3. Sakalları Hilâllemek

ceylannur

Yeni Üyemiz
13. Abdestte Niyetin Farz Olmadığı



50. Enes b. Malik (r.a.) şöyle anlatır: Ömer kılıcını kuşanmış bir şekilde jiderken Benî Zühre´den bir adamla karşılaştı. Adam ona, "Nereye gidi­yorsun?" diye sordu. Ömer, "Muhammed (s.a.v.)´i öldürmeye" dedi. Adam, "Muhammed (s.a.v.)´i öldürdüğünde Benî Haşini ve Benî Zühre kabilelerinden kendini nasıl kurtaracaksın?" diye sorunca Ömer, "Senin de dinden çıkmış olduğunu görüyorum" dedi. Adam, "Sana daha ilgincini ha­ber vereyim. Enişten ve kız kardeşin de senin dinini terk edip onlara katıl­mıştır" karşılığını verdi. Bunun üzerine Ömer yolunu onlara doğru çevirdi. Onlara gittiğinde Habbâb (r.a.) da oradaydı. Ömer´in geldiğini duyunca evde bir yere gizlendi. Onlar da Tâhâ suresini okuyorlardı. Ömer eve girer girmez "Duyduğum ses neydi?" diye sordu. Onlar, "aramızda konuşuyor­duk" diye karşılık verdiler. Ömer, "Siz dininizi değiştirdiniz değil mi?" de­di. Eniştesi, "Ey Ömer! Hakikat senin dininde değilse" deyince Ömer ona saldırdı, üzerine çullandı ve şiddetlice tekmelemeye başladı. Kız kardeşi kocasını kurtarmaya çalışınca Ömer ona da indirdi ve yüzünden kanlar ak­maya başladı. Bu halde iken kız kardeşi de öfkeyle, "Hakikat senin dinin­de değilse de mi?" dedikten sonra "Ben ALLAH´tan başka ilah olmadığına, Muhammed (s.a.v.)´in O´nun kulu ve elçisi olduğuna şahadet ederim" di­ye ilave etti. Bunun üzerine Ömer, "Yanınızdaki kitabı verin de ben de oku­yayım" dedi. Ömer okumasını bitirdi. Kız kardeşi, "Sen pissin, ona ise an­cak temiz olanlar dokunabilir. Kalk boy abdesti veya abdest al ondan son­ra!" dedi. Ömer kalkıp abdest aldı sonra da Kur´an´ı eline aldı ve Tâhâ su­resini okudu.[117]

Hadisi İbn Sa´d, Ebû Ya´lâ, Hâkim en-Nîsâbûrî rivayet etmişler, Beyhakî de ed-DelâiVm&e. zikretmiştir. Ebû Nuaym´m ed-DelâiVın&z ve İbn Asâkir´deki İbn Abbas (r.a.)´den yapılan diğer rivayete göre Ömer (r.a.), "Kalktım, boy abdesti aldım. Bunun üzerine bana Kur´an âyetleri yazılı bu­lunan bir sahife verdiler" demiştir. Bütün bu rivayetler Suyûtî´nin Târî-hu´l-hulefâ isimli eserinde bulunmaktadır. İsnadlarıyla ilgili detay bilgile­re ulaşabilmiş değilim. Sadece aşağıdaki isnadı destekleyici olması ama­cıyla zikrettim.

51. Ahmed b. Muhammed b. İsmail el-Ademî´nin Muhammed b. Ubey-dullah el-Münâvî > İshak el-Ezrak > Kasım b. Osman el-Basrî isnadıyla ri­vayetine göre Enes b. Malik (r.a.) şöyle anlatmıştır: Hz. Ömer (r.a.) Hz. Peygamber (s.a.v.)´i öldürmek amacıyla kılıcını kuşanmış bir şekilde gider­ken kendisine, "Enişten ve kız kardeşin de senin dinini terk edip onlara ka­tılmıştır" denilmişti. Bunun üzerine Ömer yolunu doğru onlara çevirdi. Onlara vardığında muhacirlerden Habbâb (r.a.) da oradaydı. Birlikte Tâhâ suresini okuyorlardı. Ömer´in kız kardeşi, "Sen pissin, ona ise ancak temiz olanlar dokunabilir. Kalk önce boy abdesti veya abdest al" dedi. Ömer kal­kıp önce abdest aldı sonra da Kur´an´ı aldı ve Tâhâ suresini okudu. (Dâre­kutnî, Sünen-, I, 123)

Bunu Dârekutnî rivayet etmiş, Zeylaî Nasbu´r-râye´de her iki rivayeti de ceyyid olarak niteleyerek nakletmiştir.

Müellif birinci rivayetin konuya delil olmasını şöyle açıklamıştır: Kafi­rin niyetine itibar edilmez. Buna göre söz konusu olayda Hz. Ömer (r.a.)´in Kur´an´a dokunabilmesi için abdestinin geçerliliği ancak abdestte niyetin şart olmamasıyla mümkündür. Mezhebimizde de abdestte niyet şart değil­dir. Bu durumda mezhebimize göre Hz. Ömer (r.a.)´in abdesti sahihtir. Ab­destte niyeti şart koşanlara göre Hz. Ömer (r.a.)´in abdestinin sahih olma­ması gerekmektedir. Görüldüğü gibi bu yanlış bir görüştür. Abdestte niye­tin şart olduğu dinen de tespit edilebilmiş değildir. Bunun gibi konularda şahsî re´yle hüküm verilemeyeceği için mevkuf hadis de merfû hadis hük­mündedir. İkinci rivayette Hz, Ömer (r.a.)´in sadece boy abdesti aldığı söz konusu edilmektedir. Boy abdesti, abdesti de içine alır. Çünkü abdest al­madan sırf yıkanmış olmak Kur´an´a dokunmak için yeterli değildir. Bu açıdan da niyetsiz abdestin sahih olduğu ortaya çıkmaktadır.

el-Bahr müellifinin açıklaması şöyledir: Abdestte niyetin farz olmama­sı, buna dair delil bulunmaması sebebiyledir. Konuyla ilgili "Ameller ni­yetlere göredir" hadisi ise hem sübut hem de delalet bakımından zannidir.

Siibut bakımından zanni oluşu açıktır. Delâletinin zatini oluşuna gelince, hadisin terkip şeklinde zikredilmesi gerekli iken bunun terk edilmesidir. Zira biz biliyoruz ki amellerin çoğunun niyetsiz meydana gelmekte oldu­ğu bir olgudur. Bu durumda hadiste mecaz bulunmakta ve hadis "amelle­rin hükmü niyetlere göredir" takdirindedir. Hadiste "amellerin hükmü" şeklindeki terkipten tamlanan (muzaaf olan) hüküm hazfedilmiş, onun ye­rine de geçmek üzere tamlayan (muzafun ileyh) zikredilmiştir. Hüküm de sevap-günah, mubah-fesad kısımlarına ayrılmaktadır. Böyle bir durumda iki hükümden hangisinin olduğunda ihtilaf edildiğinde mecaz, müşterek halini alır ve ittifak edilen kısım doğrusu olarak kabul edilir. Burada ittifak edilen kısım ise hükmün uhrevî olmasıdır. İhtilaf edilen kısımda görüşümü­zün aleyhine bir delil bulunmamakta dolayısıyla bu, aleyhimize delil teşkil etmemektedir. (el-Bahr, I, 26)

Merğinânî´nin açıklaması ise şöyledir: Bize göre abdestte niyet etmek sünnettir. İmam Şafiî´ye göre ise ibadet olduğu için niyet farzdır ve teyem­mümde olduğu gibi niyetsiz abdest sahih olmaz. Bize göre abdestin kurbet olması niyetsiz olmaz. Ancak niyetsiz haliyle namaz için yeterlidir. Abdest teyemmüme de benzetilemez. Çünkü abdestte araç olarak kullanılan su, ni­yet olmasa da temizleyicidir. Teyemmümde kullanılan toprak ise Özü itiba­riyle temizleyici değildir. Bu itibarla orada niyete ihtiyaç vardır. Kaldı ki teyemmüm kelimesi de "kasıt" yani niyet anlamındadır. Dolayısıyla teyem­mümde niyetin gerekli olması, aynı zamanda lafzın da gereğidir. (Merğinânî, el-Hidâye, I, 6)

Müellif İbn Hacer´in Lisânü´l-Mîzân isimli eserinden naklen ikinci ri­vayetin isnadında bulunan Kasım b. Osman hakkında Buhârî´nin "onun desteklenemeyecek rivayetleri bulunmaktadır" açıklamasını yaptığım söy­lemiştir. (İbn Hacer, Lisânü´l-Mîzân, IV, 463) Burada sahih olan metnin İshak el-Ezrak rivayeti olduğunu hatırlatmalıyız. Hz. Ömer (r.a.)´in müslüman ol­masıyla ilgili nakledilen olay ise son derece zayıftır. Kasım b. Osman er-Rahhâl olarak da tanınmaktadır. Ukaylî onun hakkında "onun desteklene­meyecek rivayetleri bulunmaktadır" demiş, îbn Hibbân es-Sikât´ma. almış, Dârekutnî de es-Süneriinde leyse bi´1-kavi (kuvvetli değildir) lafzıyla ni­telemiştir. Daha Önce de belirtildiği gibi ravi hakkındaki ihtilaf onun güve­nilirliğine zarar vermez. Zeylaî´nin söz konusu rivayeti sahih olarak nite­leyip yukarıdaki şekilde yorumlaması, İbn Hibbân´ın sözü edilen raviyi gü­venilir olarak tavsif etmesi sebebiyle olmalıdır.


 

ceylannur

Yeni Üyemiz
14. Suyun Temizleyiciliği



52. Allahii Te´âlâ şöyle buyurur: "Gökten tertemiz su indirdik"[118]. Deniz suyuyla ilgili Ebû Hüreyre (r.a.)´in rivayetine göre Hz. Pey­gamber (s.a.v.), "Denizin suyu temiz, ölüsü helâldir" buyurmuştur.[119]

Tirmizî hadisi hasen-sahih olarak nitelemiş, İbn Huzeyme ve İbn Hib­bân Sahihlerinde, İbnü´l-Cârûd el-Münteka´smda, Hâkim en-Nîsâbûrî, el~ Müstedrek\e rivayet etmişlerdir. İbnü´I-Münzir, İbn Mende ve Begavî de hadisin sahih olduğunu söylemişlerdir. Begavî, "bu sahihliğinde ittifak edilen bir hadistir" demiş İbnü´1-Esîr, "Bu, âlimlerin kitaplarında rivayet ettikleri sahih ve meşhur bir hadistir. Onu âlimler delil olarak kullanmıştır. Ravileri de güvenilirdir" açıklamasını yapmıştır. Bu bilgiler Şevkânî´nin Neylü´t-evtar´mda da zikredilmektedir.

Müfessir en-Nîsâbûrî "Gökten tertemiz su indirdik" âyeti hakkında şöyle demektedir: Ayetin suyun temiz ve temizleyici olduğuna dair delil olduğu fakihler arasında bilinen bir husustur. Ahmed b. Yahya´nın da ara­larında bulunduğu bazı âlimler âyette geçen "tahûr" kelimesini temiz ve te­mizleyici olarak yorumlamışlardır.. el-Keşşaf müellifi Zemahşerî, "Bu­nunla temizliğindeki mübalağayı kastediyorlarsa doğrudur. Faul vezninde-ki tahûr kelimesinin temizleyici mânasına geldiği kastediyorlarsa bu doğ­ru değildir" diyerek buna itiraz etmiştir. Aslında Zemahşerî Arap dilinde tahûr kelimesinin biri sıfat diğeri isim olmak üzere iki şekilde kullanıldığı­nı kabul etmektedir. "Mâün tahûrun" cümlesinde olduğu gibi sıfat olarak kullanıldığında "temiz su" anlamına gelmektedir. İsim olarak kullanıldığın­da ise "vadû´: abdest suyu" ve "vekûd: yakıt" kelimelerinde olduğu gibi "temizleyen, temizleyici" anlamına gelmektedir. Bu durumda Zemahşe­rî´nin itirazına gerek kalmamakta, tartışma da ortadan kalkmaktadır. Zira su kendisiyle temizlenilendir ve dolayısıyla başkasını temizleyicidir. Buna göre ALLAH (c.c.) âyette "gökten suyu temizleyici olarak indirdik" buyur­muş olmaktadır. Bu ise suyun kendisinin de temiz olmasını gerektirmekte­dir. ALLAH (c.c.)´ün müminlere verdiği nimetleri zikri esnasında söz konu­su ettiği "Sizi temizlemek için üzerinize gökten bir su (yağmur) indiriyordu "[120] âyeti de bu yorumu teyit etmektedir. Zira bu âyette su ni­met olarak söz konusu edildiğine göre temiz olmasıyla değil ayrıca temiz­leyici özelliğiyle zikredilmelidir.

