü böyle bir durum, hakiki merhamete zıttır. Öyle ise, kâinatta görünen sonsuz merhametin delilleri, ebedî bir beraberliği ister. Ebedî yok olmaya müsaade etmez. Bu da ahiret hayatının varlığını ve ebedî olduğunu gösterir.
Allah, aynı zamanda Hakim'dir. Yani, sonsuz hikmet sahibidir. Bu hikmeti, kâinatta her şeyin bir hikmet ve gayeye göre yaratıldığını görerek anlıyoruz. Meselâ, “Kulağımız niye çanak gibi?” dediğimiz zaman, “Sesleri iyi toplasın diye.” cevap veriyoruz. “Yapraklar niye yeşil?” dediğimizde, yine bir gaye ve fayda söyleniyor. Bütün fenler kâinatı inceliyor. Her şeyde, her cihetle bir hikmet, bir gaye ve faydayı keşfedip söylüyorlar. Yani kâinatta tasarruf eden zatın sonsuz bir hikmetle iş yaptığını ispat ediyorlar. Hikmetli yaratılış ise, lüzumsuz ve gayesiz, ölçüsüz ve plansızlığa zıttır. Yani Hakim olan, hikmetli iş yapan israf etmez. Öyle ise, bütün kâinatı insana hizmetkâr eden kâinatın Sanatkârı, insanı dirilmemek üzere toprağa atıp bütün kâinatın neticelerini israf etmez. Öyle ise, kâinattaki hikmetler, ebedî bir âlemin varlığını ispat ederler.
Allah’ın, Rezzak ismini gereği olarak, her bir canlıya en uygun rızkı verdiğini ve her canlıyı en güzel ve şefkatli bir şekilde beslediğini görüyoruz. Hâlbuki bu dünya fânî ve geçici olduğundan, O’nun isimleri burada tam anlamı ile tecelli edememektedirler. Bu isimlerin tam, eksiksiz ve sonsuz bir şekilde tecelli edebilmeleri, âhiret âleminin varlığını ve burada ölenlerin orada dirilmelerini zorunlu kılar. Bu yüzden Allah Teâlâ, âhireti getirecek ve bizleri orada yeniden diriltecektir.
Şurası unutulmamalıdır ki, biz insanlar gözümüzü bu âleme açtığımızda, tıpkı yeni doğan bir bebek gibi, burada her şeyi hazır bulduk. Yeni doğan bebek, beşiğini ve kendisine lazım olan yaşama ortamını kendi hazırlamadığı gibi, insan da bu dünyaya geldiğinde, kendisine lazım olan yaşama ortamını kendisi hazırlamadı. Dünyaya gelişinde, her şeyi hazır buldu. İşte bizleri buraya getiren Zât, bizler bu âleme gelmeden önce buraya gelmeyi isteyip istemediğimizi bize sormadan ve danışmadan bizi yaratıp buraya getirdi.
O Yüce Yaratıcı, bizi çocukluktan gençliğe, gençlikten ihtiyarlığa, ihtiyarlıktan ölüme götürürken de, bunların olup olmamasını isteyip istemediğimizi bize sormuyor ve danışmıyor. Yani bizi yoktan yaratıp bu dünyaya getirirken bize sorup danışmadığı gibi, bu dünyadan götürürken de bize sorup danışmıyor ve nihayet âhirette yeniden diriltip haşir ederken de bize sorup danışmayacaktır.
Anne rahmindeki bir bebeğin, dışarıdaki dünyanın mahiyetini kavrayamadığından dolayı inkâr etmesi, dünyayı yok etmediği gibi, bizim de buradan âhireti göremememiz, mahiyetini bilemememizden dolayı inkâr etmemiz de âhiret âlemini, Cennet ve Cehennem’i yok etmez. Ahireti inkar etmek, onun varlığına mani olmaz. Ancak, Cennet’e girmeye mani olur. Bize düşen orayı inkâr etmek değil, kıştan sonra baharın, geceden sonra sabahın gelmesi katiyetinde ölümden sonra haşir sabahının olacağına ve yeniden dirilişin meydana geleceğine inanıp oraya îmânla ve salih amelle hazırlanmaktır. Akıllı insanın yapması gereken de budur.
İnkârımızla sadece orada yaşanacak olan ebedî Cennet hayatının mutluluğundan mahrum kalarak büyük ve telafisi imkânsız bir zarara düşmüş oluruz. Biz âhirette kendi gücümüz ve irâdemizle dirilmeyeceğiz, Allah tarafından diriltileceğiz; tıpkı bu dünyaya kendi irâde ve gücümüzle gelmeyip, O’nun gücüyle getirildiğimiz gibi. Yaratma ve diriltme fiili bizim işimiz değil, Allah’ın işidir. Bizim sınırlı gücümüze göre imkânsız olan şey, Allah’ın kudretine göre gayet kolaydır ve zamanı gelince icraatını yapacaktır.
