Agarta & Şamballa

MURATS44

Özel Üye
Agarta ve Şambala'nın Gizemi

http://img.webme.com/pic/g/gizliilimler/21sh.jpg

Agarta ve Şambala'nın Gizemi
Agarta, Himalayalar'ın altında bulunduğu söylenen ve Büyük İnisiyatörler ile Dünya'nın Efendileri'nin bu çağda içinde yaşadıkları gizemli bir Yeraltı Krallığı'dır.

Agarta'nın, bir inisiyasyon merkezi olup piramitlerinkine benzer bir prensip üzerinde işlev gördüğü anlaşılmaktadır. Himalayalar dışsal abideyi teşkil ederken, yeraltı mekânını. (crypt) da dünyasal ve kozmik kirlenmeden uzak tutulan krallık oluşturur. Ancak, nasıl oluyor da ruhun yüksek güçleri, düşüncenin ve meditasyonun yoğun konsantrasyonu nötralize edilmiş devasa bir oyukta geliştirilebiliyor.

Her şey bir yana, insan egosu ile insan-üstü egonun muazzam olanakları, çevresinin kirliliğine maruz kalacak bir şekilde açıklıkla değil de inzivaya çekilerek daha başarıyla tezahür edebilir.
a- Agarta ve Dört Giriş Kapısı Geleneksel olarak Agarta'nın dört girişi vardır: Bir tanesi Giza'daki Sfens'in pençeleri arasında, diğeri Saint-Michel Tepesi'nde, bir üçüncüsü Broceliande Ormanı'ndaki bir yarın içinde ve ana kapı da Tibet'teki Şamballa'dadır. Kadim Gizemler'de, Argonotlar, Ark (Nuh'un Gemisi) ve Agarta hakkında sırlar çözülmemiş gibidir ve hepsinin de aynı etimolojiye dayandığı görülmektedir: Argha; uzun bir gemi, ve buradan türetilen Agarta: bir yeraltı mabedi anlamına gelir. Bir yeraltı krallığı fikri çok eski olup şüphesiz, tanrılar ile görünmeyen kozmik güçlerin yaşadığı göksel şehirlere karşılık olarak düşünülmüştür. Cehennem fikri ile bir alakası yoktur. Ancak, hem yeraltı krallığı hem de cehennem fikri, dünyanın içindeki ateşin ve ayrıca yeraltı inisiyasyonunun kişileşmesi olan Yunan Mitolojisi'nden Hefaisos ve Vedalar'daki (Vedic) Yavishtha ile ilgilidir.

Gizli güçleri olgunlaştıran ve gölgeleri uzaklaştıran ışığın bazı parıltıları, beşer seviyesindeki her varlığın içinde mevcuttur. En ufak bir delik açın ve gizlenmiş olan görünür hale gelir, ezoterik olan olağan hale gelir.

Dünyamız, yerin yüzünün, güneş, don ve yağmurla aşınmasından, içsel güçlerce yeniden inşa edilmeye kadar uzanan sabit döngülere (cycle) maruzdur. İşte, dünyanın kabuğunun temeli olan granit bu şekilde oluşur bu, ancak yakın zamanlarda ortaya çıkmış bir gerçektir.

Yalnızlık içinde, sessizce, görülmeden yürütülen (ezoterik) çalışma hemen her zaman en verimli olandır. Dışsal güçlerin yıkıcı, yıldırıcı olmalarına karşın içsel güçler yenileyicidir ve doğal gelişmeyi temin ederler.

İnsan yaşamı, önce annenin rahminde tezahür eder ve bebek ışığı önce, Kara Bakire (Black Virgin) kültünde inisiyasyon mağarasıyla (grotto) sembolize edilen, rahim boşluğundan, geldiği şekilde görür.

İsa, İbraniler'ce aşağılanan Venüslü Bakire'nin (Venusian Virgin) enkarnasyonu olan günahkâr Mary Magdelena tarafından kendisine teklif edilen inisiyasyonu kesinlikle reddetmişti. Yine de Kara Bakire (Black Virgin) ve magara (grotto) ile ilgili putperest kült öylesine insanın bilinçaltı egosunun derinliklerinden geliyordu ki üzerine yöneltilen saldırılar altında çöküp gitmedi.

Bu düşüncelerin, Agarta gizemi açısından, okültle çalışanların gözünden kaçmayacak bir anlamı vardır.
b - Bilge Zalmoxis'in Yeraltı Mahzeni: Prof. Doru Todericiu'ya göre -ki kendisi de muhtemelen Alcide d'Orbigny'den aktarıyordu- Pisagor'un bir öğrencisi olan Zalmoxis, Üstad'dan öğrendiğini öğretmek üzere Alesia'ya gelmişti. Bu ifadeyi ele alırken oldukça ihtiyatlı olmamız gerekir, çünkü bazı kişilerce bir filozof ve bazılarınca bir tanrı olarak kabul edilen Zalmoxis'in, Pisagor'dan daha önceki bir tarihte yaşadığı sanılıyor. Trakya'lı bir kabile olan Getaeler'i medenileştirdiği düşünülmektedir.

Bir rivayete göre, Samos'ta Pisagor'un kölesiyken onun tarafından serbest bırakılmış ve kendi halkına dönerken onlara ruhun ölmezliğini öğretmiştir.

Herodot'un onun hakkında tuhaf bir hikayesi vardır:

"Yerin altında inşa edilmiş bir evi vardı. Trakyalılar'ın gözleri önünde kaybolarak aşağıda kendi inzivasına çekildi ve üç yıl orada kaldı. Herkes öldüğüne hükmederek ağladı. En sonunda, dördüncü yıl içinde tekrar ortaya çıktı ve bu stratejisi sayesinde de vazettiği öğretiye inanmaları için insanları ikna etti."

"Zalmoxis ve onun yeraltı ikametgâhı üzerinde anlatılanları reddedecek ya da kabul edecek değilim (diye devam ediyor Herodot); ancak, kanımca, o Pisagor'dan çok seneler önce yaşamıştı."

"Yerin altındaki ikamet yeri" neydi? Üstadlar'a göre Zalmoxis, Atlantisliler'ce yurt edinildiği iddia edilen ve bazı Hassas Kişiler'ce (Sensitives) UFO'ların kaynağı olduğuna inanılan yeraltı medeniyeti Agarta'ya inmiş olabilir. Getaeler'ler ona bir tanrı olarak tapıyorlardı ve ölümden sonra başka bir hayatta onunla birlikte olacaklarına inanıyorlardı. Her yıl, onun Öbür-Dünya'ya ait krallığına bir haberci gönderme yöntemi olarak, havaya fırlattıkları bir savaşçıyı mızraklarının ucunda yakalarlar ve böylece "ona, asil bir ölüm kazandırırlardı."

Tarihçiler, Zalmoxis mezhebinin keltik (celtic) dinleri ile Yakın Doğu halklarının dinleri arasında doğal bir bağ teşkil ettiğini kabul ederler.

Tarih kayıtçılarının hikayelerindeki tutarsızlıklara rağmen, meditasyon yapabilmek için yeraltındaki bir inziva yerinde yaşamış olan ve ruhun ölmezliğini, muhtemelen Pisagor'dan önce vazeden Zalmoxis, muhakkak ki bir bilge kişi ve bir inisiyeydi. Böylelikle, o Pisagor'un öğrencisi değil de spiritüel üstadıydı ve O'nun hatırasına hürmetendir ki Pisagor, Drüidler'in dünyadaki en bilge kişiler olduğunu söylemişti.
c- 'Vara 'İsimli Yeraltı Kenti Bazen, en büyük gerçekler, ispat edilmediğine inanmalarına rağmen, insanlara, kendi bellek-kromozomları (memory-chromomes) kanalıyla ulaşan gerçeklerdir. Çok zaman önce olmuş ya da gelecekte olacak bir şeye inanmaya her zaman hazırız. Sorun, bu gerçeklerin şimdiki zamanın dalga boyu ile temasta bulunmamalarından ibarettir. Böylece, insanlar kendilerinin ve tüm İnanlığın kaderine müdahale edebilecek bir yeraltı gizemine inanmaya isteklidirler.

Bir pusulanın üzerindeki ibreyi düşünün: Dünyanın manyetik güçlerinin nerelerde konsantre olduğunu gösterir ve yine de buraları görünürde hiçbir şeyin oluşmadığı yerlerdir.

Böylelikle, düşünebiliriz ki; Agarta ya Kuzey Kutbu'nda ya da Himalayalar'ın altındadır. Her halükârda, insanın, yerin altında bulunan inisiyasyon merkezleri tahayyül etme eğilimi vardır ve yüksek teknik bilgilere dayalı bir çeşit ışıklandırma sistemi de her zaman buna dahildir.

İran edebiyatından Kralların Kitabı "Şehname" deki bir hikaye, Dünyanın Efendisi olan Tahmuras'ın oğlu Jam ya da Yima'nın, kendi halkının en safkanlıları ile çevrili olarak "Vara" adı verilen bir yeraltı kalesinde her zaman nasıl yaşadığını tarif eder. Tufan'ın geleceğini önceden gören tanrı Ahura, Yima'nın mabed-sığınağının inşa edilmesi hakkında ona en kesin talimatları verdi:

"Vara'yı bir koşu pisti kadar uzun ve genişliği uzunluğuna eşit olarak yap. Oraya, insanların, köpeklerin, kuşların, koyun ve sığırların, büyük ya da küçük bütün hayvan türlerinin temsilcilerini götür..

"Ayrıca, yanına en güzelinden ve en tatlı kokulusundan her çeşit bitkinin örneklerini, bütün meyvelerin en lezzetlilerini al. Bunlar Vara'da kaldıkları sürece hiç ölmeyeceklerdir. Bozuk biçimli ya da kuvvetsiz, kirli ya da kötü hiçbir şey olmasın, yalancı ya da kinci ya da kıskanç hiç kimse olmasın; çürük dişli ya da cüzamlı hiç kimseyi kabul etme. En üst kısımda dokuz, merkezde altı, en alt kısımda da üç cadde tanzim edilsin. Erkek ve kadın, bin çift en üst kısımda, 600 merkezde, 300 en altta yaşasın. Işığın gelmesi için Vara'da bir pencere yapılsın."

Tradisyonel tarih üzerine yazan Henry Corbin'in dediğine göre "Vara"nın, kendi kendine "hem yaratılmış, hem de yaratılmamış" ışık saçan kapıları ve pencereleri vardı.
d- Şamballa, Agarta ve Lusifer İnisiyasyon çevrelerince düşünüldüğüne göre, sarı ırkların hâkimiyeti yakın ve kaçınılmazdır ve bu da beyaz ırkların yükselişinin sonu demektir. Bir kez daha, sadece, yüksek yerlere sığınmış olanlar kurtulacaktır. Ancak, -kısmen spiritüel, kısmen de politik amaçlarla faaliyet gösteren- "Vril'in Büyük Locası" ("Grand Lodge of Vril") adında, Batı ile Doğu arasında bir çeşit kardeşlik birliği yaratmaya çabalayan bir mezhep bulunmaktadır. Bunlar, bilinmeyen bir nedenden dolayı, İskandinavyalıların Odin adını verdikleri eski Cermen tanrısı Wotan'i "Kambala" ya da Şamballa dedikleri bir çeşit Agarta'ya yerleştirmişlerdir.

Görülüyor ki Ferdinand Ossemdowski ve Rène Guenon, Şamballa ile Agarta arasında bir benzerlik keşfetmişlerdir. "Hayvanlar, İnsanlar ve Tanrılar" (Beast, Men and Gods) kitabının yazarı Ossendowski'ye göre Agarta'nın yeraltı insanları, Dünya'nın Efendisi'nin idaresi altında yaşayan sekiz milyon kişi kadardır ve bilginin en üst derecesine erişmişlerdir. "Vril'in Büyük Locası", Doğu'nun Hint-Tibet okült güçlerini en eski Ari tradisyonlarının biricik toplayıcısı olarak kabul eder. K.B.L. ya da Şamballa'daki tahtında oturan Üç Dünya'nın Efendisi'nin adı Lusifer ya da Odin'dir. Prensipleri Vedalar'da ve Tibet'in Ölüler Kitabı'nda (Bardo Thödol) belirlenen K.B.L. güçleri, "sayıları en fazla olan sarı ırkları, en yetenekli olan sarışın kuzey ırkları ile kötülük güçlerine karşı birleşik bir mücadele içinde kaynaştıracak" bir sinarşi (synarchy) şeklinde faaliyet göstereceklerdir.

K. B. L. güçleri majik karakterdedirler ve dünyanın dört ana tradisyonundan ortaya çıkmışlardır. Bunlar Tibet, Hind, Mısır ve Cermen tradisyonlarıdır ki hepsi de Şamballa ya da yeraltı Masonluğu (Free Masonry) olan beşinci tradisyon üzerinde kutuplandırılmışlardır.

Dünya yüzeyindeki dış temsilci ise "Vril'in Büyük Locası"dır. Robert Charroux, bu mezhebin inisiyatik iddiaları ile, hele politikası ile hiçbir şekilde aynı düşüncede değildir. "Vril'in Büyük Locası", hakikiliği şüpheli olan dokümanlara güvenmekte ve Charroux'un fikirlerine temelde aykırı düşen fikirler iddia etmektedir. Charroux, sadece bu öğreti kendisinin gerçek olduğuna inandığıyla kökten farklı olduğu için dahi olsa, yine de "Vril'in Büyük Locası"nın öğretisini gözler önüne sermeyi doğru bulmaktadır.
e-Aydınlık Irk ve Ortaya Çıkışı: "Adının baş harfleri K.R.T.K.M. olan üç Dünya'nın Efendisi, Şamballa'da Tchun-Yung kozmik sinarşisini ya da Direkt Orta Yol'u oluşturan bir Yeşil Adamlar, Maj topluluğuna hükmetmektedir." Venüslü ataların neslinden gelen bu maj topluluğu, Zerdüşt ile Hz. Muhammed'in halefi olduklarını iddia etmektedirler. Görevleri, "Kara Taş'ın Âyini"ni yeniden canlandırmaktır.

K. B. L. ifadelerine göre Şamballa mabedinin tesisi, Lusifer devrinin 701, 969 yılına kadar dayanmaktadır. (Tabii, Lusifer adı burada "Işık getirici" anlamında kullanılmıştır.)

"Gelecek Buddha Batı'dan ve Kuzey'den çıkacak ve parmağında Cengiz Han'ın metal yüzüğünü taşıyan bu kişi, Hinduların Kalki-Avatar ya da Kundalini Avatar'ı olacaktır. Gelişi, Altın Çağ'ın geriye dönüşünü belirleyecektir. Mu ya da Tao-Ülkesi'nin yeniden canlanmasıyla çağdaş olan Aydınlık ırk'ın ortaya çıkışından önce gelecektir. " "Bu, hem Demir-Çağ'ın (Kali-Yuga) sonu, hem de jotün ile iblislerin (cacodaemons) dünyanın hükümet merkezlerinden dışarı atılması ve Atlantis'in karanlığından miras kalan 100, 000 yıllık kötü karmanın da temizlenmesi olacaktır." İnsanın bu fikirler ve görüşler labirentinde yolunu bulması zor olduğu gibi, "sarı adamlar kitlesince oynanacak rolün ne olduğunu kestirmek de kolay değildir.

Dahası, eğer inisiyasyon merkezi Himalayalar'daki Şamballa'daysa burasının, Kuzey'in "Büyük Beyaz Atalar" (Hyperborean) Locaları'nın ve ayrıca, çevresi duvarlarla çevrili olmadığı halde geçit vermeyen İngiltere'de ki bir yerin de rızaları ile seçilmiş olması gerekir.

Ezoterik cinsel maji üzerine çalışan Paul Greor'un da yeraltı insanları üzerinde söyleyeceği bazı şeyler vardır: "bunların, belirli olmayan nedenlerinde dolayı muazzam sunaklar inşa ettikleri ve dünyanın iç kısımlarında, dünyanın tüm ateş ve suyunun kökenini bulduğu ve içinde bütün volkanların lav akıntılarının indifa ettiği çekirdeğe inmek için tüneller kazdıkları söylenmektedir. Aşağıda, tüm evrenin loş temelleri arasında, Gizemli İnşaatçılar (Mysterious Builders) adı verilen bir insan topluluğunun yerleştiğine inanılmaktadır."

Tuhaf olan, spiritüalizmin beyaz majisine bağlı bir ideali benimseyeceklerini düşünemeyeceğimiz Teozofistler de Dünya'nın Efendisi olarak kabul ettikleri varlığın Asya'ya ait bir Şamballa'da yaşadığına inanmaktadırlar.

"Teazofi öğretmenleri'nin dediğine göre Venüs Senyörleri, dünyaya varır varmaz Büyük İnisiyasyon Locası'nı tesis etmişlerdir. Şimdiki ikametgâhları, sembolik olarak eski Şamballa adı ile anılmakta olan ve Gobi Çölü'nde bulunduğu söylenen bir astral kenttir. Dünya'nın Efendisi'nin idaresi altında bulunan bu kutsal şehir, inisiye olmayanlarca görülemez... Gizli mâbet olan bu yer, küremizin okült hükümetinin merkezidir. Üstatların ve dünyanın gizli arşivlerinin içinde güvence altında bulunduğu bu yeraltı ülkesinin destanı muhteşem bir realitedir." f- Meru Dağı: Ossendowski'nin Agarta'sı ve "Vril'in Büyük Locası" ile Teozofistler'in Şamballalar'ı bunlar aynı mıdır, yoksa muhtemelen birbirlerinin karşıtı olan farklı mabetler midir? İkinci şık daha ihtimal dahilinde görülmektedir. Swami Matkormano'ya göre, Asya'nın inisiyasyon merkezi Meru Dağı'dır ve burası Şamballa'nın bulunduğu yerdir. Hint teolojisinde burası, neslinden geldiklerini iddia ettikleri insanların üzerinde türetildiği dağdır. Tibet'in Lamalara ait kozmolojisi der ki:

"Meru Dağı yer kürenin merkezinde yükselmektedir. Zirvenin, kistial, azür, yakut ve altından oluşan dört kenarında cin (Demon) halkarı ile birlikte dünyanın dört kralı yaşamaktadır." Vril'in Büyük Locası"nın düşüncesine göre:

"Meru Dağı, Şamballa'nın merkezi ve aynı zamanda hem maddesel, bem de madde ötesi olan iki var oluş plânının kesişme noktasıdır."

Türkistan'da, jeofizik realitesi, bilinç-ötesi ya da duyu-dışı algılamaya ait olan bir geometrik şekil vardır. Bu şekil, bir tanesi tersine çevrilmiş iki adet piramitten oluşmaktadır. Yukarı bakan piramit Pamir Dağı ve aşağı bakan piramit de Meru Dağı olup bunlar, fizik-ötesi ve jeofizik düzlemleri temsil ederler. kesişme noktasında, hem Arîler, hem de sarı ırklarca kutsal sayılan ve üzerinde Dünya'nın Kralı'nın kalesi yükselen bir dağ, Meru zirvesi-mikrokozmos ile makrokozmosun göbek merkezi (omphalos) ) bulunmaktadır.

Bu merkezden dört ana pusula yönüne doğru dört adet yol uzanır; güneye doğru Sion kutbuna, batıya doğru Sale Gölü kutbuna, kuzeye doğru Thule kutbuna ve doğuya doğru Pamir kutbuna ki bu Himalaya uzantısı olup en uç noktası Darciling'dir (Darjeeling). Muazzam manyetik enerji odakları olan bu kutuplar, periyodik olarak, milletleri ve tarihlerini etkilerler… Meru zirvesinde, yeraltı dünyasının hükümran varlığının bir çeşit ikâmetgahı olan Glasburg adlı Elmas Saray yükselir. Saray'ın dört köşesinde, Mecusîlik'te Sessizlik Kuleleri denilen ve dünyasal kutuplarca üretilen manyetik enerjinin akümülatör pillerini çevreleyen kuleler vardır. Bu enerjiyi, değiştirilme (transmutation) işleminden geçirdikten sonra yıldızlar uzayımızın galaksilerine doğru saptırırlar. Böylece, Elmas Saray, evren için enerji merkezi olur…

Kuleler, "büyük sessizlik" denilen bir perdeye ulaşan ultrasonik titreşimlerden oluşmuş manyetik dünya dalgalarını alır ve naklederler. Bu "ağırlık" dalgaları, bölünemeyecek kadar küçük bir zaman dilimi sırasında kurşunda bulundukları gibi, Satürn'ün halkaları tarafından neşredilen ve her 14 yılda bir dünyayı etkisi altına alan manyetik fotonlarda da bulunurlar. Bunlar, A1 protonlarının türevleridir (dünyanın akkor halindeki merkezinin atom altı enerjisi.).

