212- Ölüm, ölüme hâzırlanmak. Şifâ âyetleri

AyBuKe

Yönetici
ÖLÜM, ÖLÜME HÂZIRLANMAK Aşağıdaki bilgiler, seyyid Abdülhakîm bin Mustafâ efendi “rahmetullahi aleyh”in (Sefer-i âhıret) risâlesinden alınmışdır. Bu risâle basılmamışdır:
Îmânı olan ve aklı olan ve bâliğ olan erkek ve kadınlara, (Mükellef) denir. Mükellef olanların, ölümü çok hâtırlaması sünnetdir. Çünki, ölümü çok hâtırlamak, emrlere sarılmağa ve günâhlardan sakınmağa sebeb olur. Harâm işlemeğe cesâreti azaltır. Peygamberimiz “sallallahü aleyhi ve sellem” buyurdu ki, (Lezzetleri yıkan, eğlencelere son veren ölümü çok hâtırlayınız!). Tesavvufculardan ba’zıları, hergün bir kerre hâtırlamağı âdet edinmişdi. Muhammed Behâeddîn-i Buhârî “kuddise sirruh” hergün yirmi kerre, kendini ölmüş, mezâra konmuş düşünürdü.
Ölmek, yok olmak değildir. Varlığı bozmıyan bir işdir. Mevt, rûhun bedene olan bağlılığının sona ermesidir. Rûhun, bedenden ayrılmasıdır. Mevt, insanın bir hâlden başka bir hâle dönmesidir. Bir evden, bir eve göç etmekdir. Ömer bin Abdül’azîz “rahmetullahi aleyh” buyurdu ki, (Sizler, ancak ebediyyet, sonsuzluk için yaratıldınız! Lâkin bir evden, bir eve göç edersiniz!). Mevt, mü’mine hediyyedir, ni’metdir. Günâhı olanlara musîbetdir. Fakîrlere râhat, zenginlere azâbdır. Akl, Allahü teâlânın hediyyesidir. Cehâlet, doğru yoldan çıkmağa sebebdir. Zulm, insanın çirkinliğidir. İbâdet, gözün nûru olan, sevinc ve neş’edir. Allah korkusundan ağlamak, kalbin cilâsıdır. Kahkaha ile gülmek, kalbin zehridir. İnsan, ölümü istemez. Hâlbuki mevt, fitneden hayrlıdır. İnsan yaşamağı sever. Hâlbuki mevt, ona hayrlıdır. Sâlih olan mü’min, mevt ile, dünyânın eziyyet ve yorgunluğundan kurtulur. Zâlimlerin ölümü ile, memleketler ve kullar râhata kavuşur. Din düşmanlarından bir zâlimin ölümünde, hâtıra gelen eski bir beyti buraya yazmak uygundur. Beyt:
Ne kendi etdi râhat, ne âleme verdi huzûr,
yıkıldı gitdi cihândan, dayansın ehl-i kubûr.

Mü’minin rûhunun bedenden ayrılması, esîrin habsden kurtulması gibidir. Mü’min öldükden sonra, bu dünyâya geri gelmek istemez. Yalnız şehîdler, dünyâya geri gelip, bir dahâ şehîd olmak ister. Dünyânın iyiliği gitdi. Kederleri kaldı. Bundan dolayı ölüm, her müslimân için hediyyedir. Bir adamın dînini, ancak kabri korur. Mü’minlere yapılacak ikrâmlardan birincisi, ölümdeki sevincdir. Mü’mini râhatlandıran, ancak Allahü teâlâya kavuşmakdır. Her mü’mine mevt, hayâtından dahâ iyidir. Kâfirlere de mevt fâidelidir.
Çabuk tükenen şeyin peşinde koşuyorsunuz. Sonsuz kalacak şeye bakmıyor, ondan kaçıyorsunuz! Bir kimsenin ölümünde hayr yok ise, hayâtında da hayr yokdur. Allahü teâlâya kavuşdurduğu için, mevt sevilir. Sevdiğim adamın kalmasını da severim. Ölmesini de severim. Dost dosta kavuşmak istemez mi? Azrâîl “aleyhisselâm”, İbrâhîm aleyhisselâmdan rûhunu almak için izn istedikde, (Dost, dostun cânını alır mı?) dedi. Allahü teâlâ, Azrâîl “aleyhisselâm” ile haber gönderip, (Dost dosta kavuşmakdan kaçınır mı?) buyurunca, (Yâ Rabbî! Rûhumu hemen al!) diye düâ eyledi.