Diğer taraftan anne rahmindeki bebeğe baktığımız zaman, onun el ve ayakları, göz ve kulakları gibi organlarının orada kendisine lazım olmadığını ve bunları anne rahminde kullanmadığını görürüz. Bu organları ona veren yaratıcının, bunları ona anne rahminin dışındaki dünyada kullanmak için verdiğini ve onu dış dünya için yarattığını aklımızla anlıyoruz. Aynen bunun gibi, biz de bize bu dünyada verilen duyguların bir kısmını burada yeterince kullanamıyoruz. Üstelik ebedî yaşama ve ölümsüzlük arzusu gibi duygularımızın da bu dünyada karşılığı yoktur. Demek bu arzularımızın tatmin edileceği yer burası değil âhiret yurdudur. Bu dünya insan için bir anne rahmi gibi geçici, âhiret ise, ebedî yaşayacağı yurt olarak yaratılmıştır. Çünkü, insanın duyguları ile kendisine verilen maddî ve manevî cihazları bu âleme sığmamakta ve âhiret âlemini istemektedirler.
Öldükten sonra tekrar diriliş, hem bedenen ve hem de ruhen olacaktır. Bu, Allah’a göre gayet kolaydır. Yeryüzündeki bütün lambalara tek merkezden bir anda ışık vermek mümkün olduğu gibi, bir anda cesetlere de hayat verilecektir. Aynı şekilde, istirahata çekilmiş bir ordu fertlerinin, bir anda toplanması gibi, cesetlere de ruhlar, bir anda gelecek ve insan göz açıp yumuncaya kadar bir zaman içinde diriltilecektir.
“Bahar mevsimindeki haşr ve neşre bakıp görüyoruz ki, Allah Teâlâ, çok kısa bir zaman zarfında küçük ve büyük hayvanlardan ve bitkilerden milyonlarca türü haşredip neşrediyor. Bütün ağaçların ve otların köklerini ve bir kısım hayvanları aynen diriltip iâde ediyor. Başkalarını ayniyet derecesinde bir misliyet suretinde icad ediyor. Hâlbuki maddeten farkları çok az olan tohumcuklar o kadar karışmışken tam bir ayırım ve teşhis ile o kadar çabukluk ve genişlik ve kolaylık içinde tam bir intizam ve ölçü ile altı gün veya altı hafta zarfında diriltiliyor. Hiç mümkün müdür ki; bu işleri yapan zata bir şey ağır gelebilsin; gökleri ve yeri altı günde yaratamasın, insanı bir sayha ile (İsrâfil (a.s)’in “SÛR” undan çıkan sesle) haşredemesin, hâşâ.” (bk. Sözler, Onuncu Söz)
5. Haşr ve Mahşer
Haşr, Allah Teâlâ’nın insanları hesaba çekmek üzere, tekrar dirilişten sonra toplanma yerlerine sevk etmesi, bir araya toplaması demektir. İnsanların toplandıkları yere de “mahşer” denilir. Kur’ân-ı Kerîm’de haşr hakkında pek çok âyet vardır. Örnek olarak şu âyeti verebiliriz.
Hz. Peygamber (asm)’in hadislerinde ise mahşerin dümdüz bir yer olacağı, insanların çıplak, yalın ayak, sünnetsiz ve kusursuz olarak haşr olunacakları, mahşer yerinde beklerken, güneşin yaklaşacağı ve terleyecekleri, insanların o gün yaya, binekli ve yüz üstü sürünenler olmak üzere üç grup halinde haşr olunacakları anlatılmaktadır. (Buhârî, Rikâk, 44-45.)
6. Amel Defterlerinin Verilmesi
Mahşer meydanına toplanan insanlara, hesaplarının görülmesi için, kendilerinin dünyada iken yaptıkları iyi ya da kötü işlerin kaydedilip yazıldığı, amel defterleri dağıtılır. Bu defterlerin mahiyetleri bizce bilinmemektedir. Şüphesiz onlar dünyadaki bildiğimiz defterlere benzemez. Günümüz teknolojisinin diliyle konuşacak olursak, bunları, görüntü ve ses kaydı yapıp sonra da bu kayıtları seyircilere sunan gizli kameralara benzetebiliriz.
Bitkileri küçücük tohumlarında, kocaman ağaçları küçücük çekirdeklerinde, insanları ve hayvanları bir damla suda koruyup nesillerini muhafaza eden bir ilim ve kudret sahibi, aynı şekilde insanın amellerini de bir defterde kayıt edebilir. Tıpkı, yüzlerce sayfalık bilgi ve belgeleri küçük bir CD’de kayıt ettiğimiz gibi. Bu husus Kur’an’da şöyle anlatılır:
Amel defterleri Cennetliklere sağdan, Cehennemliklere soldan veya arkadan verilir. Defterin sağdan verilmesi hesabın kolay olacağına dair bir müjde, soldan verilmesi ise, hesabın çetin olacağının bir habercisi olarak bildirilmektedir.