"Vril'in Büyük Locası", dünya üzerindeki hâkimiyetini "Vril" diye bilinen gücün kontrolü ile perçinleyeceğini ummaktadır. Bu gizemli güç, Butwer Lytton tarafından keşfedilmiş, daha doğrusu icat edilmiştir. "Vril'in Büyük Locası"na göre, Lytton'un "The Coming Race" ("Gelecek Irk") adlı bir romanında tanımladığı bu güç, "Vril-Ya" olacaktır.
g- Kozmik Bir Güç 'Vril': İnsana tüm güçleri elde etme yeteneğini vereceğinden, Vril'in kontrolü başlı başına bir amaçtır. Buna ulaşmak için iki yol vardır. "Bilimsel Yol" kurşunda bulunan Proton A 1 partiküllerinin, Satürn'ün fotonsal manyetizminde ya da etkin bir yanardağdan fışkıran lavda hapsedilmek üzere kimyasal olarak tecrit edilmelerine dayanır. Wotan'ın ve bazı Alşimistlerin -simyacıların- izledikleri yol buydu. Erkek cinsiyet guddeleri, bu şekilde elde edilen radyasyonların etkisi altında tüm "Korlos" u etkin hale getirerek "ego"yu kendi fiziksel ağırlık merkezi içinde geçerli kıldırırlar. "Mistik yol" ise, yüksek düzeydeki majiden aktardığı bir ritüeli kullanır. Bu ritüel için gerekli olan unsurlar şunlardır: K harfinin ses titreşimleri, Satürn işareti, menekşe rengi, bir amatist, kurşun, eski İskandinav şiirleri (runes), K.B.L. üzerine merkezlenmiş bir Mandala ve zamanda sembolik bir geriye gidiş etkisini yaratan bir inisiyasyon sayılan "Ankh". Bu, Tutankhamon'un yeniden dirilişi, metapsikoz (metempsychosis) için gerekli olan yaşam kelimesidir. Luxor Kardeşliği'ne inisiye olan Bulwer Lytton Vril'i, hastalığı iyi eden, ama bir ölüm-ışını da neşredebilen bir tür maji yüzüğü olarak görmüştü. Bu enerjiyi kontrol edebilen herhangi bir kişi, depremler ya da yanardağı indifaları oluşturabildiği gibi, sönmüş yanardağları da etkin hale dönüştürebilir.

İnsanların, çok eski zamanlardan beri, Dünya'nın Efendileri olmayı ve tüm ulusları, hatta dünyayı bile yok etme gücünü ele geçirmeyi düşlemeleri çok tuhaf bir şeydir. Bu çeşit düşünceleri beyaz majiden sayabilir miyiz? Muhakkak ki hayır.

Büyücüler, bu çeşit güçlere sahip olduklarını iddia ede gelmişlerdir. Ancak, bu, hüsnükuruntudan öteye bir şey değildi. Modern bilim adamları sorunu çözümlediler: Nükleer Fizyon, kadim (eski) majinin araştırma ve arzu-hayallerinin cehennemî sonucudur.

Peki, bilim adamlarımızın çalışmaları beyaz maji midir?
Maalesef, hayır.

Bu yok edici buluşlara karşıt olarak, bunlardan farklı mizaçtaki kişiler, yeni bir Altın Çağ'ı kurmayı düşlemekte ve arzu-hayallerini, kara majisyenlerin hayallerini uzakta tutacak güçleri harekete geçirmek için kullanmaktadırlar. "Işık İnsanlığı"nın En Yüksek Efendileri, şüphesiz Agarta, Şamballa ya da Meru Dağı gibi adı olmayan görünmez yerlerde ve belki de Yüksek Yıldız'da düşünmekte ve çalışmaktadırlar.
 

MURATS44

Özel Üye
Agarta ve UFO'lar

http://i209.photobucket.com/albums/bb221/missalaenious/ufo-2.jpg

Agarta ve UFO'lar UFO araştırmacıları, UFO' ların çoğunlukla önce Kuzey' den, tahminen dünya çevresindeki Van Allen radyasyon kuşaklarında bulunan kutupsal deliklerin (polarvents) içinden ortaya çıktıklarını belirtiyorlar. Belki de yerin kilometrelerce altında mevcut olduğu söylenen Agarta yeraltı medeniyetinden çıkmaktadırlar. Uzun zamanlar önce, dünyaya yaklaşmakta olan Uzaylılar'a Kuzey'in o tropik ülkeleri çekici gelecekti. Üstadlar'ın öğretisine göre, şimdi buzlarla örtülü bulunan Kuzey Kutbu bir zamanlar, insanlığın beşiği olan şiirsel bir Cennet'ti.
a- Yeraltı Uygarlıkları Dünyamızın içinin boş olduğu ve ayaklarımızın altında harikulâde bir medeniyetin uzandığına dair iddialar mevcuttur. Bilim-Kurgu gibi görünen bu düşünce, cevaplanması güç tartışmalar ileri süren birçok zeki araştırmacı tarafından çok ciddiye alınmaktadır. Essa-3 uydusunun 6 Ocak 1967 tarihinde ve Essa-7'nin de 23 Kasım 1968' de çektiği fotoğraflar, içi boş olduğu sanılan dünyamızın derinliklerindeki muhteşem Agarta başkentine uzandığı söylenen ve Kuzey Kutbu' nda yer alan bir deliğin varlığını açıkça göstermektedirler sanki. Sikloplar'ın yeraltında şehirler tesis ettiklerine inanılır. Medyumların dediklerine göre Atlantisliler, Piramitler' den, Tibet ve And Dağları'ndan yerin aşağılarındaki kutsal merkezlere uzanan uzun tüneller inşa ettiler. 12,000 yıl önce Atlantis yok olduğunda, İnisiyeler buralara kaçmışlardı. Gezegenimizin içinden gelen Uzay Gemileri, Kutuplar'daki deliklerden çıkarak dünyamızı gözlerler ve bazen de "Yeraltı Varlıkları" (Subterraneas), aramızda yaşamak üzere yeryüzüne çıkarlar. İnsanların, kadim kitaplarda sözü geçen o nükleer bombalardan sakınmak için kilometrelerce yeraltına kaçtıklarını düşünelim. Bu yüzyılın sonunda önce Doğu ile Batı arasında bir savaş çıkarsa, biz de onlara katılmak üzere aşağılara doğru kayıyor olacağız.
b- Elohim ve Agarta Belkide Sikloplar'a tepegöz denilmesinin nedeni, Uzay-miğferlerinin saydam yüzünün muazzam bir göze benzemesindendir. Bu devler' in göksel bir ırk olan Elohim' le aynı oldukları söylenebilir. Bu ırk, bugün mevcut olduğu söylenen Agarta yeraltı medeniyetine uzanan o uzun tünelleri açmak için kozmik enerjiler kullanarak yeraltında labirent halinde kentler kurmuştur.
c- Kızılderililer ve Yeraltı Mağaraları Efsanelerden anlaşıldığına göre Kızılderililer, Doğu Amerika deniz yatağını -kıta şelf sahası haritaları burada muazzam bir batık gösterirler - parçalayan kozmik bombardımandan kaçarak yerin Derinliklerindeki mağaralara sığınıp kurtulanların neslinden geliyor olabilirler.
d - Wolfpittes çocukları William de Newburgh, 12. yüzyılda "Historia Anglicana" adlı yapıtında, İngiltere'nin Bury St. Edmunds yöresi yakınındaki Wolfpittes'te yerin içinden yeşil bedenli, olağandışı renk ve malzemeden oluşmuş elbiseler giyinmiş bir oğlan ile bir kızın çıktığından bahseder. Çocuklar, St. Martin' in Ülkesi'nden geldiklerini söylüyorlardı. Anlaşıldığına göre, Güneş'in hiç aydınlatmadığı, alacakaranlık bir yeraltı dünyasından gelmişlerdi. Burası Agarta mıydı? 1965 gibi yakın bir tarihte çevrelerince iyi tanınan iki kişi, Finlandiya'nın Luumaki yöresindeki bir ormanda küçük, yeşil renkte bir adam gördüler. "İnsana benzer varlıklar"ın (humanoids), Yunanlılar ve Romalılar'ca Satirler (Satyrs) diye bilinen gizli bir yeşil ırka mensup olup olmadıkları düşüncesi gerçekten ilginçtir.
e- Agarta ile Şamballa Çatışması Tibet, azametli Himalayalar'daki bu mistik ülke, dünyanın psişik merkezi olarak saygı görürdü. Üstadlar, gözden uzak manastırlarından gezegenlerdeki "Kozmik Efendiler" ile telepatik görüşmeler yaparlar, metafizik âlemlerde İyilik ve Kötülük güçleri insanlığın ruhu için çekişirlerdi. Hint-Tibet tradisyonları, biraz karışık da olsa, yerin çok aşağılarında saklı olan ve bütün kıtalarda bulunan gizli girişlerden tünellerle yaklaşılan Agarta'dan söz ederler. Yıldızlardan gelen "Uzaysal Varlıklar" (Celestials) tarafından kurulan bu yeraltı medeniyetinin tarihi, anlaşıldığına göre, dünyamızın ilk günlerine kadar uzanmaktadır. Burası, Uranüs'ün oğulları ile Satürn arasında çıktığı sanılan Uzay Savaşı'ndan sonra Elohim ya da Sikloplar için bir yeraltı sığınağı teşkil etmiş olabileceği gibi, muhtemelen, bir zamanlar gezegenimizi tehdit etmiş olan kozmik bir afetten kaçmak için de kullanılmış olabilir. Mu ve Atlantis'ten uzaklaşan göçmenlerin yeraltına kaçtıkları söylenir. Dünyanın her yanındaki Mistik Kardeşlikler, yerin kilometrelerce altında bulunan psişik bir medeniyet ile Tibet'teki Üstadlar arasında bir bağlantı bulunduğunu ileri sürerler. "İçi Boş Dünya Kuramı"nın (Hollow Earth Theory) taraftarları, Uçan Daireler'in aslında, yeryüzündeki ülkeleri gözlemek üzere Kutuplar'daki deliklerden geçerek dünyamızın içinden çıktıklarını iddia ederler. Ezoterik öğretiler, Agarta'nın Hakimi'ni, Dünya'nın Kralı rütbesi ile anarlar. Yardımcıları durumundaki Rahip-Kral ile birlikte, insanlığın geleceğini planladığı söylenir. Sembolü, Hitler tarafından çarpıtılarak kullanılmış olan kancalı haç, Swastika'dır.

1920'lerde, Gürcistanlı medyum R.C. Andersen, ihtiyar bir keşişle çıktığı gezi sırasında, Agarta ülkesi üzerine Budist inancını soruşturur. Bir Tibet Manastırı'nda hayvan derisi ile kaplı eski bir kitaba rastlar. Bu kitapta, yüksek bir dağın üzerinde uçan, yumurta biçiminde bir aracın, bir Agarta taşıtının resmini görür. Ayrıca, Tibet' in Spiritüel Lideri Dalai Lama'nın Dünya'nın Kralı ile temasta olduğu söylentisini işitir. Efsanelere göre, Agarta halkının iki dili vardır. Agartalılar muazzam güçlere sahiptir: Okyanusları kurutabilir, ağaçları hızla büyütebilir, ölüleri diriltebilirler. Söylendiğine göre, yüksek dağlarda fiziksel kanıtlar bırakmıştır : Karda acayip ayak izleri, Agarta dilinde tabletler ile yazılar ve içinde Agartalılar'ın gezdikleri taşıtların tekerlek izleri.

Agarta ile yakından ilgili olan Şamballa'ya da Tibet'teki tüneller aracılığı ile ulaşılır. Burası, bir zamanlar, Gobi'deki büyük bir medeniyetin başkentiydi. Ayrıca, bazı tradisyonlar tarafından, Kadim Asya Denizi'ndeki "Beyaz Ada" (White Isand) olarak da teşhis edilir. Kadim Tibet Bilgilerine göre, Agarta'nın Kralları, "Sol El Yolu'nun izleyicileri" olan, kötülüğün destekleyicileri Şamballalı Efendiler'le mücadele etmektedirler. Bu kozmik çatışmanın, İnsan'ın spiritüel evrimini hızlandırmak üzere bir ilahi takdir olduğu söylenir.
f - Agarta ve Göksel Öğretmen Tages Çiçero'nun belirttiğine göre Etrüksler, "Tages" adında bir İlâhi Varlık tarafından eğitilmişlerdi. Tyrhenus'un oğlu Tarchon'un hükümranlığı sırasında birgün, Tarquinia kenti yakınındaki bir tarlada köylünün biri sabanıyla çift sürerken toprağın içinden gri saçlı ve ihtiyar bir adam kadar bilge bir çocuk çıktı. Ulu Tanrı Tinia tarafından, kanunları, din ve kehanet sanatını Etrüsk Kralları Lucomoneler'e iletmek üzere gönderildiğini açıkladı. Kahinlere "Libri Tagetici"yi yazdı. Bu kitap, beşikten mezara kadar Etrüksler'in yaşamını yöneten Etrüks İncili'ni oluşturdu. Sanatçılar, yaptıkları tunçtan heykellerde Tages'i saçsız, kısa boylu bir kişi olarak canlandırmışlardı. Acaba, teleportasyon yolu ile ya da Uzay Gemisi ile başka bir gezegenden mi gelmişti? Birden yerin içinden belirmesi, yeraltında mevcut olduğu söylenen Agarta' ya uzanan yeraltı geçitlerinden çıkmış olabileceğini akla getiriyor. Bu çeşit spekülasyonlar sadece hayal ürünü değildir. Bugün, İtalya'da ortaya çıkan,ufak tefek yapılı, dünya dışı kökenli, "insana benzer varlıklar" (humanoids) hakkında geçerliliği ispatlanmış birçok kayıt mevcuttur. Bunların bazıları da yüzyıllar önce Toskana'da (Tuscany) tezahür etmiş olabilirler.

(*) Bu türlü iki merkezin varlığı ve onların birbirleriyle çatışma halinde oldukları düşünce ve iddialarını, uzun bir zamandır satanist ekoller öne sürmektedirler.
 

MURATS44

Özel Üye
Agarta-Yeraltı Devleti

http://img514.imageshack.us/img514/8799/sshot1qt8.jpg

Agarta-Yeraltı Devleti Önsöz Agarta Yeraltı Dünya Devleti, çağımızda, insanlığın içine sokulduğu uyanış, idrâkleniş sürecinde, dolaylı ve dolaysız yollarla yapıldığı geniş işlevi ve etkisi ile yeryüzünün toplumsal her türlü eylem ve girişimlerinde söz sahibi olarak, yeryüzünün derin yeraltı yapay yerleşim sitelerinde görkemli çalışmalarını sürdürmektedirler. Araştırmalar, gözlemler ve gelenekler böyle söylüyor. Onbinlerce yıl önce, dış dünyaların üstün senyörleri tarafından kurulduğu belirtilen bu bilgelik ülkesinin, son derece gelişmiş milyonlarca vatandaşı ile, yeryüzünün derin yapay mağara sistemleri içersine yerleşerek, buralardan dünya insanları aralarına zaman zaman dahil edilen yüksek ve kimliği çoğu zaman saklı üstatlar, liderler, bilim adamları vb. vasıtasıyla beşeri evrim ve gelişimin belirli bir program üzere gerçekleşmesini sağladıklarını, çeşitli kaynaklar ifade etmektedirler. Bu yapıtla, Yeraltı Uygarlığı'na ilişkin, bazı Doğu ve Batı kaynaklarından alınan görüş, yorum ve bilgiler bir araya getirilmişler ve iddiasız olarak sunulmuşlardır. Ne var ki, Hakikâtler'in esas kendileri olmayan bu bilgiler, şimdilik hiç değilse, belirli bir önbilgi ve kavram oluşturmak bakımından önemlidir.
1. Bölüm - Tufan Öncesi Koloniler Alman yazar K.K. Doberer, "The Goldmakers" adlı kitabında şu düşünceyi belirtir: "Atlantis'in bilge kişilerinin görüşlerine göre büyük tehlikeden kaçmanın bir yolu da göç etmektir. Akdeniz üzerinden doğuya doğru ilerleyerek Asya topraklarına varıp DÜNYA'NIN DAMI'nda koloniler kurmaktı. (Himalayalar'da)" Bu, şaşırtıcı bir tahmin olmasına rağmen, belki de gerçeklerden pek uzak değildir. "İyi Kanun"un yüksek rahipleri ve prensleri kültür ve teknolojilerinin tüm meyveleri ile birlikte, yeryüzünün güvence içindeki uzak bir köşesine havadan nakledilmiş olabilirlerdi. İlimlerini, küçük, tümüyle tecrit edilmiş topluluklarda, akademilerimizce bile tahayyül edilemeyecek yüksekliklere değin gelişmiş olabilirlerdi. Görünürde fantastik olan bu kurama ağırlık kazandıracak kanıtlar mevcuttur.

Mahabharata Destanı'nda, göklerde uçakların uçtuğu ve kentler üzerine tahrip edici bombaların atıldığı eski bir devirden bahsolunur. Zalim savaşlar yapılmış ve kötülük serbestçe hükmetmiştir. Jeolojik tufandan az önce olanların muhtemel görüntüsünü eski yazıtlardan ve çoğu ırkların efsanelerinden faydalanarak yeniden kurabiliriz.

Kültürlerin sonunun geldiği ve insanlığın ilerleyişini tehlikeye girdiğini fark eden bir grup açık görüşlü filozof ve bilgin, dünyanın erişilmesi imkânsız bölgelerine çekilmeye karar verdiler. Dağlarda gizli yeraltı sığınakları inşa edildi. Himalayalar'daki saklı vadiler, uyanış meşalesini geleceğe ulaştıracak birkaç seçkin kişiye tahsis edilmişti.
a- Birleşmiş Milletler'ce Bilinmeyen Devlet: Okyanus, Atlantis'i kapladığı zaman bundan kurtulan koloniler, yıkılmış olan İmparatorluğun hatalarını tekrarlamaktan kaçınarak bir ütopya inşa etmek üzere ayakta bırakılmışlardı. Barbarlık ve cehaletten uzakta kalan bu topluluklar, tecrit olmakla korunarak geliştiler. Daha başından, dış dünya ile bütün teması kesmeye karar verilmişti. Hiçbir engelle rastlanmayan bilimleri gelişerek, Atlantis'in başarılarını geride bıraktı.

Bu anlatımlar, bir fantezi mi? Yine de, günümüzün bazı bilim adamları, şimdiden, gelebilecek bir atom afetine karşı yeraltı sığınakları ve hâtta yeraltı kentleri önermişlerdir. Kentlerin boşaltılması ve yeraltı kasabalarının inşa edilmesi, insanlığın devamlılığını garantiye almak için gösterilen çaba dahilinde sorumluluklarını anlayan bilim adamlarınca teklif edilen projelerdir. Eğer böyle bir plân bugünün bilim adamlarınca da düşünülüyorsa, insanlığın ahlâki çöküşü ve "Brahma'nın onbinlerce güneş gibi parlayan silahı"nın tehlikesi ile karşılaşıldığında Atlantis'in kültürel liderlerince buna benzer bir projenin önerilip gerçekleştirilmesi mümkün değil midir?