Kâsânî Bedâiu´s-sanâi´´de şöyle demektedir: "Ey iman edenler! Namaz kılmaya kalktığınız zaman"[121] âyetinde niyetten bahsedilmeksi-zin abdest uzuvlarını yıkamak ve mesh etmek mutlak olarak zikredilmek­tedir. Mutlakın takyidi ise ancak bir delil ile mümkün olabilir. Abdestle il­gili söz konusu âyetin sonunda "ALLAH sizi tertemiz kılmak ister" ifadesin­den de anlaşıldığı üzere abdest emrinin amacı temizliktir.. Temizliğin ola­bilmesi ise niyete bağlı değildir. Temizlik niyet olmasa da temizleyici mad­denin kullanılmasıyla mümkün olur. Hz. Peygamber (s.a.v.)´in "Su temiz­leyici olarak yaratılmıştır. Tadını, rengini ve kokusunu değiştirmedikçe başka bir nesne onu kirletemez" (İbn Mâce, "Taharet", 76) hadisinde belirttiği gibi temizleyici de sudur. "Gökten tertemiz su indirdik" âyetindeki "tahûr" kelimesi hem kendisi temiz hem de başkasını temizleyen anlamına gel­mektedir. Kullanıldığı yerlerde su ile temizliğe kabildir. Suyun yaratılış özelliğinin temizleme olduğu anlaşılmaktadır. Bunun için ayrıca dil ile ni­yet etmeye gerek yoktur. Hatta kişi yağmur altında kalsa ve iyice ıslansa bu abdest ve boy abdesti yerine geçer. Bunun için ayrıca niyet şartı aran­maz. Zira niyet kişinin tercihine bırakılmış bir durum için gerekir. Böyle­ce abdest için asıl olanın temizlik olduğu, ibadet anlamının ise zaid olduğu ortaya çıkmaktadır. Buna göre abdest niyet edilerek alınırsa ibadet olur. Ni­yet edilmeden alınırsa ibadet olmaz. Ancak cuma namazına gitmenin na­maza vesile olması gibi temizliği temin ettiği için niyetsiz alman abdest de namaz klimaya vesile olur. (Kâsânî, Bedâiu´s-sanâi, I, 20)

Burada konuyla ilgili İbn Ebî Hâtim´in rivayet ettiği İbn Abbas (r.a.)´in açıklamasını da hatırlatmalıyız. Nitekim İbn Abbas (r.a.), "Su her şeyi te­mizler, hiçbir şey onu temizlemez. Çünkü ALLAHü Te´âlâ ´Gökten tertemiz su indirdik´ buyurmaktadır" demiştir. Bu bilgiyi Suyutî de nakletmektedir. (ed~Dürrü´i-mensûr, v, 73) Bu durum âyette zikredilen "tahûr" kelimesinin te­mizleyici anlamına geldiğini teyit etmektedir. Celâleyn müellifi Celal el-Mahallî de âyeti aynı şekilde tefsir etmiştir.

"Tahûr" kelimesi hakkında el-Kâmus\& şöyle denilmektedir: Tahûr masdardır. O isim olarak temizlik âleti, temiz ve temizleyici manalarına gelmektedir. (Fimzabâdî, el-Kâmus, 1,293) Bize göre âyette ve hadiste masdar anlamında kullanılmamıştır. Temizleme âleti veya temiz ve temizleyici anlamında kullanılmıştır. en-Nîsâbûrî´nin ifade ettiği gibi temiz ve temizleyi­ci olmak birbirini tamamlayan iki husustur. Fetennî´nin Mecmau´l-bihârfî luğati´l-ehâdîs ve´l-âsâr isimli eserinde en-Nihâye fî garibi´l-hadîs´inden nakline göre İbnü´1-Esîr şöyle demiştir: el-Mâü´t-tahûr, maddi ve manevi kirleri temizleyen su demektir. Çünkü "tahûr" kelimesi mübalağa kalıbın-dadır. et-Tâhir kelimesi ise "tahûr" kelimesinden farklıdır. Zira onunla maddi ve manevi kirler temizlenmez. Denizin suyu temizdir hadisinde bu-iunan "tahûr" kelimesi de maddi ve manevi kirleri temizleyen su anlamın­dadır. (Fetennî, Mecmau´l-bihâr, II, 342)

Kur´an ve hadis suyun temizleyici özelliğini ifade ettiğine göre abdest âyetinde emredilen yıkama emrinin amacı uzuvların temizlenmesine yöne­liktir. Bunun için gerekli olan niyet değil uzuvların temizleyici olan suyla yıkanmasıdır. Böylece suyun yaratılışının temizlik için olduğu, bunu ger­çekleştirmek amacıyla ayrıca niyete gerek olmadığı, niyetin temizlik için olan abdesti ayrıca ibadet derecesine yükseltmek amacına matuf olduğu or­taya çıkmaktadır. Bu durumda abdest niyetsiz de gerçekleşebilmektedir. Bu mezhebimizin de görüşüdür.

Şafiî mezhebine mensup olanlar ve onlar gibi düşünenler bu konuda "Ameller niyetlere göredir" (Buhârî, "Bed´ü´1-vahy", I; Müslim, "İmâre", 155) hadisini delil göstererek, "İbâdetlerin sıhhati ancak niyetle mümkündür. Abdest ve boy abdesti de ibadet olduklarına göre niyet olmadan geçerli ol­mazlar" demişlerdir. Halbuki Şafiî mezhebine göre ibadet sayıldığı halde tahiyyetü´l-mescit, kocası Ölen kadının iddet beklemesi, elbisedeki pisliği temizlemek, borç ödemek, emaneti iade etmek, ezan okumak, Kur´an oku­mak, yol göstermek, zikir yapmak, zarar veren şeyleri yoldan kaldırmak gibi hususlar niyetsiz gerçekleşmekte ve sahih kabul edilmektedir. Hatta Aynî Umdetü´l-kârfde bu hususta son yedisinde icmâ bulunduğunu söyle­miştir. İbn Hacer de ilk ikisinde niyetin şart olmadığını belirttikten sonra şöyle demiştir: Namaza yetişen kimse niyet etmese de tahiyyetü´l-mescit namazını kılmış olur. Şöyle ki bir kimse mescide girdiğinde oturmadan farz veya sünnet namazı kılarsa bu onun için aynı zamanda niyet etsin ya da et­mesin tahiyyetü´l-mescit namazı yerine geçer. Zira tahiyyetü´l-mescit na­mazının amacı camiye girer girmez ibadetle meşgul olmaktır. Farz veya sünnet namaz kılındığında da bu gerçekleşmiş olmaktadır. Böylece hadisin umumî anlamından, husulü kısmen kastedilen hariç tutulmuş olur. Zira bu durumda Özel olarak niyete ihtiyaç yoktur. Tahiyyetü´l-mescit namazı daniyete ihtiyaç duyulmaması açısından kocası ölüp de haberi iddet süresin­den sonra kendisine ulaşan kadının durumu gibidir. Bu durumda haber kendisine ulaştığında iddet süresi sona ermiştir. İddetin amacı ise kadının hamile olmadığının tespitidir. Bu da hâsıl olmuştur. (İbn Hacer, Fethü´l-bârt, I, 12-13)

Boy abdesti ve abdestin amacı da uzuvların temizlenmesidir. Bu ise ni­yet olmaksızın suyla yıkamakla yapılabilmektedir. Nitekim el-Vecîz´de (1,7) "Elbiseni tertemiz tut"[122] âyetinden dolayı maddî kirliliği gidermek ibâdet olmasına rağmen niyetin şart olmadığı ifade edilmektedir. Sözü edilen hadis umumîlik ifade.etmekte olup tahsis edilmiştir. Kur´an´ın mutlak ifadesine bu hadisten hareketle niyet şartı ilave edilemez. Bu hu­susta el-Bahr isimli eserden konunun başında yaptığımız nakil tekrar göz­den geçirilmelidir.

´Fethu´l-bârî´de ifade edildiği gibi "Ameller niyetlere göredir" hadisi manen mütevâtirdir. Bu durumda el-Bahr müellifinin ´sübutunun zannî ol­duğu açıktır´ açıklaması doğru olamaz" şeklinde itiraz edilebilir. Bize göre problemin temelinde manevî mütevâtirin bilinmemesi bulunmaktadır. el-Bahr müellifinin söz konusu açıklaması, "Ameller niyetlere göredir" hadi­si amellerin niyetlere göre olduğunu ifade eder ancak sübutu zannîdir" mâ­nasına gelmektedir. Bu açıklamanın doğruluğunda herhangi bir şüphe bu­lunmamaktadır. Amellerin niyetlere göre olduğu hadisin lafzından anlaşıl­maktadır. Hadisin başında hasr edatı olan "innemâ"nın yer alması ve "a´mâl" kelimesinin başında kapsayıcılığa delâlet eden "elif-lâm" takısının bulunması bu durumu teyit etmektedir. Hadisin manevî mütevâtir olması, bu özel anlamın mütevâtir olmasını gerektirmez. Manevî mütevâtir ile fark­lı hadislerde ifade edilen müşterek anlam kastedilir. Bütün bunlarla genel­de dinde niyetin Önemli olduğunu ancak bu abdest ve boy abdestinde niye­tin farz olduğu anlamına gelmediğini söylemek istiyorum. Zira bir şeyin ge­nelde önemli olması her hususta temel kural olmasını gerektirmez.

Suyutî Tedrîbü´r-râvt isimli eserinde mütevâtirle ilgili şöyle demekte­dir: Usûl âlimleri mütevâtiri lafzî ve manevî olmak üzere iki kısma ayır­maktadır. Lafızlan tevatürle gelenlere lafzî mütevâtir denilir. Yalan üzere birleşmeleri mümkün olmayacak bir topluluğun farklı olaylardan bahset­melerine rağmen belirli bir noktada birleşmeleri ise manevî mütevâtirdir. Söz gelimi Hâtem-i Tâî´den bahseden kimselerden bir kısmı onun deve, bir kısmı at bir kısmı da dinar verdiğini nakletse hepsinin müşterek noktası Hâtem-i Tâî´nin cömertliğidir. Dolayısıyla bu haberin manevî mütevâtir olan yönü onun cömertliğidir. Zira hepsinin müşterek olarak naklettikleri nok­ta budur.

Suyutî eserinde söz konusu hadisle ilgili şu bilgileri de vermektedir. Ha-lîlî ve Hâkim en-Nîsâbûrî´nin şâz hadisi tanımlan da problemlidir. Onlar si­ka ravinin tek başına kaldığı veya sika ravinin isnadından başka bir sened-le nakledilmeyen hadisi şâz olarak nitelemektedirler. Böylece onlar "Amel­ler niyetlere göredir" hadisi gibi adalet ve zabt sahibi raviler tarafından ri­vayet edilen hadisleri tek kaldıkları için reddetmektedirler. Halbuki söz ko­nusu hadisi sahabeden sadece Hz. Ömer (r.a.) ondan Alkame ondan Mu-hammed b. İbrahim ondan da Yahya b. Saîd rivayet etmiştir. Velânın satışı ve hibe edilmesiyle ilgili hadis de aynı şekilde nakledilmiş olup bunlar sa­hih hadis kitaplarında rivayet edilen ferd hadislerdir. Bazılarına göre niyet hadisi sadece Hz. Ömer (r.a.) tarafından rivayet edilmiş de değildir. Dâre-kutnî ve daha başkalarının zikrettiğine[123] göre niyet hadisini sahabeden Ebû Saîd el-Hudrî (r.a.) de rivayet etmiştir. İbn Mende ise niyet hadisini on ye­di sahâbînin rivayet ettiğini ileri sürmüş ve isimlerini zikretmiştir. Ancak sahih olarak gelen rivayet sadece Hz. Ömer (r.a.) isnadıyla gelendir. Hz. Ömer (r.a.), Ebû Saîd el-Hudrî (r.a.), Hz. Ali (r.a.), Enes ve Ebû Hüreyre (r.a.) rivayetlerinin lafızlan aynıdır. Ancak Ebû Saîd el-Hudrî (r.a.) rivaye­tinde İmam Malik´ten nakleden İbn Ebî Davud´un hata yaptığı, Dârekutnî ve diğerlerinin de yanıldıkları tespit edilmiştir. Ehl-i beyt isnadıyla gelen Hz. Ali (r.a.) rivayetinde kırk Şiî ravi bulunmakta ayrıca isnadda tanınma­yan raviler de yer almaktadır. Enes rivayetini £mâ/rsinin baş tarafında Yahya b. Saîd > Muhammed b. İbrahim > Enes isnadıyla nakleden îbn Asâ-kîr, "Son derece zayıf bir hadistir. Sahih olan Hz. Ömer (r.a.) rivayetidir" açıklamasını yapmıştır. Ebû Hüreyre (r.a.) rivayeti ise zayıf bir isnadla Re-şîd el-Attâr´a ait bir cüzde bulunmaktadır. Söz konusu sahâbîlerin "niyet­leri üzerine diriltilirler, savaşanlara niyetlerinin karşılığı vardır" ve ben­zeri rivayetleri mutlak olarak niyetle ilgilidir. Tîrmizî de el-CâmV inde "bu konuda falan sahâbîlerden de rivayet edilmiştir" şeklinde bilgi verirken zikrettiği hadisin rivayet edildiğini değil, konuyla ilgili kaydedilebilecek başka hadislerin de bulunduğuna işaret etmektedir. Bu açıklamalarla mane­vî mütevâtirin anlamı, konu hakkındaki mütevâtir rivayetlerin niyetten mutlak olarak bahsettikleri ve amellerin sıhhatinin niyetsiz olmayacağın­dan söz etmedikleri anlaşılmıştır.