Allahü teâlânın emrlerine uyan bir mü’mine, ölümden dahâ sevincli birşey olmaz. Allahü teâlâya kavuşmağı seven mü’min, mevti ister. Mevt, dostu dosta kavuşduran bir köprüdür. Kavuşmak şevkı, büyük ve yüksek derecedir. Bu dereceye yükselen mü’min, mevtin gecikmesini istemez. Rabbine iştiyâkından dolayı, Ona kavuşmağı, Onu görmeği sever. Cenneti seven ve ona hâzırlanan insan mevti sever. Çünki, mevt olmayınca, Cennete girilmez.
Bir kimsenin îmân ile öleceği son nefesde belli olur. Bir insan, bu devlete kavuşunca, Allahü teâlânın ihsânları başlar. Bu ânda, elbette sevinir. Se’âdet sâhibi ol kimsedir ki, Azrâîl “aleyhisselâm” gelip, (Korkma, Erhamürrâhimîne gidiyorsun.
 

AyBuKe

Yönetici
Asl vatanına kavusuyorsun. Büyük devlete erisiyorsun!) der. Böyle kimseye,
bundan dahâ serefli bir gün yokdur. Bu dünyâ, bir konakdır. O cihâna bakınca
zindândır. Bu geçici varlık, bir görünüsdür. Gölge gibi, yavas yavas çekilmekde,
geçip gitmekdedir. Hadîs-i serîfde buyuruldu ki, (Insanlar uykudadır, ölünce
uyanırlar). Dünyâ hayâtı, rü’yâ gibidir. Mevt uyandırıp, rü’yâ bitecek, hakîkî hayât
baslıyacakdır. Müslimânın ölümü, hayâtdır. Hem de, sonsuz hayât!
Bir köylüye sen öleceksin demisler. O da, ölünce nereye giderim diye sormus.
Allahü teâlâya! cevâbını alınca, hayrı ancak kendisinde buldugumuz Rabbime kavusduracak olan ölümden korkum kalmamısdır der.
Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî “kuddise sirruh”, Azrâîl aleyhisselâmı görünce: (Çabuk
gel, cânım çabuk gel. Beni Rabbime çabuk kavusdur!) demisdir.
Cân vermek acısı, dünyâ acılarının hepsinden dahâ acıdır. Fekat, âhıret azâblarının
hepsinden dahâ hafîfdir. Mü’min, rûhunu teslîm edecegi vakt, rahmet meleklerini,
Cennet hûrilerini görüp, onların zevkı ile, cân verme acısını duymaz. Rûhu,
tereyagından kıl çeker gibi, kolay çıkar. Ni’metlere kavusur.
Her müslimânın, ölüme hâzırlanması lâzımdır. Bunun için de, tevbe etmelidir.
Kul hakkı altında kalmamaga dikkat etmelidir. Ya’nî, hakları sâhiblerine verip halâllasmalıdır.
Allahü teâlânın haklarını da ödemek lâzımdır. Bu hakların en mühimmi,
islâmın bes sartını yerine getirmekdir. Nemâz kılmıyan bir kimse, müslimânların
hakkını da vermemis oluyor. Çünki, her nemâzda oturunca, (Ve alâ
ibâdillahissâlihîn) diyerek mü’minlere düâ etmek vazîfemizdir. Nemâz kılmıyanlar,
mü’minleri bu düâdan mahrûm bırakıyor. Hakları olan bu düâyı yapmıyor.
Borcları ödiyerek, emânetleri sâhiblerine vererek, ölüme hâzırlanmak ve vasıyyet
yazmak vâcibdir. 816. cı ve 1028. ci sahîfelere bakınız!
Ölüm, bir ânda gelebileceginden, afvı kabûl olmıyan ve kabûl olabilir ise de, henüz
afv edilmemis olan (Had) ve (Ta’zîr) cezâlarının yapılmasına imkân bırakmak
vâcibdir. Ya’nî, meydâna çıkmıs olan günâhlarının dünyâdaki cezâlarının yerine
getirilmesini te’mîn etmelidir. Afvı kabûl olmıyan suç, Server-i âlemi “sallallahü
aleyhi ve sellem” sövmekdir. Afvı kabûl olan hadler, ya’nî cezâlar, zinâ, sirkat, iftirâ,
içki içmek gibi suçların dünyâdaki cezâlarıdır.
