31- İngilizlerin islâm düşmanlığı

MURATS44

Özel Üye
Fekat, dünyâ işleri hakkında kendiliğimden bir şey söylersem, bu Allahın emri değildir. Bunu ben insan olarak söylerim) dediğini işitmemişe benziyorlar. Fen bilgileri, Muhammed aleyhisselâmın zemânından bu zemâna kadar çok değişmişdir. O zemân yapılanların, sonradan hâsıl olan şartlara göre değişdirilmesini, islâm dîni emr etmekdedir. Eğer bunlar, bu günün îcâblarına göre yapılacak olursa, islâm dînine hiç bir halel gelmeyecek, aksine, onun medenî bir din olduğu meydâna çıkacakdır.
Türkler, diğer din mensûblarına karşı gösterdikleri nezâketi o kadar ileri götürmüşlerdir ki, bugün devletin birçok fen ve tekniğe âid iş yerlerinde hıristiyanlar bulunmakdadır. O hâlde, niçin din bilgileri ile fen bilgilerini birbirinden ayırmıyoruz? Ma’mâfih, unutmıyalım ki, garbda din ve fen işleri sonradan birbirinden ayrılmış, hıristiyan papazlarını, dîni siyâsete âlet etmekden güçlükle uzaklaşdırabilmişlerdir. Hıristiyanlarda, dîni dünyâ menfe’âtlerine âlet etmenin zararlarını anlamak kolay olmamışdır. Evet, Allahü teâlânın emrlerinde tahrîfât yapılamaz. İbâdetler, adâlet ve ahlâk üzerinde Peygamberlerin bildirdikleri esâsların devâm etmesi lâzımdır. Meselâ, İskoçya kilisesi, kilisede org çalınmasının günâh olduğunu bildirmiş ve (kilisesine orgu kabûl edenlerin Cehenneme gideceğini) i’lân etmişdir. Kilisenin bu hareketi, dünyâ işlerinde kullanılan fen veyâ zevk âletlerinin, din işlerine karışdırılmasının, doğru olmadığını göstermekdedir. Osmânlı devletinde de, tıpkı Avrupada olduğu gibi, ba’zı câhiller, fende ve âdetde olan yeniliklere karşı çıkmışlar, fen üzerindeki her yeniliği, (Şeytân işi) diye red ederek, islâm dînine iftirâ etmişlerdir. Zemânla müslimânlar, kendilerini muhakkak bu câhil yobazlardan kurtaracaklardır diyen bayan Georgina yazısına şöyle devâm etmekdedir:
Avrupalılar, Türkleri zâlim ve gaddâr olarak kabûl eder. Fekat, onların gaddârlığı hakkında zikr edilen hikâyelerin menba’ı, hep Orta çağa âiddir. Elimizi kalbimiz üzerine koyarak insâf ile şunu i’tirâf edelim: Acabâ Avrupalılar, Orta çağda gaddârlık yapmamışlar mıdır? Bana kalırsa, biz Avrupalılar o zemânlar, çok zâlimdik. Bizim târîhimiz zulm ve işkencelerle doludur. Hâlbuki, Kur’ân-ı kerîmde harblerde dahî, esîrlere merhamet edilmesi, din adamı, ihtiyâr, kadın ve çocuklara hiç dokunulmaması emr olunmakdadır. Kur’ân-ı kerîmin bu emrlerine uymıyan müslimân kumandanları çıkmışsa, bunlar, Kur’ân-ı kerîm okuyamamış ve din bilgilerini, câhil din adamlarından öğrenmiş olan kimselerdir.
 