Fethü´l-bârVyi inceleyen kişi de aynı muhtevanın orada da bulunduğu­nu görecektir. İbn Hacer Taberî´nin şöyle dediğini nakletmektedir: Niyet hadisi bazı isnadlarında ferd olduğu için reddedilmiştir. Nitekim onu saha­beden sadece Hz. Ömer (r.a.) ondan Alkame ondan Muhammed b. İbrahim ondan da Yahya b. Saîd rivayet etmiştir. Önceleri ferd iken Yahya b. Sa-îd´den itibaren meşhur olmuştur. Bu durumu Tirmizî, Nesâî, Bezzâr, İb-nü´s-Seken ve Hamza b. Muhammed el-Kinânî de açıkça belirtmişlerdir. Hattâbî de niyet hadisinin sadece bu isnadla bilindiği hususunda hadisçiler arasında herhangi bir ihtilafın bulunmadığını söylemiştir. Hattâbî´nin açık­laması iki şartla doğrudur. Birincisi bu isnadın sahih olduğu hususudur. Zi­ra niyet hadisi Dârekutnî, Ebü´l-Kasım b. Mende ve başkaları tarafından il­letli isnadlarla da rivayet edilmiştir. İkinci husus ise aynı mânada ve mut­lak olarak niyet hakkında başka sahih hadislerin de bulunduğudur. Nitekim niyetle ilgili Hz. Aişe (r.anhâ) ve Ümmü Seleme (r.a.)´nın rivayet ettiği "Niyetleri üzerine diriltilirler" (Müslim, "Fiten",
cool.gif
, İbn Abbas (r.a.)´in nak­lettiği "Hicret yok ancak cihad ve niyet vardır (Buhârî, "Cihad", 1, 27, 194; Müslim, "Hac", 445), Ebû Musa el-Eş´arî (r.a.) tarafından rivayet edilen "Kim ALLAH´ın dininin yücelmesi niyetiyle savaşırsa ALLAH yolunda olan odur" (Buhârî, "İlim", 45; "Cihad", 15; Müslim, "îmâre", 149), İbn Mes´ud (r.a.)´in nak­lettiği "Savaşa katılan niceleri vardır ki niyetlerini ALLAH bilir" (Ahmed b. Hanbel. I, 397)[124], Übâde (r.a.) tarafından nakledilen "Kim savaşa elde ede­ceği bir dünyalık (ip) için katılırsa sadece niyet ettiğinin karşılığını alır" (Nesâî, "Cihad", 22)[125] ve burada zikredilemeyecek kadar hadis bulunmakta­dır. Verilen bilgilerden Hz. Ömer (r.a.) rivayetinin mütevâtir olduğuna da­ir iddianın yanlışlığı ve onun manevî mütevâtir olduğu söylenebilir. (İbn Ha­cer, Fethü´l-bârî, IX, 9)

Burada Hz. Ömer (r.a.) dışındaki sahâbîlerden sahih olarak nakledilen hadislerin niyetin amellerin sevabı ve kemaliyle ilgili olduğunu ve fiillerin geçerliliği için temel şart olmadığını ortaya koyduğunu belirtmeliyiz. Zira söz konusu hadislerde hasr edatı "innemâ" ve kapsayıcılığa delâlet eden ´eîif-lâm" takısı bulunmamaktadır. Bu duruma İbn Hacer şöyle işaret etmektedir: Niyetle ilgili aynı mânaya gelen başka hadisler de bulunmakta­dır. Bu anlamın tevatür seviyesine ulaşması Hanefîlerin görüşüne zarar vermediği gibi karşı görüşü de desteklemez. Hatta Hanefîlerin dışındakile­rin görüşünün zayıflığım ortaya koyduğu da açıktır, el-Bahr müellifinin "ameller niyetlere göredir" hadisi zahiri itibariyle karşı görüştekileri des­teklemekte bizim görüşümüzü ise olumsuz etkilemektedir. Ancak "hadisin sübutu zannîdir" şeklindeki açıklamasının doğruluğunda herhangi bir şüp­he yoktur. Hadisin mütevâtir olması da zahiri mânasının dışında anlaşılma­yacağını göstermez. Nitekim hadis mutlak olarak niyetten söz etmektedir. Dolayısıyla bu hadisten hareketle abdest ve benzeri ibadetlerde niyetin farz olduğu ve geçerliliğinin ona bağlı olacağı ileri sürülemez.

İbn Hacer´in "verilen bilgilerden Hz. Ömer (r.a.) rivayetinin mütevâtir olduğuna dair iddianın yanlışlığı, ancak olsa olsa onun manevî mütevâtir olabileceği anlaşılmıştır" şeklindeki açıklamasıyla bazı kimselerin yaptığı gibi söz konusu hadisin kesin bir üslupla manevî mütevâtir olduğunu iddia etmediği anlaşılmıştır. Zira İbn Hacer bu açıklamasıyla hadisin mütevâtir olduğunu iddia edenlerin görüşlerini tashihinin ve imkân ölçüsünde yo-rumlanabilmesinin bir ihtimal olduğuna işaret etmiştir. Hadisin mütevâtir olduğunu iddia etmekle İbn Hacer´in yaptığı bu yorum birbirinden tama­mıyla farklıdır.


 

ceylannur

Yeni Üyemiz
15. Başın Her Tarafını Mesh Etmenin Sünnet Oluşu



Bu başlık altında başın her tarafını bir defa mesh etmenin sünnet oluşu ve bunun yapılış şekli incelenecektir.

53. Amr b. Ebî Hasan, Resûlullah (s.a.v.)´in abdest alışını sorduğunda Abdullah b. Zeyd (r.a.) bir kap su istedi ve onlara abdestin alınışını göster­di. Önce kabı eğdirerek ellerini suyla üç defa yıkadı. Sonra elini kabın içi­ne daldırıp aldığı suyla üç defa ağzını çalkaladı, üç defa burnuna su verip temizledi, sonra elini kaba daldırdı üç defa yüzünü yıkadı. İkişer defa dir­seklerine kadar kollarım yıkadı. Elini Ön taraftan arkaya ve arkadan öne ol­mak üzere başını mesh etti. Mesh ederken başının ön tarafından başlayıp el­lerini ensesine götürüyor sonra da ellerini gerisin geriye ilk başlangıç ye­rine getiriyordu. En sonunda da ayaklarını yıkadı. Vüheyb rivayetinde "ba­şını bir defa mesh etti" denilmektedir.

Hadisi Buhârî rivayet etmiştir.[126]

Hadisle ilgili müellifin verdiği bilgiye göre İbn Hacer et-Telhîsü´´l-ha-btr´de (I, 31) şöyle demektedir: Söz konusu hadisin Hz. Osman (r.a.)´den birçok garib isnadla nakledildiğini belirten Beyhakî bunlarla ilgili şu açık­lamalara yer vermektedir. Bu rivayetlerde güvenilir ravilere aykırı olarak başın üç defa mesh edildiği zikredilmektedir. Bunlar ilim ehline göre delil değildir. Nitekim Ebû Dâvûd, Hz. Osman (r.a.)´den gelen abdest konusun­daki sahih hadislerin hepsinin diğer uzuvların üçer, başın ise bir defa mesh edildiğini ifade ettiğini söylemiştir. İbn Hacer Fethu´l-bârfde (I, 258) ise şöyle demektedir: Ebû Davud´un Hz. Osman (r.a.)´den gelen abdest konu­sundaki sahih hadislerde başa meshin sayısından bahsedilmediğine dair açıklamasını daha önce zikretmiştik. Başa meshin sayısını belirten iki riva­yet bulunmaktadır ve İbn Huzeyme bunlardan birinin sahih olduğunu söy­lemiştir. (İbn Hacer, Fethu´l-bârî, I, 227) Güvenilir ravinin ziyadeli rivayeti makbuldür. Bu durumda Ebû´Davud´un açıklamasının bu iki isnad dışında-kilerle alakalı olduğu şeklinde anlaşılmalıdır. Onun söz konusu açıklaması­nı sanki "bu iki isnad dışındakiler" diyerek yaptığı düşünülmelidir. Abdul­lah b. Zeyd (r.a.)´in, Resûlullah (s.a.v.)´in başın her tarafını mesh ede gel­diğini belirten rivayeti başta olmak üzere hadislerin tamamının konuya de­lâleti açıktır. "Abdestte Ağız Temizliği" başlığı altında İmam Şafiî´nin "ab-destte her uzvu ayrı suyla üçer defa yıkamaya itibarla başın da ayrı ayrı suyla üç defa mesh edilmesi sünnettir" görüşünü naklettikten sonra Mer-ğinânî şöyle demektedir: Başın üçer defa mesh edilmesiyle ilgili rivayet ´aynı suyla mesh etme" şeklinde anlaşılmalıdır. Böyle bir yorum Ebû Ha-nife (r.a.)´in görüşüne de uygundur. Zira farz olan başın mesh edilmesidir. Ayrı su kullanarak meshin tekrar edilmesi durumunda ise mesh, mesh ol­maktan çıkar yıkamaya dönüşür. Sünnet olan ise bu değildir. Buna göre ba­şa mesh, mest üzerine mesh gibi olur. Yıkama ise böyle değildir. Bir orga­nın tekrar tekrar yıkanması yıkama hükmüne zarar vermez. (Merğinânî, el-Hi-dâye, I,
cool.gif


Burada abdestte uzuvların üçer defa yıkanmasıyla ilgili şunları söyleme­liyiz. Ebû Hüreyre (r.a.)´in rivayet ettiği konuyla ilgili rivayeti - İsnadı Sa-jhih´in ravilerinden oluşmaktadır - Heysemî eserine almıştır.[127] Buna göre | hadis, "Resûlullah (s.a.v.) abdest alırken üç defa ağzını çalkaladı, üç defa burnuna su verip temizledi, üç defa yüzünü yıkadı. Üçer defa kollarını yıkadı. Başını üç defa mesh etti. En sonunda da ayaklarını üçer defa yıkadı." şeklindedir.

Abdullah b. Zeyd (r.a.)´in nakline göre Resûlullah (s.a.v.) abdest alırken kollmuhı iki defa yüzünü üç defa yıkamış, başını ise iki defa mesh etmiştir. Hadisi Ahmed b. Hanbel rivayet etmiştir.[128] İsnadı sahih hadis ravilerinden oluşmaktadır. Bu rivayetteki başın iki defa mesh edilmesiyle ilgili yapıla­cak açıklama üçer defa meshle ilgili yorumla aynıdır.

54. Abdurrahman b. Ebî Leylâ şöyle demiştir: Ben Hz. Ali (r.a.)´i ab­dest alırken gördüm. Üç kere yüzünü üç kere de kollarım yıkadı, bir kere de başını mesh etti. Sonra da "Resûlullah (s.a.v.) işte böyle abdest almıştı" de­di.

Hadisi Ebû Dâvûd rivayet etmiş sıhhatiyle ilgili herhangi bir açıklama yapmamıştır. (Ebû Dâvûd, "Taharet", 51)

55. Saîd b. Cübeyr´in nakline göre İbn Abbas (r.a.), Resûlullah (s.a.v.)´in abdest aldığını görmüş ve O (s.a.v.)´in bütün abdest uzuvlarını üçer kere yıkadığını, kulaklarıyla birlikte başını da birer kere aynı suyla mesh ettiğini haber vermiştir.