Unutulmuş bir devirde bir teknolojiye sahip olmuş güçlü bir devlet görüntüsü, aklı başında bilimsel düşüncenin çerçevesi içinde pekâlâ yer alabilir. Nükleer fiziğin öncülerinden Prof. Frederick Soddy, 1909'da, eskilerin bilimsel geleneklerinin, "dünyanın kaydolunmamış tarihindeki geçmiş birçok devirlerin birinden, bugün bizim yürümekte olduğumuz yolu önceden tamamlamış olan bir insanlık çağından kopup gelen bir yankı" olabileceğini söylemiştir. Bir medeniyetin ürünlerini, yıkıcı savaşların ve jeolojik afetlerin tehlikelerine karşı belirsiz bir süre boyunca koruyabilmek için, yeraltı sığınaklarından daha etkin bir şey olamaz.

İnsanın, bu gezegen üzerindeki yaşam hikayesinden birçok sayfa, Zaman'ın eli tarafından yırtılarak çıkarılmıştır. Ancak, efsaneler, ileri bir medeniyeti yok eden devasa bir afetten bahseder. Kurtulanların çoğu vahşilere dönüşmüştü. Sonradan, "İlâhi haberciler"ce rehabilite edilenler, ilkel durumlardan yükselerek bizim kendi kökenimin de dayandığı geçmiş tarihin uluslarını oluşturdular. "Güneş'in Çocukları"nın gizli topluluklarının nüfusu azdı, ama bilgileri çoktu Yüksek bilimleri sayesinde, bilhassa Asya'da, muazzam bir tüneller şebekesi kazdılar.

Tecrit edilme, bu kolonilerin ebedi kanunu olagelmiştir. Filozoflar, bilim adamları, şairler, ressamlar, yazarlar, din ve müzik ile uğraşanlar çabalarını sürdürmek üzere sakin bir ortama gerek duyarlar. Askerlerin ayak sesini, ya da pazaryerinden gelen bağırtılar işitmek istemezler. Çağlar boyunca, bilgeliklerini buna benzer olanlarla paylaşa geldiklerinden, hiç kimse bu filozofları egoistlikle suçlayamaz. Bu kopukluk, koruyucu niteliktedir. Bugün kaba kuvvet, ilk çağların zamanlarındaki kadar geçerli değil midir? Kaba kuvvet, teknolojik zırhı içinde belki daha da dehşetlidir. İnsanlığı Büyük Kardeşler'i (Elder Brothers), karlı tepeler arasındaki gizli vadilerde kaybolmuş ya da dağlardaki tünellerde saklanmış bir halde yaşarlar. Bu kolonilerin gerçekliği üzerine belirtiler, Hindistan , Amerika, Tibet, Rusya, Moğolistan gibi birbirilerinden bu kadar uzakta olan ülkeler ile dünyanın çeşitli bölgelerinden gelmektedir. Zamanın genişliği içinde, bu raporlar geçen 5000 yıl süresince ortaya çıkmıştır. Çeşitli ülkelerde yaşayan insanların hayalleri ile süslenmelerine rağmen gerçeğin tohumlarını taşıdılar.

Elli yıl kadar önce, Fransız Akademisi'nden Dr. Fredinand Ossendowski, kendisine Prens Chultun Beyli ve onun Lama'sı tarafından Moğolistan'da anlatılan tuhaf bir hikayeden bahsetmiştir. Bu görüşe göre, önceleri Atlantik ve Pasifik Okyanusu'nda iki kıta bulunuyordu. Bu kıtalar denizin dibine çöktüğünde buralarda yaşayanlardan bazıları muazzam yeraltı sığınaklarına kaçtılar. Bu mağaralar, tarih öncesi insanlığın kaybolmuş halkına hayat veren ve bitkilerin büyümesini sağlayan acayip bir ışıkla kaplıdır. Bu ırk, bilimin en yüksek düzeyine ulaşmıştır.

Polonyalı bilgin, Agharta'nın yeraltı halkının büyük teknik aşamalara ulaştıklarını belirtir. Asya'daki devasa tünel şebekesinin içinde, yüksek hızda yol alan olağandışı araçlara sahiptirler. Diğer gezegenlerdeki yaşam üzerine çalışmalar yapılmıştır. Ancak, en büyük başarılarını zihin konusunda elde etmişlerdir.

Meşhur kâşif ve ressam Nicholas Roerich'e, Çin Türkistan'ı ve Sinkiang'taki gezileri sırasında uzun yeraltı koridorları gösterilmiştir. Yerel sakinler ona, kasabalarda alış veriş yapmak için tünellerden dışarı çıkan tuhaf insanlardan bahsettiler. Onlara, aldıklarının karşılığını kimsenin teşhis edemediği eski paralarla ödemişlerdi. Roerich, 1935'te Çin'deki Kalgan yakınlarında Tsagan Kure'de konaklarken, "The Guardians" (Gözeticiler) adlı bir makale yazdı. Bu yazıda, eğer çölün ortasında boşluktan çıkıyormuşçasına gizemli adamlar beliriyorsa, bunlar bir yeraltı geçidinden çıkmış olamaz mı, diye soruyor. Nicholas Roerich, bu gizemli ziyaretçiler hakkına Moğollara danıştığında ona birçok ilginç hususlar açıklamışlardır. Yabancılar, arada bir at sırtında geliyorlar ve ortalığı fazla meraklandırmamak için tüccar, sığırtmaç ve asker gibi giyiniyorlardı. Moğollara hediyeler vermişlerdi.

Uluslararası bir şöhrete sahip olan ve hem araştırmacı, hem de ressam olarak başarılı sayılan bir kişinin tanıklığı hafifçe geçiştirilemez. Andrew Tomas, bu kâşifle 1935 yılı seferinden sonra Şangay'da karşılaşma bahtiyarlığına ermiştir. Burada belirtmeliyiz ki, 1926'da Prof. Roerich ve heyetindeki üyeler, Karakum Dağları'nın üzerlerinde parlak bir disk izlemişlerdir. Güneşli bir sabahleyin ve üç kuvvetli dürbünle objeyi net bir şekilde gözlediler. Sonra, bu oval araç aniden yönünü değiştirir. Kırk yıl önce Orta Asya'da ne uçak, ne de balon vardı. Bu, tarih öncesi bir koloniden gelen bir uçan araç mıydı?

Roerich Heyeti, Karakurum Geçidi'nden geçerken yerli rehberlerden biri kendisine, dağların içlerindeki gizli girişlerden ortaya çıkan uzun boylu, beyaz tenli adam ve kadınlardan bahsetmişti. Bunlar, meşalelerinin ışığı altında karanlıkta görülmüşlerdi. Rehberlerden birinin söylediğine göre, bu gizemli dağ insanları gezginlere de yardım etmişlerdir. Tibet kâşifi Madam A. Davit-Neel, yazılarında Tibetli bir şairden söz eder. Denildiğine göre bu şair, Çin'in Çinhai eyaletinin boş çölleri ile dağlarının bir yerinde bulunan "tanrıların yurdu" na ulaşan yolu bilmekteydi. Bir keresinde, Madam David-Neel'e, bu yerden mavi renkte bir yaz çiçeği getirmişti. Halbuki David-Neel'in bulunduğu bölgede ısı -20 dereceydi ve Dichu Nehri180 cm'ye kadar donmuştu.

b- Kuzey Şamballa 1920'lerde bir Şangay gazetesinde, Dr. Lao-Tsin'in bir ütopya peşinden Orta Asya'ya yaptığı seyahat üzerine yazdığı bir makale yayımlandı. Doktor, James Hilton'un "Lost Horizon" (Kaybolan Ufuk) adlı romanının yayımlanmasından önceki bir tarihe rastlayan bu renkli hikayesinde; Nepal'li bir Yogi ile Tibet'in yaylalarına yaptığı tehlikeli geziyi anlatır. İki gezgin, boş bir dağlık bölgede, keskin kuzey rüzgarlarından korunmuş ve çevresine nazaran daha ılıman bir iklime sahip, saklı bir vadi bulurlar. Dr. Lao-Tsin, "Şamballa Kulesi" nden ve merakını uyandıran laboratuarlardan bahsediyordu. İki gezgin, vadide yaşayanların büyük bilimsel aşamalar yaptıklarını görmüşler, uzun mesafeler dahilinde yapılan olağandışı telepati deneylerini de seyretmişlerdir. Eğer, her şeyi açıklamamak üzere burada yaşayanlara verilmiş herhangi bir sözü olmasaydı, Çinli doktor, vadide geçirdiği günler hakkında daha çok şeyler anlatabilirdi. Doğu'nun Kuzey Şamballa tradisyonuna göre, Orta Asya'da şimdi sadece tuz gölleri ile kumların bulunduğu yerde bir zamanlar muazzam bir deniz mevcuttu. Bu denizin, şimdi geriye dağlardan başka hiçbir şeyin kalmadığı bir adası vardı. O uzak devirlerde büyük bir olay meydana geldi:

"Ateş'in Çocukları'nın, Venüs'ten gelen Alev Senyörleri'nin arabası, püsküren alevden dilleri ile göğü dolduran korlaşmış ateş kütlelerince çevrili olarak, ölçülmeyecek yüksekliklerden hızlı düşüşün görkemli kükreyişi ile göksel mekanların içinden yeryüzüne doğru parladı; Gobi Denizi'nin sinesinde gülümseyerek uzanan Beyaz Ada'nın (White Island) üzerinde asılı kalarak durdu."

Sibirya, Tunguska'da 1908'de yere çakılan kozmik uzay gemisi olayının zamanımıza yarattığı tartışmanın çerçevesi içinde bu Sanskrit metinin ciddi olarak incelemeliyiz.

Şamballa, Tibet ve Moğolistan folkloru ile şarkılarında, en yüksek dereceden bir realite biçimine dönüşene kadar yüceltilmiştir. Nicholas Roerich, Orta Asya'daki bir sefer gezisi sırasında, Şamballa'nın üç ileri sınır noktasından biri olarak kabul edilen beyaz bir sınır boyu mevkiine rastladı. Lamalık'ta Şamballa inancını ne kadar kuvvetli olduğunu göstermek için, Roerich'le konuşan Tibetli bir rahibin sözlerini aktaralım: "Şamballa halkı zaman zaman dünyaya çıkar. Şamballa'nın, dünya ortamında yaşayan ortakları ile buluşurlar. İnsanlığın iyiliği için dışarıya kıymetli hediyeler, harikulâde emanetler gönderirler." Csoma dö Köros (1784-1842), Tibet'teki Budizm geleneklerini inceledikten sonra Şamballa ülkesini Siri Derya Nehri'nin ötesinde, 45 ile 52 derece kuzey paralelleri arasında yerleştirmiştir. Belçika, Antwep'te yayımlanan bir 17. yüzyıl haritasının Şamballa ülkesini göstermesi dikkate değer bir husustur. Peder Stephen Cacella gibi Orta Asya'daki ilk Cizvit gezginleri, "Zembala" adında bilinmeyen bir bölgenin varlığını kayıtlarına geçirmişlerdir.

Albay N.M. Prjevalsky ve Dr. A.H. Frank gibi kâşifler, çalışmalarında Şamballa'dan bahsederler. Eski bir Tibet kitabı olan "Then Path to Shambhala" nın ("Şamballa'ya Giden Yol"), Prof. Grünwedel'ce yapılan tercümesi ilginç bir dokümandır. Ancak, coğrafi işaretler sanki bir amaçla belirsiz hale getirilmişlerdir. Yerlerin ve manastırların eski ve yeni isimler ile onlar, tamamen aşina olmayan birinin işine yaramazlar. Koloniler hakkında gerçekten bilgisi olanlar, Gözeticiler'in insanlık üzerine çalışmalarını engellememek için nerede olduklarını hiçbir zaman açıklamayacaklardır. Ayrıca, Doğu edebiyatı ve folklorunda bu yerlere yapılan atıflar, değişik bölgelerdeki topluluklardan bahsettikleri için bazen çelişkiye düşmüş gibi görünürler.

Andrew Tomas, bu konuyu birçok yıllar inceledikten sonra bu bölümü Himalayalar'da yazmıştır. Kendisine göre, "Şamballa" adı, Gobi'deki Beyaz ada'yı, Asya ve diğer yerlerdeki saklı vadiler ile tünelleri ve daha birçok şeyi kapsar. Taoizm'in kurucusu Lao Tse (İ.Ö. 6. Yy), "batı tanrıçası" olan His Wang Mu'nun yurdunu aramış ve bulmuştu. Taoist gelenek, tanrıçanın binlerce yıl önce bir ölümlü olduğunu doğrulamaktadır. Tanrıça, "ilahi" olduktan sonra, Kun Lun Dağları'nda inzivaya çekilir. Çinli rahipler, rehbersiz gezginlere geçit vermeyen muhteşem güzellikteki bir vadinin mevcudiyeti üzerine ısrar etmektedirler. Kun Lun Dağları'ndaki bu vadi, bir cinler topluluğuna hükmeden His Wang Mu'nun yurdudur. Bunlar, dünyanın en büyük bilim adamları olabilirler.

Bu görüş açısından bakıldığında, Roerich Heyeti tarafından (Kun Lun Dağları'nın bir uzantısı olan) Karakurum Dağları üzerinde acayip bir uçan aracın görünmesi oldukça anlamlıdır. Bu acayip disk, "tanrılar" a ait bir uçak olabilir, ya da uzay hangarından gelmiş olabilir.

Şimdiye kadar söylenenlerden anlaşılacağı gibi, gizli topluluklarda yaşayanlarla temas kurmanın zorluğu açıkça bellidir. Yine de bu karşılaşmalar, kayda geçirenlerden çok daha sık olagelmiştir. Kayıtların bulunmaması, bu eski kolonilerin ziyaretçilerinin, haklı nedenlerle, kaçınılmaz bir gizli yemini etmeye bırakılmaları ile açıklanabilir. "Mahatma" lar, Kadim Bilim'in bekçileri ve Çağlar'ın Hazinesi'nin gözeticileri olduklarından; değişiklik meraklıları, hazine avcıları, ya da şüpheciler tarafından rahatsız edilmek istemezler.

Mahatmalar'ın, insanlığa yardım faaliyetlerinin kapsamını aydınlatıcı bir biçimde özetleyen mektupların birinden aktarma yapmak yerinde olacaktır:

"Sayısız kuşaklarca üstatlar, yalçın kayalıklardan oluşan bir mabed, devasa bir Sonsuz Düşünce Kulesi inşa etmişlerdir. Burada 'Titan' yaşamıştır ve daha gerekirse tek başına yaşayacak, buradan ancak her devrenin sonunda, kendisiyle birlikte çalışmak ve sırası geldiğinde boş inançlı insanları aydınlatmak için insanlığın seçkin kişilerini davet etmek üzere çıkacaktır."

Temmuz 1881'de Mahatma Koot Humi böyle yazmıştır. Evrim yolundaki büyüklerimizin, "İyi Kanun" un takipçileri kişilerin Atlantis'ten göçlerini emretmiş olmaları çok muhtemeldir. Atlantis'in görkemli günlerinde ulaştığı tüm maddesel ve spiritüel aşamalar halâ daha gizli kolonilerde muhafaza ediliyor olabilirler. Bu ufacık Cumhuriyet, Birleşmiş Milletler Organizasyonu'nda temsil edilmemesine rağmen, Dünya gezegenindeki tek kalıcı devlet ve kayalar kadar eski bir bilimin bekçisi olabilir. Şüpheciler şunu unutmamalıdırlar ki Mahatmalar'ın Mesajları, belirli bazı hükümetlerin devlet arşivlerinde halâ korunmaktadırlar.

Rus folklorunda, içinde hakkaniyetin hükmettiği Kitezh yeraltı kentine dair bir efsane vardır. Çar hükümetince mahkûm edilen İhtiyar İnançlılar (Old Believers) bu Vaat edilmiş Ülke'yi aramışlardı. Gençler, "Nerede bulunacak?" diye sorduklarında ihtiyarlar, "Batu yolunu izleyin", diye karşılık verdiler. Tatar fatihi Batu Han, batıya doğru ilerleyişine Moğolistan'dan başlamıştı. Bu yön, ütopyanın Orta Asya'da bulunacağını belirtiyordu.

Efsanenin diğer bir çeşitlemesinde de Rusya'daki Sveltloyar Gölü belirliyordu. Ancak, gölün dibi taranıp da bir şey bulunamayınca bu iddianın aslı olmadığı anlaşıldı. Kitezh geleneğini Kuzey Şamballa geleneği ile birlikte ele almak gerekir. Aynı şeyi Belovodye Destanı için de söyleyebiliriz.

Rus Coğrafya Derneği'nin 1903 yılı Dergisi'nde Korolenko'nun yazdığı, "Ural Kazakları'nın Belovodye Krallığı'na Yaptıkları Yolculuk" adında bir makale vardır. Aynı şekilde, 1916'da Batı Sibirya Coğrafya Derneği de Belosliudov'un "Belovodye Tarihi'ne" başlıklı bir yazısını yayımladı.

Bilimsel kuruluşlarca sunulan bu makalelerin her ikisi de oldukça ilginçtir. Rusya'daki "Starover" ya da İhtiyar İnaçlılar arasında süregelen tuhaf bir tradisyonda bahsederler. Buna göre, "Belovodye" ya da "Belogorye" -Beyaz Sular'ın ve Beyaz Dağlar'ın ülkesi- diye bir yerde dünyasal bir cennet mevcuttur. Şunu da unutmayalım ki Kuzey Şamballa, Beyaz Ada (White Island) üzerine kurulmuştu.

Bu hayalet krallığın coğrafi konumu, ilk anda edinilen izlenimdeki kadar belirsiz olmayabilir. Orta Asya'da, bazılarının korumakta olduğu, beyaz bir tabaka ile kaplı birçok tuz gölü vardır. Chang Tang ile Kun Lun Dağları'nın tepeleri de karla kaplıdır

Nicholas Roerich'in Altay Dağları'nda edindiği bilgiye göre, büyük göllerin ve yüksek dağların ötesinde bir "gizli vadi" mevcuttu. Birçok kişinin Belovodye'ye ulaşmak için çabalamasına rağmen, başaramadıklarından söz ediliyordu. Ancak, aradıklarını bulan bazı kişiler, kısa bir süre için orda kalmışlardı. 19. yüzyılda, iki adam bu ütopyaya ulaştılar ve geçici olarak orada yaşadılar. Döndüklerinde, kaybolmuş koloni hakkında harikalardan bahsettiler, ama "diğer harikalardan söz etmelerine izin verilmemişti."

Bu hikâyenin, daha önce anlattığımız Dr. Lao-Tsin'inki ile birçok ortak noktası olduğu görülüyor. Roerich'in bu toplulukların birinden manastırına dönmekte olan bir lama hakkındaki hikâyesinden, bu gizli yerleşim merkezlerindekilerin bilime yönelik kişiler oldukları sonucunu çıkarabiliriz. Bu keşiş, dar bir yeraltı geçidinde kusursuz yetiştirilmiş bir koyunu taşımakta olan iki adama rastlar. Hayvan'ın, gizli vadide uygulanan bilimsel üretme için kullanıldığını
anlaşılmaktadır.

Misyonerlerin, 19. yüzyıldan kalan ve Çin imparatorlarının kritik zamanlarında akıl danışmak üzere "Dağların Cinleri" ne (Genii of the Mountains") temsilciler gönderdiklerini teyit eden nadide raporları Vatikan Arşivleri'nde korunmaktadır. Bu dokümanlar, Çinli diplomatların nereye gittiklerini belirtmeseler dahi, sadece Chang Tang, Kn Lun ya da Himalayalar''a gitmiş olabilirlerdi.

Katolik misyonerlerin bu kayıtları (ve Monseigneur Delaplace'nin yazdığı "Annales de la Propagation de la Foi"), Çinli bilgelerin Çin'in geçit vermeyen bölgelerinde yaşayan insanüstü varlıklara inandıklarını gösterir. Kayıtlardaki tariflere göre "Çin Koruyucuları" ("Protectors of China") görünüşte insana benzer ama fizyolojik olarak bizlerden farklıdırlar.
c- Kutsal Dağlar ve Kayıp Kentler Dünya üzerindeki birçok dağın "tanrılar" ın yurdu oldukları düşünülür. Bu, bilhassa Hindistan için geçerlidir. Hindular, Nanda Devi, Kailas, Kançencanga ve diğer birçok yüksek tepenin ilahî anlam taşıdıklarına inanırlar. Onlara göre dağlar tanrıların yaşam mekânlarıdır. Dahası, sadece tepeleri değil, dağların içlerini de kutsal sayarlar. Şiva'nın tahtının Kailas (Kang rimpoche) Dağı'nda olduğunu söylenir. Ayrıca, Kançencanga üzerine Şiva'nın gökten indiği de kabul edilir. Tanrıça Lakshmi'nin ise, Şiva'nın aksine, bu tepeden cennete yükseldiğine inanılır. Bu efsanelerin analizi sonucunda kişi, insanların arasından tanrıların yaşadığı zamana ait geçmiş bir devirde, iki yönlü bir hava ya da uzay trafiği sürdüğü izlemine kapılıyor.