MURATS44

Özel Üye
Kur’ân-ı kerîmin her lisâna terceme ve tefsîr edilmesi çok yerinde olacakdır. Fekat zan ediyorum ki, bunun için dahâ zemân lâzımdır. Çünki, bütün müslimân memleketlerinde, Arabîden başka bir dili din işlerinde kullanmak, günâh sayılmakdadır. Bundan birkaç sene evvel Hindistânda Madrasda bir müslimân, câmi’de Kur’ân-ı kerîmden birkaç âyeti arabca yerine hindce okuduğu için la’net edilmişdi. [Çünki bu, Kur’ân-ı kerîmin ma’nâsını bildirmek için değil, Kur’ân olarak okunmuşdu.] Kur’ân-ı kerîm çok medenî ve mantıkî bir din kitâbıdır. Ba’zı müslimânlar, Kur’ân-ı kerîmi bilmemekde, yobazların elinde oyuncak olmakda, onların saçma akîdelerini, fikrlerini, inançlarını kabûl etmeğe mecbûr kalmakdadırlar. Hâlbuki, Kur’ân-ı kerîmi tedkîk eden islâm âlimleri, dinlerinin ne kadar fâideli bir din olduğunu, ba’zı yerlerde telkîn edilen bozuk fikrlerin, Kur’ân-ı kerîme hiç uymadığını görmekdedir. Ben size açıkca söyliyorum ki, MÜSLİMÂNLIK ve HIRİSTİYANLIK gibi, bütün ana hatları birbirinin aynı olan iki din dahâ yokdur. Bu iki din, birbirinin kardeşidir, aynı babanın iki evlâdı gibidir. Aynı rûhdan mülhemdir) demekdedir. [Bu mektûbu yazan madam, çocuk iken işitdiği iftirâların te’sîri altında kalarak böyle söylemekde ve zan etmekdedir. İşin aslı ise, bunun temâmen aksidir. Kur’ân-ı kerîm, birçok lisâna terceme edilmiş ve tefsîrleri yapılmışdır. Ancak bu tefsîrleri ve tercemeleri (Kur’ân-ı kerîm) zan etmek ve ibâdetde, nemâzda okumak yanlışdır.]
Yukarıdaki mektûb, birçok hakîkatleri meydâna koymakdadır. İslâmiyyet, Kur’ân-ı kerîmin başka dillere tefsîrini, açıklanmasını aslâ men’ etmemişdir. İslâmiyyet, Kur’ân-ı kerîmin, gerek gizli maksadlarla, hâin emellerle, gerekse bilmiyerek, değil başka dillere, arabîye bile yanlış ve bozuk olarak terceme edilmesini yasak etmişdir. Peygamberimiz “sallallahü aleyhi ve sellem”, (Kur’ân-ı kerîmi kendi anlayışına göre terceme eden kâfir olur) buyurdu. Herkes, kendine göre ma’nâ verirse, Kur’ân-ı kerîmin ma’nâları hatâlı olur. Her kafadan farklı sesler çıkar. İslâm dîni de, hıristiyanlık gibi anlaşılmaz, bozuk bir hâl alır. Peygamberimiz “sallallahü aleyhi ve sellem”, Kur’ân-ı kerîmin, başından sonuna kadar ma’nâsını Eshâbına bildirdi. Murâd-ı ilâhînin ne olduğunu anlatdı. Eshâb-ı kirâm da, bunları Tâbi’îne bildirdiler. Bunlar da kitâblara yazdılar. Böylece tefsîr kitâbı meydâna geldi. Birçok fârisî ve türkce tefsîr kitâbı ve binlerce din kitâbı basılmışdır. Fârisî tefsîrlerden birisi, meşhûr (Mevâhib-i aliyye) tefsîridir.
 