Hadisi Ebû Dâvûd rivayet etmiş sıhhatiyle ilgili herhangi bir açıklama yapmamıştır.[129] Şevkânî hadisi Ebû Dâvûd ve Ahmed b. Hanbel´in rivayet ettiğini belirttikten sonra şöyle demektedir: Dârekutnî hadisin illetli oldu­ğunu ileri sürmüş İbnü´l-Kattân el-Mağribî İse onun illet saydığı şeyin as­lında öyle olmadığı iddiasında bulunmuş ve hadisin sahih veya hasen oldu­ğunu İfade etmiştir. {Neylü´l-evtar, I, 155)
 

ceylannur

Yeni Üyemiz
16. Başın Kolların Yıkandığı Islak Elle Mesh Edilebileceği



Bu başlık başın kolların yıkandığı ıslak elle mesh edilebileceği, ayrı bir suyla meshinin ise müstehap olduğu incelenecektir.

56. Rübeyyi b. Muavviz b. Afra (r.a.)´nın nakline göre Resûlullah (s.a.v.) elinde arta kalan ıslakla başını mesh etmiştir.

Hadisi Ebû Dâvûd rivayet etmiş sıhhatiyle ilgili herhangi bir açıklama yapmamıştır. ("Taharet", 130) Müellif hadisin, başın kolların yıkandığı ıslak elle mesh edilebileceği konusuna delâletinin açık olduğunu ifade etmiştir.

57. İmrân b. Harise´nin babasından nakline göre Resûlullah (s.a.v.) "Başın meshi için ayrı su kullanınız!" buyurmuştur.[130]

Hadisi Taberânî Mu´cemü´l-kebîfde, rivayet etmiştir. Ancak bir takım cerh-ta´dü âlimleri isnadında bulunan Düheym b. Kırân´ın zayıf olduğunu söylemişlerdir. İbn Hibbân ise onu es-Sikâfmda zikretmiştir. (Heysemî,: 14

Mecmau´z-zevâid, I, 95) Azîzî (II, 226) hadisi Taberânî´nin Mu´cemü´l-kebîr´de Câriye b. Zafer vasıtasıyla rivayet ettiğini ve isnadının hasen olduğunu söy­lemiştir.

Hocamın da belirttiği gibi söz konusu rivayetler arasındaki çelişkinin giderilmesi için bu hadisi başın ayrı bir suyla meshinin müstehap olduğu­na delâlet ettiği şeklinde yorumlamak daha isabetlidir.

58. Abdullah b. Zeyd b. Asım el-Mâzinî el-Ensârî (r.a.)´in nakline göre Hz. Peygamber (s.a.v.) abdest alırken ağzını çalkaladı, burnuna su verip te­mizledi, üç defa yüzünü yıkadı. Üçer defa sırasıyla sağ ve sol kollarını yı­kadı. Başını yeni bir suyla mesh etti. En sonunda da ayaklarını iyice temiz­leninceye kadar yıkadı. Hadisi Müslim rivayet etmiştir. ("Taharet", 236) Müellif hadisin ayrı bir suyla mesh edileceğini ve eğer hadis sahih ise bu­nun müstehaplığına delâletinin açık olduğunu ifade edeceğini belirtmiştir.


 

ceylannur

Yeni Üyemiz
17. Abdestte Tertibin Farz Olmayışı



59. Ebû Musa´nın naklettiği uzun hadiste Ammar (r.a.) şöyle demiştir: Sonra gelip toprakta belendiğimi anlattığımda Resûlullah (s.a.v.) "Böyle yapman sana yeter" buyurdu ve önce elini toprağa vurup silkeledi sonra sol eliyle sağ kolunu sağ eliyle de sol kolunu mesh etti. Daha sonra da yü­zünü mesh etti.

Hadisi Ebû Dâvûd rivayet etmiş fakat sıhhatiyle ilgili herhangi bir açık­lama yapmamıştır. ("Taharet", 121)[131] Muhammed b. Süleyman el-Enbârî ha­riç ravileri Sahih´in ravileridir. İbn Hacer´in belirttiği üzere o da doğru sözlü (sadûk) bir ravidir. (İbn Hacer, et-Takrîb, I, 84)

Müellif hadisle ilgili şu açıklamaları yapmaktadır: Hadisi naklettikten sonra el-Bahrü´r-râik müellifi şöyle demiştir: Uzuvların peş peşe yıkan­ması veya mesh edilmesi hem abdest hem de teyemmümde ihtilaf edilen bir husustur. Dolayısıyla teyemmümde tertibin gerekli olmadığının tespit edilmesi abdestte de vacip olmadığını ortaya koymak anlamına gelmekte­dir. O, şöyle devam eder. el-M´irac ve benzeri eserlerde Hz. Peygamber (s.a.v.)´in başını mesh etmeyi unutup hatırladığında başım mesh ettiği, ayaklarını ise yeniden yıkamadığına dair rivayet hakkında Nevevî onun za­yıf olduğunu ve bilinmediğini söylemiştir. Aslında abdestte tertibin farz ol­madığına dair delil getirmemize ihtiyaç yoktun Zira asıl olan budur. Bu iti­barla farz olduğunu iddia edenin delil getirmesi gerekir. Zeylaî´nin, Şa­fiî´den rivayet edilen "ALLAH, abdesli Önce yüzünü sonra kollarım yıkamak suretiyle tertip üzere almayan kimsenin namazını kabul etmez" hadisini[132] delil olarak zikretmesine gelince Nevevî bu hadisin zayıf olduğunu itiraf etmektedir. Bu itibarla ayrı bir açıklama yapmaya ihtiyaç bulunmamakta­dır. Zeylaî´nin önceki açıklaması ise şöyledir: Nevevî´nin "aynı hükme ta­bi olanları" peş peşe gelmesi gerekirken ALLAH´ın mesh edilecek uzuvları yıkanacaklar arasında zikredip sonra birini diğerine atfetmesi tertibin farz olduğuna delâlet etmektedir" açıklaması isabetli değildir. Zira Zemahşe-rî´nin el-Keşşâfmda (I, 28) zikredildiği üzere bu, özellikle ayaklar yıkanır­ken suyu israf edilmemesi konusuna dikkat çekmeye yöneliktir.

İbnü´t-Türkmânî şöyle demektedir: Şafiî delil olarak Kur´an´in zahiri ve abdestin almışı ile ilgili Abdullah b. Zeyd (r.a.) hadisini kullanmıştır. Bi­ze göre ilgili âyette abdest uzuvları zikredilirken aralarında "vav" harfi bu­lunmaktadır. Bu tür sıralama tertibe delâlet etmez. Abdullah b. Zeyd (r.a.) rivayetinde söz konusu edilen Hz. Peygamber (s.a.v.)´in uygulaması da ter­tibin farz olduğunu göstermez. Ayrıca âyette ´´Dirseklerinize kadar etleri­niz" (ei-Mâide 5/6) buyrulmasına rağmen hem Şafiî hem de muhaliflerine göre kollar, dirseklerden parmaklara doğru yıkanabilir. Âyette dirseklerden ellere doğru yıkanması ifade edilmesine rağmen lafzın gereği olmayan bu sıraya uyulması lafzın gereği olmasına rağmen gerekli olmadığına göre ab­dest uzuvlarının yıkanmasında tertip, tercih edilmekle birlikte farz olma­ması evleviyet arz eder. Ebû Dâvûd ve Nesâî´nin Huzeyfe (r.a.)´den riva­yet ettikleri hadis de "vav" harfinin tertip ifade etmediğini göstermektedir. Buna göre Hz. Peygamber (s.a.v.) "Mâ sâALLAH ve sâe fulân (ALLAH ve fi­lan dilerse) demeyin. Mâ şâALLAH sümme şâe fulân (ALLAH sonra da filan dilerse) deyin" buyurmuştur.[133] "Vav" harfi tertip ifade etseydi Hz. Pey­gamber (s.a.v.) ikincisinde tertibe delâlet eden "sümme" edatını zikretmez-di. Resûlullah (s.a.v.) her ikisini de zikrettiğine göre aralarındaki söz konu­su farka işaret etmiştir. (İbnü´t-Türkmânî, el-Cevher´ün-nakÛ I, 21-22) Konunun başında abdestin alınışı hakkında Hz. Osman (r.a.)´den rivayet edilen ha­diste yer alan "sümme/sonra" edatı ise tertibe delâlet etmektedir. Nitekim Şevkânî, "Hadiste bulunan sümme edatı delil gösterilerek abdest uzuvları­nı yıkama veya mesh etmede tertibin farz olduğu söylenmiştir" demekte ve bu görüşün yanlışlığını ortaya koymaktadır. (Neylü´l-evtâr, I, 137) Ona göre Abdullah b. Mes´ûd (r.a.), Mekhûl, Saîd b. Müseyyeb, İbrahim en-Nehaî, Atâ, Hasan-ı Basrî, İbn Şihâb ez-Zührî, Süfyan es-Sevrî, İmam Ebû Hani-fe ve İmam Mâlik abdestte tertibin farz olmadığı görüşünü benimsemişlerdir. Konunun başında nakledilen hadiste bulunan "sümme/sonra" edatın­dan hareketle abdestte tertibin farz olduğu iddia edilemez. Zira bu raviye ait bir ifade olup olsa olsa Hz. Peygamber (s.a.v.)´in abdest alış şeklini ifa­de eder. Resûlullah (s.a.v.)´in uygulaması ise tek başına bir hususun farz olduğunu belirlemez. Aynî´nin nakline göre Şafiî âlimlerden İmâmü´1-Ha-remeyn´in konuyla ilgili açıklaması şöyledir: Mezhebimiz âlimleri "vav" harfnin tertibe delâlet ettiğine dair açıklamaları zorlama, verdikleri misal­ler de delil olacak durumda değildir. Zira "vav" harfi tertibe delâlet etme­mektedir. Bunu söyleyen kimse ispatsız bir iddiada bulunmuş olur. Neve-vî de bu açıklamasında İmâmü´l-Haremeyn´in haklı olduğunu ifade etmiş­tir. (Şevkânî, Neylü´l-evtâr, 1, 112)

60. Abdullah b. Mes´ûd (r.a.) şöyle anlatır: Cüniiplükten dolayı boy ab-desti alırken vücudunun bazı yerlerini yıkamayı unutan kimse hakkında so­ran kimsenin durumunu sordu. Resûlullah (s.a.v.), "Unuttuğu yeri yıkar sonra da namazını kılar" şeklinde cevap verdi.

Hadisi Taberânî rivayet etmiş olup ravileri güvenilirdir.[134]

Boy abdestiyle ilgili hadiste yer alan "vücudunun bazı yerlerini" ifade­si her uzvu kapsayabilecek umumî bir ifadedir. Boy abdestinin içinde ab­dest vardır. Yıkanması unutulan yer abdest uzuvlarından biri de olabilir. Böylece tertip bozulmuş olmaktadır. Bu durum tertibin farz olmadığını gösterir.

Bütün bu açıklamalar abdestte tertibin farz olmadığını ortaya koymakta­dır. Ancak tertip sünnettir ve bu Hz. Peygamber (s.a.v.)´in devamlı buna ri­ayet etmesi sebebiyledir. Nitekim es-Siâye´de önce ağza su verip sonra bu­run temizliği yapmak abdestin sünnetlerinden olduğu ifade edilmiş, el-Bahr müellifi de tertibi abdestin sünnetleri arasmda zikretmiştir. İcmâ da bu durumu desteklemektedir. Gerek Hz. Peygamber (s.a.v.) gerekse sahabeden nakledilen haberler de bu yöndedir. Onlardan birinin söz konusu tertibi de­ğiştirdiğine dair herhangi bir bilgi nakledilmemiştir. (es-Siâye, i, 122) Abdest­te tertibin farz olmadığına dair Zeylaî Hidâye´nin hadislerini tahrici çalış­masında Büsr b. Saîd´den şöyle nakleder: "Hz. Osman (r.a.) oturulan yere geldi ve abdest suyu istedi. Ağız ve burnunu temizledi. Sonra yüzünü, kol­larını ve ayaklarını üçer defa yıkadı, sonra başını mesh etti ve ´Resûlullah (s.a.v.)´i böyle abdest alırken gördüm. Öyle değil mi?´ diye sordu. Orada bulunan Ashâb (r.a.e.) ´evet´ diye cevap verdiler". (Zeylaî, Nasbu´r -râye, 1,20) Zeylaî´nin rivayet ettiği bu hadis delil olacak seviyede değildir. Zira söz ko­nusu haberi Dârekutnî rivayet etmiş ve "başın meshinin sona bırakılması kısmı hariç sahihtir, bu kısmı ise sahih değildir" şeklinde uzunca bir açıkla­ma yapmıştır.[135]

Mikdâm b. Ma´dîkerib (r.a.) şöyle nakletmiştir: Resûlullah (s.a.v.)´e abdest suyu getirildi ve abdest aldı. Önce ellerini sonra da yüzünü ve kol­larını üçer kere yıkadı, sonra ağzına ve burnuna üçer defa su verdi. Nihayet başını, kulaklarının içini ve dışını mesh etti.

