30- İslâmiyyet bir vahşet dîni değildir

MURATS44

Özel Üye
1099 dan 1187 ye kadar 88 sene hıristiyanların elinde kalan Kudüs, bu târîhde Selâhuddîn-i Eyyûbî tarafından kurtarıldı. Kendisine karşı çıkan Aslan Yürekli Rişardı esîr aldı. Fekat ona karşı son derecede nezâket ve şefkat ile davrandı. Ona bir esîr değil, bir kral mu’âmelesi yapdı. İşte size, (vahşî müslimânlık) ile (müşfik hıristiyanlık) arasındaki farkı gösteren en büyük misâl!
Ba’zı kiliselerin müslimânlar tarafından câmi’e çevrildiği doğrudur. Fekat, bunlardan hiç biri yıkılmamış, aksine ta’mîr edilmişdir. Fâtih Sultân Muhammed hân “rahime-hullahü teâlâ”, İstanbulu zabt etdiği zemân, Ayasofya kilisesini câmi’e çevirdi. Bu, yapılan sulh şartlarından biri idi. Bu, yalnız dînî bir olay değil, aynı zemânda Türklerin en büyük zaferinin bir hâtırası idi. Peygamberimiz “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem”, İstanbulun feth edileceğini evvelden haber vermiş ve bu şehri zabt eden kumandan ve askerleri için, (Ne mutlu onlara) buyurmuşdu. İstanbulu feth ederek târîhde yeni bir çağ açan Fâtih sultân Muhammed hân, bunu bütün dünyâya i’lân için hıristiyan sembolü olan Ayasofyayı, câmi’ hâline, ya’nî Müslimân sembolü şekline koymak zorunda idi. Fâtih sultân Muhammed hân, Ayasofyayı aslâ tahrîb etmedi. Aksine, ta’mîr etdi. Kur’ân-ı kerîmde kiliselerin yıkılması hakkında bir emr yokdur. İlerde göreceğiniz gibi, müslimân hükûmetler, dâimâ kiliseleri ve sâir ibâdet yerlerini tecâvüzden korumuşlardır.
Şimdi size, kendilerini müşfik, ma’sûm ve merhametli sayan hıristiyanların bir câmi’i kiliseye çevirme işinden bahs edeceğiz. Aşağıdaki yazı, 1312 [m. 1894] senesinde, Almanyada Würzburg şehrinde neşr edilmiş olan ve Prens Salvator, Prof. Graus, teolog Kirchberger, baron von Bibra, Bayan Threlfall tarafından hâzırlanan (Spaneien = İspanya) ismindeki eserden alınmışdır:
(İspanyada en mühim şehrlerden biri, Cordoba (Arabca ismi: Kurtuba)dır. Bu şehr, Arab Endülüs devletinin merkezi idi. Müslimânlar, Târık bin Ziyâd “rahime-hullahü teâlâ” kumandasında, 95 [m. 711] de İspanyaya geçince, bu şehri kendilerine başşehr yapmışlardı. Arablar bu şehre medeniyyet getirdiler. Yarı vahşî olan bu şehri, tam bir medenî şehre çevirdiler. Bir büyük serây [El-kasr], hastahâneler, medreseler yapdılar. Bunların yanında, bir de büyük Câmi’a [Üniversite] kurdular. Avrupada ilk kurulan üniversite, budur. O zemâna kadar Avrupalılar ilmde, fende, tıbda, zirâatde ve medeniyyetde çok geri kalmışlardı. Müslimânlar, onlara ilm, fen, medeniyyet getirdiler. Onlara hocalık etdiler.
 