MURATS44

Özel Üye
Bu tefsîri, Hüseyn Vâ’iz kâşifî “rahime-hullahü teâlâ”[1], Hirât şehrinde, bu hıristiyan madam dünyâya gelmeden üçbuçuk asr evvel yazmışdır. Osmânlı sultânları ve âlimleri, bu tefsîrin çok kıymetli olduğunu bildirmişler, türkceye terceme ederek, (Mevâkib) tefsîri ismini vermişlerdir. Madrasda câmi’de la’net olunan kimse, İslâm dînini bozmak isteyen bir zındık, bir islâm düşmanı idi. Kur’ân-ı kerîme yanlış, bozuk ma’nâ verdiği için la’net olunmuşdur. Ona la’net edenler, fârisî ve hind dilinde kitâblar yazmış olan büyük islâm âlimleri idi.
Şimdi diğer bir yabancı kadının bu husûsda neler düşündüğünü inceliyelim. Aşağıdaki satırlar, 1881 ile 1907 [1325] seneleri arasında İstanbulda yaşamış olan İngiliz bayan Dorina L. Neave’ın (Twenty six years on the Bosphorus = Boğaziçinde 26 yıl) ismindeki eserinden alınmışdır.
Bayan Neave de, müslimânların kibârlığından, diğer din mensûblarına karşı gösterdikleri nezâketden bahs etdikden sonra, kendisine göre, İslâm dîninde gördüğü ba’zı noktalara temâs ediyor ve bunlardan şikâyet ediyor. Şimdi onun yazdıklarını okuyunuz:
(Burada Muharrem âyîni diye bir müslimân merâsimi var. Bu kadar sene İstanbulda kalmama rağmen, ben bu merâsimi görmeğe gitmedim. Çünki gidenlerin anlatdıklarına göre, bu müslimân merâsimi çok feci’, çok vahşî imiş. İnsanlar yarı beline kadar çıplak olarak oraya geliyor, (Yâ Hasen, Yâ Hüseyn) diye bağırarak ellerinde bulunan zincirleri vücûdlarına şiddet ile vurmakda ve kan revân içinde kalmakda imişler).
Bayan Neave dostlarının iştirâk etdiği bir Rıfâ’î âyîni hakkında da şunları yazıyor: (Dostlarımın anlatdığına göre, feryâd eden dervişler [ya’nî Rıfâ’îler] bele kadar çıplak bir hâlde, sıraya girmişler. Yüksek sadâ ile şehâdet getiriyor, aynı zemânda yavaş yavaş öne arkaya doğru sallanıyorlarmış. Ondan sonra hareketlerini gitdikçe hızlandırarak, bir yandan da korkunç çığlıklar ve nâralar atarak, âdetâ bir nev’ vecde gelerek veyâ sar’a nöbetine kapılarak, kendilerini gayb edinciye kadar havalarda sıçrayıp duruyorlarmış. Ellerindeki bıçakları vücûdlarına saplıyorlarmış. Aralarında, kan içinde kalıp, yere yuvarlananlar da varmış.
 