Medeniyetin ilk ışıklarının ağarmasıyla birlikte, insanlığın vahşetten kurtulmasından bu yana iyilik sever, güçlü tanrılara karşı bir inanç belirdi. Dünyanın belirli bölgeleri ve göklerdeki yaşam yerleri bu uzaylı varlıklara atfedildi. Eski Yunanistan'da, Parnas ve Olimpos Dağları'nın tanrıların tahtları olduğu düşünülürdü. Mahabharata'ya göre, Asuralar göklerde yaşarken Paulomalar ve Kalakanjalar, uzayda yüzmekte olan altın kent Hiranyapura'da yerleşmişlerdi. Aynı zamanda, Asuralar'ın yeraltı sarayları da vardı. Uçan yaratıklar Nagalar ve Garudalar'ın da buna benzer yeraltı yaşam merkezleri mevcuttu. Acaba bu efsaneler, alegorik anlamda uzay platformları, kozmik uçuşlar ve dünyadaki uzay hangarlarından mı bahsediyorlar.

Puranalar, Uzay Boyutları'nın Ataları (The Ancients of Space Dimensions) olan "Sanakadikalar" dan söz eder. Geçmiş zamanlarda uzay gezilerinin yapılmış olması ihtimalini kabul etmezsek bu varlıklar bir gizem olarak kalacaklardır. Astronomi olmadan yıldızlararası ulaşım imkânsız olduğuna göre, Atala'nın (yoksa "Atlan" mı?) idarecilerinden Maya'nın, astronomiyi güneş-tanrı'dan almış olduğunu belirten Surya Siddhanta, sanki bu bilgin kişinin, kozmik bir köke bağlı olduğunu ima eder.

Tanrılar; Yunanlı, Mısırlı ya da Hintli de olsalar, istisnasız olarak insana işe yarar bilgiler veren ve kritik anlarda onu uyaran velinimet olarak görünürler. Hint metinleri, dünyanın merkezi olan Meru Dağı'ndan söz ederler. Bu dağ bir yandan Tibet'teki Kailes Dağı ile tanımlanırken, diğer yandan dünyadan 411, 000 mil yüksekliğe ulaştığı da söylenir. Yoksa, Kailas Dağı, Atlantis'in son afetle yok olmasından önceki tarihlerde dahi mevcut olan ve uzaya açılan bir geçit midir?
d- Shasta Dağı ve Esrarengiz Kızılderililer:
Belirli dağlarda yaşamakta olan üstün varlıklara ait hikâyeler çok yaygındır. Kuzey-batı Pasifiğin Amerikan Kızılderili mitolojilerinde Kaliforniya'daki Sahsta Dağı önemli bir yer tutar. Efsanelerden biri, Tufan'dan söz etmektedir. Eski kahramanlardan Çakal'ın (Coyote) kendini kurtarmak için nasıl Shasta Dağı'nın tepesine kaçtığı anlatılır. Arkasından yükselen su, zirveye ulaşmaz. Çakal, kuru kalan tek yer olan tepelerde bir ateş yakar. Tufan yatışınca da afetten sağ çıkan birkaç kişiye ateşi getirir ve onların kültürel kahramanı olur

Bu efsanelerde ayrıca, Uzay-Ruhları'nın Şefi 'nin (Chief of the Sky-Spirits) ailesi ile birlikte Shasta Dağı üzerine indirdiği, eski zamanlardan bahsedilir. Dünyalı insanların, Uzaylılar'ın yaşam yerlerine yaptıkları ziyaretlerden de söz edilmektedir.

Shasta Dağı efsaneleri Büyük Tufan, astronotlar ya da havacıların dünyaya inişi ve dağın içinde yeraltı sığınaklarının tesisi gibi geçmişteki gerçek olaylara dayanıyor olabilir. Dahası, bu koloni halâ yaşıyor olabilir. Bu varsayımı destekleyen kanıtlar mevcuttur.

Geçen yüzyılın ortasında, Kaliforniya'daki Altına Hücum günlerinden sonra, maden araştırmacıları, Shasta Dağı'nın üzerinde görülen gizemli parıltılardan söz ettiler. Bunlar bazen açık havada oluştuklarından, yıldırımla bir ilişkileri olamazdı. O zamanlar henüz ülkede elektrik bulunmadığından, bu parıltıların elektrikle açıklanması da düşünülemezdi. Daha yakın zamanlarda ise, Shasta Dağı üzerinde, arabaların ateşleme tertibatlarında, görünürde bir neden olmadan ortaya çıkan arızaların söz konusu olduğunu görüyoruz.

1931'de Shasta Dağı'nda bir orman yangını çıktığı sırada, gizemli bir sis belirmiş ve yangının yayılmasına engel olmuştu. Yangının yarattığı zararın sınır çizgisi yıllar boyunca izlenebildi. Merkezi bölge çevresinde tam bir eğri çiziyordu. 1932'de Los Angeles Times tarafından tuhaf bir makale yayımlandı. Yazarı Edward Lanser'in iddiasına göre, Shasta Dağı çevresinde yaşayanlarla yaptığı görüşmelerin sonucunda, dağın üzerinde ya da içinde acayip bir topluluğun mevcut olduğunun yıllardır bilindiği gerçeği ortaya çıkmıştı. Hayalet kasabada yaşayanlar, kısa kesilmiş saçları ve alınlarını çevreleyen bantları ile beyaz tenli, uzun boyunlu, asil görünüşte kimselerdi. Uzun, beyaz elbiseler giymişlerdi. Tüccarların dediğine göre, bu adamlar nadiren dükkânlarına gelirler, aldıklarının karşılığını her zaman malların değerini bol bol geçen altın külçeleri ile öderlerdi. Shastalılar, ormanda gördüklerinde ya kaçarak ya da birden ortadan kaybolarak temas kurmaktan kaçınmışlardır. Dağın eteklerinde Shastalılar'a ait acayip sığırlar belirmiştir. Amerika'da bilinen hayvanların hiçbirine benzemiyorlardı. Shasta Dağı bölgesinin üzerinde, rokete benzer hava gemilerinin gözlenmiş olması muammayı daha da arttırmaktadır. Bunlar kanatsız ve gürültüsüzdüler. Bazen, Pasifik Okyanusu'na dalarak gemi ya da denizaltı gibi denizde yollarına devam ettikleri de oluyordu.

Eski Kızılderili efsanelerinin bahsettiği gibi dağın göbeğinde, Uzaylılar'a ait bir sığınak var mıdır? Bunlar, gerçekten, tüm gezegeni kaplayan bir tufandan, uçan araçlarıyla mı kaçmışlardır?

Buna benzer gizli toplulukların Meksika'da da bulunması muhtemeldir. Harold T. Wilkins "Mysteries of Ancient South America" ("Kadim Güney Amerika'nın Gizemleri") adlı kitabında, Kızılderililer'le mal değiş tokuşu yapan, bilinmeyen bir Meksika halkından bahseder. Bunların, kaybolmuş bir orman kentinden geldikleri sanılmaktadır.

Roerich'in kayıtlarında, dağlardan gelip Sinkiang'da alış veriş yapan ve karşılığını eski altın paralarla ödeyen gizemli adam ve kadınların bahsi geçer. Kaliforniya, Meksika ve Türkistan, birbirinden oldukça uzak yerler, ama yine de acayip kişiler hakkındaki hikâyelerin birçok ortak noktaları var gibi.

L. Taylor Hansen, "He Walked the Americas" ("Amerika Kıtalarının Yürüyerek Geçti") adlı kitabında, yıllar önce özel uçaklarıyla Yıkatan Cangılı üzerinde uçmakta olan Amerikalı bir çiftten söz eder. Yakıtları tükenince mecburen inişe geçerler, havadan gözlenmeye karşı kamufle edilmiş gizli bir Maya kentine rastlarlar.

Mayalar, kökeni hiç şüphesiz Atlantis'e dayanan saygıdeğer kültürlerini korumak üzere, dış dünyadan tamamiyle tecrit edilmiş bir halde, geçmişin ihtişamı içinde yaşamaktadır. Amerikalı çift, kentlerinin yerini açıklamayacaklarına dair Mayalara söz verirler; uzun bir süre Yutakan'da kaldıktan sonra, Meksika'nın gizli halkının ahlâkî ve entelektüel düzeyi üzerine oldukça övücü izlenimlerle birlikte Amerika Birleşik Devletleri'ne dönerler.

Tanınmış Amerikalı arkeolog J. L. Stephens "Incidents of Travel in Central America, Chiapas and Yucatan" ("orta Amerika, Çiapalar ve Yukatan Gezilerinden Olaylar") adlı kitabında, bir İspanyol rahibin 1838-9'da Cordillera Dağları'nda gördüklerinin hikâyesini aktarır:

"Büyük bir kent geniş bir mekana yayılıyor, içindeki beyaz kuleler güneşte parıldıyordu. Geleneklere göre, beyaz tenli insanlar arasında bu kente ulaşan hiç olmadığı gibi, yerliler Maya diliyle konuşmakta, tüm topraklarının yabancıların eline geçtiğini bilmekte ve arazilerine girmeye kalkan beyaz adamları öldürmektedirler. Paraları, atlar, sığırları, katırları ya da evcil hayvanları yoktur."

İspanyol işgalciler, içlerinde muazzam hazine ve malzeme depolarının bulunduğu cangılda saklı olan ileri sınır üslerine ait Aztek tradisyonunu kayıtlara geçirmişlerdi. İşgalciler Meksika'ya ayak bastıkları zaman, bu yedek üsler hakkındaki bilgi, hemen hemen tamamiyle unutulmuş bulunuyordu. Verrill'in yazdığına göre, "Bu 'kaybolmuş kentler'den herhangi bir tanesini keşfeden birinin bulunmaması, bunların mevcut olmadığı ya da zamanımızda var olmayacakları anlamına gelmez." Peru ve Bolivya'nın Quecua Kızılderilileri, And Dağları'nın içindeki yaygın bir yeraltı tünel şebekesinden bahsederler. İnka öncesi üstat inşaatçıların, mühendislik alanındaki olağandışı başarılarını düşünürsek, bu hikâyeler gerçek olabilir. Albay P.H. Fawcett, Atlantis gerçeğini ispat edebileceğine inandığı kaybolmuş bir kent ararken hayatını feda etmişti. Güney Amerika'daki bu çeşit bir kentin yıkıntılarını gördüğünü söylüyordu.

Bu geleneksel inançlardan bazıları, bizi Atlantisliler'in ve Hattâ belki de daha önceki ırkların neslinden gelenlerin kolonilerine ulaştırabileceğinden; kaybolmuş kentler, kutsal dağlar, saklı vadiler ve tünellere ait efsaneler hiçbir önyargı olmadan incelenmelidir.
 

MURATS44

Özel Üye
Agarta Yeraltı Devleti, EK BÖLÜM

Agarta Yeraltı Devleti, EK BÖLÜM

a - Bilinmeyen Üstatların Bir İnisiyesi Robert Charroux:

Robert Charroux "Mysterious Unknown" adlı kitabın biricik yazarı değildir. Onun yazdığı, araştırmayı yürüttüğü malzemeyi seçtiği ve planladığı, temellerini attığı, iddialarının tartışılmasını yapıldığı gerçektir. Orijinal ve yayımlanmamış dokümanların peşinden dünya arşivlerini taramıştır. Ancak birçok yardımcısı da olmuştur.

Beraber çalıştığı bu kişilerin bazıları olağanın çok ötesindedirler. Kendisi, aralarından bazılarının Dünya'nın bilinmeyen Efendileri olabileceği yücelmiş Varlıklar'ca eğitilmiştir. Ona azar azar öğretmişler, evvelce belirlenmiş bir planı uygularcasına sırların bir bir açıklamışlardır.

Örneğin, "Melekler'in Efendisi" (Master of Angels) bir efsane değildir. Gerçekten vardır ve Fransa'da yaşamaktadır. Fakat, isminin yayımlanmasını arzu etmemektedir.

Yüksek Rahip Anubis Schenouda, bir Mısırlı inisiyedir. Robert Charroux, kesin olarak sadece en yüksek derecelerden birkaç üstadın öğrenmeye hak kazandığı belirli açıklamalara muhatap olan tek kişidir. Niçin? Üstad, kendi nedenlerini söylemektedir.

Daha da tuhafı sadece C.P. baş harfleri ile belirtebileceğimiz "Hint Gizemleri" ne inisiye olanlar'ın Koleji'nden bilinmeyen Üstadlar, öbür dünyadan arkadaşımıza yardım ederek ona, içeriği zengin fikirler telkin etmektedirler. Bir C. P. sözcüsü şöyle demektedir:

"Biz, Robert Charroux'a görevinde yön vermek üzere Dünya'nın Efendisi'nce atandık. Kendisinin imanlı olup olmaması önemli değildir. Bilinçli olarak aramasına gerek kalmadan bazı şeyler ona gelecektir..." Guy Tarade ve Andre Millou gibi diğer Arayanlar'ı da yöneten, Nis'teki "Medeniyetin Bilinmeyen Öğelerini Araştırma ve Çalışma Merkezi" (CEREIC), arşivlerini Robert Chamoux'un emrine vermiştir . Ayrıca, gezegenimizin ötesindeki Üstadlar'ın bir temsilcisi olduğu söylenen Mn. Y. ve "İnka Güneş Dini"ni (Inca Religion of the Sun) tekrar tesis eden Gregori B. gibi bazı hakikî Drüidler, bu kitabın yazarından Üst'lerine övünerek bahsetmişlerdir. Robert Charroux onların kardeşlik cemiyetinin bir üyesi olmadığına göre, bu husus daha da önem kazanmaktadır .

Robert Charroux'un, Spritüel bir uyanışı desteklemeye yardımcı olması gereken buluşlarına yeni bir malzeme eklemek için yardım edenler İşte böylesine işbirliği yapan kişilerdir.

b - Villeneuve Üstadı

İnisiyasyon tek bir Üstad'ın ayrıcalığı değildir. Rose Croix Derneği'nce yayınlanan bilgiye göre tüm Üstadlar, -Üstadlar'ın Üstadı- Maha tarafından idare edilen merkezi bir Yüksek İnisiyeler örgütünce denetlenir. Maha'nın, Paris, Kahire, Bombay, Pondicherry'de ve Meru Dağı ile Asgard gizli mabetlerinde çalışan bütün İnisiyeler'in en yükseği olduğuna inanılmaktadır.

Fransa'da, en meşhurları Rose Croix'inki olmak üzere muhtelif inisiyasyon merkezleri tesis edilmiştir. 15. yüzyıldan beri, -aslında, insanlığın var oluşundan beri- Büyük Atalarımız'ın sırlarını naklede gelen Rose Croix Üyeleri, Bilinmeyen Üstadlar'ın en yüksek Meclisi'ni oluşturmuşlardır.

Fransız Rose Croix'in Başı olan Raymond Bernard, Avrupa'da en yüksek Elçi ve Fransızca konuşulan tüm ülkelerde Büyük Üstad'dır. Onun üstünde Rose Croix'in Başkanı (İmparator) Dr. Ralph Lewis vardır. Hatta, başkan'ın da üstünde, başlarındaki Maha ile birlikte Bilinmeyen Üstler(=Unknown Superiors) bulunmaktadır.
c - İstanbul'daki Agarta Toplantısı "Villeneuve Üstadı", 24 Aralık 1966'da İstanbul'da Bilinmeyen Üstler'le buluştu. Kendisi bu görüşmeyi sınırlı bir yayında anlatmıştır. Ya da, daha doğrusu, açıklaması için Bilinmeyen Üstler'ce kendisine izin verilenleri yayımlamıştır.

Kitabın adı "Tasavvur Olunamazla Karşılaşma"dır (Meeting with the Inconceivable). Bu kitap, yüzyıllarca, insanların bahsettiği "Görünmeyen"in, şarlatanlar ve hayalperestlerin icadı olmadığını kesinlikle ispat ettiği için çok önemli bir çalışmadır.

Villeneuve Üstadı'nın anlattığına göre kendisi, Saint Yves d'Alveydre gibi, belirli açıklamalar yapmaya izinlidir. d'Alveydre'nin bahsettiği Agarta adı değiştirilmiştir ve Yüksek Meclis'in (High Council) kendi içinde, tarihin ve zamanın hızlanmasıyla uyumlu hale getirilmesi için bazı ufak değişiklikler meydana gelmektedir. Agarta'nın yeni adı sadece "belirli birkaç kişi"ye bildirilebilir.

Yüksek Meclis, "bu dünyanın evrimi içinde ulaşacağı en yüksek noktayı" bilen 12 büyük üstattan oluşmaktadır. Bu kişiler, günümüzün politikasını etkileyecek bir durumda olmalarına rağmen bizler yine de özgür irade sahibiyizdir. Bütün bu 12 kişinin üzerinde, daha da yüksek bir düzeyde üstün bir hiyerarşi içindeki "Görünmeyen Varlıklar" yer alırlar. Villeneuve Üstadı kitabında ayrıca, Bilinmeyen Üstler'in, diğerleri arasında, Robert Charroux'un çalışmalarını da okuduklarını açıklamaktadır. Bu yazarlar hakkında şunları söylemektedir:

"Bu kişiler tarafından değerli çalışmalar yapılmıştır. Sorunlar iyi takdim edilmiş ve cevaplar her ne kadar verilmemişse de ima edilmişlerdir. Bu alanda, çağdaş yazarlar arasında, Robert Charroux en yüksek düzeydedir."
 

MURATS44

Özel Üye
Agarta Yer Altı Şehirlerinin Çıkış Noktaları

http://greyfalcon.us/pictures/hohle2.jpg

Agarta Yer Altı Şehirlerinin Çıkış Noktaları
  1. Kentucky Mommoth Mağaraları, Kentucky'in Güney Merkezi, USA.
  2. Manaus, Brezilya.
  3. Mato Grosso, Brezilya - City of Posid
  4. Igua Şelaleri, Brezilya & Arjantin
  5. Epomeo Dağı, Italya.
  6. Himalayan Dağları, Tibet - Shonshe'nin yeraltı şehrine giriş, Hindu keşişleri tarafından iddia edilir.
  7. Mongolia - Shingwa'nın yeraltı şehri, Moğolistan sınırı altına ve bir iddiaya göre Çin'de
  8. Rama, India - Yüzey şehrinin altına, uzun kayıp bir Neous şehridir, Rama diye adlandırılmıştır.
  9. Giza Piramitleri.
  10. King Solomon's Mines (kitap ya da film olması gerekiyor, bu listede bir işi yok da yine de kalsın..)
  11. Kuzey & Güney Kutuplarındaki Bazı Yerler
  12. Shasta Dağı, California - Telos'un Agharthean şehri, iddiaya göre bu dağın altındadır..
  13. Dero Mağaraları - Atlantik'te..
Söylenenlere göre Ege Denizinin altında bir kütüphaneleri bile vardır.
 

