10- İbâdet ve Tevhid Bahsi

MURATS44

Özel Üye
b491.gif


Yani, "Ey insanlar! Sizi ve sizden evvelkileri yaratan Rabbinize ibadet ediniz ki, takva mertebesine vasıl olasınız. Ve yine Rabbinize ibadet ediniz ki, arzı size döşek, semayı binanıza dam yapmış ve semadan suları indirmiş ki, sizlere rızık olmak üzere yerden meyve ve sair gıdaları çıkartsın. Öyleyse, Allah'a misil ve şerik yapmayınız. Bilirsiniz ki, Allah'tan başka mabud ve halıkınız yoktur."
Mukaddeme

Akaidi ve imani hükümleri kavi ve sabit kılmakla meleke haline getiren, ancak ibadettir. Evet, Allah'ın emirlerini yapmaktan ve nehiylerinden sakınmaktan ibaret olan ibadetle, vicdani ve akli olan imani hükümler terbiye ve takviye edilmezse, eserleri ve tesirleri zayıf kalır. Bu hale, alem-i İslamın hal-i hazırdaki vaziyeti şahittir.
Ve keza, ibadet, dünya ve ahiret saadetlerine vesile olduğu gibi, maaş ve maade, yani dünya ve ahiret işlerini tanzime sebeptir ve şahsi ve nev'i kemalata vasıtadır ve Halıkla abd arasında pek yüksek bir nisbet ve şerefli bir rabıtadır.
İbadetin dünya saadetine vesile olduğunu izah eden cihetler:
Birisi: İnsan, bütün hayvanlardan mümtaz ve müstesna olarak, acip ve latif bir mizaçla yaratılmıştır. O mizaç yüzünden, insanda çeşit çeşit meyiller, arzular meydana gelmiştir. Mesela, insan, en müntehap şeyleri ister, en güzel şeylere meyleder, ziynetli şeyleri arzu eder, insaniyete layık bir maişet ve bir şerefle yaşamak ister.


___________________________


1- (Bakara Sûresi: 21-22.)
 

MURATS44

Özel Üye
Şu meyillerin iktizası üzerine, yiyecek, giyecek ve sair hacetlerini istediği gibi, güzel bir şekilde tedarikinde çok san'atlara ihtiyacı vardır. O san'atlara vukufu olmadığından, ebna-yı cinsiyle teşrik-i mesai etmeye mecbur olur ki, herbirisi, semere-i sa'yiyle arkadaşına mübadele suretiyle yardımda bulunsun ve bu sayede ihtiyaçlarını tesviye edebilsinler.
Fakat insandaki kuvve-i şeheviye, kuvve-i gadabiye, kuvve-i akliye Sani tarafından tahdit edilmediğinden ve insanın cüz-ü ihtiyarisiyle terakkisini temin etmek için bu kuvvetler başıboş bırakıldığından, muamelatta zulüm ve tecavüzler vukua gelir. Bu tecavüzleri önlemek için, cemaat-i insaniye, çalışmalarının semerelerini mübadele etmekte adalete muhtaçtır.
Lakin her ferdin aklı, adaleti idrakten aciz olduğundan, külli bir akla ihtiyaç vardır ki, fertler, o külli akıldan istifade etsinler. Öyle külli bir akıl da ancak kanun şeklinde olur. Öyle bir kanun, ancak şeriattır.
Sonra, o şeriatın tesirini, icrasını, tatbikini temin edecek bir merci, bir sahip lazımdır. O merci ve o sahip de ancak peygamberdir.
Peygamber olan zatın da, zahiren ve batınen halka olan hakimiyetini devam ettirmek için, maddi ve manevi bir ulviyete ve bir imtiyaza ihtiyacı olduğu gibi, Halıkla olan derece-i münasebet ve alakasını göstermek için de bir delile ihtiyacı vardır. Böyle bir delil de ancak mucizelerdir.
Sonra, Cenab-ı Hakkın emirlerine ve nehiylerine itaat ve inkıyadı tesis ve temin etmek için, Saniin azametini zihinlerde tesbit etmeye ihtiyaç vardır. Bu tesbit de, ancak akaid ile, yani ahkam-ı imaniyenin tecellisiyle olur. İmani hükümlerin takviye ve inkişaf ettirilmesi, ancak tekrarla teceddüd eden ibadetle olur.
İkincisi: İbadet, fikirleri Sani-i Hakime çevirttirmek içindir. Abdin Sani-i Hakime olan teveccühü, itaat ve inkıyadını intaç eder. İtaat ve inkıyad ise, abdi intizam-ı ekmel altına ithal eder. Abdin intizam altına girmesiyle ve nizama ittiba etmesiyle, hikmetin sırrı tahakkuk eder. Hikmet ise, kainat sayfalarında parlayan san'at nakışlarıyla tebarüz eder.
Üçüncüsü: İnsan, santral gibi, bütün hilkatın nizamlarına ve fıtratın kanunlarına ve kainattaki nevamis-i İlahiyenin şualarına bir merkezdir. Binaenaleyh, insanın, o kanunlara intisap ve irtibat etmesi ve o namusların eteklerine yapışıp temessük etmesi lazımdır ki, umumi cereyanı temin etsin. Ve tabakat-ı alemde deveran eden dolapların hareketlerine muhalefetle o dolapların çarkları altında ezilmesin. Bu da, ancak o emir ve nevahiden ibaret olan ibadetle olur.
Dördüncüsü: Emirleri imtisal, nehiylerden içtinap etmek sayesinde, bir fert, heyet-i içtimaiyede çok mertebelerle nisbet peyda eder ve alakadar olur. Bilhassa ahkam-ı diniye ve mesalih-i umumiye hususunda, bir fert, bir nevi hükmüne geçer. Yani, pek çok hukuklar, haysiyetler, irşadlar, talimler, ıslahlar gibi vazifeler, bir şahsa yüklenir. Eğer o emri imtisal, nevahiden içtinap eden o şahıs olmasa, o vazifeler tamamen payimal olur.
 