İslama göre, kıyametin kopması ve yeniden dirilme, Kur'an âyetleri ve Muhammed'in hadisleri gibi kaynaklarda ifade edilir ve İslama göre diğer peygamberler de kendi halklarına bu durumu anlatmışlardır. Ahirete inanmak İslama imanın şartlarından biridir. Kur'ân'da Ahiret Günü farklı isimler ile zikredilmiştir. Ahiret, müminler Allah'a kavuşacakları inancı nedeniyle Kavuşma Günü (Mü'min: 40/15), insanlar ve bütün mahlûkat o günde bir araya toplanacağı için Toplanma Günü (Teğabün: 64/9), Dünya hayatlarında Allah'a iman etmeyenler ve fâni hayata aldandıklarını anlayacaklar için Aldanma Günü (Teğabün: 64/9), herkes kabrinden çıkıp dirileceği için Çıkış Günü (Kâf: 50/34) ve Dünya'ya geri dönmek isteyenler için Hasret Günü (Meryem: 19/40) isimleriyle anılır. İslam dinine göre Âhiret, yedi hayatın yedinci ve sonuncusudur ve yedi hayat şunlardır:
- Ruhlar âlemi,
- Birinci berzah âlemi,
- Ana karnı,
- Dünya hayatı,
- İkinci berzah âlemi (kabir âlemi),
- Mahşer âlemi,
- Âhiret âlemi.
Âhiret hayatı Kıyâmet ile başlar. Yer ve göğün şekli değişir ve mahşer âlemi kurulur. Mahşerde herkes hesap verip Cennet ve Cehennem'e gidince sonsuz Âhiret âlemi başlar. Cehennem'dekilerin bir kısmı günahları miktarı ceza çekip Cennet'e giderler. Allah'a inanmayanlar ve ortak koşanlar ise Cehennem'de ebediyyen kalırlar. Cehennem, azap ve elem yurdu iken Cennet nimet, mutluluk ve rahatlık yurdudur.
Ahiret hayatı on dört devreye ayrılır. Bunlar;
1. Kabir hayatı,
2. Sur’a üfürülüş,
3. Kıyametin kopması,
4. Yeniden diriliş,
5. Haşir olma,
6. Amel defterinin verilmesi,
7. Hesap,
8. Mizan,
9. Kevser Havuzu,
10. Sırat,
11. Şefaat,
12. A’raf,
13. Cehennem,
14. Cennet.
1. Kabir / Berzah Hayatı
AYET-İ KERiME
“Sonra onu öldürür ve kabre koyar; sonra onu dilediği bir vakitte yeniden diriltir.”
(Abese, 80/21-22)
(Abese, 80/21-22)
İnsanların dünyadaki ölümlerinden sonra, kıyâmet kopup yeniden diriltilmeleri anına kadar devam eden devreye, kabir hayatı adı verilir. Bu hayata, dünya hayatı ile âhiret hayatı arasında bir geçiş dönemini ifade etmesi nedeni ile “berzah hayatı veya berzah âlemi” de denilmiştir. Berzah, iki şey arasındaki engel, mânia ve perde anlamlarına gelir.
Bir insanın kabir hayatı yaşaması için, onun bedeninin mutlaka mezara konulması gerekmez. Ölen kişi ister mezara konulsun, ister vahşi hayvanlar tarafından yensin, isterse denizde balıklara yem olsun, isterse yakılıp kül olsun, onun ölümü ile kabir hayatı başlar. Kabrin, “makber / kazılmış mezar” manasını çağrıştırması nedeni ile yanlış anlaşılmaları önlemek için, bu hayatı “berzah hayatı” diye ifade etmek belki daha doğru olur.
Peygamberimiz Hz. Muhammed (asm) bir hadisinde kabir hayatını “âhiret duraklarının ilki” olarak nitelendirmektedir. (Tirmizî, Zühd, 5) Peygamberimiz Hz. Muhammed (asm) başka bir hadisinde:
“Kabir ya Cennet bahçelerinden bir bahçedir veya Cehennem çukurlarından bir çukurdur.” (Tirmizî, Kıyâmet, 26),
buyurarak, kabir hayatında azap ya da mükâfatın olacağını bildirmiştir. Yine başka bir hadisinde;
““İnsan öldükten sonra kabre konulunca Münker ve Nekir adında iki melek kendisine gelerek 'Rabbin kimdir? Peygamberin kimdir? Dinin nedir?..' diye sorular sorarlar. Mü’min bu sorulara rahatça cevap verir. Kâfir ise cevap veremez ve kabir azabı görür.” (bk. Tirmizî, Cenâiz, 70)
(Tirmizî, Kıyâmet, 26),
diyerek kıyamete kadar sürüp gidecek olan bu hayatı anlatmıştır.
2. Sûr ve Sûra Üfürülüş
Sûr, kıyâmetin kopuşunu başlatmak ve kıyâmet koptuktan sonra, bütün insanların mahşer yerinde toplanmak üzere dirilmelerini sağlamak için, melek İsrâfil (a.s) tarafından üfürülen bir borudur. Kur’ân âyetlerinin bildirdiğine göre, İsrâfil (a.s) Sûr’a iki defa üfürecektir. İlk üfürüşte, Allah’ın diledikleri hariç, yerde ve göklerde olan her şey dehşetinden sarsılacak ve ölecek ve kıyâmet kopacaktır. İkinci üfürüşte, her şey diriltilecek ve mahşer yerinde toplanmak üzere Rablerine doğru koşacaklardır. Bu konudaki âyetlerden birisini örnek verelim:
AYET-İ KERiME
“Sûr’a üflenince, insanlar kabirlerinden Rablerine koşarak çıkarlar."