MURATS44

Özel Üye
Endülüs islâm devletini kuran birinci Abdürrahmân bin Muâviye bin Hişâm bin Abdilmelik “rahime-hümullahü teâlâ”, Kurtubada çok büyük bir câmi’ yapdırmak istedi. Bu câmi’in Bağdâdda bulunan câmi’lerden dahâ büyük, dahâ güzel ve ihtişâmlı olmasını istiyordu. Kurtubada bu işe en uygun arsayı seçdi. Arsa bir hıristiyana âid idi. Bu adam, arsası için çok para istedi. Çok âdil bir hükümdâr olan birinci Abdürrahmân, isterse, zorla bu arâzîyi alabilirken, kat’iyyen böyle bir yola başvurmadı. Aksine, hıristiyan sâhibine istediği parayı ödedi. Hıristiyanlar, bu para ile kendilerine üç küçük kilise yapdılar. Câmi’in yapılmasına 169 [m. 785] senesinde başlandı. Abdürrahmân, günde birkaç sâat binâ inşaâtında, bir amele gibi çalışıyordu. İnşaât malzemesi, doğunun birçok yerlerinden getirtildi. Tahta kısmlar için Lübnanın en mükemmel ağaçları, mermer kısmlar için, doğunun birçok yerlerinden renkli mermerler, Irakdan ve Sûriyeden kıymetli taşlar, inci, zümrüd, fildişi, bu arâzîye yığıldı. Her şey çok güzel ve çok boldu. Câmi’, ihtişâmlı bir binâ hâlinde yavaş yavaş yükselmeğe başladı. Birinci Abdürrahmânın ömrü, câmi’in bitdiğini görmeğe yetmedi. 172 [m. 788] senesinde vefât etdi. Ondan sonra hükümdar olan oğlu Hişâm ve torunu birinci Hakem “rahime-hümallahü teâlâ”, câmi’in temâmlanmasına gayret etdiler. Câmi’, 10 senede temâmlandı. Fekat, bundan sonra, her sene bir parça ilâve edilerek, en son şeklini, 380 [m. 990] senesinde, ya’nî ancak 205 sene sonra aldı. İkinci Hakem 366 [m. 976] da câmi’e altından bir minber yapdırdı. İşte, böylelikle bu câmi’ pek mu’azzam, pek haşmetli ve son derecede güzel bir eser olarak ortaya çıkdı. Câmi’, 120x135 metre eb’âdında ve müstatil [dikdörtgen] şeklinde idi. İki (kolu) biraz ileriye doğru uzanıyor. Bu kolların uzunluğu 135 metreyi buluyordu. Bu uzanan iki kolun binânın esâs gövdesinden çıkan kısmları arasında bir açık avlu meydâna gelmişdi. Câmi’in içinde, her biri 10 metre yüksekliğinde 1419 sütun bulunuyordu. Bu sütunlar dünyânın en mükemmel mermerlerinden yapılmışdı. Sütunların tepelerindeki kemerler, birkaç renkli mermerden parça parça olarak meydâna getirilmişdi. Câmi’e girince, insanın gözü bu sütun ormanında gayb oluyordu.
Mermer sütun başlıklarına bakanlar, bu güzellik karşısında hayrân kalıyordu. Câmi’e giren herkes, âdetâ büyüleniyordu. Bu kadar güzellik, o zemâna kadar dünyânın hiçbir yerinde görülmemişdi.
Câmi’in, 20 kapısı vardı. Kapıların önünde, özel portakal bağçeleri kurulmuş, her taraf yeşilliğe bürünmüşdü.
 

MURATS44

Özel Üye
Câmi’in etrâfında, diğer bağçeler, havuzlar, fiskiyeler, çeşmeler vardı. Müslimânların abdest alabilmesi için birçok şadırvanlar yapılmışdı. Câmi’in zemîni, en kıymetli mermer ve süslü tahtalar ile işlenmişdi. Tavanın yapılması için kullanılan kıymetli Lübnan tahtaları, ayrı bir güzellik, ayrı bir heybet veriyordu. Dıvar ve tavanlarda oymalar, işlemeler ve çok güzel yazılar vardı. İnsan, câmi’e girip bir göz atsa, sanki bu muhteşem sütun ormanı bitmiyecek gibi görünüyordu. Geceleyin, binlerce gümüş kandillerden fışkıran renkli ışıklar, câmi’i aydınlatıyordu.
1041 [m. 1632] senesinde Mısrda vefât eden meşhûr târîhçi Ahmed El-Makkarî, (Nehy-ut-tîb min-gasni Endülüs-ir-ratîb) kitâbında, bu câmi’den bahs ederken, onu aydınlatan lâmba ve kandillerin 7425 adet olduğunu, bunların senenin normal günlerinde yarısının geceleyin yakıldığını, Ramezân ve bayramlarda, diğer mübârek gecelerde ise, hepsinin yandığını, lâmba ve kandillerin yanması için, senede 24000 okka zeytinyağı sarf edildiğini, ayrıca câmi’e güzel koku vermek için, her sene 120 okka amber ve öd ağacı yakıldığını yazmakdadır.
Minârelerin tepesinde nar şeklinde başlıklar bulunuyordu. Bu başlıklar, mücevherler, inciler, zümrüdlerle süslenmiş, taş araları altın parçaları ile örtülmüşdü. Lübnanda hıristiyan papazların yazdığı (Müncid) lügat kitâbında, Kurtuba câmi’inden iki nefîs manzara resmi vardır.
Hıristiyanlar, 897 [m. 1492] de Endülüs Devletini mahv edip Kurtubaya girince, ilk iş olarak, bu câmi’e saldırdılar. Bu çok güzel, haşmetli binâya atlarıyla girdiler. Câmi’e sığınmış olan müslimânları, merhametsizce boğazladılar. O kadar ki, câmi’in kapılarından kan akmaya başladı. Ondan sonra, altın minberi parçalıyarak aralarında taksîm etdiler. Fildişinden yapılmış rahleleri paylaşdılar. Minberde saklanan ve Osmân radıyallahü anhın yazdığı Kur’ân-ı kerîmin bir eşi olan inci ve zümrüdle işlenmiş nefîs Mıshaf-ı şerîfi ayaklarının altına alarak çiğnediler. Böylece, minber ve Kur’ân-ı kerîm, bu iki eşsiz nefîs eser, temâmen yok edildi. Vahşî İspanyollar, bütün müslimân ve yehûdîleri kılıç tehdîdi ile zorla hıristiyan yapdılar. Ellerinden kaçabilen yehûdîler, Osmânlı devletine ilticâ etdiler. Bugün, Türkiyede bulunan yehûdîler, bunların torunlarıdır. Hâlbuki, müslimânlar, ilk def’a bu memleketleri zapt etdikleri zemân, orada yaşayan hıristiyan ve yehûdîlere hiç dokunmamış, onların kendi dinlerine göre ibâdet etmelerine kat’iyyen mâni’ olmamışlardı.
 