MURATS44

Özel Üye
Agarta'nın ‘Yeryüzündeki' Adresleri ve Tasavvur Olunmazla Karşılaşma

Agarta'nın ‘Yeryüzündeki' Adresleri ve Tasavvur Olunmazla Karşılaşma
Agarta'nın merkezi ve Agartalıların evi olarak yoğun söylencelerle dile getirilen coğrafi mekanların başında “Kuzey Kutbu” geliyor. Esasen Agarta'nın bir yer altı ve tünel uygarlığı olduğu en bilinen nokta. Bu yüzden Agarta ismi duyulduğu günden bu yana, bu gizemli “uygarlığın” yeryüzüne açılan, kimine göre 7 kimine göre 4 kapısı hep aranıyor. Bu “adresler” konusunda çeşitli tevatürler olmakla beraber, şu ana kadar herhangi bir Agarta kapısı çalınmış değil.
1. Kapı 2007 yılının Ağustos ayının üçüncü günü, yani neredeyse bir yıl önce, yani bugün Ergenekon Soruşturması olarak anılan, Ümraniye'de bombaların bulunduğu 12 Haziran 2007 tarihinden 1.5 ay kadar sonra gazetelerde yer alan bir haber, fazla ilgi çekmedi;

“Rusya'dan kutup fethinde ilk adım. Son teknoloji ürünü cihazlarla donatılan Mir 1 ile Mir 2 mini denizaltıları, buzkıranın açtığı 125'e 10 metrelik çukura dalıp okyanus tabanına ulaştı.”

Habere göre Ruslar, bu olayı “Ay'a ayak basmakla” aynı değerde görüyorlardı ve tarihte ilk kez kutup noktasının tabanına bir bayrak dikiliyordu. Doğal olarak, Başta ABD olmak üzere bir çok ülke, bu eylemden rahatsız oldu. Putin ise telefon edip ekibi kutladı.

Taraflı-tarafsız tüm yorumcular, bu vakayı, “Kuzey Kutbu'nun fethi” olarak değerlendirdi. Bu analizlerde “sebep”, bölgenin “enerji zengini” gösterildi. Nispeten doğru bu yaklaşımın ne kadar gerçek ne kadar “mazaret” olduğu zamanla anlaşılacak. (Bu arada belirtelim ki bazı “cılız” iddialar, bayrak dikme olayının hiç olmadığını da söylüyor!)

Ama şu önemli notu düşelim. Bölgenin 10 milyar ton petrol ve doğalgaz rezervi sakladığı tahmin ediliyor. Bu yüzden 1.2 milyon kilometrekarelik Lomonosov Sıradağları'nın denizaltından kayalık silsilesiyle Rusya'ya bağlandığı kanıtlanıp, bölgede hak iddia etme çabası olarak okundu bu hamle.

Coğrafi tanım bir karışık gelebilir, bu yüzden sadeleştirelim. Rusya'nın bölgeye bağlı dediği yerin ismi “Sibirya”dır. Sibirya cebinizde dursun!

‘Nautilis Hamlesi': Bu dalışı kimler finanse etti? Şeyhler, İsveçli milyarderler vs…

Bu girişimden başta ABD olmak üzere bazı ülkelerin rahatsız olduğunu yazmıştık. Şimdi isimlerini de belirtelim. ABD, Kanada, Norveç ve Danimarka. Neden bunlar? Çünkü bu ülkeler adı geçen coğrafyaya kıyıları ve onlar da “hak” iddia ediyorlar.

Demek şimdi bu noktadayız ve başta Rusya ve ABD olmak üzere bazı ülkeler Kuzey Kutbu'nun “altı” için sert bir mücadele veriyor. Kısası budur, kıssası başka.
İlk Kapının, “Arka Kapısı”… 29 Haziran 2008. İngiliz Guardian Gazetesi'nden bir haberin ilk satırları; “Britanya Başbakanı Gordon Brown, Britanyalı petrol şefleriyle ‘Kuzey Denizi'nden daha fazla petrol elde edilmesini tartışmayı amaçlayan görüşmesi…. Ayrıca muhtemel petrol rezervinin öncelikli satın alma hakkını almak için ‘Antartika'nın bir milyon metre-karelik deniz tabanının üçte birini topraklarına katma niyetini…”

Gerçekten şaşırtıcı. Anlaşılıyor ki İngiltere'de bu “alt arazi”nin peşinde. Bir yandan “Kuzey Denizi” ile ilgili halini genişletmeye çalışıyor diğer yandan da Kuzey Kutbu'nun “arka kapısı”nda söz ediyor. Güney Kutbu'nun alt-topraklarını istiyor. Her halükarda İngiltere'de bu oyuna dahil oluyor. Peki Güney'in enerji rezevrleri ile ilgili durum ne? Kuzey'e kıyasla bilinmiyor.

2. Kapı: Tasavvur Olunmazla Karşılaşma! Agarta'nın “bir diğer kapısı” olmaya aday bölge ilkinden daha da elle tutulur bir konumda. Çünkü Agarta ile ilgili bazı çalışmalarda açıkça bu yerin ismi veriliyor.

Ancak biraz sonra detaylı değineceğiz, bu yerlerin birbirleriyle “bağlantıları” ve aynı aktörlerin “kapılar” üzerindeki konumlanmaları da önemli. Bu yüzden, günümüz olayları, etkin oyuncuları ve coğrafi kodlar önemli.

Bir alıntı; “Saint Germain Kontu İstanbul'u uğrak yeri yapmıştır. Fransa'daki ezoterik Rozkruva grubunun üyelerinden Graffer, kaleme aldığı anılarında Saint Germain'den bahsederek, onun 1790 yılında Viyana'da kendisine aynen şunları söylediğini yazar:

‘Senden ayrılıyorum, İstanbul'da beni bekliyorlar. Oradan da İngiltere'ye gideceğim. Orada yüzyıl sonra kullanacağınız iki icat üzerinde çalışacağım. Bunlar tren ve buharlı gemidir. Bir süre için Himalayalara çekilip dinleneceğim, 85 yıl sonra tekrar ortaya çıkacağım.”


St. Germain Kontu'nun sözleri, İstanbul'da Agarta'dan gelen birileriyle buluşacağını ima etmektedir. Doğu ile batı arasında köprü oluşturan İstanbul belki de Agarta temsilcilerinin buluşma yeridir. Nitekim Andre Bouguenec, Robert Charroux'un ‘Gizemli Bilinmeyen' adlı kitabına yazdığı önsözde bu savı güçlendirecek bir açıklama yapıyor:

“Villeneuve Üstadı 24 Aralık 1966'da İstanbul'da bilinmeyen üstlerle buluştu. Kendisi bu buluşmayı sınırlı bir yayında anlatmıştır. Daha doğrusu, açıklaması için bilinmeyen üstlerce kendisine izin verilenleri yayımlamıştır. Kitabın adı ‘Tasavvur Olunmazla Karşılaşma'dır.”
Agarta'nın Kapıları, Sadece ‘İçeri' Açılır… Agarta'nın kapıları anlaşılıyor ki küresel olduğu denli Türkiye'de de bulunuyor. Bu sadece Ergenekon soruşturmasının iddianamesinden dolayı değil. Bu metinde geçen tüm yerler Agarta'nın yüzyıllara yayılan bilgi notlarının içinde zaten bulunuyor.

Kuzey Kutbu, Himalayalar'dan sonra Agarta içerikli tüm metinlerde önemli alanlardan biri olarak belki yüzlerce kez sayılıyor. Adlı adınca kapı olabileceği dillendiriliyor.

Sibirya, Agarta mitinin içinde önemli bir yer tutuyor ve kapılardan biri olarak Rusya'yı kendi alanına dahil ediyor. Ama Rusya, aynı zamanda günümüz jeo-politiği ile hem Kuzey Kutbu'na hem de Türkiye'ye ilgi duyuyor.

İngiltere'de hemen aynı konumda. Günümüz “reel” değerlendirmeleriyle Kutuplara ilgi duyarken, Ortadoğu ve Türkiye üzerinden Rusya'ya rakip düşüyor. Londro ve Moskova hem kutup kapısı hem Türk kapısını almaya çalışarak küresel dengelerde aktif olmaya çalışıyor.

Ya ABD? O da öyle. Rusya'nın doğal rakibi, Kuzey Kutbu'nda Moskova ile Ortadoğu arenasında Türkiye üzerinden yine Rusya ile kapışıyor. Tarih ile efsane, uluslararası politika ile iddianame örtüşüyor.

“Villeneuve Üstadının söylediğine göre, kendisi Saint Yves d'Aldeydre gibi belirli açıklamalar yapmaya izinlidir. D'Aldeydre'nin sözünü ettiği Agarta adı değiştirilmiştir. Agarta'nın yeni adı sadece belirli birkaç kişiye bildirilebilir.”

Agarta'nın yeni ismi ne olabilir?
 

MURATS44

Özel Üye
Atlantis'in Tünel Sistemleri

Atlantis'in Tünel Sistemleri


Dünyanın çeşitli yerlerinde Atlantislilerce dikilen devasa yapılar insanı hayrete düşürmektedir. Örneğin, Tiahuanako'nun ilginç bir yanı, bu kentin olağandışı bir biçimde inşa edilerek depremlere karşı kesinlikle dayanıklı bir hale getirilmesidir.
Geçmişin o günlerinde, dünya, fiziksel olarak gayet dengesizdi. İşte bu nedenden dolayı Atlantisliler, gerektiğinde hem doğal afetlerden, hem de uzaydan gelen saldırılardan kaçarak, sığınabilmek için, fantastik tünel sistemleri inşa ettiler.

a- Uzaylıların Sığınak Mağara Sistemleri


Erich Von Daniken "The Gold of the Gods" (Tanrılar'ın Altını) adlı harikulâde kitabında, Ekvator ve Peru'nun altında uzanan "binlerce mil uzunluğunda devasa bir tüneller sistemi"nden söz eder. Birbirleriyle irtibatlı mağaralar ile tünellerin oluşturduğu bu sistem, 1965'de Juan Moricz tarafından keşfedilmişti. Von Daniken'nin anlattığına göre tünellerden biri, içinde som altından yapılma çeşitli türden hayvan heykellerinin yanısıra taş ve metal nesnelerin de bulunduğu muazzam bir hole uzanıyordu. Dahası, üzerinden bilinmeyen bir lisanda yazılmış yazılar bulunan metal plakalar (yapraklar) dan teşekkül etmiş, metal bir kütüphane de mevcuttu. Moricz'e göre bu yazılar, insanlık tarihi ile kaybolmuş bir medeniyet hakkındaki ayrıntıları içeriyor olabilir. Von Daniken, Ekvator ve Peru altındaki tünellerin "çoğunlukla cilâlanmış gibi görünen" ve pürüzsüz duvarları olduğunu belirtmektedir. Bu tünellerin baltalarla çentilerek değil de çok daha gelişmiş yöntemlerle inşa edildiklerini farkına varılmıştı.

Kitabında, tünelleri yapanların ısı (thermal) matkapları ile birlikte elektron ışın tabancaları da kullandıklarını ileri süren Daniken şöyle diyor :

"... Matkap olağanüstü sertlikteki bazı jeolojik katmanlara gelip dayandığında bunlar, iyice nişan alınarak birkaç kez ateşlenen tabancayla parçalanabiliyorlardı. Sonra, zırhlı ısı matkabı, ortaya çıkan blokların üzerine yöneltiliyor ve yıkıntı yığını ısıtılarak sıvı hale dönüştürülüyordu. Sıvı halindeki hava soğur soğumaz elmas sertliğinde bir sır tabakası oluşturuyordu. Bu tünel sistemi su sızmasına karşı emniyetli olacak ve bölmeleri desteklemeye gerek kalmayacaktı." Von Daniken kitabın sonuna doğru, tünellerinin inşa edilmelerinin özel nedeni ile ilgili olarak, çok ilginç bir kuram ileri sürmektedir. Bu, Brinsley Le Poer Trench'in sözünü ettiği ve gerçek bir tehdit teşkil etmiş olan, sismik faaliyetlerin tehlikelerinden çok daha farklı bir nedendir.

Daniken, çok eski zamanlarda bizlere çok benzeyen insanlar arasında bir kozmik savaş olduğunu iddia etmektedir. Görünüşe göre, kaybedenler bir uzay gemisi ile kaçmışlardır. Brinsley Le Poer Trench ise, gemi adedinin birden fazla olması gerektiğini söylüyor.

Sonra, kaybedenlerin, onlara değişik gelen atmosferimiz içinde taktıkları "gaz maskeleri"nden bahsederek dikkatimizi mağaralarda görülen çeşitli miğferler ile solunnun aygıtlarına çekmekedir, Daniken. Von Daniken iddiasını sürdürerek, zafer kazananlar - bunlar bu gezegende kalanlardır - "oyarak yerin derinliklerine doğru uzandılar ve her çeşit teknik gereçle donatılmış bulunan takipçilerinin korkusundan tünel sistemlerini geliştirdiler.", demektedir.

Sonra, düşmanlarının iyice şaşırtmak için, o zamanlar Mars ile Jüpiter arasında yer alan Güneş sistemimizin beşinci gezegeni üzerinde yayın istasyonları kurdular. Bu istasyonlar sürekli olarak şifreli mesajlar yayınlıyorlardı. Von Daniken'in dediğine göre, bu aldatmacaya kanan düşman, beşinci gezegeni dehşetli bir infilâk ile imha etti. İnfilâk eden gezegenin döküntüsü şimdi "Asteroid Kuşağı" dediğimiz alana yayıldı. Bu alan binlerce asteroidden ve ufak taş parçalarından oluşmaktadır. Von Daniken'in belirttiği gibi, "...Gezegenler kendilerince infilâk etmezler. Onları biri infilâk ettirir." Bu, çok çekici ve geçerli olabilecek bir fikirdir. Ayrıca, görülüyor ki çok eski zamanlarda kullanılan silahlar günümüzde ve bu çağda kullanılandan daha da öldürücüydüler. Bu açıdan bakılırsa, Zeus ve diğer tanrıların atıp durdukları "yıldırımlar" ın gerçekte ne oldukları konusu da önem kazanır.

"Timeles Earth" ("Zamansız Dünya") adlı kitabında, Lima'yı Cuzco'ya bağlayan ve oradan da Bolivya sınırına kadar uzanan bir tünel sisteminden söz eden Peter Kolosimo şöyle yazıyor :
"Kazanç peşinde koşanlara çekici gelebilecek tüneller, büyüleyici bir arkeoloji sorunu olarak da gözükürler. Araştırmacılar, tünellerin, bunları kullanan fakat kökeni hakkında bilgileri olmayan İnkalar tarafından yapılmadığı üzerinde hemfikirdirler. Aslında, bu tüneller insanı öylesine etki altında bırakırlar ki, bazı bilim adamlarının yaptığı gibi, bunların bilinmeyen bir devler ırkının elinden çıkmış olduklarını düşünmek pek de tuhaf kaçmaz."


b- Eski Güney Amerika'nın Esrarı

Harold T. Wilkins de "Mysteries of Ancient South America" ("Kadim Güney Amerika'nın Gizmeleri" adlı kitabında, muhtemelen aynı tünel sistemini anlatırken şunları yazıyordu :
"Büyük tünellere yaklaşım yollarından biri de eski Cuzco'nun yakınlarında bulunuyordu ve halâ daha bulunmaktadır. Ancak, keşfedilmeyecek bir şekilde kamufle edilmiştir. Bu saklı yaklaşım yolu, doğudan, 380 millik bir mesafe boyunca Cuzco'dan Lima'ya uzanan muazzam bir 'yeraltı dünyası'na ulaşır! Bu büyük tünel sonra güneye döner ve 9000 millik bir mesafeyi aşarak 1868 yılına kadar Bolivya olagelen toprakların içlerine doğru uzanır! ..."
Wilkins, ayrıca, Batı Hind Adaları'ndaki bazı tünellerden de söz eder :

"Martinik'i ziyaret ettiği zaman Kristof Kolomb'un dikkatini, inanılmayacak kadar eski bir tarihten kalmış olan ve kökeni bilinmeyen, Batı Hind Adaları'ndaki garip tünellere çekilmişlerdi. Şüphesiz, Atlantis'li beyaz ırk, şimdi Batı Hind Adaları olan, fakat çok eski tarihlerde, adının 'Antiller'kelimesiyle hatırlantığı batık bir orta Amerika kıtasının bir parçasını teşkil etmiş olabilecek yerde, muhteşem şehirler inşa etmişti. Asya'nın kadim dünyasının ilginç bir geleneği de, batık ülke ile bir yandan Afrika, diğer yandan da kadim Brezilya arasındn geçişin mevcut olduğu günlerde eski Atlantis'in her yönde uzanan bir tüneller, ve geçitler labirenti şebekesine sahip olmasıydı. Atlantis'te tüneller, ölülerle ilgili kültler ve kara maji klütleri için kullanılırlardı..."

Kolosimo, tünel sistemlerinin dünyanın her yerinde bulunduklarını ileri sürüyordu. Listesine, Güney Amerika'nın ışında Kaliforniya, Virginia, Hawai, Okyanusya ve Asya'yı da katmışştır. Avrupa'da, isveç ile Çekoslavakya'da ve Akdeniz bölgesinde ise Balear Adaları ile Malta'da tüneller mevcuttur .

"İspanya ile Fas arasında, otuz millik bir bölümü incelenmiş olan, muazzam bir tünel uzanmaktadır. Birçok kişi, Avrupa'da bu bölge dışında bulunmayan 'Berberistan Maymunları'nın, Cebelitarık'a bu yoldan geçmiş olabileceklerine inanmaktadır." Kolosimo şöyle devam ediyor:

"Bu devasa (Cyclopean) galerilerin, gezegenimizin en uzak bölgelerrini birbirine bağlayan bir şebeke oluşturduğu düşüncesi bile ileri sürülmüştür."

Denizin altında uzanan bu tünelleri kimler ve hangi nedenden dolayı inşa etmişlerdir? Kadim tünel sistemleri üzerinde Wilkins'in, bize söyleyeceği bazı şeyler daha var : "İç Moğolistan'ın Moğol kabileleri arasında, bugün dahi, tüneller ve yeraltı dünyaları hakkında, kulağa modern romanlardaki kadar fantastik gelen gelenekler mevcuttur. Efsanelerden - eğer böyle denebilirse! - birinin dediğine göre bu tüneller, Afganistan içlerinde bir yerde, ya da Hindu Kuş bölgesinde bulunan ve tufan öncesi nesilden gelen bir yeraltı dünyasına uzanırlar...

Burasının bir ismi de vardır - Agharti. Efsanenin devamı, Agharti'yi benzeri diğer bütün yeraltı dünyaları ile bağlayan bir bağlantılar silsilesi içinde bir tüneller ve yeraltı geçitleri labirentinin uzandığını anlatır - ... Söylendiğine göre yeraltı dünyası, tahıların büyümesini sağlayan ve hayatın uzunluğu ile sağlığa yararlı olan acayip bir yeşil parlaklıkta aydınlatılmaktadır."

Kolosimo, dünyanın bir diğer yerinde de bu yeşil floresanın görüldüğüne dikkati çektiğinden dolayı bu son konu özel bir anlam taşımaktadır. Kolosimo "Timeless Earth" de, Azerbaycan'daki acayip bir " dipsiz kuyu" dan bahseder. Görünüşe göre, kuyunun duvarlarından mavimsi bir ışık çıkmakta ve tuhaf sesler işitilmektedir. Yapılan incelemeler ve keşiflerden sonra bilim adamları en nihayet, tüm Kafkasya ve gürcistan'daki diğer tünellerle birleşen tam bir tüneller sistemi buldular. Belirli bir düzene göre biçimlenmiş olan bu tünelleri tanımladıktan sonra ve bunların Orta Amerika'daki benzerleri ile hemen hemen aynı olduklarını belirledikten sonra Kolosimo, bu tünellerin İran'la ve dahası Çin, Tibet ve Moğolistan tünelleriyle bile birleşen devasa bir sistemin bölümü olduklarından söz eder.

c- Esrarengiz Yeşil Işıkla Aydınlatılmış Mağara Sistemleri

Şimdi, acaip bir yeşil parlaklıkla aydınlatıldığı söylenen Agharti adındaki bir yeraltı dünyası üzerine Walkins'in anlattıklarına dönersek, bu konuda Kolosimo'nun da söyecekleri vardır :

"Tibetliler, tünellerin kentler olduğuna inanırlar. Bunların sonuncusu, muazzam bir afetten sağ kalanlara halâ daha sığınak vazifesi görmektedir. Bu bilinmeyen kişilerin Güneş'in yerini alarak bitkilerin üremesi ile insan hayatının uzamasına neden olan bir yeraltı enerji kaynağını kullandıkları söylenir. Bu kaynağın yeşil bir floresans yaydığı sanılmaktadır. Bu düşünceye Amerika efsanelerinde de rastlamamız oldukça ilginçtir..."