(Yâsîn, 36/51)
(Yâsîn, 36/51)
AYET-İ KERiME
"Sûr’a üflenince, Allah’ın dilediği bir yana, göklerde ve yerde olanların hepsi düşüp ölürler. Sonra Sûr’a ikinci defa üflenince, onlar hemen ayağa kalkıp bakışıp dururlar.” (Zümer, 39/68)
3. Kıyâmetin Kopması
AYET-İ KERiME
“(İnsan), kıyâmet günü de ne zamanmış, diye sorar. Gözler (dehşetten) kamaştığı, ay tutulduğu, güneş ve ay birleşip (karardığı) zaman. O gün insan, kaçacak yer neresi, diyecek? Hayır o gün kaçılmayacak, sığınacak hiçbir yer olmayacak. O gün herkesin varıp karar kılacağı yer ancak Rabbinin huzurudur.”
(Kıyâmet, 75/6-12)
(Kıyâmet, 75/6-12)
Kıyâmetin iki manası vardır: Bunlardan birincisi, kâinatın düzeninin bozulması, her şeyin alt-üst edilerek yok edilmesi ve dünya hayatının sona ermesidir. İkincisi ise, ölen insanların yeniden diriltilerek ayağa kalkması ve mahşere doğru yönelmesi anlamlarına gelmektedir. Kıyâmet, birinci anlamında İsrâfil (a.s)’in “Sûr”a birinci üflemesi ile ikinci anlamında ise, ikinci defa üflemesi ile başlayacaktır. Bu durumda kıyâmet, insanların bütünüyle ölmelerini ve yeniden diriltilmelerini kapsayan çok önemli bir hadisedir.
Kur’ân âyetleri bu durumu haber vermektedir. Bu konu ile ilgili bir âyette Allah şöyle buyurmaktadır:
AYET-İ KERiME
“Ey İnsanlar! Rabbinizden sakının. Doğrusu kıyâmet gününün sarsıntısı büyük şeydir. Kıyâmeti gören her emzikli kadın o gün emzirdiğini unutur; her hamile kadın çocuğunu düşürür. İnsanları sarhoş gibi görürsün, hâlbuki onlar sarhoş değildirler, fakat bu sadece Allah’ın azabının çetin olmasındandır.”
(Hac, 22/1-2)
(Hac, 22/1-2)
Kur’ân-ı Kerîm, kıyâmet konusuna sıkça temas etmekle beraber, onun ne zaman kopacağına dair soruları cevapsız bırakmış ve bu konuda Allah Teâlâ’dan başka kimsenin bilgi sahibi olmadığını vurgulamıştır. Hz. Peygamber (asm)’in hadislerinde ise, kıyâmet yaklaştığı zaman, bazı alâmetlerinin belireceğine dair haberler verilmektedir.
4. Öldükten Sonra Yeniden Diriltilme
İnsanlık tarihi boyunca “ölüm” meselesi, geçmişte bütün insanların zihnini meşgul ettiği gibi, bugün de meşgul etmekte ve öyle görünüyor ki, gelecekte de meşgul edecektir. Çünkü, insanoğlu ebedî yaşama arzusunu taşımakta ve asla ölmek istememektedir. Bununla birlikte, hiç kimse ölüme karşı duramamakta ve herkes ölüm karşısında çaresiz kalmaktadır.
Kur’ân-ı Kerîm, yeniden diriltilmenin aklen mümkün olduğunu ve muhakkak meydana geleceğini çeşitli şekillerde bildirmektedir:
a. Bir şeyi yoktan var edenin, onu ikinci defa yeniden var etmesi elbette mümkündür. Kur’ân’da bu yaratılışa şu âyetlerle delil getirilir:
AYET-İ KERiME
“(İnsan), kendi (ilk) yaratılışını unutarak bize karşı misal getirmeye kalkışıyor ve: 'Şu çürümüş kemikleri kim diriltecek?' diyor. De ki: Onları ilk defa yaratmış olan diriltecek. Çünkü O, her türlü yaratmayı gayet iyi bilir.”
(Yâsîn, 36/78-79)
(Yâsîn, 36/78-79)
Bir başka ayette de Cenab-ı Hak, şöyle buyurmaktadır:
AYET-İ KERiME
“Ey insanlar! Eğer öldükten sonra tekrar dirilme konusunda şüphede iseniz (ilk yaratılışınızı düşününüz). Şunu bilin ki, biz sizi topraktan, sonra nutfeden, sonra alâkadan, (aşılanmış yumurtadan), sonra uzuvları önce belirsiz, sonra belirlenmiş canlı et parçasından yarattık ki, size (kudretimizi) gösterelim. Ve dilediğimizi belirlenmiş bir süreye kadar rahimlerde bekletiriz; sonra sizi bir bebek olarak dışarı çıkarırız. Sonra güçlü çağınıza ulaşmanız için sizi (büyütürüz). İçinizden kimi vefat eder; yine içinizden kimi de ömrün en verimsiz çağına kadar götürülür; tâ ki bilen bir kimse olduktan sonra bir şey bilmez hale gelsin.”