MURATS44

Özel Üye
Bu hâlde iken, onların tam mubârek ve kudsî bir hâle geldiğini kabûl eden Türk kadınları, evlerinden getirdikleri hasta çocuklarını iyileşsin diye, onların ayakları altına koyuyormuş. Çünki, eğer bu Rıfâ’îler bu hâlde iken çocukları çiğnerlerse, onların bütün hastalıklardan kurtulacaklarına inanıyorlarmış. Zan ediyorum ki, bu çıldırmış adamların küçük çocukların vücûdlarına basarak yapdıkları tedâvî, muhakkak onları öldürmekde ve böylece, bütün hastalıklardan kurtarmakdadır. Nasıl oluyor da, böyle şeylere inanıyorlar? Bu Rıfâ’îlerin, tekkelerinde bağırmaları, tekkenin içini kaplıyan fenâ sarmısak ve nefes kokusu, buraya girenlerin mi’delerini bulandırıyormuş. Bana bunları anlatan dostlarım, (Bu hareketler bize Kurûn-ı vüstâ vahşetlerini hâtırlatdı. Bu kadar ibtidâî âdetleri, hiçbir yerde görmedik. Bu mahûf, dehşetli manzara karşısında, hasta olduk) dediler.)
[1] Hüseyn Vâ’iz 910 [m. 1505] de Hirâtda vefât etdi.
Şimdi bu iki yazıyı biraz dahâ tedkîk edelim. Bayan Müller yazdıklarında haklıdır. İslâm dînini oldukca iyi tedkîk etmişdir. Bayan Neave ise, temâmen hatâ etmekdedir. İslâm dîni ile hiçbir alâkası olmıyan câhillerin ortaya çıkardıkları, Muharrem âyîni ile, yine islâm dîni ile hiçbir alâkası bulunmıyan Rıfâ’î âyînini, islâm dîninin esâslarından zan etmiş, bu dînin vahşî ve ibtidâî olduğu karârına varmışdır. Bu âyinleri seyyid Ahmed Rifâ’î hazretlerinden[1] sonra, din câhilleri uydurmuşlardır. Bir islâm memleketinde senelerce oturduğu hâlde, yüzlerce medresede, okutulan fen ve din derslerini ve câmi’lerde yüzbinlerce müslimânın abdest alarak tam bir beden ve kalb temizliği ile, büyük bir huşû’ ve nizâm içinde kıldıkları nemâzları görmiyerek, kulakdan duyduğu bir şeyin aslını dahî tahkîk etmeden, islâm dînini tahkîr etmek, birçok Avrupalıların yapdığı hatâlı işdir. Bunun da sebebi, koyu bir hıristiyanlık teassubu ve islâm düşmanlığıdır.
Bayan Georgina Müllerin teklîf etdiği Kur’ân tercemesi ve dînin dünyâ çıkarlarına âlet edilmemesi, hakîkî din âlimlerinde ve bunlara tâbi’ olan hükûmetlerde her zemân tehakkuk etmişdir. Peygamberimizin “sallallahü aleyhi ve sellem” haber vermiş olduğu, yetmişiki çeşid bozuk fırkadaki kimselerin ve islâm dînini içerden yıkan bölücü tarîkatçıların uydurma âyînleri de, Ehl-i sünnet âlimlerinin “rahime-hümullahü teâlâ” kitâbları sâyesinde İslâm dîninden uzaklaşdırılmışdır. Bu büyük âlimler, Muharrem merâsiminin ve Rıfâ’î denilen tarîkatcıların, uydurma âyînlerinin islâm dîni ile hiçbir alâkası olmadığını, bütün dünyâya bildirmişlerdir.
 