Bu konudan olmak üzere, Wolfpittes'in Yeşil Çocukları'nın tuhaf hikâyesinin de anlatılanlarla özel bir ilişkisi olabilir.

Görülüyor ki Atlantisliler, çeşitli amaçlar için dünyanın her yanında tünel sistemleri inşa etmişlerdir. Bu amaçları, öncelikle, sismik faaliyet ile seller biçimince oluşan ve o zamanlar için çok olağan sayılan doğal afetlerden ya da uzaydan gelebilecek saldırılardan korunabilmekti.

Bu fantastik tünellerin çoğu bizim bugünkü imkânlarımızın ötesindeki yöntemlerle inşa edilmişlerdir. Senelerdir İngiltere ile Fransa, bir Manş tüneli yapma fikri üzerinde tatrışmaktadır. Ancak, galiba, atalarımızın devirlerine ait bu şaşıtrıcı tünelleri doğal bir rahatlıkla ve gerekli nedenlerden dolayı da oldukça büyük ölçüde inşa etmişlerdir.
 

MURATS44

Özel Üye
Bilgeler Ülkesi "Agarta"

http://angelsplace.club.fr/Images/avte1.jpg

Bilgeler Ülkesi "Agarta" Hint, Tibet ve Moğol tradisyonları ve gelenekleri yerin oldukça altlarında saklı ve dünyanın bütün kıtalarında bulunan gizli girişli tünellerle yaklaşılan ve dünyanın okült yönetimini tüm kudret ve bilgeliğiyle elinde tutan Agarta ve onun reisi Dünyanın Kralı'ndan söz ederler. Agarta yeryüzünde yer kürenin içinde, hepimizin yakınında durmaktadır. Onun varlığı bilinir çünkü bizim onu unutmamıza fırsat kalmaz. O kendini sık sık hatırlatır ama onu iyice tanımak için uzandığımızda Agarta kendini hemen geriye çeker ve kalın bir sis perdesi arkasında kaybolur.

İngiliz sömürge idaresi Hindistan'ın hakimi durumundayken İngiliz hükümetinin de onayıyla, bazı subaylarıyla birlikte bilimsel bir ilgiden çok, daha ziyade batılı medeniyetlerin edepsiz ve soyguncu tavırlarıyla, Tibet'te araştırmalar yapmış ve böylece hem bu Agarta söylentileri gerçek mi diye bir araştırma yapmak hedefini gütmüş hem de bir takım servetler elde etmeyi düşünmüş ve sonuçta İngiliz subayları, Agarta'nın bir efsane olmadığını hemen öğrenmişlerdir.

Her teşebbüslerinde Agarta'nın varlığı kendini bir kez daha kanıtlamaktaydı, fakat sır da sır olmaya devam etmekteydi. Mesela Tibet 'te bulunan bir çok manastırların altlarında yüzlerce km. ye ulaşan tünelleri buluyorlar, fakat araştırmaları bundan öteye bir türlü gidemiyordu.

Agarta 19. yüzyıla kadar kendini gizli tutmuştur. Hiçbir yerden malumat sızmamıştır. Ancak sanırım Vedalarda bazı çok kapalı ifadeler var fakat bunları da pek kimse anlamadığı için yaklaşık 19. yüzyılın başlarına kadar Agarta devleti hakkında hiçbir bilgi yoktur. Ancak Agarta 'dan yazılı olarak söz edilmesi izni çıktığında, bu tanıtma görevi Martinist Tarikat'ın Üstadı Marki Saint Yves D'alvedre'ye verilmiştir ve bu şahıs Hint Misyonu isimli kitabında, batıda ilk kez Agarta 'dan ve dünyanın okült yönetiminden söz etmiştir ve dünyanın kralından da. Ancak Hiyerarşi'nin müsaade ettiği dozdan fazlasını ifşa ettiği için almış olduğu uyarı neticesinde kitabını baskıdan çıkar çıkmaz imha etmiştir. Fakat imhadan kurtulan tek bir nüsha markinin ölümünden sonra majisyen Papüs'ün eline geçer ve onun oğlu tarafından yayınlanır. Dolayısıyla Agarta hakkındaki ilk bilgileri bu kaynaktan aldığımızı ifade ediyorum.

İkinci büyük kaynak Polonya asıllı Rus Prof. Ferdinand Antony Ossendowski'dir. Ossendowski Moğol kaynaklarını kullandığı için Agarti olarak bu ifadeyi telaffuz etmiştir. 1876 doğumlu olan Prof. Ossendowski, 1917 Ekim Devrimi'nde, Kızıl ordudan kaçarak Yeniçay Ormanları'na, Moğolistan'a ve daha güneye doğru kaçtı ve burada bu kaçış esnasında yaşadığı müthiş serüvenler esnasında Agarta gerçeği ve gizemiyle karşılaşmış ve Agarta kralına, Cihan Hakimi olarak ifade etmiştir kendisi ve bu konudaki bilgilerini İnsanlar, Hayvanlar ve Tanrılar isimli kitabında 1924 yılında yayımlamıştır.. Bu kitabın Türkçe tercümesi de ülkemizde Nasuhi Baydar tarafından yapılmıştır bu kitap ile ilgilenenler bunu Beyazıt devlet kütüphanesinde bulabilirler. Şimdi Ossendowski 'nin kitabından dünya kralı veya cihan hakimi hakkında birkaç cümleyi orijinal haliyle nakletmek istiyorum. Şöyle söylüyor :

"Dünya kralı, cihan hakimi, bir mitos veya doğa üstü bir varlık değil, dünyanın gizli kaderinin efendisi olan ve tamamen etten ve kemikten bir şahıstır."

Bir diğer cümle alıntı olarak :

"Dünya kralının pek çok kereler Orta Asya da Hindistan'da, Tayland 'da beyaz bir fil ya da lekesiz bir ata binmiş olarak elinde asasıyla halkı kutsadığını anlatan bir dizi kesin tanıklık mevcuttur. Dünyanın kralı insanlığın kaderini yönetenlerin, hükümdarların ve idarecilerin tümünün de düşünceleriyle bağlantılıdır. Onların niyet ve fikirlerini bilir, bunlar Allah'ın takdirine uygunsa, cihan hakimi bunları görünmeyen yardımları vasıtasıyla destekler."

Evet, bir diğer araştırmacı Rene Guenon, tanıyacaksınız bu şahıs daha sonra Müslüman olmuştur, Abdül Vahid Yahya olarak isim kullanmaktadır. Bu şahsın asıl misyonu, Batı Gnosu, Batı Gnostik bilgileri ile Hint Mistizmi'nin bir sentezini yapmaktır. Bu uğurda hemen hemen bütün dünyayı gezmiş, bir çok dinleri, felsefeleri incelemiş bu noktada Agarta gizemiyle de temas etmiş ve Agarta konusunu yani Agarta 'nın dünya okült yönetimindeki hakimiyeti ve işlevi konusunu Kabaladaki ve Ezoterik Hristiyanlık'ta ki Metatron denen kavramla birleştirmiştir ki buna uzun şekilde girmeyeceğim.
Ayrıca bir diğer kaynak gene teozofinin kurucusu Helena Petrowna Blavatsky, Agarta konusunda kitaplarının bir çok yerinde bahsetmiştir. Ayrıca Agarta konusunda yaklaşık sekiz on tane araştırmacı da çeşitli vesilelerle bilgiler aktardılar. Onların isimlerini sizlere sunuyorum : Jacques Weiss, Serge Hutin, Frida Wion, Richard Chanfrey, Robert Charroux, Peter Kolosimo, Nicholas Roerich, Andrew Thomas, Kut Humi.

Şimdi bizlerin sizlere sunduğumuz bilgilerin kaynakları temel olarak bunlardan kaynaklanmakla birlikte bunlara ilaveten burada bazı özel bilgilerin de nakledileceğini ifade ederim. Bu okuduğum kitapların tamamı okunup incelenmeye açıktır ve konunun ciddiyetini zannediyorum kavramak için yeterlidir. Fakat tüm bu kitaplardaki ifşaatlara rağmen inisiyasyon ve gizlilik hala vardır çünkü bu, bilginin kendi yapısından kaynaklanmaktadır. Bilgi ancak hak edene gider yani herkes layık olduğu hitaba muhatap olur. Bu bilginin enerjetik yapısı ile ona muhatap olan varlığın enerjetik yapısındaki ahenkten, senkronizasyondan kaynaklanmaktadır. Şimdi kendilerini belli bir program ve icap gereği geri çekmiş olan bu bilgelik üstatlarının yani bu Agarta üstatlarının, Kali Yuga'nın veya demir çağının yani içinde bulunduğumuz devrenin başlangıcından itibaren inisiyatik bilgilerin, büyük hakikatlerin yitirilişinden itibaren, yer kürenin en gizli bölgelerine çekmiş bulunan bu ruhun prenslerinin, gerçek kralların, beşeriyetin gerçek okült rehberlerinin, bu Kaliyuga dediğimiz devrenin sona erişiyle birlikte, bulundukları ölümsüzler ülkesinden (buda tabii ki sembolik bir ifade) geri dönerek yeryüzüne çıkacakları ve alenen dünya beşeri ile temas edecekleri birçok antik tradisyonlarda bildirilmektedir.

Agarta devleti, büyük Himalaya dağları altındaki devasa doğal ve yapay yer altı galerilerinde bulunan bir inisiyatik merkezdir. Dışsal abideyi teşkil eden Himalaya dağları Agarta ülkesi için adeta bir piramit vazifesi yapmaktadır, yani içi piramit gibi forme edilmiştir. Bundan dolayı yani piramitsel formun getirmiş olduğu çok büyük bir enerji konsantrasyon merkezi durumundadır Agarta. Şimdi piramit formundan biraz bahsetmek istiyorum. Piramit formu kozmik bir formdur yani gelişigüzel yaratılmış bir form değildir. Özellikle okült ve astrolojik bilgilere göre dünyamıza çeşitli yıldız sistemlerinden, yıldızlardan ve gezegenlerden bir çok tesirler ve enerjiler gelmektedir. Bunlardan biri de piramitle bağlantılı olduğu için ifade ediyorum, Satürn planetinin çevresindeki kuşaklardan veya o alanlardan yayılan büyük iyon dalgaları veya manyetik fotonlardan dünyamıza gelen tesirlerdir. İşte piramit formu bu enerjileri toplamakta, orijinal formundan dolayı bünyesinde toplamakta, biriktirmekte ve kullanıma sunmaktadır. İşte bu yüzden Agarta 'da yaşayan varlıklar organik yapı olarak hem daha uzun yaşayabilmekte, hem daha sağlıklı kalabilmekte, hem her türlü bunun getirdiği avantajı kullanabilmektedirler.

Agarta veya Agarti sözcükleri Sanskritçe de ele geçirilemeyen, ulaşılamayan, her şeyden korunmuş, şiddetin yakalayamayacağı, anarşinin erişemeyeceği anlamlarına gelmektedir. Dünyanın yer altı sistemlerinin merkezi Agarta böylece Asya nın göbeğinde yer altı tünelleriyle dünyanın hemen hemen her noktasına, kıtaların ve okyanusların altına uzantıları bulunan uçsuz bucaksız bir yer altı devleti olarak bulunmaktadır. Dünyasal beşeri evrimin ve yeryüzünün gelip geçmiş nice medeniyetlerinin tüm genel evrim sefahatlerinin ve onların tüm genel bilgilerinin, yaradılışın, ruhun ve tekamülün evrensel bilgilerinin ve her türlü maddesel bilimin kayıtları Agarta da mevcuttur. Özellikle kadim Mu ve Atlantis'in tüm bilim ve bilgeliklerinin dünya planetinin başlangıcından son anına kadar tüm akaşik kayıtlarının ki bu kayıtları her an inceleme olanağına sahiptir Agarta üstatları, tüm bu kayıtların tamamı Agarta nın kilometrelerce uzunluğundaki kütüphanelerinde, ki milyonlarca kitaptan meydana gelmiştir, mevcuttur. Böylece Agarta üstatları dünyamızda yaşanmış olan ve yaşanmakta olan bütün hadiselerin hem kronolojik gerçek akışı, hem iç yüzü, hem bilinen hem de bilinmeyen sebepleri hakkında daima bilgi sahibidirler. Agarta bu devasa bilgi hazineleriyle, doğu tradisyonlarında ifade edildiği gibi bir üniversite, bir sinarşi üniversitesi, bir evrensel bilim araştırma merkezidir. Sinarşi, anarşinin zıddı olan bir kavramdır. Tam anlamıyla barışı ifade eden bir kelimedir. Ezoterik öğretiler, Agarta 'nın hakimini, dünyanın kralı rütbesiyle anarlar. Yardımcıları durumundaki iki rahip kral ile birlikte bütün dünya beşeriyetinin genel ve özel evrimsel gidişatı üstünde etkin rol oynar. Sembollerinden biri bugün günümüzde hala Hint ve Tibet tapınaklarını süsleyen gamalı haçtır. Bu sembol kadim Mu 'dan kaynaklanan çok orijinal bir semboldür. Bunu kısaca çizmek istiyorum. Gamalı haç sembolü biliniyor ama çıkış olarak bu güneşi ifade eden kadim bir semboldür, dünyanın tanıdığı en eski semboldür ve burada güneş veya bu daire, Mutlak Yaradan'ın monoteistik sembolü idi. Şimdi bu sembol yaradılışın ve oluşumun bilgilerini anlatmak için gelişmeye başladı ve ikinci aşamada şu hale dönüştü. Bir haç oluştu içinde, bu haç yaradılışın dört kuvvetini sembolize eder ve dört büyük enerjiyi sembolize eder. Sembol daha da gelişerek şu hale geldi yani yaradan enerjiden, asıl enerjiden kendini dışarıya doğru çıkarttı anlamına geliyor bu sembol. Bakın dairenin dışına taştı dört enerji veya dört elementi de sembolize eder, dört ana yönü de sembolize eder, bunlara Mu 'nun kutsal sembolleri konusunda değinmeye çalışacağım daha geniş olarak. Bu sembol biraz daha gelişince şu hale geldi, yani bunların ucuna ilmik dediğimiz ekler kondu böyle oldu o zaman. Bu hareket, bu ucuna konan ilmikler enerjinin faal hale geçtiğini, hareketin başladığını ifade ediyor. Böylece gamalı haç denilen ve Mu 'nun orijinal sembolleri olan Agarta'nın da benimsediği ve daha sonra II. Dünya savaşında Nazilerin de ancak tersini çevirip kullandıkları haline gelecektir.

Mu ve Atlantis medeniyetlerinin kademeli olarak batışları ve özellikle son batışla birlikte ve yeni dünya devresinin genel programı gereği bilgi ve bilgelik giderek kendini geriye çekerken spiritüel üstatlar ve bir kısım seçilmiş halk Himalayalar'ın altındaki doğal ve yapay yer altı galerilerine yerleştiler. Ve ilerleyen bin yıllarda Agarta merkezi Agarta ve Şambala olarak ikiye ayrıldı ve Şambala Gobi bölgesinde dünyanın fizik ortamının ikinci eter katmanına yerleşti. Bunlar ne demek şimdi bunları bir şemayla anlatmaya çalışacağım.

Ve bu geliştiricilik ve yetiştiricilik misyonu, (Sambala) için de söz konusudur. Hem Agarta hem de Şambala dediğimiz iki merkez ve bu merkezlerin yüksek hiyerarşileri ve asıl inisiyeleri dünya dışından gelen ve yeryüzü beşeriyetine çeşitli bilinen ve bilinmeyen kimliklerde rehberlik eden kozmik öğretmenlerdir. Dünya Rab Mekanizması'nın fizik ve eter katmanları üzerindeki iki görev merkezi olarak hizmet veren Agarta ve Şambala merkezleri, beşeriyetin evrim olayında son derece yüksek, önemli ve kutlu işlevleriyle birer ışık ve rahmet merkezleri olarak, Rabbin fizik dünya üzerindeki iki elidir. Bu ellerin kudret alanında yeryüzünün tüm ülkeleri ve beşeriyetin tümü bulunmaktadır.

http://www.caminhosdeluz.org/images/A-115.7.jpg

Yaradılış enerjitik olarak ve sayısal olarak daima yedili bir yapı izlemektedir. Buna bağlı olarak dünya küremiz yedi enerjitik katmandan meydana gelmiştir. En katı bölümüne, litosfer dediğimiz taş küre bu yedinci enerjitik seviyeyi ifade ediyor, altıncı enerjetik katman ondan süptil olan hidrosfer dediğimiz sıvı bölümü, dünyamızın üçüncü bölümü veya katmanı atmosfer dediğimiz gazların teşkil ettiği bölüm ve bundan sonra beş duyuyla algılayamadığımız, yani bizim donanımlarımızın, fizik beş duyumuzun algılayamadığı dördüncü eter, üçüncü eter, ikinci eter ve birinci eter dediğimiz enerjetik katmanlar gelmektedir. Bu birinci eter dediğimiz katmandan itibaren dünyanın astral seviyesi başlamaktadır ve bu da yedi enerjetik katmana bölünmüştür. Buradan yukarıya doğru sonsuz bir gidişe sahip olan bir enerjetik katmanların anlatım şekillerinden biri. Bu anlatıma bağlı olarak Agarta merkezi şurada göstermeye çalıştığım gibi

Dünyanın fizik küresi içerisinde bulunmaktayken, Şhambhallah dediğimiz enerji merkezi veya inisiyasyon merkezi dünyanın fizik seviyesinin ikinci eter katmanında yer almıştır, mesele budur. Şimdi, Şambala'nın misyonundan biraz daha bahsetmek istiyorum, bu daha ziyade dış beni eğiten bir tesir odağıdır. Eşya bilimini, ruhun bilimine hakim kılmak ister ve bu uğurda ateşle simgelenen fizik enerjileri kullanır. Ve gerektiğinde şiddete de baş vurabilir. Her türlü fizik kıymet ve güç onların endüklemesi, onların esinlendirmesi ve onların muhayileleri sonrasında ortaya çıkar. Günümüzdeki teknolojiye dayalı, ekonomiyi her şeye üstün kılan ki bu devrenin özelliğine uygundur bütün bu faaliyetler Şambala'nın esinlendirmeleri sonucu ortaya çıkmaktadır. Şambala ve Agarta'yı birbirinin zıddı olan iki kutup olarak ele almamalıyız yani biri pozitif, biri negatifi ifade eder şeklinde değil. Bu konu biraz yanlış anlaşılmıştır yani bir karşı kutup şeklinde değil. Şambala faaliyetlerini Agarta dan ayırmış ve geleneklere göre de İsa'dan önce üç bininci yıllarda bu iş olmuştur. Kendine has bir organizasyonu bulunan tesir dağıtıcı bir mihraktır. Kendisi de kozmogonik bir varlık olan dünyanın, Agarta, sevgi sunumu ile dünyanın kalp çakrasına hitap ederken veya tekabül ederken, Şambala, dünyanın tepe çakrasına tekabül etmektedir. Birisi Tanrının sevgisini yeryüzünde sunarken, diğeri Tanrının iradesini yeryüzünde sunmaktadır. Yani meseleyi bu şekilde ele alırsak bunların asla birbirinin zıddı olan iki kutup olmadığını anlarız.