(Hac, 22/5)
(Hac, 22/5)
Allah Teâlâ, bu âyette öldükten sonra tekrar dirilmeyi inkâr edenlere karşı, önce insanın ilk yaratılış seyrini veciz bir şekilde ortaya koymaktadır. Sonra onun nutfe halinden başlayarak, dünyaya gelişine kadarki bu ilk yaratılış safhalarını açıklamaktadır. Daha sonra bu ifadelerle, hiç yoktan mucizevî bir tarzdaki yaratılışını nazara vererek, öldükten sonra âhirette ikinci defa yeniden yaratılıp diriltilmesini akla yaklaştırmaktadır. Ayrıca, bunun akıldan uzak görülmemesi gerektiğine de vurgu yapmaktadır.
b. Zor bir şeyi yaratan, kolay bir şeyi elbette yaratabilir. Göklerin ve yerin yaratılması, insanın yaratılmasından daha zordur. Gökleri ve yeri yaratıp onları bir şeye dayanmadan uzayda tutan Allah, şüphesiz insanı da öldükten sonra tekrar diriltmeye kâdirdir. Ayrıca insanın ilk yaratılışı, ikinci yaratılışına göre daha zordur. İnsanı ilk defa yaratmaya kadir olan Allah, onu ikinci defa yaratmaya daha çok kâdirdir. Kur’ân’da bu manalar şu âyetlerle dile getirilir:
AYET-İ KERiME
“Gökleri ve yeri yaratan ve bunları yaratmakla yorulmayan Allah’ın, ölüleri diriltmeye de gücünün yeteceğini düşünmezler mi?”
(Ahkâf, 46/33)
“O, ilk önce mahlûku yaratıp sonra da tekrar diriltecek olandır ki, bu (ikinci defa yaratma) O’na göre (birinciden) çok daha kolaydır.”
(Rûm, 30/27)
“İlk yaratmada acizlik mi gösterdik? Hayır, onlar yeni bir yaratma hususunda şüphe içindedirler.”
(Kâf, 50/15)
“(Ey insanlar!) Sizin yaratılmanız da diriltilmeniz de ancak tek bir kişinin yaratılması ve diriltilmesi gibidir. Şüphesiz ki Allah, her şeyi işiten ve görendir.”
(Lokmân, 31/28)
(Ahkâf, 46/33)
“O, ilk önce mahlûku yaratıp sonra da tekrar diriltecek olandır ki, bu (ikinci defa yaratma) O’na göre (birinciden) çok daha kolaydır.”
(Rûm, 30/27)
“İlk yaratmada acizlik mi gösterdik? Hayır, onlar yeni bir yaratma hususunda şüphe içindedirler.”
(Kâf, 50/15)
“(Ey insanlar!) Sizin yaratılmanız da diriltilmeniz de ancak tek bir kişinin yaratılması ve diriltilmesi gibidir. Şüphesiz ki Allah, her şeyi işiten ve görendir.”
(Lokmân, 31/28)
Bu âyetlerde gökleri ve yeri yaratan Allah Teâlâ’nın, insanı daha kolay yaratacağı anlatılmaktadır. Ayrıca, varlıkları ilk yaratışta acizlik göstermediğine göre, ondan daha kolay olan ikinci yaratışta hiçbir acizlik göstermeyeceğine dikkat çekilmektedir. İnsanları yeniden diriltip kabirlerinden kaldırılacağı nazara verilmektedir. Bunun yanında, bütün insanların yoktan yaratılması ve öldükten sonra yeniden diriltilip haşir edilmesinin, bir tek insanın yaratılması ve diriltilip haşir edilmesi gibi kolay olduğu da vurgulanmaktadır.
Zorluk ve Kolaylık İnsanlara Göredir
Esasen zorluk ve kolaylık gibi kavramlar izafî kavramlardır. Bunlar bize göre olup, Allah Teâla’ya göre zor, kolay, daha zor, daha kolay diye bir şey yoktur. Ona göre hepsi kolaydır. Çünkü biz gücümüz, bilgimiz, irâdemiz ve her şeyimizle sınırlı olarak yaratılmış âciz bir varlığız. Allah ise, her yönü ile sonsuz olan ve her şeye gücü yeten yüce yaratıcıdır. Allah’ın kudreti, ilmi, irâdesi, bütün sıfat ve isimleri sonsuz olduğu için, varlıkları yaratmada O’nun için az-çok, büyük-küçük diye bir şey fark etmez. Bu nedenle, O’nun için bir zerre ile bir güneşi yaratmak, bir insanla milyarlarca insanı yaratma arasında hiçbir fark yoktur. Hiçbir şey O’na zor gelmez. Bir baharı yaratmak, bir çiçeği yaratmak kadar ona kolay gelir.
Allah Teâlâ, Kur’ân’da bize bizim anlayacağımız şekilde hitap ettiği için, biz anlayalım diye bu ifadeleri kullanmıştır. Yoksa gerçekten Allah için, bir atomu yaratmakla, bütün kâinatı yaratmak arasında fark yoktur.
c. Ölü bir durumda olan yeri canlandıran Allah, insanı da diriltebilir.