Hasta olanların, bu vâcibleri dahâ çabuk yerine getirmesi lâzımdır.
Hastanın yatagı, çarsafı ve çamasırları temiz olmalıdır. Sık sık degisdirmelidir. Çünki,
temizligin kalbe ve rûha büyük te’sîri vardır. Ölüm zemânında ise, temizligin kalbe
ve rûha te’sîri, baska zemânlardan dahâ mühimdir. Tedâvî câizdir. Fekat, sifâyı
halk eden, devâda te’sîri yaratan Allahü teâlâdır. Allahü teâlâ, isterse, kullanılan ilâcda
te’sîr halk etmez. Eger öyle olmasaydı, her tedâvî edilen hasta, iyi olurdu.
Agır hastalara igne yaparak tesellî ilâcları vermemelidir. Hastaya eziyyetdir. Câiz
degildir. Agır hastaları hastahâneye kaldırmamalıdır. Evde, âilesinin, sâlih
kimselerin yanında, Kur’ân-ı kerîm okuyarak ve Kelime-i sehâdet telkîn ederek,
cân vermesine çok ugrasmalıdır.
Hastalıkda, îmân, i’tikâd bilgileri çok konusulmalıdır. Gelen ziyâretciler, bunlardan
konusmalı, kimse gelmezse, hasta kendisi, Ehl-i sünnet âlimlerinin kitâblarından
âhıret bilgilerini okumalıdır. Kitâbdan okuyamazsa, düsünmelidir. Cenâb-
ı Hakkın rahmetinin bol oldugunu gösteren hikâyeler söylenmeli, günâhların,
Allahü teâlânın merhameti yanında hiç oldukları hâtırlatılmalıdır. Afv ve magfiret
ümmîdi çok olmalıdır.
Hasta, nemâzlarını geçirmemege, her zemândan dahâ çok dikkat etmelidir.
Kalbini Allahü teâlânın sevgisi ile doldurmalı, Kelime-i tevhîdi çok söylemelidir.
Islâmiyyetin emrlerini yapmaga dikkat etmelidir. Vasıyyet etmeli veyâ yazmalıdır.
Hastaya, imâm-ı Alînin “radıyallahü anh” ve çocuklarının sevgisi pek lâzımdır.
Çünki, Ehl-i beyti sevmek, son nefesde îmân ile gitmege sebeb olacagını, Ehl-i sün-
net âlimleri “rahmetullahi teâlâ aleyhim ecma’în” sözbirligi ile söylemekdedir.
Ölüm hastası, Ihlâs sûresini [ya’nî Kulhüvallahü ehad] çok okumalıdır. Yatagı
karsısında (Kelime-i tevhîd) yazılı levha asılı olmalıdır.
Karyola ve yatak yerini ve odayı degisdirmek, hastaya ferahlık verir. Kâbil ise
hasta, abdestli olmalıdır. Hizmetci, asçı, hemsîre kadınlar, mahrem olmadıklarından,
çok büyük mahzûrdur. Hastaların, ihtiyârların kızı, âile yerini tutamaz. Mahrem
hizmetleri yapamaz. Ihtiyârların, hastaların harâmdan kurtulmak için, hizmet
eden kadını nikâh etmeleri lâzımdır. Dedikoduya ehemmiyyet vermemeli, genç de
olsa, hizmet edecek nikâhlı âile edinmelidir.
Ziyâretciler, hasta yanında çok oturmamalıdır. Sevdigi insanlar olsa da, çabuk
kalkmalıdır. Hasta teklîf ederse, biraz dahâ oturup, kalkmaga tesebbüs etmeli, tekrâr
teklîf etmezse gitmelidir. Agır hastanın yanına kimseyi sokmamak dogru degildir.
Hasta istemese de, sâlih insanlar, gidip, bir Ihlâs okuyacak kadar oturmalıdır.
Doktor, kimse görüsmesin, konusmasın dedi diyerek, hastayı mahrûm etmemelidir.
Yanına sulehâ girip, Yasîn-i serîf okumalıdır. Gizli okumak da fâidelidir.