Şimdi bir de ışınlar konusu var kısaca buna da değinmek istiyorum. Bilgi yada logos yada bilgi enerjisi sistemimizde yedi büyük ışın yada yedi büyük enerji tarzında tezahür etmektedir. Şöyle bir şemamız daha olacak

Bunların ilk üçü bu sistemin ana enerjilerini yani isteği, hizmeti ve aktiviteyi oluştururken diğer dört enerji daha tali konumda kalmaktadır. İşte bu ışınların, bu enerjilerin odaklandıkları asıl astronomik sistemler gerçek astrolojinin konusunu teşkil etmektedir. Eldeki bilgilere göre herkes adeta bu yedi enerji akımına ayarlanmış durumdadır veya uyumlanmış veya sabitlenmiş durumdadır. Ve bir insanı anlamanın en iyi yolu o şahsın kişiliğinin hangi ışına ait olduğunu bulup çıkarmaktır. Şimdi eldeki bilgilere göre birinci ışın yeryüzündeki insanlara yani ona bağlı olarak faaliyet gösteren insanlara varlıksal yapının okültist, aksiyoner, başlatma iradesine sahip olan, kudreti, gücü, isteği, amacı sunmakta ve kaynak olarak yani astrolojik kaynak olarak veya kozmogonik kaynak olarak Büyük Ayı Takım Yıldızı'ndan, tesir almaktadır. Sırası geldiğinde bu konuda Tevrat ta da bilgiler var yani "Dübb-i Ekber'i bağlayabilir misin?" mealinde orijinal ifadeler geçiyor, zannediyorum bunlarla ilgilidir onları da konuşmaya çalışacağız. İkinci ışın, Pleades takım yıldızı veya Ülker takım yıldızı dediğimiz hatta bizde Yedi Kandilli Süreyya diye de geçer, bundan esinlenmektedir, buna bağlı olan varlıklarda yaşamlarında orijinal görev olarak sevgiyi, hikmeti, merhameti, birleşme iradesini, inisiyasyonu ve şuur genişlemesini tezahür ettiriyorlar. Üçüncü ışın dediğimiz ışın, Büyük Köpek Takım Yıldızı'ndan ve Sirius'tan esinlenmektedir. Buna bağlı olan varlıklar düşünceyi, zekayı, anlayışı, yaratıcı zekayı, uyum sağlama yeteneğini, majisyen ve evrimleşme isteğini tezahür ettirmektedirler. Üçüncü ışının alt ışınları olarak, dördüncü ışında uyum sağlama iradesi, beşinci ışında somut bilgi ve bilim, altıncı ışında idealizm, soyut kavramlar, kendini adama, inanç gücü, sebep olma iradesi ve yedinci ışında da grup bilinci, organizasyon, disiplin, kendini ifade etme iradesi, tiyatral ritüelleri insanların karşısında başarıyla sunabilmek ve maji. Tabi burada maji kelimesini büyücülük anlamında değil, evrendeki mevcut tesirleri bilinçli, doğru ve ilahi irade yasaları yönünde kullanmak anlamında kullandığımızı ifade ediyoruz.

Buna bağlı olarak Şhamballah misyonunun dünyada özelikle son yıllarda en büyük etkinliğinden biri olan İkinci Dünya Savaşı'ndan biraz bahsetmek istiyorum. Hitler Almanya'sı gerçekte bütünüyle majik bir gruptur. Adeta majik bir alandır. Beşyüz kişiyle devleti ele geçirmişlerdir, yani Nazi partisi beşyüz kişiyle devleti ele geçirmiştir. Bu normalde mümkün olan bir olay değildir ve Hitler Almanya'sı gerçekte Sovyetler Birliğini hedef almıştır ve ana hedef yani gizli hedef, gerçek hedef Sovyet Rusya da reenkarnasyonlar yoluyla yeniden doğmakta olan eski ve barışçı Hiperboreen enkarnasyonları daha yavruyken ortadan kaldırmaktır. Böyle kozmik bir savaş var aslında. Dışarıdan gözüken, devletlerin didişmesi gibi gözüken savaşın altında böyle enteresan bir kozmik mücadele yatmakta. Çünkü barışçı ve ruhun biliminin dünyaya egemen olmasını sağlayıcı yöndeki faaliyetler bu dünyanın, bu devredeki genel evrim gidişi için bir çatışma yaratmaktadır. Bunları ileriki konularda geniş olarak anlatacağım şimdi kısa geçmek durumundayım. Ana hedef budur.

Şimdi İkinci Dünya Savaşı'nın sonlarına doğru bir zamandayız. Tahrip olan bir Nazi karargahında yıkıntılar arasında oniki Tibet'li rahibin cesedi bulunuyor. Bu duruma, o yıllarda, o keşmekeşte hiçbir anlam verilemiyor. Zaten kimse bunu düşünecek durumda da değil. Evet, Nazi'ler Şhambhallah ile ilişki içindeydiler. Bu arada, Hitler in ve Nazi partisindeki özellikle Thule Grubu'ndaki varlıkların hepsinin çok disiplinli birer vejetaryen olduklarını da belirtirim. Şimdi her şey Thule efsanesi ile başlıyordu. Thule Efsanesi'nin kökeni, kayıp bir uygarlığa dayanmaktadır. Bu da Nazizmin temelini teşkil etmektedir. Bu efsane altında birleşen bir grup Thule adında gizli bir tarikat kurdular. Nazi Partisi'nin yedi kurucusundan biri olan Dietrich Eckart, Thule Tarikatı'nın temel efsanesini şöyle açıklıyordu : Thule'nin tüm sırları eski kayıp bir uygarlığa dayanmaktadır. İnsanoğlu ile dış zekaların arasında bulunan bazı aracı varlıklar bu sırlara erenlere büyük bir güç kaynağı oluşturmaktadırlar. Bu güç Almanya'yı bütün dünyaya egemen kılacaktır. Yine bu güç ve bu gücün kaynağı geleceğin üstün insanının ortaya çıkması için imkan sağlarken, insan türünün de değişimine yol açacaktır. İşte bu ifadeler özet olarak Nazizmin temelini oluşturmaktadır, yani ezoterik Nazizmin, bilinmeyen Nazizmin. Biz burada her şeyin bilinmeyeni ile meşgulüz, yani görünen ve bilinen Nazizm var, bilinmeyen ve görünmeyen Nazizm var. Şimdi onunla meşgulüz. Gizli Thule tarikatı üyeleri arasında Rudofh Hess tarihten bilinen, Karl Haushofer, Alfred Rosenberg ve Adolf Hitler gibi isimler bulunmaktadır. Özellikle Karl Haushofer'in ve Adolf Hitler'in birtakım paranormal yetenekleri olduğu bilinmektedir. Örneğin Karl Haushofer ileri derece prekognisyon yeteneğine, yani geleceği önceden bilme yeteneğine sahipti. Öyle ki düşman güçlerinin saldıracağı saati, bölgeleri, hatta top mermilerinin düşeceği noktalara kadar koordinatlarını bile önceden haber verebiliyordu. Bunların hepsi çağdaş ve klasik yani bilinen konvensiyonel kayıtlarda mevcuttur. Dahası hakkında hiçbir şey bilmediği ülkelerdeki siyasal gelişmeleri de önceden tahmin edebiliyordu. Örneğin Hitler o dönemdeki Amerikan başkanı Franklin Roosvelt'in 1945 yılında öleceğini çevresindekilere söylemiştir bu da kayıtlıdır. Hitler'in bir çok vizyonlar gördüğü, bir çok bilgiler ifade ettiği bilinmektedir. Hitler'in çevresindekilerin görmediği fakat kendisinin gördüğü, böyle mekanda otururken, bir çok varlıktan söz ettiği yine kayıtlara geçirilmiştir. Hatta Hitler'in bu noktada şizofreni olduğundan bile şüphe edilmiştir. Bu arada yine Hitler meydanlarda ve radyolarda yaptığı konuşmalarda ses majisi denilen bir tekniği uygulamaktaydı. Ve böylece geniş halk kitlelerini süratle etkisi altına alıp yani obsede edip kendi alanına bağlıyor ve onları adeta taparcasına kendisine ve Nazizme biat ettiriyordu. Televizyonlarda hatırlıyorsunuz on binlerce kişinin Heil Hitler deyişini ve şuursuzca olan faaliyetleri. Bu arada Karl Haushofer'in Hindistan da, Japonya ve Tibet te uzun süre okült çalışmalarda bulunduğu ve inisiyasyondan geçtiği de gene bazı kayıtlarda mevcuttur. İşte bu arada az önce ifade ettiğim gibi Nazizm, Haushofer 'in Hindistan da ki çalışmaları esnasında esinlendiği bu gamalı haç sembolünü ters çevirip kullanması da buradan kaynaklanmaktadır. Bu sembol, bu kadim sembol, Cengiz hanın yüzüğünde de mevcuttur. Cengiz hanın bir metal yüzüğü vardır, çok meşhur, o yüzükte de aynı sembol bulunmaktadır. Bunu bilen bilir.

Şimdi Agarta'ya devam edelim. İlk verilen bilgilerde bu devlette yaşayanların nüfusunun yirmi milyon olduğu söylenilmekteyse de bugün bu nüfusun kaç kişi olduğu bilinmemektedir. Şimdi Agarta'nın hiyerarşik yapısını bu şemada izlemeye çalışalım.
http://bernie.cncfamily.com/img/shamballa.jpg

ŞEMA -3

Yirmi milyon dediğimiz, o sayıya biz de bağlı kaldık, Dwija ve Yogi'ler, bunlar Agarta inisiyatik hiyerarşisinin en dış halkasını teşkil ederler, onlar Agarta'nın simetrik olarak bölünmüş dış bölgelerinde yaşarlar ve Agarta halklarının kendilerini temsil ederler. Bunların üstünde beş bin Pandita veya alimler vardır, eskiler buna ilmiye sınıfı tabir ederler bunların görevi temel eğitim ve öğretimi halk kademelerine sunmaktır. Bunların üstünde 365 Bhagwanda 'nın meydana getirdiği Yüce Meclis Dairesi gelir. Sonraki daire 36 kişiden meydana gelir. Hiçbir kayıtta bunların ismini bulamadığım için buraya koyamadım, 36 kişinin meydana getirdiği bir grup daha ve onların da üzerinde yüksek inisiyasyonu temsil eden oniki ulu inisiyasyon azasından meydana gelmektedir. Bunlara 12 Büyük Maj Yeşiller de denmektedir. Ve nihayet bunlarında üstünde iki yardımcısıyla dünyanın kralı Brahitma veya Brahatma veya bunları yan yana da koyabilirdik böyle üçgen bu şekil güzel olsun diye böyle yaptım aslında bu yanlış Mahitma ve Mahingayı yan yana koymak gerekiyor. Dünyanın kralı Brahitma ve iki yardımcısı rahip kral Mahitma ve Mahinga gelmektedir. Ve böylece Agarta'nın bu hiyerarşik dizilişi bir Yüce İdare Mekanizması'nın görev ve fonksiyonunu fizik planda ifade etmekten ibarettir veya temsil etmekten ibarettir.

Şimdi bazı ezoterik bilgileri sizlerle paylaşmak durumundayım. Bu oniki Maj hakkında biraz konuşmak istiyorum. İsa Peygamberin Beytlehem'de dünyaya geldiği zaman, üç maj tarafından ziyaret edildiği bildirilmektedir. Bu hikaye klasik, kanonik dediğimiz İnciller'de mevcuttur. İşte İsa Peygamber'i ziyaret eden üç maj, aslında bizdeki bilgilere göre Agarta'dan ve bu oniki Maj Yesiller Grubu'ndan gelen üç üstat idi ve orada İsa henüz doğmuşken, İsa'ya orijinal görevini bir kez daha hatırlatmışlardı. İsa peygamber doğumu ve gelişi itibariyle çok özel bir varlıktır. Onun en büyük kavli veya ahdi, doğmadan önceki şuur halini doğduktan sonrada taşıyacağı yolunda idi ve onun dünyayı yendim ifadesi bu yönde anlaşılmalıdır. Yani İsa peygamber dünyanın maddesel yapısının veya kozmik yapısının doğumla birlikte yol açtığı unutma vetiresini, örtme vetiresini, kapatma vetiresini kendi gücüyle yenmiş bir varlıktır. İsa peygamberin Kuran da ana karnındayken ve doğduğu anda insanlarla konuştuğu yazılıdır. Yani o enkarnasyon üstadı ulu varlığın, fizik sisteme, fizik bedene ne derecede hakim olduğunun bir ifadesidir bu. Ayrıca bu üç maj, İsa peygambere bu hatırlatma görevini yapmıştır ve hatta O'nu kutsamış bir takım hediyelerde getirdiği ki onların hepsi semboliktir ifade edilmektedir. Şimdi bu on iki maj ile ilgili olarak bir bilgimiz daha var onu da paylaşalım sizlerle.

En büyük Majlar'dan birisi de Muhammed peygamberdir. Çok seneler evvel, yani bir peygamber tarzında, orijinal bir misyonla doğmadan evvel, orijinal bir misyonu ifa etmeden evvel, Agarta'da bu oniki Majdan, bu oniki üstattan birisi olarak yaşamıştır. Ve Sirius Kültürü'nü, Mu'dan sonra ikinci kez beşeriyete lütfedilmesi için çok büyük çaba harcamıştır. Şefaat meselesini bu yönden de ele alabiliriz. Kendisi gerçekten büyük bir efendidir. Yani bu kozmik bağlantının, bu müthiş devasa kültürün, bu Sirius Kültürü'nün yeryüzüne getirilmesi için yapmış olduğu büyük çalışmayı şefaat konusu olarak ele alabiliriz. Ve orada kendisi bu büyük şefaat için çok büyük bir ruhsal yayına başlamıştır. Aşağı yukarı 120 yıl boyunca yeryüzüne ikinci kez verilecek olan Sirius Kültürü'nü Agarta da bizzat kendisi planlamıştır. Neyi, ne kadar, ne ölçüde ve ne zaman ifade edeceğini bizzat kendisi planlamıştır. Bu arada dünyanın akaşasını da tetkik etmiştir yani insanların bu Siriusyen kültürle uyumları, Mu dan itibaren 200.000 yıl önceden insanların bu kültürle uyumları, tepkileri, nerede problem çıkar, nerede çıkmaz gibi bütün araştırmaları yaptıktan sonra bu konudaki hesabını kitabını yaptıktan sonra dezenkarne olmuştur. Daha sonrada orijinal bir misyonla peygamber tarzında doğup yeniden bu işi ifa etmiştir. Bu kültürün sembolü kara taştır. Yani kara taş kültü olarak devam etmektedir. Karataş bugün Kabe'de, hala Kabe'de bulunan Hacer-ül Esved dedikleri, herkesinde öptüğü o siyah taştır. Hacca giden herkes aşağı yukarı bunu öpmeye çalışıyor. Şimdi, Muhammed peygamber Kabe'deki bütün putları yıktığında veya kırdığında, o dönemde bir put gibi kendisine saygı gösterilen ve özen gösterilen bu taşa dokunmayarak, onu muhafaza etmiştir. Bunun mutlaka bir nedeni vardır, bilerek yapılan bir şeydir bu ve bu taş Sirius Kültürü'nü sembolize eder. Kaynak olarak ta Satürn'den geldiği ve bu taşın eskiden çok büyük bir manyetik güce sahip olduğu ifade edilmektedir yani sistem buna çok büyük bir manyetik güç yüklemiştir. Bugün kristallerle uğraşanların, kristallerle şifa yapanların ve kristal teknolojisini az çok bilenlerin bu taşlara nasıl bir güç yüklenebileceğini bildiklerinden yola çıkarak bir misal olarak bunu verdim. Bu taşın böyle bir özelliği de vardır. Hatta bir bilgiye göre Sufiyun onun dünyaya geldiğinde aslında bembeyaz olduğunu, fakat dünyanın ve insanların halinden dolayı utancından kapkara kesildiği yönünde de bir ifade kullanmaktadır ama bu sembolik de olabilir. Böyle bir bilgiyi de nakledeyim, bende kalmasın.

Şimdi ezoterik bilgilere göre bu Sirius Kültürü, Satürn ve Venüs aracılığı ile gelmiştir. Ve hatta şöyle bir bilgi de var. Muhammed peygamberin Satürn'deki bilgelerle de bu konuyu tartıştığı, münazara ettiği de ifade edilmektedir.

Bu arada İslam da yeşil rengin kutsal olduğu bilinmektedir. Bu yeşil nereden gelmektedir diye bir soru yönelttiğimizde, hatta İran minyatürlerinde de Muhammed peygamberin yüzü yeşil peçeyle örtülü olarak resmedilmektedir. İşte bu yeşilin de asıl dayandığı ilk hatıranın Agarta da ki Maj Yeşiller Grubu olduğu ifade edilmektedir.

Geleneksel olarak Agarta'nın altı girişi bulunmaktadır. Himalaya kapısı, Gobi kapısı, Saint Michel'deki kapı, Batı Fransa da Bretagne'daki Brocéliande Ormanı'nda yer alan eski kent, Néant Partius'daki kapı, Gize'deki Sfenksin pençeleri arasındaki kapı (ki buradan girilip inisiyatik merkeze ulaşılıyor idi, o zaman) ve Tibet kapısı. Tabi şimdi bu kapılar öyle gidildiğinde çalınıp açılacak tipte değil. Bir takım majik yasalarla gizlenmiş durumda. Size bir misal vereyim. Önünden belki otuz sene gelip geçtiğiniz duvar ve duvar olarak geçtiğiniz bir mekan siz enerjetik seviyenizi yükselttiğinizde size bir kapı olarak gözükmektedir ve o kapıdan dalıp gidiyorsunuz, böyle anlayın. İşte böylece Agarta Konseyi, yeryüzündeki beşeri evrimi fizik düzeyden denetleyip, gözetlemek, etkilemek ve taleplere göre yönlendirmek gibi işlevlere sahiptir. Agarta inisiyeleri nadiren kendi bedenleri ile ve genellikle de enkarnasyon yoluyla yer üstü beşeriyetinin aralarına girerek geliştirici ve yükseltici vazifelerini yapmaktadırlar. Bir çok peygamberler, filozoflar, bilim adamları, liderler, sanatçılar, bilinen ve bilinmeyen ve kimlikleri çoğu zaman saklı üstatlar ve vazifeliler Agarta 'da bu mürşitler odağında inisiye olmuşlar, özel eğitim ve himaye görüp beşeriyete rehberlik etmişler ve etmeye de devam etmektedirler. Böylece inanılmaz bilimler ve kudretler merkezi inisiyelerince fizik ve psişik yetenekleri olağan üstü gelişmiş, maji biliminin hayır yolunda kullanılımının bütün inceliklerine sahip olan Agarta, özellikle son elli bin yıldan beri bütün dünya beşer varlıklarının evrimsel gidişatına çok çeşitli yardımlar yapan bu yüce inisiyatik merkez, yeryüzüne tam olarak hadim olabilen ve tasarruf edebilen ve beşeriyetin gelişim programında pek azı bilinen ve çoğu kez de bilinmeyen sürekli gelişim ve yardımları ile Tanrı'nın arslanlarının gizli yatağıdır.

Agarta veya Agarti, bilgisini, felsefesini, ahlakını ve dini materyalini ve bilimini doğrudan doğruya Mu'dan ve kısmen Atlantis'ten almıştır. Yani Güneş Kültürünün bir devamıdır diyebiliriz. Güneş, az önce değindiğim gibi Mu'da Tek ve Mutlak Tanrı'nın monoteistik sembolü idi. Agarta'nın asıl misyonu Mu'nun vahye dayalı Siriusyen Bilgileri'ni muhafaza etmek ve bunları nesillerden nesillere aktarmak, öğretmek böylece geliştirme misyonunu sürdürmekti. Böylece Agarta yaklaşık elli bin yıldan beri Mu kültürünü, dinini, ahlakını ve bilimini hemen hemen değişik görünümler ve kisveler altında fakat hep aynı kökene ve hep aynı orijine, aynı ana kültüre bağlı kalarak aynı hakikatleri nakletmiştir.

Bu arada Hindistan da ki kutsal nehir Ganj 'a da değinelim. Ganj nehri niçin kutsaldır? Niçin insanlar Ganj 'a girip yıkanırlar, bundan ne umarlar? Bunun üstünde biraz durmak istiyorum. Şimdi manyetik şifa ile meşgul olanlarınızın bildiği gibi suyun tesir taşıma, tesir tutma ve tesir nakletme özelliği vardır hatta manyetik şifacıların suya tesir yükleyip daha sonra o suyu bir hastaya içirdiklerinde manyetik tesirle yüklenmiş sudan şifa buldukları bir çok deneylerde kanıtlanmış bir gerçektir. İşte Agarta bilgeleri dünya insanının üzerindeki çalışmalarında her türlü imkanı, her türlü ne buldularsa kullanma adına Ganj nehrine de böyle bir tesir yüklemişlerdir. Yani Ganj nehri o zamandan itibaren bu kültürü, bu tesiri, bu bilgiyi bünyesinde taşımakta olan bir manyetik nehirdir. Bunun içine girmek halk arasında kutsal vasfını bundan dolayı kazanmıştır, bunun içine girmek, bunda yıkanmak adeta o bilgiye kavuşmak, ona temas etmek, ona dokunmanın bir özlemi olarak gerçekten de bu yönde hizmet görmüştür. Ve bugün artık mikrop yuvası halindedir ama hala bu gelenek devam etmektedir.