Hadisi Ebû Dâvûd ve Ahmed b. Hanbel rivayet etmiştir.[136] Ahmed b. Hanbel rivayetinde "ayaklarını üçer kere yıkadı" ilavesi bulunmaktadır. Ha­disin isnadı sahihtir. Hadisi Makdîsî (ö. 643/1245) el-Muhtâre isimli eserine almıştır. Şevkânî´nin de ifade ettiği gibi {Neylü´l-evtâr, I, 139) hadis, ağız ve burna su verirken, yüz ve kollar yıkanırken tertibe riayet etmenin vacip ol­madığına delâlet etmektedir.

Dârekutnî´nin İbrahim b. Hammad > Abbas b. Yezid > Süfyan b. Uyey-ne isnadiyla Abdullah b. Muhammed b. Akîl´ den rivayetine göre Ali b. Hü­seyin onu Resûlullah (s.a.v.)´in abdest alışını öğrenmek üzere Rübeyyi´ bint Muavviz´e göndermiştir. Zira Rübeyyi, Resûlullah (s.a.v.) onlara gel­diğinde abdest suyu tuttuğunu söylerdi. Abdullah b. Muhammed b. Akîl şöyle anlatır: Rübeyyi´ bint Muavviz´e gittim. Bir kap getirdi ve ´Resûlul­lah (s.a.v.)´in abdest suyunu hazırladığım kap budur´ dedi ve şöyle anlattı: Resûlullah (s.a.v.) ellerini kabın içine daldırmadan önce üç kere yıkardı. Sonra abdest almaya başlar üç kere yüzünü yıkar, üçer defa ağız ve burnu­nu temizler, kollarını yıkar sonra önden arkaya ve arkadan öne olmak üze­re başını mesh eder, nihayetinde de ayaklarını yıkardı. Bunu amcaoğlun Ibn Abbas geldiğinde de anlattım. O "ALLAH´ın kitabında iki defa yıkama ve iki kere de mesh etme var" dedi.[137]

Hadisin isnadı rivayetleri delil olarak kullanılabilecek ravilerden oluş­maktadır. Dârekutnî, İbrahim b. Hammad´ın güvenilir olduğunu söylemiş­tir. (Dârekutnî, Sünen, 1,229) Bazılan tenkit etmişlerse de âlimler Abbas b. Ye-zîd´in güvenilir olduğunu ifade etmişlerdir. İbn Hacer´in verdiği bilgiler­den yapılan tenkitlerin güvenilirliğine zarar verecek seviyede olmadığı an­laşılmaktadır. (Tehzîb, V, 134) Süfyan es-Sevrî Küîüb-i sitte ravilerinden olup hadiste imam ve hüccet olarak nitelenmektedir. Abdullah b. Muhammed b. Akil hakkında ihtilaf edilen bir ravidir. Zehebî onun hakkında "rivayetleri hasen seviyesindedir" demiştir. (MîzâmVl-i´tidâl, II, 68) Tirmizî, "doğru sözlü (sadûktur), bununla birlikte bazı âlimler zabt açısından onu eleştirmişler­dir" demiş ve Buhârî´yi, "Ahmed b. Hanbel, İshak b. Râhûye ve Humey-dî onun rivayetlerini delil olarak kullanırdı" derken işittiğini nakletmiştir. (Heysemî, Mecmau´z-zevâid, I, 106) Ali b. Hüseyin Zeynelabidîn ise İbn Ha­cer´in belirttiği gibi Kütüb-i sitte ravilerinden olup güvenilirliği "sika" ve "sebt" lafızlarıyla ifade edilmiş ibadet, fazilet ve fıkıh bilgisiyle tanınan bir ravidir. (İbn Hacer, Takrîb, s. 148)

Bu hadis ağız, burun temizleme ile yüz yıkamada tertibin farz olmadığı­na delâlet etmektedir. Ancak bu, Ebû Davud´un Bişr b. Mufaddal > Abdul­lah b. Muhammed b. Akil isnadiyla Rubeyyi´den "Resûlullah (s.a.v.) elle­rini ve yüzünü üçer defa yıkadı, ağız ve burnunu da bir kez temizledi" ("Ta­haret", 5i) şeklinde ağız ve burun temizliğinin yüzden sonra yapıldığına de­lalet eden "sümme" atıf harfi olmaksızın naklettiği rivayetle çelişmektedir. Kenzü´l-ummâV´de yer alan rivayete göre de Abdullah b. Muhammed b. Akil, Rubeyyi´ bint Muavviz hadisini uzunca nakletmektedir. Buradaki nakle göre Resûlullah (s.a.v.) abdeste başlamadan Önce ellerini kabın içine sokmadan yıkardı. Sonra üç defa ağzını, üç defa burnunu temizler üç defa yüzünü yıkardı. Ali el-Muttakî hadisi Abdürrezzak es-San´ânî, Saîd b. Mansûr, İbn Ebî Şeybe ve başka âlimlerin rivayet ettiklerini söylemiştir. (Kenzü´l-ummâl, V, I03)[138] Dârekutnî rivayetinin aksine burada ağız ve burun temizliği önce, yüz yıkama ise sonra yapılmıştır. Bu rivayet Hz. Osman (r.a.), Hz. Ali (r.a.)´in de içlerinde bulunduğu Ashâb-ı Bedir´den olan sahâ-bîlerin nakliyle uyum halindedir. Dârekutnî rivayetindeki muhalefetin kaynağının manayı rivayete dayalı ravi tasarrufu olduğu anlaşılmaktadır. Bu durumda metinde yer alan "sümme/sonra", vakit itibarıyla sonra değil de rütbe (önem) itibariyle sonra şeklinde yorumlanır. Zira rivayetlerde bir olay anlatılmaktadır ve olayın tekrar ettiği şeklinde yorumlamak da müm­kün gözükmemektedir.
 

ceylannur

Yeni Üyemiz
61. Avf´m Abdullah b. Amr b. Hind vasıtasıyla nakline göre Hz. Ali (r.a.), "Abdestimi tamamladıktan sonra abdeste hangi uzuvdan başladığıma aldırmam" demiştir.

Hadisi Dârekutnî ve Beyhakî Sünen´lerinde rivayet etmişler, sıhhatiyle ilgili herhangi bir açıklamada bulunmamışlardır. Azîmâbâdî et-Ta´lîku´l-muğnfde Abdullah b. Amr b. Hind sebebiyle hadisin illetli olduğunu söy­lemiştir. Onun ZehebVninMîzânii´l-i´tidârinden yaptığı nakle göre Abdul­lah b. Amr b. Hind, Mahzum kabilesindendir ve sadece Hz. Ali (r.a.)´den rivayette bulunmuştur. Ondan da sadece Avf rivayet etmiştir. Dârekutnî ise onu "leyse bi´1-kavi/kuvvetli değildir" lafzıyla nitelemiştir.[139] Bizim tes­pitlerimize göre o, el-Muradî el-Cemelî el-Kûfî nisbeleriyle de tanınmak­tadır. Nitekim İbn Hacer onun bu nisbelerle anıldığını zikretmektedir. (Lisâ-nü´l-Mîzân, 1,588) Tirmizî onun rivayetinin hasen olduğunu ifade etmiş, İbn Huzeyme Sahihime Hâkim en-Nîsâbûrî de el-Müstedrek´ine almışlardır. İbn Hacer diğer eserinde onu "hasenü´l-hadis/rivayetleri hasendir" lafzıy­la nitelemiştir. (Tehzîb, I, 241) Hadisin isnadında bulunan diğer raviler ise güvenilirdir. Abdullah b. Amr, Hz. Ali (r.a.)´den doğrudan hadis işitmedi­ği için isnadda kopukluk bulunmaktadır. Ancak bu bize göre hadisin sıhha­tini zedeleyecek seviyede bir kusur değildir.
 

ceylannur

Yeni Üyemiz
18. Sağdan Başlamanın Müstehap Oluşu



62. Hz. Âişe (r.anhâ)´nın nakline göre Resûlullah (s.a.v.) ayakkabılannı giyerken, başını tararken, temizlik yaparken başta olmak üzere her işine sağdan başlamaktan hoşlanırdı.

Hadisi Buhârî rivayet etmiştir.

63. Ebû Hüreyre (r.a.)´in nakline göre Hz. Peygamber (s.a.v.) "Abdest aldığınızda sağınızdan başlayınız" buyurmuştur.

Hadisi Ebû Dâvûd, Tirmizî, Nesâî, İbn Mâce rivayet etmiş, İbn Huzey-me de sahih olduğunu ifade etmiştir.[140]

Hadisle ilgili el-Bahr´da şöyle denilmektedir: Hadiste yer alan "hoşla­nırdı" ifadesi Hz. Peygamber (s.a.v.)´in sağdan başlamayı devamlı yaptığı anlamına gelmemektedir. Zira bilindiği gibi Resûlullah (s.a.v.) hepsini de­vamlı yapmadığı halde rnüstehapların tamamından hoşlanırdı. Eğer devam etseydi müstehap değil sünnet olurdu. Ancak Ebû Dâvûd ve İbn Mâce´nin rivayet ettiği hadiste Hz. Peygamber (s.a.v.) "Abdest aldığınızda sağınız­dan başlayınız" buyurmuş, abdest alınışını nakleden birçok sahâbî de O (s.a.v.)´in sağ taraftan başladığını ifade etmiştir. Bu durum Resûlullah (s.a.v.)´in abdestte sürekli sağdan başladığını göstermektedir.. Çünkü ashab Hz. Peygamber (s.a.v.)´in sürekli yapmakta olduğu abdest alış şeklini nak-letmiştir. Bu ise sünnet olduğu anlamına gelir. Abdestte başın tamamını mesh etmenin sünnet olması da böyledir. Zira ashab Resûlullah (s.a.v.)´m mesh etmesini de aynı şekilde nakletmişlerdir. Konuyla ilgili Fethu´l-ka-öffr´deki açıklama da aynıdır. Ancak Hz. Peygamber (s.a.v.)´in bir şeyi sü­rekli yapması ibâdet kasdıyla yapmış olması halinde sünnet olur. Şerhu 7-vikâye´de de ifade edildiği üzere Resûlullah (s.a.v.)´in elbisesini giyme ve­ya yemek gibi ibâdet dışındaki hususlarındaki sürekliliği sünnet değil, müstehap veya mendup olur.

Müellif "müstehap veya mendup olur" şeklindeki hükmün yukarıdaki hadiste Hz. Peygamber (s.a.v.)´in ayakkabılarını giyerken ve başını tarar­ken sağdan başlamasının temizlikle birlikte zikredildiğinden hareketle ve­rildiğine dikkat çekmekte ve şöyle demektedir: Dârekutnî´de rivayet edil­diğine göre abdeste soldan başlayan kimsenin durumu sorulduğunda Abdullah b. Mes´ud "bunda bir sakınca yoktur" diye cevap vermiştir.[141]


19. Uzuvların Ara Vermeden Birbiri Ardınca Yıkanması



64. Nafi´in nakline göre Abdullah b. Ömer (r.a.) çarşıya çıktığında kü­çük abdestini bozduktan sonra abdest aldı. Yüzünü ve kollarını yıkadı, ba­şını mesh etti. Mescide girdiğinde kendisinden cenaze namazı kıldırması is­tendi. Önce mestleri üzerine mesh etti sonra cenaze namazı kıldırdı.