Hasta yanında, hastalıgı artdıracak, merâklı sözler söylememeli, gazetelerden,
hikâyelerden, mâl, ticâret, siyâset ve hükûmetden lâf açmamalıdır.
Ölüm hastası halâlden ve mümkin oldugu kadar abdestli ve kalbi uyanık kimselerin
Besmele ve düâ ile hâzırladıgı seyleri yimelidir.
Hasta yanında, Velîlerin, âlimlerin ve sâlihlerin “rahmetullahi teâlâ aleyhim ecma’în”
hikâyeleri ve sözleri konusulmalı, bunlara sevgisi artdırılmalıdır. Evliyâyı
kirâmın “rahmetullahi teâlâ aleyhim ecma’în” söylenmesi, rahmete sebeb olur.
Ölüm alâmetleri görülünce, yanında, çocuk, cünüb, özrlü kadın bulundurulmamalıdır.
Odada ve hattâ evde resm bulunmamasına çok dikkat etmelidir. Yanında
âlim, sâlih birkaç kimse bulunup, zorlamamak üzere, Kelime-i tevhîd söylemesi
te’mîn edilmelidir. Söylemesi için sıkısdırmamalıdır. Yanındakiler söyleyip ona
duyurmalı, usandırmamalıdır. Bir kerre söyler ise, bir dahâ söyletmemeli, baska
sey söyler ise, Kelime-i tevhîdi bir dahâ söylemesi hâtırlatılmalıdır. Ya’nî, son sözü,
Kelime-i tevhîd olmalıdır. Zorlamadan, bir kerre, (Lâ ilâhe illallah) demek, yanındakilere
sünnetdir. Kelime-i tevhîdi hâtırlatanların, hastanın düsmanı, vârisi olmaması
uygundur. Kimse yok ise, vâris hâtırlatır.
 

AyBuKe

Yönetici
Hasta yanında (Yasîn) sûre-i serîfesini okumak mühim sünnetdir. Hadîs-i serîfde
buyuruldu ki, (Yanında Yasîn-i serîf okunan hasta, suya doymus olarak vefât
eder ve doymus olarak kabre girer). Ya’nî, cân vermenin hâsıl edecegi susuzlugu
duymaz. Yasîn sûre-i serîfesi, kıyâmetde olan seyleri, dünyânın geçici oldugunu,
Cennet ni’metlerini ve Cehennemdeki azâbları bildirdiginden, hasta yanında okununca,
îmân ile gitmege sebeb olan seyleri isitmis olur. (Ra’d) sûresini okumak, rûhun
çıkmasını kolaylasdırır. Insan ölünce, Hanefîde necs olur. Kur’ân-ı kerîm, yanında
degil, karsısında ve sessiz okunabilir. Diger üç mezhebe göre necs olmaz.
Kur’ân-ı kerîmi, ölüler de isitir ve fâidelenir. Cenâze tasıyanların, kabr ziyâret
edenlerin, maddî bir karsılık düsünmiyerek, Kur’ân-ı kerîmden bir parçayı, Allah
rızâsı için okuyarak, sevâbını meyyitin rûhuna hediyye etmeleri sünnetdir.
Ölüm hâlinde su içirmek sünnetdir. Ihtiyâcı görülürse vâcib olur. Içince ferahladıgı
görülürse vâcibligi artar. O ânda seytân, sâf su gösterip, senden baska
ma’bûdüm yokdur dersen, sana içiririm dedigi, hadîs-i serîflerde bildirilmisdir. Yasîn
sûre-i serîfesini okumanın on fâidesi vardır:
1 — Aç olan, tok olur. Ya’nî, ummadıgı yerden rızk gelir.
2 — Susuz olan, kanıncıya dek su bulur.
3 — Elbisesi olmıyan, elbise bulur.
4 — Eceli gelmiyen hasta sifâ bulur.
5 — Eceli gelen hasta ölüm acısı duymaz.
6 — Ölürken, Cennet melekleri gelip, görünür.
7 — Insan korkdugundan emîn olur.
8 — Müsâfir ve garîb yardımcı bulur.
9 — Bekârların evlenmesi kolay olur.
10 — Gayb olan sey bulunur.
Fekat bunlara niyyet ederek ve inanarak okumak lâzımdır.