Şimdi,ezoterik bilgiler dünya beşeriyetinin eğitim ve öğretim ana programının Sirius Kozmik Kültür Merkezine bağlı olduğunu bildirmektedir demiştik ve bilgilerinde hiyerarşiye bağlı olarak ve kademeli olarak önce Satürn'e oradan da Venüs'e intikal ettirildiğini de ifade etmiştik. Şimdi buraya şu bilgiyi de ilave etmek istiyorum. Aslında iki Agarta var, bir Agarta yok. İlk Agarta, bundan seksen bin yıl önce Venüslü kültür temsilcileri tarafından, bunlara okült bilgilerde Alev Senyörleri de deniyor, bunlar tarafından Gobi'de, Gobi'de ki Beyaz Ada'da kurulmuştur. Ve o çağlardaki ismi Agarta değil, Ayodyha (Güneş Kenti) veya Paradeşa bu Paradeşa zamanla Paradi, Paradis yani cennet kavramına gelmiştir. Gobi de kurulmuş bir inisiyasyon merkezi idi. Tarihi günümüzden yaklaşık seksen bin yıl gerilere gitmektedir. Ve asıl amacı o çağlarda yaklaşık seksen bin yıl önce görevi yüklenebilecek olan Mu insanlarına, Mu bilgelerine, Mu rahiplerine veya Mu hiyerarşisine bu Sirius Kültürünü intikal ettirmekti. Esas misyon buydu ve bu misyon bin yıllar boyunca devam ettirilmiştir. O dönemde bu merkezi teşkil eden soy, Venüsyen soy, Venüsyen bir ırktı ve köklü ve nesillerden nesillere intikal eden orijinal saf bir soydu. Ve bu nesil kendi bünyesine dünyadan hiçbir varlığı almayarak orijinal genetik vasfını korumuş, belli yıllarca korumuş ve misyonunu devam ettirmiştir. Ancak ilerleyen yıllarda özellikle bizim devremizin başında beşeriyetin genetik yapısının yükselmesi açısından dünya insanlarıyla da eşleşmeler yapılmıştır. Bu bilgi Tevrat'ta vardır. Tevrat'ın Yaratılış bölümünde (Genesis) "Tanrı oğulları, dünya kızlarından kendilerine eşler aldılar" ifadesi sarih bir şekilde mevcuttur. Ve onlardan çocukların doğduğu da ifade edilmektedir. Bu bağlamda eldeki bilgilere göre Sümerlerin ve Mısırların ilk krallarının Venüs'lü olduğu ve orijinal Venüs genetiği taşıdığı bildirilmektedir. Bu geleneğin Mısır'da ki yansıması da hepinizin bildiği gibi Mısır'da ki kral sülalesinin daima kendi içinden evlendiği, bünyesine halktan birini almadığı şeklindedir. Bizim şu anki bilgilerimize göre akraba evlilikleri biliyorsunuz özellikle bağışıklık sistemi üzerinde çökme yarattığından sakat doğumlara, zeka özürlerine yol açmaktayken bu nesilde böyle bir probleme yol açmamakta idi. Yoksa bütün Mısır Kral Sülalesi geri zekalı olurdu hiç öyle sakat sukat bir firavun gözükmüyor hepsi taş gibi firavun ama tabi zaman içerisinde bunların hepsi dejenerasyona uğradılar ve orası da bu devrenin bir özelliği olarak dejenerasyonla bir sona doğru, bir sönümlenmeye doğru gitti. Şimdi, bunlara Güneş Sülalesi de deniyor ve bunlar Venüslü varlıklar daha sonradan dünya insanlarından da doğdular ve genellikle Aryenlere enkarne olarak mücadelelerini bu yolla devam ettirdiler. İşte çok sonraları bu merkez Mu ve Atlantis'in kademeli batışlarıyla birlikte Himalayalar'ın derinliklerine doğru çekildi ve bugün bizim söz konusu ettiğimiz okült, gizli Agarta merkezini meydana getirdi. Böylece Agarta 'nın kuruluşunu ve faaliyetlerini, bu Güneş Sülalesini de bu Güneş Kültürünün bir devamı olarak kabul edebiliriz. Yakın çağlara doğru geldiğimizde Agarta'nın bizlere en büyük faydasının özellikle son tufandan sonraki insan neslinin tekamül etmesi için onlara dünyanın muhtelif bölgelerinde meydana getirdikleri mizansenler, hadiseler olarak bakabiliriz. Ayrıca tekamülün ivme kazanması bakımından bir çok sosyal, askeri, kültürel, dini ve tarihte geçen ve geçmeyen tüm hadiselerin arkasında görünmeyen bir güç olarak Agarta bilgeleri mevcuttur. Ve tabiki Şambala güçleri. Bu arada büyük önder Atatürk'ün de Şambala tesirlerini çok olumlu kullanan bir vazifeli olduğunu da bildirmek isterim. Agarta'nın faaliyetleri yani bu son devredeki, bizim devremizdeki faaliyetlerinin aşağı yukarı Tevrat'ta anlatılan olaylar, bunlar Musevi takvimlerine göre sekiz bin yıl gerilere gidiyor, Mısır'a da bağlı bu, yani tahmini on altı bin yıllık geçmişte çok aktif faaliyetleri gözükmektedir ve özellikle daha önceki faaliyetleri bir kenara bıraktığımızda on altı bin seneden beri yani bu neslin atalarından itibaren, bizim atalarımızdan itibaren bu nesli ayıklamak, terbiye etmek, genlerini düzeltmek ve özellikle Atlantis'ten intikal eden kötü karmanın ve astral de öbeklenmiş olan negatif düşünce formlarının yok edilmesi için çok büyük faaliyet harcamıştır Agarta, çok büyük mesai harcamıştır. Çünkü bu formpanselerin psişik tesir ve saldırılarına bütün dünya hala maruzdur. Ve bir bilgiye gören Atlantis 'i batıran on nedenden yedisi bugün Amerika da tezahür etmiş durumdadır. Ve böylece sonuç olarak aslında Agarta ve Şambala her yerdedir diyebiliriz. Eğer insan yeterli oranda samimi, dürüst, namuslu, idrakli ve bilgili olursa ve bilgece yaşarsa mutlaka bu merkezlerden kendisine gelecek olan tesirlerle kontakt kurabilir, her türlü destek ve yardımı alabilir. Ve işte böylece en gizli mabet olan bu mekan gezegenimizin okült hükümetinin merkezidir. Üstatların ve dünyanın gizli arşivlerinin güvence altına alındığı bu yer altı ülkesinin destanı muhteşem bir gerçeklik olarak karşımızda durmaktadır.
 

MURATS44

Özel Üye
Celse 1 (2.11.1991)

http://www.volny.cz/agharta-cz/img/kurily-mapa-n.jpg

Celse 1 (2.11.1991) Agartalılar Rab' bin emri ile yeraltına inmiş ve yeryüzünü bize bırakmışlar. Bizim gelişmemizi izlemişler, bize yardım etmişler ve hala ediyorlar. Bu nedenle bizim atalarımız sayılabilirler. Rehberim bu bilgileri verdikten sonra O'nunla konuşmaya başladık. Kendisi bu görüşmeden daha önceden haberdar edilmiş. "Agarta" denilen uygarlığa ait biri. Adı ise Semiyun. Agartalılar yeraltına inmişler ve orada yaşıyorlar. Ama yeraltında yaşama bizim düşündüğümüz şekilde ilkel değil. Nasıl olsun? Onlar medeniyet olarak bizden çok ileride. Yeraltının, yerüstünün ve uzayın nimetlerinden yararlanıyorlar . Yiyeceklerini yeraltında yetiştiriyorlar. Ama aynı Güneş' ten bizden çok daha fazla yararlanıyorlar. O'nun yaşadığı yerde de şimdi aynı gece ama yerini söylemiyor. Et yemiyorlar. Aynı hayvan türleri onlarda da var. Güneş onlar için de, bizim için de aynı yerden doğup batıyor.Vibrasyonel seviyeleri bizimle aynı, yani göz ile görünebiliyorlar. ama kendilerini insanlardan gizliyorlar. Bu zor ve sıkıcı bir durum değil. Başka gezegenler ile ilişki içindeler. Yönetimleri bir "Üstatlar Meclisi" ne bırakılmış. Onlar ise gerçekten çok değerli varlıklar ve hatasız çalışıyorlar. Alabildiğine özgürler . Evlilik kurumuna ihtiyaç göstermiyorlar, para kullanmıyorlar, bizim gibi sözleşmelere ihtiyaçları yok. Eğer biri ile yaşamak istiyorlarsa uzun süre veya kısa bir süre bir arada oluyorlar. Şayet bu ilişkide çocuk doğurmaları gerekiyorsa bunu yapıyorlar ve çocuklanı yetiştiriyorlar. Bedenleri bizimki ile hemen hemen aynı ama hastalıklı değil, hastalanmıyorlar ve çok uzun süre bedenlerini genç tutabiliyorlar. Onlar bu dünyadan ayrıldıklarında ruhani alemin çok yukarı kısımlarına doğuyorlar. Zaten oralar ile sürekli ilişki içindeler ve ölüm diye bir sorunları yok. Sürekli görüşme imkanlarına sahipler.

Bizim tarihimizi en ince noktasına kadar biliyorlar ve çok güçlü bir bilgi merkezleri var. Büyük değişim gerçekleştiğinde bizimle irtibata geçecekler ve yeni düzenin kurulmasında bize yardımcı olacaklar ama kendi medeniyetlerine ait herhangi bir araç gereci bize vermeyecekler. Onu biz kendimiz hak ederek kazanacağız. Biz yaratacağız, üreteceğiz.

Şu anda nasıl aynı dünyada birlikte yaşıyorsak o zaman da birlikte yaşayacağız. Tek fark bizim onları artık bilmemiz olacak. Bu görüşmeleri zaman zaman tekrarlayacağız.

Ben Rehberim Galip'e, "öyle bir zat ile görüşeyim ki, çok ileride kendisi ile yüz yüze görüşme yapma imkanımız olsun, bize yardıma gelecek grup içinden olsun" demiştim.

Aşağı yukarı böyle bir zatla görüştüm. bunun o zaman faydası olacağı hükmünde birleştik. Zaman ise oynak, kesinlik söz konusu değil. Ellerinde dünya insanlığının durumu ile ilgili her türlü bilgi var. Bu hadisenin insanlık için en hayırlı şekilde gerçekleşmesini arzu ediyorlar. bu nedenle tarih iki bin yılından sonra kuvvetle muhtemel ama 2, 3, 4, 5 bu değişebilir. Çünkü insanlığın durumu sürekli değişiyor.

Bizler cehennemin tam içinde yaşıyormuşuz. Ama artık bu cehennem kendi uygarlıklarını da etkilemeye başlamış ki, buna müsaade edilmeyecek.

Daha sonra görüşmek umuduyla kendisine teşekkür ettik ve Celsemizi kapattık
 

MURATS44

Özel Üye
Celse 2 (3.11.1991)

http://img.blogcu.com/uploads/Agarta1_adam-kadmon.jpg

Celse 2 (3.11.1991) Celseye Rehberim Galip ile başladık. Benim niyetim önceki celse hakkında konuşmaktı. Ve doğal olarak yeni tanıştığım Semiyun hakkında sorular sormaya başladım. Galip, "Bu sorulara kendisinin cevap verebileceğini; fakat ilgili kişiye sormamın daha uygun olacağını" söyledi. Bu benim için sürprizdi. Ben görüşmenin Semiyun ile daha sonra olacağını tahmin ediyordum. "Eğer sizler uygun görürseniz görüşelim." dedim.

Bu görüşme Semiyun için de sürpriz oldu. Görüşmeden o da haberdar değildi. Ama bu O'nun için zor bir şey değildi ve "her hal altında benimle görüşebileceğini, bunun için elbette tenha bir ortamın olması gerektiğini ama bunun bir sorun olmadığım, çok kısa sürede evine gidebileceğini" söyledi.

Görüşmemiz yine soru cevap şeklinde oldu. Ben soruları değil, cevapları toplu olarak naklediyorum. Kendisi 1.90 boyunda, ortalama boy bu kadar. Kadınlar doğal olarak daha kısa. Genellikle kumral ve renkli gözlüler ama içlerinde esmerleri de var, Şişman veya zayıf değiller. Mükemmel bir beslenme sistemine sahipler, bu yüzden şişmanlık veya zayıflık gibi hastalıklar onlarda yok. Hiçbir hastalığa sahip değiller. Çünkü hastalıkların asıl sebeplerinin manevi olduğunu biliyorlar ve ona göre manevi tedbirler almışlar. Bu nedenle vücutlarının hasta olması mümkün değil. Bize göre yegane farklılıkları saç, tüy gibi maddelerin olmaması. Ama hepsi çok güzel. İçlerinde çirkin yok. (Burada şu sözlerini de ilave etmeliyim : Çirkinliği sizin anlamanız için kullandım yoksa size verilen vücutların dahi çirkinliğinden söz edilemez. Onlar Rab'bin yarattığı çok değerli hediyelerdir. Gerçekten o vücutların ne olduğunu bilseydiniz, ondaki güzelliği anlardınız). Kendilerinin ilk çağlarında vücutlarmda kıl varmış ama zaman içinde kalkmış. Hiçbir zaman aralarında savaş olmamış. Çünkü her zaman için Rab'lerini bilmişler.

Ortalama ömür 400 yılın üzerinde. kendisinin yaşı da 200'ün üzerinde. Israrla yaşını soruyorum, "223" diyor. Ben şaşırıyorum: "Size nasıl hitap edeyim?" diyorum. Şakayla cevap veriyor, "ikimiz de orta yaşta sayılırız, bu nedenle arkadaşız." diyor. Ama arkasından ekliyor: "Sizlere göre ben bilge biriyim." diyor. Şu anda aynı geceyi paylaşıyoruz. Tek fark var ki, o cennette yaşıyor, ben cehennemde. "Tanrım nasip eder de buraya ziyarete gelirseniz gerçekten burasının cennet olduğunu anlarsınız" diyor. "Biz cennet yarattık, siz cehennem..." Kendisinin de evi var. Odaları var. Uykuya onların da ihtiyaçları var. Kendisi teknik konularda çalışıyor. Uzayla ilgili teknik işler yapan bölümde. Dünyadaki manada "mühendis" denilebilir. O'na okul durumunu, düzenlerini soruyorum: "Bizde, sizdeki gibi çökmüş, dejenere olmuş bir eğitim kurumu yok" diyor. "Sizdeki okullar hayat hakkında hiçbir şey öğretmiyor. Çünkü büyükler hayat hakkında hiçbir şey bilmiyor. Dolayısıyla küçükler de hayatı öğrenemiyorlar. Hayatı bilmeden, hayatı yaşamanın sonucu ise dünyayı cehenneme çevirmeniz oldu. Başka bir şey de beklenemezdi." Onlarda olup bizde olmayan ana, temel düzenin, sistemin ne olduğunu soruyorum. Cevap aslında başka bir şey olamazdı:
"Sizin temel noksanlığınız, Rab'binize inanmamanızdır. Aramızaki temel fark, sistem budur. Biz Rab'be iman ettik. Siz ise O'nu reddediyorsunuz, O'na inanmıyorsunuz. Sonuç ortada; Biz Rab'be inanıp, iman edip, O'nun nimetlerinden yararlandık ve bir cennet yarattık. Siz ise her yerde hakim olan O'na ve O'nun nimetlerine sırt çevirdiniz. Sonunda cehennem yarattınız. Aramızdaki temel fark budur."

Ailesinin dünkü görüşmeden haberi olmuş. "Kaç çocuğunuz var?" diyorum. Söylemiyor. Çocuklarm eğitimini soruyorum, daha ziyâde ruhsâl öğreti açısından. "Bu bizim için çok önemli" diyor. "Burada yaşayan her insan mutlaka ruhsal bilgiyi alır. Hayatı, Rab'bini öğrenir. Burada sizinkine benzeyen çalışmalar çok ciddi boyuttadır. Sizler ise bu çalışmalara inanımıyorsunuz. Bizde, sizin Derneğinizdeki gibi büyük mücadeleler olmaz, celselerimizde bunlar yoktur. Sizin durumunuz çok ayrıdır. Bu, sizin için yararlanmanız gereken bir durumdur. Genellikle bizdeki ruhsal çalışmalar şu andaki gibi seyreder. Ama bildiğiniz o büyük mücadeleler farklıdır, durum değişiktir."

Boş zaman olarak nitelendirmemekle birlikte, biz de bu tür zamanlarımızda spor yaparız, oyun oynarız. Yaptığımız spor tamamen vücudun sağlığına uygundur. Yenme hırsı yoktur. Bu, bir savaş değildir. Sizin satrancınıza benzeyen oyunlarımız vardır. Daha ziyade zekaya dayanmaktadır. Ama satrancınızın çok daha gelişmişidir. İskambil türü oyunlarımız ise yoktur. Dünyada tekamülünü bitiren bir ruh varlığı buraya doğamaz. Onun Agarta'ya doğabilmesi için arada birkaç okulu daha bitirmesi gereklidir.
Burada yaşayan birinin aynı zamanda vazifeli olarak dünyaya doğması hatta fiziki bedenini bir süre burada bırakması veya aynı zamanda kullanması teorik olarak mümkündür. Ama gerçek hakkında şu aşamada bilgi veremem. Nüfusumuz bir milyardan biraz fazladır. (Kesin rakam vermiyor). Bizler sizin gibi değiliz. Yersizlik yapmayız ve ilahi sistemi bozmayız. Dengelere dikkat ederiz.

Sizinle ilgilendik, sizi koruduk ve size her bakımdan yardımcı olduk. Olmaya da devam ediyoruz. Eğer
"Atalarınız" diye bir kavram düşünülürse buna en yakın bizleriz.

Biz de sizler gibi toplumumuzdan ve uzayın derinliklerinden haberdar olmayı arzularız, basın yayınımız vardır. Televizyonumuz vardır. Ama biz onu çok yönlü olarak kullanırız. Sizin televizyonunuz bize göre taş devrindeki bir eşya gibi kalır. Sizin bütün yayınlarınızı izleyebiliriz. "


"Senden habardarım" dedi. Benim hakkımda çok şey biliyormuş. Evimi gördün mü? Dedim. "Hayır" dedi, "Tanrım nasip ederse bir gün görürüm." "Bu nasıl olur, ben sizin hakkınızda bir şey bilmiyorum." dedim. "Ama ben biliyorum. Bu da benim sırrım olarak kalsın" dedi.

Aşağı yukarı bu kadar görüştük, sonra ayrıldık. Ben ardından Galip ile görüştüm. "Rab'bin her türlü nimetinin üzerimde olduğunu" söyledi ve "Neden?" diye sordu. Kendime göre birkaç cevap verdim. Ama sonuç ne olursa olsun iyi gidiyoruz. Ben bu çalışmadan memnunum.

Şu bilgiyi de unutmadan eklemeliyim; O'na "bizdeki gibi bilginin yukarı alemden mi alındığını" soruyorum. "Hiç şüpheniz olmasın." diyor. Bu ilahi bir yasa. ama kendileri bize göre çok daha hızlı gelişiyorlar. Bizim son yüzyılda bilgi alışımızda artış var ama onlarda, bizdeki gibi karışıklık, adaptasyonsuzluk olmuyor. Gereken bilgiyi alıp hemen hazmediyorlar ve topluma yayıyorlar. Her şey gün ve gün değişmemekle beraber muhafazakarlığı da yine tekamül açısından değerlendiriyorlar


 
Üst Alt