Hadisi İmam Malik, Muvatta´mâa rivayet etmiş olup isnadı sahihtir.[142]

el-Bahfd& zikredildiğine göre hadisle ilgili Nevevî Şerhu´I- Mühez-zeb´de (1,29) şöyle demiştir: Bu, sahih bir rivayettir. Konuyla ilgili delil ola­rak kullanılması da yerindedir. Çünkü Abdullah b. Ömer (r.a.) bunu cenaze namazına katılanların huzurunda yapmış buna itiraz eden de olmamıştır.

el-Vikâye sarihi uzuvları peş peşine yıkamayı sünnetler arasında saymış­tır. Uzuvların ardı ardına yıkanmasının sünnet olduğunu ortaya koymak için ona devam edildiğini ispat etmek mümkündür. Zira açıklama yapılması ge­reken yerde bunu yapmamak da başka bir açıklama çeşididir. Eğer uzuv­ların ardı ardına yıkanması çokça terk edilseydi, bu mutlaka nakledilirdi. Çünkü abdest alma devamlı yapılan bir şeydir. Asıla aykırı olanın sıkça ya­pılması durumunda nakledilmemesi adeten mümkün değildir. Uzuvların birbiri ardı sıra yıkanması ise asıldır. Böylesi bir durumda hocamın da ifa­de ettiği gibi onun açıkça nakledilmesine ihtiyaç duyulmaz.

el-Müntekâ´da. Halid b. Ma´dân´ın Peygamber (s.a.v.)´in zevcelerinden birinden naklettiğine göre Resûlullah (s.a.v.) ayağının üstünde dirhem mik­tarı su değmemiş kuru bir yer bulunduğu halde, namaz kılmakta olan bir adam gördü ve abdestini yeniden almasını emretti. Hadisi Ahmed b. Han­bel ve Ebû Dâvûd rivayet etmiştir. Ebû Dâvûd´da "ve namazını iade etme­sini emretti" ilavesi bulunmaktadır. ("Taharet", 66)[143] Esrem, "isnadı sahih mi?" soruma Ahmed b. Hanbel "sahihtir" cevabını verdi demiştir. Hadis böyle bir durumda abdestin yeniden alınmasının farz olduğuna delâlet etmektedir. Zira emir farzı gerektirmektedir. Merfû olan bu hadisle yukarıda zikredilen mevkuf rivayet arasında bir çelişkiden söz edilse de, aslında öy­le değildir. Şöyle ki, sözü edilen hadisteki emrin abdestin yeniden alınma­sının müstehap olduğuna delâlet ettiği şeklinde yorumlanmalıdır. Zira İmam Müslim´in rivayet ettiği başka bir hadis bunun farz olmadığını ifade etmektedir. Hz Ömer (r.a.)´in nakline göre bir adam abdest almış fakat aya­ğı üzerinde tırnak kadar bir kuru yer bırakmış olduğu halde Resûluîlah (s.a.v.)´in huzuruna gelmişti. Resûl-i Ekrem (s.a.v.) de ona; "Dön, abdes­tini güzelce al!" buyurdu.[144] Bunun üzerine adam dönüp namazını kıldı. Zira Hz. Peygamber (s.a.v.) ona tekrar abdest almasını emretmemiş, abdesti­ni daha güzel yapmasını söylemiştir. Abdestini daha güzel yapması ise unuttuğu uzvu güzelce yıkamasıyla mümkün olmaktadır. Bunun için ayrı­ca abdestini tekrar almasına gerek yoktur. Sonuç itibariyle bize göre Hz. Peygamber (s.a.v.)´in abdesti iade emri bunun müstehap olduğuna, daha güzel yapmasını (unuttuğu uzvu yıkamasını) emri ise farz olduğuna delâlet etmektedir. Hadis uzuvların fasılasız birbiri ardı sıra yıkamanın farz olma­dığı hususunu desteklemektedir.


 

ceylannur

Yeni Üyemiz
20. Boyunun Mesh Edilmesinin Müstehap Oluşu



65. Füleyh b. Süleyman´ın Nafi´ vasıtasıyla İbn Ömer (r.a.)´dan nakline göre Hz. Peygamber (s.a.v.), "Abdest alıp da boynunu mesh eden kimse kı­yamet gününde boyuna geçirilecek cehennem halkasından kurtulur" bu­yurmuştur.

Hadisi Ebü´l-Hasan b. Faris rivayet etmiş ve "bu hadis inşALLAH sahih­tir" (İbn Hacer, et-Telhîsü´l-habîr, I, 34) demiştir.[145]

66. İbn Ömer (r.a.)´nın nakline göre Hz. Peygamber (s.a.v.), "Abdest alıp da boynuna mesh eden kimse kıyamet gününde boyuna geçirilecek ce­hennem halkasından kurtulur´1 buyurmuştur.

Zebîdî´nin belirttiğine göre hadisi Ebû Mansur ed-Deylemî Müsnedü 7-fırdevs´mdç zayıf bir isnadla rivayet etmiştir. (Zebîdî, Şerhu İhyâi´l-ulûm, II, 365)

Söz konusu hadislerle ilgili müellifin açıklaması şöyledir: Bu hadisler boynu mesh etmenin müstehap olduğuna delâlet etmektedir. Hz. Peygam­ber (s.a.v.)´in bunu sürekli yaptığına dair bilgi bulunmaması sebebiyle onun sünnet olduğunu söylemek mümkün değildir. Dürrii´l-muhtaf da (i, 129) "ellerin tersiyle boynu mesh etmek müstehap, boğazı mesh etmek ise bid´attır" denilmektedir.. Reddü´l-muhtar´da ise "boğazı mesh etmek bid´attır, çünkü bu konuda herhangi bir sünnet bilinmemektedir" açıklama­sı yapılmaktadır.

67. Leys´in Talha b. Musarnf > babası isnadıyla nakline göre dedesi Re­sûlullah (s.a.v.)´i ense ile kulak arasından boynun ön tarafına kadar başını mesh ederken görmüştür.

Şevkânî´nin ifade ettiği gibi hadisi Ahmed b. Hanbel rivayet etmiştir. (Ahmedb. Hanbel, III, 481)[146] Leys´in güvenilirliği ve Talha b. Musarrıf ´in ba­bası vasıtasıyla dedesinden naklettiği hadisin hasen olduğu daha önce zik­redilmişti. Tahâvî "Resûlullah (s.a.v.) ön kısmından başlayıp ense ile kulak arkasından boyun başlangıcına kadar başını mesh etti" şeklinde rivayet et­miştir. İsnadda Leys´e kadar olan ravilerin hepsi güvenilirdir. Taberânî´nin rivayetine göre Talha b. Musarrıf in dedesi başını mesh ederken Resûlullah (s.a.v.)´i böyle gördüğünü ifade ederek ellerini başının ön kısmından ense­sine kadar götürmüş boyun altından çıkarmıştır. Hadisi Azîmâbâdî de Ğa-yetû"I-maksûd´da bu lafızlarla nakletmiştir. Ravileri hakkındaki bilgi "Ağız ve Burun Temizliğini Ayrı Ayrı Yapmak" başlığı altında verilmiştir.

Hadisin boynun mesh edileceğine delâleti açıktır. Lügatleri ve ilgili ha­disleri incelememizden vardığımız sonuca göre boyunun başlangıç ve bitiş noktası başa bitişik olan kısmıdır. Boyunun başlangıcı kulak arkasından ba­şın boyuna bitiştiği yerdir. Boyunun son kısmı ise sırtın başladığı yerdir. Ta-hâvî´nin rivayetinde yer alan "Kulak arkasından boynun başa bitiştiği ye­re kadar başını mesh etti" ifadesi de buna delildir. Gerek Kâmûs gerekse diğer kaynaklarda belirtildiği üzere burası başın son bulduğu kısımdır. Ah­med b. Hanbel´in rivayetinde "kulak arkasından boyunun bitiştiği yere" ifadesinden boyunun başlangıcının boynun başa bitiştiği yer olduğu anla­şılmaktadır.

Boynun gırtlağın olduğu kısmının enseyle bir ilişkisinin olmadığı bilin­mektedir. Bu durumda "boyunun başlangıcı gırtlak kısmıdır" iddiası bütü­nüyle yanlıştır. Tıpçılara göre boyun yedi kemikten meydana gelmektedir. Gırtlağın boyun kemikleri ile ilgisi olmadığı kıkırdaktan meydana geldiği de bilinmektedir. Akciğer gül rengi etler ve nefes borusu kıkırdak dokusun­dan meydana gelmektedir. Nefes borusu, gırtlaktır. Böylece gırtlak kısmı­nın boynun bir parçası olmadığı, solunum sisteminin bir uzvu olduğu anla­şılır. Buna göre boyuna mesh denilince, gırtlak kısmı anlaşılmaz.

İbn Manzur´un açıklaması şöyledir: Boyun, baş ile vücudu birleştiren organdır. Gırtlağın baş ile vücudu birleştirmediği ise bilinmektedir. Gırtla­ğın üst kısmına hançere denilmektedir. Gırtlağın sıkıldığını ifade etmek üze­re "hannaka", boğazını sıktığını belirtmek için "annaka", gırtlağı kestiğini zikretmek için "zebeha", boynunu kırdığı zaman "kassa" kelimeleri kulla­nılmaktadır. Bütün bu kullanım şekilleri, boyun ve gırtlağın ayrı ayrı uzuv­lar olduğunu ve birinin diğerini içermediğini göstermektedir. (İbn Manzur, Lisâna ´l-arab, XII, 144) Evet, bunlar birbirine bitişiktir, ama bu ikisinin bir ol­duğu, birinin diğerinin bir parçası olduğu anlamına gelmez.

Reddü ´l-muhtar´da. (V, 286) verilen bilgiye göre aslında "hulk" diye ifa­de edilen boğaz, aslında gırtlak kısmıdır. Başka bir ifadeyle gırtlak çıkıntısı ile boynu göğse bağlayan kısım arasıdır. et-Tuhfe, el-Kâfî ve diğer eserler­de verilen bilgi, mecaz ilişkisi ile gırtlak kısmının boyun anlamında da kullanıldığım göstermektedir. Bu, bazen boğaz mecazî olarak boyun yerine kullanılsa da ikisinin ayrı şeyler olduğunu ifade etmektedir. Bu durumda boğazın meshinin müstehap oluşu boynun boğazı da kapsadığından dolayı ise bunun yanlış olduğu ortaya çıkmaktadır. Çünkü temel ortadan kalkınca onun üzerine bina edilen şey de yok olur. Konuyla ilgili bizim görüşümüz budur. Bu, geniş anlamıyla boynun yutağı da kapsadığını inkâr ettiğimiz anlamına gelmemektedir. Geniş anlamıyla baş da aynı şekilde kullanılmak­tadır. Nitekim boğazı ve boynu kesilen kimse hakkında "başı kesilmiş" de denilmektedir. Bu durumda boğazın meshedilmesine dair boyun kelimesi­nin zikredildiği bazı zayıf rivayetleri delil olarak getirmeye ihtiyaç da yok­tur. Zira buna göre delil olarak başın meshedileceğini ifade eden hadisler hatta başlarınızı meshedin[147] âyeti de yeterli olmalıdır. Ancak bu yaklaşımın yanlışlığı ortadadır.

Ayrıca boynun boğazı kapsadığı kabul edilse bile meshinin müstehap ol­duğu iddiası doğru olamaz. Zira diğer rivayetlerde boyun (unuk) ile kaste­dilen açıklanmıştır. Nitekim İbn Hacer´in verdiği bilgiye göre Ebû Ubeyd, Kitâbü´t-tahâre´de Abdurrahman b. Mehdî > Mes´ûdî > Kasım b. Abdur-rahman isnadıyla Musa b. Talha´nın "başıyla birlikte ensesini mesheden kimse kıyamet gününde boyuna geçirilecek cehennem halkasından kurtu­lur" dediğini rivayet etmiştir.[148] Bu rivayetle ilgili İbn Hacer, "İçtihad" mahalli olmayan bir konuda olduğu için mevkuf olsa da merfû hükmünde olduğu ileri sürülebilir. Bu haliyle rivayet mürseldir" açıklamasını yapmış­tır. İbn Hacer´in hadisin ravilerinden bahsetmemesi ona göre onların güve­nilir olduğuna delâlet etmektedir. İbn Hacer, İbn Ömer (r.a.)´nın içinde bo­yun (unuk) kelimesi geçen rivayetinin ise isnadını eleştirerek İbn Faris ile Fuleyh arasında kopukluk bulunduğunu ifade etmiştir. (İbn Hacer, et-Telhîsü´l-habîr, I, 34)

Bu rivayetle ilgili Şevkânî´nin açıklaması şöyledir: Sözü edilen rivayet Ahmed b. isa´nın EmâlVsı ile Şerhu´t-tecrîd´de muttasıl bir isnadla Hz. Peygamber (s.a.v.)´e nisbet edilmektedir. Ancak o Hüseyin b. UJvân > Ebû Halid el-Vâsıtî[149] isnadıyla ve başıyla birlikte ensesini ve boynunun yanla­rını mesheden kimse kıyamet gününde boyuna geçirilecek cehennem hal­kasından kurtulur lafzıyla rivayet edilmiştir. (Neylü´l-evtar, I, 159) Bize göre

mürsel olarak nakledilen ve sözü edilen kusurlara sahip olmayan Musa b. Talha rivayetinde boyun (unuk) yerine ense (kafa) kelimesi geçmektedir. Böylece boyun kelimesiyle boğazın değil ensenin kastedildiği ortaya çık­maktadır. Konuyla ilgili rivayet edilen fiilî hadisler de bu durumu destek­lemektedir. Taberânî´nin rivayetine göre Hz. Peygamber (s.a.v.) enseden kulakların ardından boyu altına kadar meshetmiştir. Bezzâr´ın Vâil b. Hucr (r.a.)´den nakline göre de Resûlullah (s.a.v.) başını ve kulaklarının dışını üçer defa ayrıca ensesini de meshetmiştir. Sakallarının dışını da üç defa meshettiğini söylediğini zannediyorum. Hadisin isnadında bulunan Mu-hammed b. Hucr hakkında Zehebî "Bir takım münker rivayetleri bulun­maktadır", Buhârî "rivayetlerinde bazı şüpheler bulunmaktadır" Ebû Ha­tim ise "Kufe´li bir hadis şeyhidir" şeklinde açıklamalarda bulunmuşlar­dır. (İbn Hacer, Lisanü´l-Mîzân, V, 119) Daha önce de belirttiğimiz üzere ihtilaf edilmekle birlikte "şeyh" ta´dil laftzlarındandır. Bu rivayette İbn Ömer (r.a.) hadisinde olmayan bilgiler bulunmaktadır. Bundan da hareketle bazı rivayetlerde zikredilen boyun (unuk) lafzıyla kastedilenin ense olduğu an­laşılmaktadır. Şu halde boyun (unuk) bazılarının ileri sürdüğü gibi boğazı kapsamamaktadır. Bu durumda Hanefî âlimlerinin boğazı mesh etmek bid´attır görüşü doğrudur. Zira bu hususta herhangi bir sünnet bilinme­mektedir.