Peygamberimiz “sallallahü aleyhi ve sellem” buyurdu ki, (Ölüm hastası yanında,
bir sûre okununca, her harfi için bir melek gelip, rûhun kolay çıkmasına düâ
eder. Yıkanırken yanında bulunurlar. Cenâzesi ile birlikde giderler. Nemâzında
bulunurlar. Gömülürken bulunurlar. Hep düâ ederler). Bir hadîs-i serîfde buyuruldu
ki, (Müslimân bir hasta yanında Yasîn-i serîf okunursa, Rıdvân ismindeki melek
Cennet serbeti getirir. Suya doymus olarak rûh teslîm eder. Doymus olarak kabre
girer. Suya ihtiyâcı olmaz.)
Hasta, Allahü teâlânın afvına, merhametine güvenmeli, Rabbim beni magfiret
eder demelidir. Allahü teâlâ, hadîs-i kudsîde buyuruyor ki, (Kulum, beni nasıl umarsa,
onu öyle karsılarım. Öyle ise, benden hep iyilik bekleyiniz!). Server-i âlem “sallallahü
aleyhi ve sellem”, vefâtından üç gün önce buyurdu ki, (Allahü teâlâdan iyilik
umarak cân veriniz!). Hasta yanındakilerin, iyilik ümmîdini artdıracak seyler
söylemesi, Rabbimizin rahmetini umdugumuzu hâtırlatmaları sünnetdir. Ölüm hâli
görülünce, rahmet ümmîdini artdıracak seyler söylemek vâcib olur. Kılmamıs nemâzları
varsa, tevbe etmesine tesvîk eylemek sünnetdir.
Ölür ölmez, borclarını bir ân önce ödemelidir. Borcları ödenmedikce, rûhu, iyiler
derecesine kavusamaz. Zevcesine, vaktîle ödemedigi (Mehr), ya’nî nikâh parası
da, borcudur. Verilmemis, birikmis zekât, fıtra da borcdur. Hırsızlık etmesi,
zor ile alması da borcudur. Kabre koymadan, borclarını ödemek mümkin olmaz
ise, meyyitin velîlerinden [ya’nî yakın akrabâsından] biri, borcu (Havâle üsûlü) ile,
kendi üzerine alır. Ya’nî borclar bunun olur. Böylece, hak sâhiblerinin kabûl etmesi
ile, meyyit borcdan kurtulmus olur. Borclar, velî üzerinde kalır. Bu yol, havâle
üsûlüne tam uymuyor ise de, meyyitin ihtiyâcı çok oldugu için, islâmiyyet izn
vermisdir. Server-i âlem “sallallahü aleyhi ve sellem” borclu olan birinin nemâzını
kılmak istemedi. Ebû Katâde-i Ensârî “radıyallahü anh” ismindeki bir sahâbî,
borcunu, bu üsûl ile, kendi üzerine alarak kabûl edince, cenâze nemâzını kılmagı
kabûl buyurdu. Bu meyyitin borcu iki dînâr, ya’nî iki miskâl [4,8 gramlık sikkeli,
ya’nî kesilmis, ölçülü iki altın] olup, Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem”, Ebû
Katâdeye, (Bu iki altın borc, senin üzerine oldu mu ve meyyit borcdan kurtuldu
mu?) buyurdu. Ebû Katâde (Evet) deyince, Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem”,
cenâzenin nemâzını kıldı. Görülüyor ki, yabancı bir kimse de borcu kendi
üzerine alırsa, meyyit borcdan kurtulmakdadır. Borcu üzerine alan kimsenin alacaklıya
(Meyyiti halâl et!) demesi uygun olur. Böyle halâllasma ile, meyyit borcdan
temâmen kurtulur.
Gerek böylece, gerekse, islâmiyyetin gösterdigi baska yollar ile, meyyit, haklardan
kurtarıldıkdan sonra, vasıyyeti yerine getirmek lâzımdır. Günâh olan birseyi
yapmak için vasıyyet etmek sahîh olmaz. Böyle vasıyyetler yerine getirilmez.
Böylece, meyyit, vasıyyetden hâsıl olan sevâbdan ve düâdan mahrûm bırakılmamıs
olur.
Hastalıkdan ve dünyâ sıkıntılarından kurtulmak için ölümü istemek câiz degildir.