MURATS44

Özel Üye
Hıristiyan İspanyollar, görülmemiş bir vahşet ile müslimân ve yehûdîleri yok etdikden sonra, bu şâheser câmi’i yıkmağa başladılar. Önce minârelerdeki altın ve zümrüdle işlenmiş nar şeklindeki başlıkları indirerek yağma etdiler. Bunların yerine âdî taşdan yapılmış, güyâ melek şeklinde çirkin başlıklar koydular. Tavandaki o haşmetli, güzel tahta süsleri sökdüler. Yerdeki güzel mermerleri kırıp parçaladılar. Yerlerine âdî taşlar dizdiler. Dıvarlardaki bütün güzel süslemeleri yerle bir etdiler. Sütunları yıkmağa çalışdılar. Fekat, ancak bir kısmını devirebildiler. Geri kalan sütunları âdî kireçle badana etdiler. Yıkılan sütunlar, yüzlerce idi ve câmi’in içinde büyük bir mermer yığını hâlinde serilmiş, kalmışdı. 20 kapıdan çoğu taşlarla örülerek kapatıldı. Nihâyet, en son bir vahşet eseri olarak, 929 [m. 1523] senesinde câmi’in içine bir kilise yapmağa karâr verdiler. Bunun için, o zemân İspanya ve Almanya İmperatörü olan 5. ci Karlosdan [ya’nî Almanya imperatoru beşinci Charles Quint’den (906-966 [m. 1500-1558])] izn istediler. Charles Quint, bu teklîfi evvelâ red etdi. Fekat, müteassıb kardinaller onu mütemâdiyen sıkışdırıyor, din uğruna bu işin muhakkak yapılması îcâb etdiğini savunuyorlardı. Bunların başında çok büyük nüfûzu olan kardinal Alonso Maurique bulunuyordu. Bu kardinal, aynı zemânda papayı da bu iş için kandırmışdı. Papanın da câmi’in kiliseye çevrilmesini arzû etdiğini gören Charles Quint, bu işe muvâfakat etmek zorunda kalmışdı. Kilise yapmak için, birçok sütunlar dahâ yıkıldı ve câmi’de kalan sütun sayısı 812 ye kadar düşdü. Ya’nî, en azdan 600 kıymetli mermer sütun yıkıldı. Yapılan kilise, câmi’in ortasında haç şeklinde 52x12 metre eb’âdında çirkin bir binâ olarak kendini gösterdi. Charles Quint, bizzat Kurtubaya gelerek bu kiliseyi gördü. Çok üzüldü, (Yapdığınız vahşeti görünce, size bunun için izn verdiğime çok pişmân oldum. Dünyâda bir benzeri bulunmayan, bu güzel eseri böylece tahrîb edeceğinizi bilseydim, size müsâ’ade etmez ve hepinizi cezâlandırırdım. Yapdığınız bu çirkin kilise, eşi her yerde bulunan âdî bir binâdan ibâretdir. Hâlbuki, bu haşmetli câmi’in bir nazîrini yapmak imkânı yokdur) dedi. Bugün bu haşmetli binâyı ziyâret edenler, harâb olmasına rağmen, İslâm mi’mârîsinin bu büyük eserinin güzelliği, büyüklüğü karşısında hayrân kalmakda, ortada bir cüce gibi görünen kilisenin hâline acımakda ve böyle bir haşmetli eserin bu hâle gelmesine müteessir olmakdadırlar.) Spaneienden terceme temâm oldu.
 
Üst Alt