AYET-İ KERiME
“Gökten bereketli bir su indirdik, onunla bahçeler ve biçilecek daneler bitirdik. Kullara rızık olması için birbirine girmiş, küme küme tomurcukları olan uzun boylu hurma ağaçları yetiştirdik. Ve o su ile ölü toprağa can verdik. İşte hayata yeniden çıkış (insanların yeniden diriltilip kabirlerden çıkarılmaları) da böyledir.”
(Kâf, 50/9-11)
(Kâf, 50/9-11)
Nasıl ki bu dünyada devlet gücünü elinde bulunduran sultanlar ve diğer iktidar sahipleri, kendilerine ve koydukları kanunlara itaat edenleri mükâfatlandırmakta ve isyan edenleri de cezalandırmaktadırlar. Aynı şekilde kâinatta muhteşem bir Ulûhiyet saltanatına sahip olan Allah Teâlâ, kendisine itaat edenlere mükâfat ve isyan edenlere de ceza verecektir. Hâlbuki bu dünyada bu mükâfat ve ceza yeteri kadar verilmemektedir. Demek bunların eksiksiz ve tam olarak verileceği başka bir âlem vardır. Orası da âhiret âlemidir. Bu yüzden herkes ister istemez oraya sevk edilecektir.
Allah’ın İsimleri, Ahiretin Varlığını Gerektirir
Allah’ın isimleri, âhiret âlemini ve orada yeniden dirilişin olmasını gösterir ve ister. Çünkü, Allah ebedîdir. Dolayısıyla O’nun isimleri ve bu isimlerin tecellileri de ebedî olacaktır. Meselâ, Allah’ın Kerîm ve Rahîm isimlerinin tecellileri, en azam bir şekilde, kâinatta görülmektedirler.
Allah Kerim'dir. Yani sonsuz ikram sahibidir. Bunu kâinatta çeşit çeşit meyve ve sebzeleri ikram etmesiyle görüyoruz. Ağaçların kucaklarını meyvelerle dolduruyor, bitkilerin başlarında hediyeler gönderiyor. Âdeta bitkiler âlemi hizmetkâr edilmiş. Kafile kafile Allah’ın ikramlarını insanlara getiriyorlar. Hayvanlar âlemi ayrı bir kafile olmuş. Süt ve et gibi başka çeşit ikramları getiriyorlar. Bütün bunlar sonsuz bir ikram ve o ikramın sahibinin delilidir. Fakat insanın ömrünün kısa olması, kısa bir zamanda sonsuz ikrama mazhar olamadığını ve olamayacağını gösteriyor. Hâlbuki, nihayetsiz ikram sahibi olmak, nihayetsiz ikram etmeyi ister. Dünya fani olduğundan, Allah’ın bu isminin tecellisi, insanların nihayetsiz ikramlara mazhar olabileceği ebedî bir âlemin varlığını gerektirir.
Aynı şekilde, Allah Rahim'dir. Yani sonsuz merhamet sahibidir. Bunun delillerinden birisi, bütün annelerin kalplerine şefkat koyup yavruları şefkatle himaye ettirmesidir. Meselâ; tavuk yavrusunu küçükken besler, büyüyünce döverek yavrusunun elinden daneyi alır. Bu gösterir ki, yavruya şefkat eden anne değil. Anneye şefkati verendir ki, vazife bitince şefkati geri alıyor. Bütün kâinatta bütün annelere verilen şefkatlerle bütün yavruların himayesi sonsuz bir merhametin delilidir.
Bu şefkat vasıtasıyla, anneler yavrularına bakmaktan büyük bir lezzet alırlar. Hatta yavrusu için, o şefkat sebebiyle hayatını bile feda eder. Fakat bir daha dönmemek üzere yavrusundan ayrılık düşüncesi annenin sevdiği yavrusundan ebedî ayrılmasını düşündürdüğünden, şefkat anneye bu sefer azap verir. Sonsuz bir merhamet sahibi ise, bu ebedî ayrılığa müsaade etmez. Çünkü böyle bir durum, hakiki merhamete zıttır. Öyle ise, kâinatta görünen sonsuz merhametin delilleri, ebedî bir beraberliği ister. Ebedî yok olmaya müsaade etmez. Bu da ahiret hayatının varlığını ve ebedî olduğunu gösterir.
Allah, aynı zamanda Hakim'dir. Yani, sonsuz hikmet sahibidir. Bu hikmeti, kâinatta her şeyin bir hikmet ve gayeye göre yaratıldığını görerek anlıyoruz. Meselâ, “Kulağımız niye çanak gibi?” dediğimiz zaman, “Sesleri iyi toplasın diye.” cevap veriyoruz. “Yapraklar niye yeşil?” dediğimizde, yine bir gaye ve fayda söyleniyor. Bütün fenler kâinatı inceliyor. Her şeyde, her cihetle bir hikmet, bir gaye ve faydayı keşfedip söylüyorlar. Yani kâinatta tasarruf eden zatın sonsuz bir hikmetle iş yaptığını ispat ediyorlar. Hikmetli yaratılış ise, lüzumsuz ve gayesiz, ölçüsüz ve plansızlığa zıttır. Yani Hakim olan, hikmetli iş yapan israf etmez. Öyle ise, bütün kâinatı insana hizmetkâr eden kâinatın Sanatkârı, insanı dirilmemek üzere toprağa atıp bütün kâinatın neticelerini israf etmez. Öyle ise, kâinattaki hikmetler, ebedî bir âlemin varlığını ispat ederler.