MURATS44

Özel Üye
Böyle âyînler, islâm devletlerince men’, yasak edilmişdir. Bunlar, (Fetâvâ-i hadîsiyye) de ve (Mektûbât)’ın 266. cı mektûbu sonunda ve (Hadîka) ve (Berîka)da bildirilmiş, harâm olduklarına fetvâ verilmişdir.
[1] Seyyid Ahmed Rifâî, 578 [m. 1183] de Mısrda vefât etdi.
Müslimânlık, oyun, müzik, sihrbazlık, hokkabazlık yapmak değildir. Osmânlı devletinin Şeyh-ül-islâmlarından büyük âlim Ahmed ibni Kemâl efendi “rahime-hullahü teâlâ”[1] (El-münîre) kitâbında diyor ki, “Şeyhe ve mürîde ilk lâzım olan şey, islâmiyyete uymakdır. İslâmiyyet, Allahü teâlânın emr ve yasak etdiği şeyler demekdir. Peygamberimiz “sallallahü aleyhi ve sellem” buyurdu ki, (Bir kimsenin havada uçduğunu ve deniz üzerinde yürüdüğünü yâhud ağzına ateş koyup yutduğunu görseniz, fekat sözleri ve işleri islâmiyyete uygun olmazsa, onun büyücü, yalancı, sapık ve insanları doğru yoldan sapdırıcı olduğunu biliniz!)”. Ehl-i sünnet âlimlerinin “rahime hümullahü teâlâ” bildirdiği hakîkî islâm dîni, bütün hurâfelerden uzak, akl-ı selîme muvâfık bir dindir. İslâmiyyetde ilâhî kitâb, Kur’ân-ı kerîmdir. Kur’ân-ı kerîmde, yalnız Allahü teâlâya ibâdet vardır ve bu ibâdet şeklleri de, Onun tarafından bildirilmiş olup, en kibâr, en vakarlı, en sıhhî ve ubûdiyyete, kulluğa en münâsib şekllerdir. Kur’ân-ı kerîmde bildirildiğine göre, bütün müslimânlar Allahü teâlânın indinde müsâvîdir, eşitdir. Müslimânın müslimân üzerine üstünlüğü ancak ilm ve takvâ iledir. Takvâ, Allahü teâlâdan korkmak demekdir. Kur’ân-ı kerîmde, Hucürât sûresi 13. âyetinde meâlen, (Allahü teâlânın indinde en kıymetli, en üstününüz Ondan en çok korkanınızdır) buyurulmuşdur. Kur’ân-ı kerîmde, insanları müslimân yapmak için, hiçbir şiddete, hiçbir zorlamağa yer verilmemiş, bil’aks yasak edilmişdir. Cihâd, îmânı, islâmı teblîg etmek, bildirmek için yapılır. Îmân etdirmek için yapılmaz. Kur’ân-ı kerîmde insanlara dâimâ merhamet ve şefkat emr olunmakdadır. Bu emrlere kıymet vermiyenlerin müslimânlıkla irtibâtı kalmamışdır.
Bugünkü Kitâb-ı mukaddesde hâlâ Allahü teâlânın emrlerinden kalmış parçalar vardır. Bu kısmlar, Kur’ân-ı kerîm gibi, insanlara, şefkati, merhameti emr etmekdedir. İslâm âlimleri, Tevrât ve İncîlde bulunan ve islâm dînine uygun olan kısmların Allahü teâlânın kelâmı olduğunu kabûl etmekdedirler. Nasrâniyyet, esâsında (Bir Allah)a îmânı emreden bir din idi. Teslîs denilen (üç Tanrı) fikri, yehûdîlerin nasrâniyyeti yıkma fe’âliyyetlerinden ve yanlış tefsîrden ileri gelmişdir.
 

MURATS44

Özel Üye
Îsâ aleyhisselâm, (sağ yanağınıza tokat atan kimseye sol yanağınızı da çevirin) demekde, kendisine zulm ve eziyyet yapanlar için (Allahım! Onların günâhlarını afv et! Çünki onlar, ne yapdıklarını bilmiyorlar) diye yalvarmakdadır. Peki, her iki din de şefkatden ve merhametden bahs ederken, her iki din de sabr, hüsn-i zan esâsı üzerine kurulmuşken, niçin asrlarca, birbirine karşı bu kadar nefret ve gaddârlık hâsıl olmuş? Bu gaddârlıkları ve zulmleri, yalnız hıristiyanlar yapmışlardır. Bunu kendileri de i’tirâf etmekdedirler.
[1] Ahmed ibni Kemâl, 940 [m. 1534] de vefât etdi.
Yukarıda bildirilen korkunç hâdiseler, hıristiyan papazların ve hıristiyan târîhçilerin eserlerinden alınmışdır. Eğer bu bilgileri islâm âlimlerinin eserlerinden almış olsaydık, belki şübheye sebeb olabilirdi. Müslimânlara karşı yapılan bu vahşet, bu zulm ne kadar devâm etdi? Bunu, Engizisyon mahkemelerinin ne kadar devâm etdiğini ecnebî menba’lardan meydâna çıkaralım. Avrupa menba’larına göre, Engizisyon mahkemeleri, 578 [m. 1183] den 1222 [m. 1807] senesine kadar tam altı asr devâm etmiş, İtalya, İspanya ve Fransada kurulan bu korkunç mahkemelerde, sayısız insanlar, yâ din uğruna, yâ da papazların maddî menfe’atleri uğruna veyâ yeni fikrler ortaya koyduğu için, haksız yere öldürülmüş, yâhud diri diri yakılmış veyâ muhtelif işkencelerle telef edilmişdir.
İspanyadaki yehûdîlerle müslimânlar temâmen imhâ edilinceye kadar, bu mahkemelerde sürünmüşler, oğlunu bile bu mahkemelerde i’dâma mahkûm etdiren İspanya kralı beşinci Ferdinand[1], (İspanyada artık ne müslimân, ne de dinsiz kaldı) diye iftihâr etmişdir. Engizisyon mahkemeleri, yalnız diğer dinlerden olanları değil, bütün münevverleri yok ediyor, fennin ve ilmin ortaya koyduğu yenilikleri günâh sayıyordu.
Dünyânın küre şeklinde [yuvarlak] olduğunu ve döndüğünü müslimânlardan öğrenerek, Avrupalılara nakl eden Galile bile, bu beyânâtından dolayı, engizisyon mahkemesine sevk edilmiş, ancak sözünü resmen geri alarak halâs olabilmiş, kurtulabilmişdi. Bu engizisyon mahkemelerini papazlar idâre ediyor, bütün mu’âmelât gizli yapılıyor, ictimâ’ları, muhakeme hey’eti toplantıları kapalı cereyan ediyordu. Engizisyon mahkemeleri insanlık târîhinin lekesi, hıristiyanlığın yüz karasıdır.
 