Dinde sıkıntı ve fitnelerden korkarak, Allahü teâlâdan ölümü istemek sünnetdir.
Allah yolunda sehîd olmagı istemek de böyledir. Mekke-i mükerremede ve Medîne-
i münevverede oldugu zemânda ve Evliyâ-yı kirâm “kaddesallahü teâlâ esrârehümül’azîz”
türbelerinin yanında ölümü istemek de câizdir.
Allahü teâlâya kavusmagı sevdigi için ölümü istemek müstehabdır. Hadîs-i serîfde
buyuruldu ki, (Bir kimse, Allahü teâlâya kavusmagı severse, Allahü teâlâ da
ona kavusmagı sever).
Tedâvî, ya’nî doktora gitmek, ilâc kullanmak sünnetdir. Hadîs-i serîfde buyuruldu
ki, (Hastalıgınızı tedâvî ediniz! Çünki, Allahü teâlâ, ölümden baska her hastalık
için, devâ, ilâc yaratmısdır).
 

AyBuKe

Yönetici
(Mevâhib-i ledünniyye) ikinci cildde diyor ki, Peygamberimiz “sallallahü aleyhi
ve sellem” üç dürlü ilâc kullanırdı: Kur’ân-ı kerîm veyâ düâ okurdu. Fen ile bulunan
ilâcları kullanırdı. Her ikisini karısık kullanırdı. (Kur’ân-ı kerîmden sifâ beklemiyene
sifâ nasîb olmaz) buyururdu. (Fâtiha) sûresini okumanın, hastalıklara sifâ
oldugunu bildiren hadîs-i serîfler (Beydâvî) ve (Çerhî) tefsîrlerinde ve Senâullah-
ı Dehlevî “rahmetullahi aleyh”nin yazdıgı (Tefsîr-i Mazherî)de yazılıdır.
Imâm-ı Kuseyrî “rahmetullahi aleyh” buyuruyor ki, Kur’ân-ı kerîmdeki altı sifâ
âyetini bir tabaga yazıp, su koyarak eritilir. Hasta içerse Allahü teâlâ sifâ ihsân eder.
Âyet-i kerîme ve düâ elbette sifâ verir. Fekat sartların gözetilmesi de lâzımdır.
Okuyanın veyâ yazanın ve hastanın buna inanması sartdır. Hastanın, zararlı
olan gıdâlardan, sübheli ilâclardan perhîz etmesi, sogukdan sakınması, lüzûmlu seyleri
yapması, harâmdan, zulmden sakınması lâzımdır. Hadîs-i serîfde, (Allahü
teâlâyı unutarak, gafletle edilen düâ kabûl olmaz) buyuruldu. Resûlullah “sallallahü
aleyhi ve sellem” efendimiz hasta olunca, (Kul e’ûzü)leri okuyup, kendi
üzerine üflerdi.
(Sifâ âyetleri) sunlardır: Tevbe sûresi, ondördüncü âyetinin sonu, Yûnüs sûresi,
elliyedinci âyetinin ortası, Nahl sûresi, altmısdokuzuncu âyetinin orta kısmı, Isrâ
sûresi, seksenikinci âyetinin bas tarafı, Sü’ârâ sûresinin sekseninci âyeti, Fussilet
sûresi, kırkdördüncü âyetinin orta yeridir. Bunlar, safranlı su gibi, renkli bir
sıvı ile bir çanaga yazılıp, yagmur suyunda eritilir. Zevceden mehr parasından hediyye
isteyip, bu para ile bal alınır. Balı bu su ile karısdırıp içmelidir. Sifâ âyetlerini,
abdestli olarak, bir kâgıda yazıp, bu kâgıdı, bir kapdaki suya koymak da
olur.
(Tuhfe) kitâbının sonlarında, sî’îlerin onüçüncü te’assublarını anlatırken buyuruyor
ki, imâm-ı Alî Rızâ hazretleri Nîsâpûra gelince, Ehl-i sünnetden yirmibinden
çok âlim ve talebe, kendisini karsıladı. Dedelerinden gelen bir hadîs-i serîf okuması
için yalvardılar. Imâm hazretleri, bütün dedelerinin ismlerini sayarak, su kudsî
hadîsi okudu: (Lâ ilâhe illallah kal’amdır. Bunu okuyan, kal’ama girmis olur.