Allah’ın, Rezzak ismini gereği olarak, her bir canlıya en uygun rızkı verdiğini ve her canlıyı en güzel ve şefkatli bir şekilde beslediğini görüyoruz. Hâlbuki bu dünya fânî ve geçici olduğundan, O’nun isimleri burada tam anlamı ile tecelli edememektedirler. Bu isimlerin tam, eksiksiz ve sonsuz bir şekilde tecelli edebilmeleri, âhiret âleminin varlığını ve burada ölenlerin orada dirilmelerini zorunlu kılar. Bu yüzden Allah Teâlâ, âhireti getirecek ve bizleri orada yeniden diriltecektir.
Şurası unutulmamalıdır ki, biz insanlar gözümüzü bu âleme açtığımızda, tıpkı yeni doğan bir bebek gibi, burada her şeyi hazır bulduk. Yeni doğan bebek, beşiğini ve kendisine lazım olan yaşama ortamını kendi hazırlamadığı gibi, insan da bu dünyaya geldiğinde, kendisine lazım olan yaşama ortamını kendisi hazırlamadı. Dünyaya gelişinde, her şeyi hazır buldu. İşte bizleri buraya getiren Zât, bizler bu âleme gelmeden önce buraya gelmeyi isteyip istemediğimizi bize sormadan ve danışmadan bizi yaratıp buraya getirdi.
O Yüce Yaratıcı, bizi çocukluktan gençliğe, gençlikten ihtiyarlığa, ihtiyarlıktan ölüme götürürken de, bunların olup olmamasını isteyip istemediğimizi bize sormuyor ve danışmıyor. Yani bizi yoktan yaratıp bu dünyaya getirirken bize sorup danışmadığı gibi, bu dünyadan götürürken de bize sorup danışmıyor ve nihayet âhirette yeniden diriltip haşir ederken de bize sorup danışmayacaktır.
Anne rahmindeki bir bebeğin, dışarıdaki dünyanın mahiyetini kavrayamadığından dolayı inkâr etmesi, dünyayı yok etmediği gibi, bizim de buradan âhireti göremememiz, mahiyetini bilemememizden dolayı inkâr etmemiz de âhiret âlemini, Cennet ve Cehennem’i yok etmez. Ahireti inkar etmek, onun varlığına mani olmaz. Ancak, Cennet’e girmeye mani olur. Bize düşen orayı inkâr etmek değil, kıştan sonra baharın, geceden sonra sabahın gelmesi katiyetinde ölümden sonra haşir sabahının olacağına ve yeniden dirilişin meydana geleceğine inanıp oraya îmânla ve salih amelle hazırlanmaktır. Akıllı insanın yapması gereken de budur.
İnkârımızla sadece orada yaşanacak olan ebedî Cennet hayatının mutluluğundan mahrum kalarak büyük ve telafisi imkânsız bir zarara düşmüş oluruz. Biz âhirette kendi gücümüz ve irâdemizle dirilmeyeceğiz, Allah tarafından diriltileceğiz; tıpkı bu dünyaya kendi irâde ve gücümüzle gelmeyip, O’nun gücüyle getirildiğimiz gibi. Yaratma ve diriltme fiili bizim işimiz değil, Allah’ın işidir. Bizim sınırlı gücümüze göre imkânsız olan şey, Allah’ın kudretine göre gayet kolaydır ve zamanı gelince icraatını yapacaktır.
Diğer taraftan anne rahmindeki bebeğe baktığımız zaman, onun el ve ayakları, göz ve kulakları gibi organlarının orada kendisine lazım olmadığını ve bunları anne rahminde kullanmadığını görürüz. Bu organları ona veren yaratıcının, bunları ona anne rahminin dışındaki dünyada kullanmak için verdiğini ve onu dış dünya için yarattığını aklımızla anlıyoruz. Aynen bunun gibi, biz de bize bu dünyada verilen duyguların bir kısmını burada yeterince kullanamıyoruz. Üstelik ebedî yaşama ve ölümsüzlük arzusu gibi duygularımızın da bu dünyada karşılığı yoktur. Demek bu arzularımızın tatmin edileceği yer burası değil âhiret yurdudur. Bu dünya insan için bir anne rahmi gibi geçici, âhiret ise, ebedî yaşayacağı yurt olarak yaratılmıştır. Çünkü, insanın duyguları ile kendisine verilen maddî ve manevî cihazları bu âleme sığmamakta ve âhiret âlemini istemektedirler.