MURATS44

Özel Üye
İspanyada engizisyonu Napoleon Bonaparte 1222 [m. 1807] senesinde birçok müşkilât ile kaldırmış, onun düşmesinden sonra, tekrâr canlanan bu vahşet ancak 1250 [m. 1834] de târîhe karışmışdır. Adedi pek fazla olan engizisyon mahkemelerinin kaç kişiyi ölüme mahkûm etdiği kat’î olarak ma’lûm değil ise de, milyonları aşdığı muhakkakdır. Çünki, yalnız İspanyada küçük bir engizisyon mahkemesinin 28.000 kişiyi ölüme mahkûm etdiğini söylersek, adedi pek fazla olan bu mahkemelerin kaç kişiyi i’dâm etdiği düşünülebilir. Harputlu İshak efendi “rahime-hullahü teâlâ”, (Diyâ-ül-Kulûb) kitâbında hıristiyanların müslimân ve yehûdîlere, katoliklerin de protestanlara ve protestanların katoliklere (din için) yapdıkları tecâvüzlerin, zulmlerin ve katliâmların bir hesâbını çıkartmışdır. Buna göre, haçlı seferlerinde, İmperatör Theophil ve eşi Theodora zemânlarında yapılan, (hıristiyan olmıyanları [imhâ] öldürme) savaşında, Papa yedinci Gregorius tarafından verilen emr üzerine, yapılan toplu i’dâmlarda, Ondördüncü asrda insanları zorla hıristiyan yapmak için girişilen toplu öldürmelerde, Endülüs devletinde bulunan müslimân ve yehûdîlerin imhâ edilmesinde, katoliklerin Sen Bartelmi gecesinde ve ondan sonra İrlandada yapdıkları protestanları yok etmek cinâyetlerinde, İngiliz kraliçesi Elizabethin katolikleri katletdirmesinde ve buna benzer vahşetlerde, asgarî 25 milyon insanın hayâtını gayb etdiğini hıristiyan târîhciler yazmakdadır.
[1] Ferdinand 922 [m. 1516] de öldü.
Bunlara Rusların 1321 [m. 1903] senesinde orta Asyada ve 1917 de Bolşevik [komünist] ihtilâlinde ve ondan sonra ve İkinci Cihan harbinden sonra bütün dünyâda ve bilhassa 1406 [m. 1986] senesinde Efganistânda yapdıkları toplu katliâmlar da ilâve edilirse, rakam çok dahâ büyüyecekdir.
Yukarıda yazılı ve çoğu hıristiyan kitâblarından alınan vesîkalardan şu hakîkat meydâna çıkmakdadır:
1 — İslâm dîni, hiçbir zemân, vahşet dîni olmamış, müslimânlar, hiçbir zemân hıristiyanları imhâ için tecâvüz etmemiş, aksine îcâbında onları himâye etmişdir.
2 — Buna mukâbil hıristiyanlar, birbirlerini müslimân ve yehûdîlere ve farklı mezhebe mensûb dindaşlarına karşı tahrîk etmiş, onları muhtelif mezâlime tâbi’ tutmuş, her vahşeti yapmış, Îsâ aleyhisselâmın dînini bir vahşet dînine çevirmişlerdir.
Bu gibi vahşetleri idâre edenler, kendi şahsî menfe’atleri [çıkarları] için veyâ memleketlerine iyilik yapdıklarını zan ederek, yâhud yağma yapmak için veyâ kin ve intikâm hissi ile, kısaca din ile hiçbir alâkası olmıyan sebeblerden veyâ sırf din için ma’sûm insanların canına kıymışlardır.
 