 

ceylannur

Yeni Üyemiz
Sakalın Meshi



Bezzâr´ın rivayet ettiği Vail b. Hucr (r.a.) hadisi yüz yıkanırken sakalın meshedileceğine delâlet etmektedir. Hadisin metni şöyledir: Sonra ellerini kaba daldırıp üç defa yüzünü yıkadı, parmaklarını sokarak kulaklarının içi­ni temizledi, boynunu ve sakalının diplerini meshetti. Sonra sağ elini kabın içine sokup sağ kolunu yıkadı. Dârekutnî´nin rivayeti ise şöyledir: Yüzünü üç defa yıkadıktan sonra sakalını oğdu, suyun ulaşmasını temin amacıyla serçe parmağını içine sokarak kulaklarının içini meshetti, yüzünden artan suyla boynunu ve sakalının diplerini meshetti. Sonra başını üç defa mesh etti. Başından artan suyla kulaklarını, boynunu ve sakalının diplerini mesh etti. (Taberânî, Mu´cemü´l-kebîr, XXII, 118)[150] Nesâî, "leyse bi´3-kavi/kuvvetli değildir" lafzıyla hadisin isnadında bulunan Saîd b. Abdülcebbâr´ın zayıf olduğunu ifade ederken İbn Hibbân onu es-Sikât´ma. almıştır. (Heysemî, Mec-mau´z-zevâid, I, 94)

İbnü´l-Hümâm, Vail b. Hucr´un rivayet ettiği söz konusu hadisi Feîhu´l-kadîfâz (I, 23) zikretmiştir. O hadisi Tirmizî´nin rivayet ettiğini söylemiş­tir. Ancakbu hata kendisinin değil ondan nakilde bulunan müstensihe ait olmalıdır. Zira İbnü´l-Hümâm isnadda Muhammed b. Hucr´un yer aldığını açıklamıştır. Muhammed b. Hucr´un gerek Tirmizî gerekse diğer Sünen müelliflerinin ravilerinden olmadığı ise bilinmektedir. Bu durumda İbnü´l-Hümâm gibi bir âlimin hadisi Tirmizî´ye nisbet etmesi düşünülemez. Böy­lece sözü edilen hatanın müstensihlerden kaynaklandığı anlaşılmaktadır. "Hadis Tirmizî´de bulunmamaktadır" diyerek (Azîmâbâdî, Ğayetü´l-mahûd, I, 130) söz konusu hatayı İbnü´l-Hümam´a nisbet eden Azîmâbâdî´ye şaşma­mak mümkün değildir. O bu haliyle hadisin aslının bulunmadığı vehmini uyandırmıştır. Oysa ki hadis Nasbü´r-râye´de (I,
cool.gif
bulunduğu gibi Mec-maü´z-zevâid´de (I, 195) de Bezzâr´m rivayeti olarak zikredilmektedir.

Azîmâbâdî´nin, "Hadis başın ve kulakların üçer defa meshedilmesini ifade etmektedir. Bu ise Hanefî mezhebine aykırıdır. Buna rağmen onlar söz konusu hadisi muhaliflerine karşı nasıl delil olarak kullanabilirler?" şeklin­deki itirazına iki şekilde cevap verilebilir. Hanefi´ler başın üç defa meshedil-mesine karşı çıkmamaktadır. Onlar bunu aynı suyla üç defa mesh etmek şeklinde yorumlamaktadırlar. Merğinânî´nin Hasan vasıtasıyla Ebû Hanife (r.a.)´den naklettiği üzere (el-Hidâye, 1,30) bu meşrudur. Bu durum yukarıda­ki Taberânî rivayetinde de açıkça ifade edilmektedir. Aynı husus kulakların üçer defa meshi için de geçerlidir. Zira bize göre kulaklar, hüküm olarak ba­şa dahildir. İkincisi Bezzâr´ın rivayetinde Muhammed b. Hucr´un, Taberâ-nî´nin rivayetinde ise Saîd b. Abdülcebbâr´ın güvenilirliklerinde ihtilaf edilmiştir. Güvenilirliği hususunda ihtilaf edilen ravinin sika ravilere mu­halefet etmesi durumunda çoğunluğun rivayeti tercih edilir. Böyle bir ravi diğer ravilerin nakletmediğini rivayet ederse hasen hadis ravisi olduğu için ziyadeli nakli kabul edilir. Başkalarına aykırı olmadığı sürece tek başına kal­dığı rivayet de kabul edilir. Boyunun arkasını meshetmek güvenilir ravilerin rivayetine aykırı değil, aksine diğerlerinin zikretmediği bir ziyadedir. Bu durumda bu kısmın kabul edilmesi gerekir. Üç defa mesh etmek ise başın bir defa meshedilmesini nakleden güvenilir ravilerin rivayetine aykırıdır. Bu durumda güvenilir ravilerin rivayeti tercih edilir.


21. Abdestte Yüz ve Ayakları Fazla Yıkamanın Müstehap Oluşu



68. Nuaym b. Abdullah el-Mücemmid şöyle anlatmaktadır: Ebû Hürey-re (r.a.)´i abdest alırken gördüm. Yüzünü yıkadı ve abdestini güzel bir şekilde aldı. Sağ ve sol kollarını pazusuna kadar yıkadıktan sonra başını mes­netti. Sağ ve sol ayaklarını baldırlarına kadar yıkadıktan sonra, "Ben Resû-lullah (s.a.v.)´i böyle abdest alırken gördüm" dedi ve Hz. Peygamber (s.a.v.)´in "Abdesti güzelce aldığınızdan dolayı kıyamet gününde abdest uzuvlarınız nurlu olarak diriltileceksiniz. İmkan ölçüsünde abdest uzuvla-rınızdaki parlaklığı artırınız" buyurduğunu rivayet etti.

Hadisi Müslim ("Taharet", 34) rivayet etmiştir.

Hadisle ilgili müellif şöyle demiştir: Hadisin konuya delâleti açıktır. Münzirî hadisi, "Kıyamet günü ümmetim abdest sebebiyle abdest uzuvları parlak olarak gelirler. İmkân ölçüsünde alnınız ve bacaklarınızdaki par­laklığı artırınız" şeklinde nakletmiş tir. (Münzirî, et-Terğîb, I, 39) Hadis bu şekliyle Buhârî ve Müslim´de yer almaktadır. (Buhârî, "Vudu´\ 3; Müslim, "Ta­haret", 35) Birçok hadis âlimi söz konusu hadisin "İmkan ölçüsünde alnınız ve bacaklarınızdaki parlaklığı artırınız" kısmının Ebû Hüreyre (r.a.)´in sözü olup hadise sonradan ilave edildiğini söylemiştir. Nitekim bu hususta İbn Hacer´in açıklaması şöyledir: İmam Müslim´in Nuaym b. Abdullah vasıta­sıyla rivayet ettiği "İmkan ölçüsünde alnınız ve bacaklarınızdaki parlaklı­ğı artırınız" hadisinin Ahmed b. Hanbel rivayetinde Nuaym "İmkân ölçü­sünde" kısmının Ebû Hüreyre (r.a.)´in sözü veya hadisin bir parçası oldu­ğunu bilemiyorum" (Ahmed b. Hanbel, II, 334)[151] açıklamasını yapmaktadır. (İbn Hacer, et-Telhîsü´l-habtr, I, 21)

Bize göre abdest alırken ayaklan topukları aşacak şekilde yıkamanın Hz. Peygamber (s.a.v.)´in uygulaması olduğu tesbit edilmiştir. Ayrıca bize göre Resûlullah (s.a.v.)´in hadisine aykırı olmayan sahâbî sözü de delil ola­rak kullanılabilir. Bu durumda hadise sahâbî sözünün ilave edilmiş olması konumuz açısından önem arzetmemektedir. Reddü´l-muhtar ve el-Bahr´âa, "hadiste zikredilen yüzdeki parıltı (gurre), yüz için belirlenen sınırdan faz­lasını yıkamaktır" denilmektedir. el-Hılye´âe ise şöyle denmektedir: Hadis­te zikredilen abdest uzuvlarının sekili olması (tahcîi), kollar ile ayaklarda söz konusudur. Bunun belirli bir sınırının olup olmadığı hususunda mezhe­bimizde herhangi bir açıklama yapıldığını bulabilmiş değilim. Nevevî bu konuda Şafiî mezhebinde üç farklı görüş bulunduğunu nakletmektedir. Bu­na göre tahcîi, belirli bir sınır olmaksızın kolların ve topukların üst kısmına doğru yıkanması, ikincisi kollarda pazunun ayaklarda ise baldırın yansına kadar yıkanması ve üçüncüsü de kolların omuzlara ayakların diz kapaklara kadar yıkanması mânalarında anlaşılmaktadır. Hadislerden bu üç mânayı anlamak mümkündür. Kollarda pazunun ayaklarda ise baldırın yarısına ka­dar yıkanması şeklindeki ikinci görüşü Şerhu´ş-şir´â isimli eserden özet olarak nakletmiştir.

İbn Hacer konuyla ilgili Müslim ve İbn Ebî Şeybe´de bulunan iki hadis daha rivayet etmektedir. (et-Telktsü´l-habîr, I, 32) İmam Müslim´in rivayetine göre Ebû Hâzim şöyle anlatmaktadır: Namaz için abdest alırken Ebû Hü-reyre (r.a.)´in ardında idim. Kollarını koltuğunun altına kadar yıkadığını gö­rünce, "Ey Ebû Hüreyre (r.a.) bu nasıl abdest almak?" diye sordum. Ebû Hüreyre (r.a.), "Senin burada olduğunu bilseydim bu şekilde abdest almaz­dım. Ben dostum Hz. Peygamber (s.a.v.)´i "Mü´minin nuru abdest suyu­nun ulaştığı yere kadardır" buyururken işittim" diye karşılık verdi. (Müs­lim, "Taharet", 40) İbn Ebî Şeybe de Veki´ > el-Ömerî > Nafı isnadıyla İbn Ömer (r.a.)´nm yaz aylarında abdest alırken kollarını koltuğunun altına ka­dar yıkadığını rivayet etmektedir.[152] Aynı haberi Ebû Ubeyd daha sahih olan Abdullah b. Salih > Leys > Muhammed b. Aclân > Nafi isnadıyla naklet­miştir. İbn Hacer´in de belirttiği gibi her iki isnad da hasendir. (İbn Hacer, Fethu´l-bârî, I, 208) Abdestte belirli miktar fazlasını yıkamak suretiyle ilave sevap elde edilebilir. Fakat mükemmelinin abdest uzvunun tamamıyla yı-kanmasıyla gerçekleşeceği açıktır.