MURATS44

Özel Üye
• Beşincisi: İnsan, İslamiyet sayesinde, ibadet saikasıyla bütün Müslümanlara karşı sabit bir münasebet peyda eder ve kavi bir irtibat ve bağlılık elde eder. Bunlar ise, sarsılmaz bir uhuvvete, hakiki bir muhabbete sebep olur. Zaten heyet-i içtimaiyenin kemaline ve terakkisine ilk ve en birinci basamaklar, uhuvvetle muhabbettir.
İbadetin şahsi kemalata sebep olduğunun izahı:
İnsan, cismen küçük, zayıf ve aciz olmakla beraber, hayvanattan addedildiği halde, pek yüksek bir ruhu taşıyor. Ve pek büyük bir istidada maliktir. Ve hasredilmeyecek derecede meyilleri vardır. Ve gayr-ı mütenahi emeller sahibidir ve addedilemez fikirleri vardır. Ve gayr-ı mahdud şeheviye ve gadabiye gibi kuvveleri vardır. Ve öyle acaip bir yaratılışı vardır ki, sanki bütün enva ve alemlere fihriste olarak yaratılmıştır.
İşte, böyle bir insanın o yüksek ruhunu inbisat ettiren, ibadettir. İstidatlarını inkişaf ettiren, ibadettir. Meyillerini temyiz ve tenzih ettiren, ibadettir. Emellerini tahakkuk ettiren, ibadettir. Fikirlerini tevsi' ve intizam altına alan, ibadettir. Peheviye ve gadabiye kuvvelerini had altına alan, ibadettir. Zahiri ve batıni uzuvlarını ve duygularını kirleten tabiat paslarını izale eden, ibadettir. İnsanı, mukadder olan kemalatına yetiştiren, ibadettir. Abd ile Mabud arasında en yüksek ve en latif olan nisbet, ancak ibadettir. Evet kemalat-ı beşeriyenin en yükseği, şu nisbet ve münasebettir.
İhtar: İbadetin ruhu, ihlastır. İhlâs ise, yapılan ibadetin yalnız emredildiği için yapılmasıdır. Eğer başka bir hikmet ve bir fayda ibadete illet gösterilse, o ibadet batıldır. Faydalar, hikmetler yalnız müreccih olabilirler, illet olamazlar.
Kur'an-ı Kerim vakta ki
b492.gif
-1- (ila ahir) emriyle insanları ibadete davet etti; sanki lisan-ı hal ile "Niçin ibadet yapalım? İlleti nedir?" diye sorulan suali, Kur'an-ı Kerim
b493.gif
-2- cümleleriyle cevaplandırmak üzere Saniin vücud-u vahdetine dair bürhanları zikretmeye başladı.