Öldükten sonra tekrar diriliş, hem bedenen ve hem de ruhen olacaktır. Bu, Allah’a göre gayet kolaydır. Yeryüzündeki bütün lambalara tek merkezden bir anda ışık vermek mümkün olduğu gibi, bir anda cesetlere de hayat verilecektir. Aynı şekilde, istirahata çekilmiş bir ordu fertlerinin, bir anda toplanması gibi, cesetlere de ruhlar, bir anda gelecek ve insan göz açıp yumuncaya kadar bir zaman içinde diriltilecektir.
“Bahar mevsimindeki haşr ve neşre bakıp görüyoruz ki, Allah Teâlâ, çok kısa bir zaman zarfında küçük ve büyük hayvanlardan ve bitkilerden milyonlarca türü haşredip neşrediyor. Bütün ağaçların ve otların köklerini ve bir kısım hayvanları aynen diriltip iâde ediyor. Başkalarını ayniyet derecesinde bir misliyet suretinde icad ediyor. Hâlbuki maddeten farkları çok az olan tohumcuklar o kadar karışmışken tam bir ayırım ve teşhis ile o kadar çabukluk ve genişlik ve kolaylık içinde tam bir intizam ve ölçü ile altı gün veya altı hafta zarfında diriltiliyor. Hiç mümkün müdür ki; bu işleri yapan zata bir şey ağır gelebilsin; gökleri ve yeri altı günde yaratamasın, insanı bir sayha ile (İsrâfil (a.s)’in “SÛR” undan çıkan sesle) haşredemesin, hâşâ.” (bk. Sözler, Onuncu Söz)
5. Haşr ve Mahşer
AYET-İ KERiME
“O gün onlar, sanki etrafa yayılmış çekirge sürüsü gibi bakışları perişan bir halde ve davetçiye koşarak kabirlerinden çıkarlar. O esnada kâfirler: Bu, çok çetin bir gündür! derler.”
(Kamer, 54/7-8)
(Kamer, 54/7-8)
Haşr, Allah Teâlâ’nın insanları hesaba çekmek üzere, tekrar dirilişten sonra toplanma yerlerine sevk etmesi, bir araya toplaması demektir. İnsanların toplandıkları yere de “mahşer” denilir. Kur’ân-ı Kerîm’de haşr hakkında pek çok âyet vardır. Örnek olarak şu âyeti verebiliriz.
AYET-İ KERiME
“O gün Allah, onların hepsini haşredecek / toplayacak; sonra meleklere: 'Size tapanlar bunlar mıydı?' diyecek.”
(Sebe’, 34/40)
(Sebe’, 34/40)
Hz. Peygamber (asm)’in hadislerinde ise mahşerin dümdüz bir yer olacağı, insanların çıplak, yalın ayak, sünnetsiz ve kusursuz olarak haşr olunacakları, mahşer yerinde beklerken, güneşin yaklaşacağı ve terleyecekleri, insanların o gün yaya, binekli ve yüz üstü sürünenler olmak üzere üç grup halinde haşr olunacakları anlatılmaktadır. (Buhârî, Rikâk, 44-45.)
6. Amel Defterlerinin Verilmesi
AYET-İ KERiME
“Her insanın amelini boynuna bağladık. İnsan için kıyâmet gününde açılmış olarak önüne konacak bir kitap çıkarırız. (Sonra ona) kitabını oku! Bu gün sana hesap sorucu olarak kendi nefsin yeter (deriz).”
(İsrâ, 17/13-14)
(İsrâ, 17/13-14)
Mahşer meydanına toplanan insanlara, hesaplarının görülmesi için, kendilerinin dünyada iken yaptıkları iyi ya da kötü işlerin kaydedilip yazıldığı, amel defterleri dağıtılır. Bu defterlerin mahiyetleri bizce bilinmemektedir. Şüphesiz onlar dünyadaki bildiğimiz defterlere benzemez. Günümüz teknolojisinin diliyle konuşacak olursak, bunları, görüntü ve ses kaydı yapıp sonra da bu kayıtları seyircilere sunan gizli kameralara benzetebiliriz.
Bitkileri küçücük tohumlarında, kocaman ağaçları küçücük çekirdeklerinde, insanları ve hayvanları bir damla suda koruyup nesillerini muhafaza eden bir ilim ve kudret sahibi, aynı şekilde insanın amellerini de bir defterde kayıt edebilir. Tıpkı, yüzlerce sayfalık bilgi ve belgeleri küçük bir CD’de kayıt ettiğimiz gibi. Bu husus Kur’an’da şöyle anlatılır:
AYET-İ KERiME
“Kitap ortaya konmuştur. Suçluların onda yazılı olanlardan korkmuş olduklarını görürsün. 'Vay halimize!' derler. Bu nasıl kitapmış! Küçük büyük hiçbir şey bırakmaksızın (yaptıklarımızın) hepsini sayıp dökmüş!' Böylece yaptıklarını karşılarında bulmuşlardır. Senin Rabbin hiç kimseye zulmetmez.”
(Kehf, 18/49)
(Kehf, 18/49)
Amel defterleri Cennetliklere sağdan, Cehennemliklere soldan veya arkadan verilir. Defterin sağdan verilmesi hesabın kolay olacağına dair bir müjde, soldan verilmesi ise, hesabın çetin olacağının bir habercisi olarak bildirilmektedir.