İbn Hacer şöyle demektedir: İbn Battal ve bazı Mâlikî âlimlerin, "Âlim­ler Ebû HüreyreXr.a.)´in görüşünün aksinde ittifak etmişlerdir" şeklindeki açıklamaları, İbn Ömer (r.a.)´dan yaptığımız nakille geçerliliğini kaybet­miştir. Ayrıca Şafiî ve Hanelilerin çoğu ile selef âlimlerinden bir grup Ebû Hüreyre (r.a.)´in yaptığının müstehap olduğunu açıklamışlardır. (İbn Hacer, Fethu´l-bârî, 1,208)


 

ceylannur

Yeni Üyemiz
22. Boy Abdestinden Sonra Abdest Almanın Mekruh Oluşu



69. Hz. Âişe (r.a.)´nm nakline göre Resûlullah (s.a.v.) boy abdestinden sonra abdest almazdı.

Hadisi Tirmizî rivayet etmiş ve "birçok sahabe ve tabiîn boy abdestin­den sonra abdest alınmayacağı görüşündedir" açıklamasını yapmıştır.[153] Azîzî, hadisi Ahmed b. Hanbel, Nesâî, İbn Mâce ve Hâkim en-Nîsâbû-rî´nin rivayet ettiğini zikrettikten sonra onun sahih olduğunu söylemiştir.

Nafile ibadetlere düşkün olmasına rağmen Hz. Peygamber (s.a.v.)´in boy abdestinden sonra abdest almayı terketmeye devam etmesi bunun mekruh olduğunu göstermektedir.

70. İbn Abbas (r.a.)´in nakline göre Resûlullah (s.a.v.) "Boy abdestin­den sonra abdest alan bizden değildir" buyurmuştur.

Hadisi Taberânî Mu´cemü´l-kebîr, Mu´cemü´l-evsat ve Mu´cemü´s-sa-ğfr´inde rivayet etmiştir. (Taberânî, Mu´cemU´l-kebtr, XI, 213; Mu´cemü´s-sağîr, I, 106)[154] ibn Maîn, Mu´cemü´l-evsaftaki rivayetin isnadında bulunan Süley­man b. Ahmed´i yalancılıkla itham etmiş, bazı âlimler de onun zayıf oldu­ğunu söylemiştir. Abdan ise onun güvenilir olduğunu belirtmiştir. (Heyse-mî, Mecmau´z-zevâid, I, 113) Daha önce bu tür ihtilafların çok önemli olmadı­ğını belirtmiştik. Bu rivayetin de konuya delâleti açıktır.


23. Gusülden Artan Suyla Abdest ve Gusül Alınması



Bu başlık altında cünüplükten dolayı gusleden kişi ile hayız halinden temizîenmek üzere yıkanan kadından arta kalan suyla abdest ve gusül alına­bileceği konusu ele alınacaktır.

71. İbn Abbas (r.a.)´in nakline göre Hz. Peygamber (s.a.v.) hanımları-nından birinin guslettiği kaptan abdest almak istemişti. Hanımı, "Ey Al­lah´ın Elçisi ben bu kaptan cünüp iken yıkanmıştım" diyerek hatırlatmada bulununca Resûlullah (s.a.v.) "Su hiçbir zaman cünüp olmaz" buyurdu.

Hadîsi Tirmizî rivayet etmiş ve hasen-sahih olarak nitelemiştir.[155]

Hadisin kadının guslünden artan suyla abdest alınabileceğine delâleti açıktır. Hz. Peygamber (s.a.v.)´in kadının (kaba ellerini daldırarak) guslet­mesinin suyu cünüp yapmayacağını ifade etmesi cüniiplüğün suya herhan­gi bir etkisinin olmayacağını göstermektedir.

72. Hz. Aişe (r.anhâ) şöyle anlatmaktadır: Ben ve Resûlullah (s.a.v.) aramızdaki bir kaptan yıkanırdık. O (s.a.v.) benden önce davranınca ben, "bana da bırak, bana da bırak" derdim. Hz. Aişe (r.anhâ) cünüplük sebebiy­le yıkandıklarını da zikretmiştir. Diğer rivayet, "Resûlullah (s.a.v.) ile ben cünüplükten dolayı aramızdaki bir kaptan yıkanırdık. Ellerimiz kabın içine girip çıkardı" şeklindedir. (Müslim "Hayz", 43-46)

73. İbn Abbas (r.a.)´in nakline göre Resûlullah (s.a.v.) abdest almak is­tediğinde hanımlarından biri, "Ben bu sudan abdest almıştım" diye hatırlat­tı. Bunun üzerine Hz. Peygamber (s.a.v.) "Su temizdir, onu hiçbir şey pis­letmez" buyurdu.[156]

Hadisi Bezzâr rivayet etmiştir. Heysemî de ravilerinin güvenilir oldu­ğunu söylemiştir. (Mecmaü´z-zevâid, I, 86)

Hz. Aişe (r.anhâ) hadisinin, erkeğin kadının guslünden, kadının da erke­ğin guslünden artan suyla abdest alabileceğine delâleti açıktır. İbn Abbas (r.a.) hadisi de erkeğin kadından artan suyla abdest alabileceğini göster­mektedir. Ayrıca bu noktada gusülden dolayı yıkanmakla hayız sebebiyle yıkanmak arasında bir farkın bulunmadığı da anlaşılmaktadır. Rahmetü´l-ümme´de zikredildiği üzere bu, üç mezhep imamının da (İmam Ebû Hani­fe (r.a.), İmam Malik ve İmam Şafiî´nin de) görüşüdür. Buna göre üç mezhep imamı cünüp veya hayız sebebiyle yıkanmadan artan suyla abdest ve boy abdesti alınabileceğinde ittifak etmişlerdir. Konuyla ilgili Ahmed b. Hanbel´in açıklaması ise, "erkeğin yıkanırken görmediği kadından artan suyla abdest alması caiz değildir" şeklindedir. Buna göre Ahmed b. Han­bel de kadının erkek veya kadından artan suyla abdest alabileceği hususun­da diğer imamlarla aynı görüştedir. Nitekim Nevevî Şerhu Sahihi Müs­lim´de şöyle demektedir: Konuyla ilgili hadisler sebebiyle kadın ve erke­ğin aynı kaptan yıkanabilecekleri hususunda müslümanlar icmâ etmişler­dir. Kadının erkekten artan suyla abdest alabileceği hususunda da icmâ bu­lunmaktadır. Kadın suyu tek başına veya kocasıyla birlikte kullansın, erke­ğin kadından artan suyla yıkanması ise İmam Şafiî, İmam Malik ve İmam Ebû Hanife (r.a.) başta olmak üzere âlimlerin çoğuna göre caizdir. Mezhep âlimlerimizden bir kısmı konuyla ilgili nakledilen sahih hadisler sebebiyle bunda bir sakınca bulunmadığını söylemişlerdir. Ahmed b. Hanbel ve Da-vûd ez-Zâhirî ise kadının kendi başına yıkandıktan sonra artan suyu erke­ğin kullanamayacağı görüşünü benimsemişlerdir. Sahabeden Abdullah b. Sercis ile tabiînden Hasan-ı Basrî´nin de bu görüşte oldukları nakledilmiş­tir. Ahmed b. Hanbel´in mezhebimize uygun görüşü benimsediği de riva­yet edilmiştir. İmam Muhammed´in Muvatta´mda. şöyle denilmektedir: İs­ter cünüp isterse hayız olsun kadından artan suyla abdest almakta herhan­gi bir sakınca yoktur. Zira Hz. Peygamber (s.a.v.)´in hanımı Hz. Aişe (r.an­hâ) ile aynı kaptan birlikte guslettikleri bize ulaşmıştır. Bu, cünüp kadından artanla yıkanmak anlamına gelmektedir. Ebû Hanife (r.a.) de bu görüştedir.

Kadından artan suyla abdest alınamayacağını ifade eden hadisler de bu­lunmaktadır. Nitekim Şevkânî´nin zikrettiği üzere (Neylü´l-evtâr, i, 26) Ha­kem b. Amr el-Gıfârî´nin rivayetine göre Resûlullah (s.a.v.) erkeğin, kadı­nın yıkanmasından artan su ile abdest almasını yasaklamıştır.. Hadisi Ah­med b. Hanbel, Ebû Dâvûd, Tirmizî, Nesâî ve İbn Mâce rivayet etmiştir.[157] İbn Mâce ve Nesâî´de "kadının abdestinden artan" şeklindedir. Tirmizî ha­disin hasen olduğunu ifade etmiş, İbn Mâce de başka bir hadis daha nak­lettikten sonra Hakem b. Amr el-Gifârî´nin rivayetinin sahih olduğunu be­lirtmiştir. İbn Hibbân da hadisin sahih olduğunu söylemiştir. Kadından ar­tan suyla abdest alınamayacağını ifade eden diğer rivayet İbn Hacer´in Bu-lûğu´l-merâm´da zikrettiği hadistir. Hz. Peygamber (s.a.v.)´in ashabından birinin nakline göre Resûlullah (s.a.v.) kadmın erkekten kalan suyla, erke­ğin de kadından arta kalan suyla yıkanmasını yasaklamıştır. (Hadisin ravi-lerinden Müsedded hadisi rivayet ederken) "Kadın ve erkek suyu beraber avuçlasınlar" sözünü ilave etmiştir. Hadisi Ebû Dâvûd ve Nesâî rivayet et­miş olup isnadı sahihtir.[158] Konuyla ilgili yasak ifade eden bir diğer hadis de Mecmau ´z-zevâid´de zikredilen Meymûne (r.anhâ) hadisidir. Meymûne (r.anhâ)´nın rivayetine göre Hz. Peygamber (s.a.v.) "Kadının cünüplük se­bebiyle yıkandığı sudan arta kalanla abdest alınmaz" buyurmuştur. Hadi­si Ahmed b. Hanbel rivayet etmiş olup isnadı sahih hadis ravilerinden meydana gelmektedir. (Ahmed b. Hanbel, V, 66;)

Bu hadislerle ilgili ileri sürülen iddialara verilecek cevap, Şevkânî´nin Fethü´l-bârfdzn (I,26) naklen belirttiği gibi onların tenzihen mekruha de­lâlet ettiklerini ifade etmektir. Bu hususta erkek için kadından arta kalan suyla, kadın için erkekten arta kalan su arasında herhangi bir fark bulun­mamaktadır. Kadın ve erkeklerin aynı kaptan abdest aldıklarını belirten ri­vayet bunun en açık delilidir. Nitekim Ahmed b. Hanbel´in Muhammed b. Ubeyd > Ubeydullah > Nafi isnadıyla nakline göre İbn Ömer (r.a.), Hz. Peygamber (s.a.v.) zamanında erkeklerin kadınlarla beraber aynı kaptan abdest aldıklarım haber vermiştir..[159] Hadisin isnadı Küîüb-i sitte ravilerin­den meydana gelmektedir. Hadisi İmam Şafiî de Malik > Nafi isnadıyla İbn Ömer (r.a.)´dan rivayet etmiştir. Buna göre İbn Ömer (r.a.) "Hz. Pey­gamber (s.a.v.) zamanında erkekler ve kadınlar birlikte abdest alırlardı" de­miştir. (Şafiî, Müsned, 1,23)[160] Şevkânî de, "kadın ve erkeğin birlikte gusül ve abdest almalarında herhangi bir ihtilaf bulunmamaktadır" demiştir. (Neyia´l-evîâr, I, 27)

Konuyla ilgili büyük âlim ve arif İmam Şa´rânî´nin açıklaması şöyledir: Üç mezhep imamı (İmam Ebû Hanife (r.a.), İmam Malik ve İmam Şafiî) cünüplük veya hayız sebebiyle yıkanmadan artan suyla abdest ve boy ab-desti alınabileceğinde ittifak etmişlerdir. Konuyla ilgili Ahmed b. Han­bel´in açıklaması ise, "erkeğin yıkanırken görmediği kadından artan suyla abdest alması caiz değildir" şeklindedir. Ahmed b. Hanbel´in bu görüşe sahip olmasının sebebi de genellikle kadınların kirlerinin çok ağır olmasıdır. Bu sebeple o "yıkanırken görmediği kadından" kaydını koymuştur. Zira er­kek, kirli olmadığı halde kadın temizlenirken suyun kirlendiğini düşünebi­lir. Yıkanırken görmesi durumu ise böyle değildir. Çünkü gördüğünde su­yun temiz veya kirli olması hususundaki bilgisine göre davranır.

Bize göre hocamın da ifade ettiği gibi vakıaya uygun olmasa bile kadın­lar da erkeklerin iyi temizlik yapmadıklarım iddia edebilirler. Buna göre söz konusu durum erkekten arta kalan suyla abdest hususunda kadınlar için de geçerli olmalıdır. Hz. Peygamber (s.a.v.)´in ashabından birinin nakletti­ği söz konusu hadisle ilgili birçok kitabı incelemem ve dönemin âlimleriy-le yaptığım istişareler sonunda en isabetli açıklama olarak bunu görmekte­yim. Ancak burada bunun bütünüyle doğru olduğunu da söyleyemediğimi ifade etmeliyim.
 
Üst Alt