_____________________________
1- Ey insanlar! İbadet ediniz... (Bakara Sûresi: 21.)
2- Sizi yaratan Rabbine... (Bakara Sûresi: 22.)
 

MURATS44

Özel Üye
Mukaddeme

Ateşin dumana olan delaleti gibi, müessirden esere yapılan istidlale "bürhan-ı limmi" denildiği gibi; dumanın ateşe olan delaleti gibi eserden müessire olan istidlale de "bürhan-ı inni" denir. Burhan-ı inni, şüphelerden daha salimdir.
Bu ayetin, Saniin vücut ve vahdetine işaret eden delillerinden biri de, inayet delilidir. Bu delil, kainatı ve kainatın eczasını ve envaını ihtilalden, ihtilaftan, dağılmaktan kurtarıp bütün hususatını intizam altına almakla kainata hayat veren nizamdan ibarettir. Bütün maslahatların, hikmetlerin, faydaların, menfaatlerin menşei, bu nizamdır. Menfaatlerden, maslahatlardan bahseden bütün ayat-ı Kur'aniye, bu nizam üzerine yürüyor ve bu nizamın tecellisine mazhardır. Binaenaleyh, bütün mesalihin, fevaidin ve menafiin mercii olan ve kainata hayat veren bir nizam, elbette ve elbette bir Nazımın vücuduna delalet ettiği gibi, o Nazımın kast ve hikmetine de delalet etmekle, kör tesadüfün vehimlerini nefyeder.
Ey insan! Eğer senin fikrin, nazarın şu yüksek nizamı bulmaktan aciz ise ve istikra-i tam ile, yani umumi bir araştırmayla da o nizamı elde etmeye kadir değilsen, insanların telahuk-u efkar denilen fikirlerinin birleşmesinden doğan ve nev-i beşerin havassı (duyguları) hükmünde olan fünunla kainata bak ve sayfalarını oku ki, akılları hayrette bırakan o yüksek nizamı göresin.
Evet, kainatın herbir nev'ine dair bir fen teşekkül etmiş veya etmektedir. Fen ise kavaid-i külliyeden ibarettir. Kaidenin külliyeti ise, nizamın yüksekliğine ve güzelliğine delalet eder. Zira nizamı olmayanın, külliyeti olamaz.
Mesela, "Her âlimin başında beyaz bir amâme var." Külliyetle söylenilen şu hüküm, ulema nev'inde intizamın bulunmasına bakar. Öyleyse, umumi bir teftiş neticesinde fünun-u kevniyeden herbirisi, kaidelerinin külliyetiyle kainatta yüksek bir nizamın bulunmasına bir delildir. Ve herbir fen nurlu bir bürhan olup, mevcudatın silsilelerinde salkımlar gibi asılıp sallanan maslahat semerelerini ve ahvalin değişmesinde gizli olan faydaları göstermekle Saniin kast ve hikmetini ilan ediyorlar. adeta vehim şeytanlarını tard etmek için herbir fen, birer necm-i sakıptır. Yani, batıl vehimleri delip yakan birer yıldızdırlar.
Ey arkadaş! O nizamı bulmak için umum kainatı araştırmaktansa, şu misale dikkat et, matlubun hasıl olur.
Gözle görünmeyen bir mikrop, bir hayvancık, küçüklüğüyle beraber pek ince ve garip bir makine-i İlahiyeyi havidir. O makine mümkinattan olduğundan, vücut ve ademi, mütesavidir. İlletsiz vücuda gelmesi muhaldir. O makinenin bir illetten vücuda geldiği zaruridir. O illet ise, esbab-ı tabiiye değildir. Çünkü o makinedeki ince nizam, bir ilim ve şuurun eseridir. Esbab-ı tabiiye ise, ilimsiz, şuursuz, camid şeylerdir. Akılları hayrette bırakan o ince makinenin esbab-ı tabiiyeden neş'et ettiğini iddia eden adam, esbabın herbir zerresine Eflatun'un şuurunu, Calinos'un hikmetini ita etmekle beraber, o zerrat arasında bir muhaberenin de mevcut olmasını itikad etmelidir. Bu ise, öyle bir safsata ve öyle bir hurafedir ki, meşhur sofestaiyi bile utandırıyor.
 