Kal’ama giren de, azâbımdan kurtulur). Imâm-ı Ahmed ibni Hanbel hazretleri buyurdu
ki, bu hadîs-i serîf, bildirenlerin ismleri ile berâber, deliye okunursa, aklı basına
gelir. Hastaya okunursa, sifâ bulur. Böyle oldugunu, Ibni Esîr “rahmetullahi
teâlâ aleyh” de, (Kâmil) kitâbında bildiriyor. Bu hadîs-i serîfin hastaya nasıl okunacagı
(Hak Sözün Vesîkaları) kitâbının (Birleselim-Seviselim) kısmında bildirilmisdir.
Yirmibes kerre (Estagfirullah) denir. Sonuncusunda (ve etûbü ileyh)e kadar okunur.
Sonra, onbir (Ihlâs) ve yedi kerre (Fâtiha-i serîfe) ve otuzüç kerre (Allahümme
salli ve sellim alâ seyyidinâ Muhammedin ve alâ âli seyyidinâ Muhammed) okuyup
sevâbını Peygamberimizin “sallallahü aleyhi ve sellem” ve Eshâb-ı kirâmın “rıdvânullahi
aleyhim ecma’în” ve Evliyânın “rahmetullahi aleyhim ecma’în” rûhlarına
ve sonra büyük âlimlerin ismlerini söyleyip, bu büyüklerin rûhlarına hediyye
edilir. Bu büyükler hurmetine sifâ vermesi için Allahü teâlâya düâ edilir. Hergün
sabâh ve aksam böyle düâ edilir ve gerekli ilâc alınıp, perhîz yapılır. Büyük âlim
Abdüllah-i Dehlevî, (Mekâtîb) kitâbının yirmisekizinci mektûbunda buyuruyor ki,
(Düâ istiyorsunuz. Büyüklerimizin ismlerini gönderiyorum. Birincisindeki ismlerin
rûhlarına, baska zemânda da, ikincisindeki büyüklerin rûhlarına Fâtiha okur,
bunların vâsıtası ile Allahü teâlâya düâ edersiniz!). Yüzonyedinci mektûbda bu-
yuruyor ki, (Her isiniz için, büyüklerin temiz rûhlarını vesîle ederek, Allahü teâlâya
yalvarınız! Ona sıgınınız! Allahü teâlâ sevdiklerinin vâsıtası ile yapılan düâları
kabûl ederek, din ve dünyâ ihtiyâclarınızı ihsân eder). Yâ, dogruca sifâ ihsân eder,
yâhud, sifâ için sebeb yapdıgı tabîbi, ilâcı karsınıza çıkarıp, onun vâsıtası ile
sifâ verir. Çünki, sebebler vâsıtası ile yaratmak âdetidir. Bunun için, sebeblere yapısmak
sünnetdir. (Silsile-i aliyye), ya’nî büyük âlimlerin ismleri, üçüncü kısm, elliüçüncü
madde sonunda yazılıdır. Sifâ için (Kasîde-i Bürde) okumanın çok fâideli
oldugu, (Kıyâmet ve Âhıret) 126.cı sahîfesinde uzun yazılıdır.
(Tefsîr-i Azîzî) sâhibi “rahmetullahi teâlâ aleyh” diyor ki, kırk gün sabâh nemâzının
sünneti ile farzı arasında kırkbir kerre Fâtiha okunur. Besmelenin sonundaki
Mîmi Fâtihanın Lam harfi ile birlikde okunur. [Ya’nî (Rahîm-ilhamdü) denir.]
Sonra yapılan düâ kabûl olur. Suya üfleyip hasta veyâ büyülenmis kimseye içirilirse,
[eceli gelmemis olan hasta] sifâ bulur ve büyü çözülür. Bas, dis, mi’de ve her
agrı için, yedi Fâtiha okuyup, üflemelidir. Bir Fâtiha okuyup edilen düâ kabûl olur.