MURATS44

Özel Üye
Din, tertemiz ahlâk sâhibi olmağı emr eden, sırf merhamet, muhabbet ve büyüklere itâ’at, küçüklere şefkat emr eden, insanları doğru yola götüren, şahsî menfe’atler için kullanılması en büyük günâh olan (ALLAHÜ TEÂLÂNIN RÂZI OLDUĞU YOL)dur. Dîni siyâsete [politikaya] âlet etmek, yâhud başka zararlı maksadlar ve menfe’atler için kullanmak, birtakım câhilleri, din ismi altında, tahrîk etmek çok büyük bir günâhdır. Gafûr ve rahîm olan Allahü teâlâ, en çok bu ma’siyyeti zem etmekde, kötülemekdedir. Müslimânları öldürtmek için, kendi mukaddes kitâbının emrine karşı çıkıp, insan toplayan bir papa, bir kardinal, din adamı sayılır mı? (Din elden gidiyor) diye müslimânları kendi pâdişâhları veyâ devlet adamları aleyhine kışkırtan yobazların islâmiyyet ile ne alâkası vardır? Elhamdülillah ki, bugün artık din ve fen yobazlarının arkasından koşacak câhiller, ahmaklar pek kalmamışdır. Bugün hıristiyan gençleri ile müslimân gençleri, birbirlerinin dilini öğrenmekde, sür’atli nakl vâsıtaları [araçları] sâyesinde, kolayca birbirlerinin memleketlerine giderek, birbirleri ile tanışmakda ve anlaşmakdadır. Şimdi, hıristiyanlar da müslimânlığın vahşî bir din olmadığını görmekde, aslında iki dînin de aynı esâsları emr etdiğini anlamakdadırlar.
Bugün, birçok hıristiyanlar, târîhde okudukları hıristiyan zulmlerinden dolayı çok müteessir olduklarını, artık kendilerinin böyle düşünmediklerini, aksine islâm dînini en medenî din ve hakîkî müslimânları da kâmil, medenî, güzel ahlâklı, sevimli insan olarak tanıdıklarını bildirmekdedirler. Hattâ, bunun aksini iddi’â edenlere gereken cevâbı kendileri vermekdedirler. Düâ edelim ki, artık bundan sonra, insanlar, (DİN) olarak İslâm dînini tanısınlar ve onu şahsî ve âdî maksadlar için kullananlarla ve onu öğrenmeğe mâni’ olanlarla mücâdele ederek, onların pençelerine düşmüş olan esîr milletleri, işkenceleri altında inleyen zevallı insanları hürriyyete, insan haklarına kavuşdurmak için çalışsınlar! Allahü teâlâ, bütün insanlara, kendi indinde yegâne hak din olan islâmiyyet ile şereflenmeği ve Ona tam tâbi’ olmağı nasîb eylesin. Âmîn.
Hudâ Rabbim, Nebîm hakka Muhammeddir Resûlullah.
Hem islâm dînidir, dînim; kitâbımdır kelâmullah.
Akâidde, Ehl-i sünnet oldu mezhebim hamdolsun.
Amelde, Ebû Hanîfe mezhebi, mezhebim vallah.
 
Üst Alt