(Tefsîr-i Mazherî) sâhibi “rahmetullahi teâlâ aleyh”, (Talâk) sûresinin üçüncü
âyetinin tefsîrinde buyuruyor ki, (Imâm-ı Rabbânî “rahmetullahi teâlâ aleyh”,
din ve dünyâ zararlarından kurtulmak için, hergün besyüz kerre (Lâ havle velâ kuvvete
illâ billah) okurdu. Buna (Kelime-i temcîd) denir. [Ikinci kısm, onbirinci
maddeye bakınız!] Okumaga baslarken ve okudukdan sonra da yüzer kerre (Salevât)
okurdu. Hadîs-i serîfde, (Allahü teâlânın bir ni’met vermesini ve bunun devâmlı
olmasını isteyen, Lâ havle velâ kuvvete illâ billah çok okusun!) buyuruldu. (Sahîhayn)
daki hadîs-i serîfde, (Bu, Cennet hazînelerinden bir hazînedir!) buyuruldu.
Bir hadîs-i serîfde de, (Lâ havle velâ kuvvete okumak, doksandokuz derde devâdır.
Bunların en hafîfi, hemmdir) buyuruldu. Hemm, gam, hüzn, sıkıntı demekdir.)
(Fevâid-i Osmâniyye) sâhibi “rahmetullahi teâlâ aleyh” diyor ki, (Fâtiha),
(Âyet-el-kürsî) ve (Dört Kul) yediser kerre okunup hastaya üflenirse, bütün âfetler,
derdler için ve sihr, nazar için ve hayvân sokması ve ısırması için iyi gelir. Tuz
üzerine okunup, suda eritip içirmek ve ısırılan yere sürmek de tecribe edilmisdir.
Dört Kul, Kâfirûn, Ihlâs ve Mu’avvizeteyn sûreleridir. Süleymâniyye kütübhânesi
Lâleli kısmında, 3653 sayılı risâlenin 211.ci sahîfesinde diyor ki, (Cum’a günü seher
vaktinde sag elinin avucuna su âyet yazılıp, sonra dili ile yalayıp yutulur.
Kırk senelik sihr dahî olursa, def’ olur. Zâil olur. Nisâ sûresi 99.cu âyeti (ve men
yahruc)den (rahîmâ)ya kadardır.)
(Bostân-ül-Ârifin) sonunda diyor ki, Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem”, Osmân
bin Ebil’âsı “radıyallahü teâlâ anh” ziyârete geldi. Hasta idi. Çok agrısı ve sancısı
vardı. (Agıran yeri sag elin ile yedi kerre mesh eyle! Her def’asında E’ûzü bi’izzetillahi
ve kudretihi min serri mâ-ecidü ve ühâzirü oku!) buyurdu. Osmân diyor
ki, buyurdugu gibi yapdım. Hastalıgım hiç kalmadı. Abdüllah ibni Mes’ûd buyurdu
ki: Bir kimse sabâh ve aksâm, Bekara sûresinin basından dört âyet ve Âyet-elkürsî
ile sonraki iki âyeti ve bu sûrenin sonundaki üç âyeti okursa, evine seytân girmez.
Mecnûn üzerine okunursa, iyi olur. Sıkıntısı olan kimse, çok (istigfâr) okusun!
(Hazînet-ül-esrâr)da diyor ki: Ömer-ül-Fârûk “radıyallahü teâlâ anh” dedi ki, Resûlullah
“sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” buyurdu ki: (Yagmur suyunu toplayıp,
üzerine, Fâtiha-i serîfe, Âyet-el-kürsi, Ihlâs-ı serîf ve Kul-e’ûzü sûreleri yetmiser kerre
okunur. Bu sudan aralıksız yedi sabâh içenlerin hastalıkları, agrıları zâil olur.). [Bes,
on sâlih müslimân toplanıp, okuyup, suya üflemelidirler.] Imâm-ı Ahmed ve Tirmüzî
ve Nesâî ve Hâkim ve Beyhekî bildirdiler ki, Sa’d ibni Mâlik “radıyallahü teâlâ
anh” dedi ki, Resûlullah “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” buyurdu ki: (Yûnüs aleyhisselâm
balıgın karnında, Enbiyâ sûresinin 87. ci âyetini söyliyerek düâ etdi. [Düâsını
kabûl eyledi ve kıyâmete kadar bunu okuyan mü’minlerin düâlarını kabûl edecegini
bildirdi.] Bir müslimân, bu âyet-i kerîmeyi okuyup düâ edince, Allahü teâlâ
düâsını muhakkak kabûl eder). Kırk kerre okumalıdır. 1249.cu sahîfeye bakınız!
 
Üst Alt