MURATS44

Özel Üye
Maahaza, esbab-ı maddiyede esas ittihaz edilen kuvve-i cazibeyle kuvve-i dafianın inkısama kabiliyeti olmayan bir cüzde birlikte içtimaları iltizam edilmiştir. Halbuki bunlar birbirlerine zıt olduklarından, içtimaları caiz değildir. Fakat, cazibe ve dafia kanunlarından maksat, "adetullah" ile tabir edilen kavanin-i İlahiye ise ve tabiatla tesmiye edilen şeriat-ı fıtriye ise, caizdir. Lakin, kanunluktan tabiata, vücud-u zihniden vücud-u hariciye, umur-u itibariyeden umur-u hakikiyeye alet olmaktan müessir olmaya çıkmamak şartıyla makbuldür. Aksi takdirde caiz değildir.
Ey arkadaş! Misal olarak gösterdiğim o küçük hurdebini hayvancığın, yani mikrobun büyük fabrikasındaki nizam ve intizamı aklınla gördüğün takdirde başını kaldır, kainata bak. Emin ol ki, kainatın vuzuh ve zuhuru nisbetinde o yüksek nizamı, kainatın sayfalarında pek zahir ve okunaklı bir şekilde görüp okuyacaksın.
Ey arkadaş! Kainatın sayfalarında "delilü'l-inaye" ile anılan nizama ait ayetleri okuyamadıysan, sıfat-ı kelamdan gelen Kur'an-ı Azimüşşanın ayetlerine bak ki, insanları tefekküre davet eden bütün ayetleri, şu delilü'l-inayeyi tavsiye ediyorlar. Ve nimetleri ve faydaları sayan ayetler dahi, delilü'l-inaye denilen o yüksek nizamın semerelerinden bahsediyorlar. Ezcümle, bahsinde bulunduğumuz şu ayet


b494.gif
-1-

cümleleriyle, o nizamın faydalarını ve nimetlerini koparıp insanlara veriyorlar.


Delil-i İhtirai: Mezkur ayetin Saniin vücut ve vahdetine işaret eden delillerinden biri de


b495.gif
-2-

cümlesiyle işaret ettiği delil-i ihtiraidir. Delil-i ihtirainin hülasası şöyle izah edilebilir:


Cenab-ı Hak, hususi eserlerine menşe ve kendisine layık kemalatına mehaz olmak üzere her ferde ve her nev'e has ve müstakil bir vücut vermiştir. Ezel cihetine sonsuz olarak uzanıp giden hiçbir nevi yoktur. Çünkü bütün enva, imkandan vücut dairesine çıkmamışlardır. Ve teselsülün de batıl olduğu meydandadır. Ve alemde görünen şu tagayyür ve tebeddül ile bir kısım eşyanın hudusu, yani yeni vücuda geldiği de gözle görünüyor. Bir kısmının da hudusu, zaruret-i akliye ile sabittir. Demek, hiçbir şeyin ezeliyeti cihetine gidilemez.


_______________________________________


1- O rabbiniz ki, yeryüzünü size bir döşek, gökyüzünü bir kubbe yaptı. Gökten de size bir su indirip onunla türlü meyvelerden ve mahsullerden size rızık ve sair gıdaları çıkardı.(Bakara Sûresi: 21.)
2- O Rabbiniz ki, sizi sizden öncekileri yaratmıştır. (Bakara Sûresi: 21.)
 

MURATS44

Özel Üye
]Ve keza ilmü'l-hayvanat ve ilmü'n-nebatatta ispat edildiği gibi, envaın sayısı ikiyüzbine baliğdir. Bu neviler için birer "adem" ve birer evvel-baba lazımdır. Bu evvel-babaların ve ademlerin daire-i vücutta olmayıp ancak mümkinattan olduklarına nazaran, behemehal vasıtasız, kudret-i İlahiyeden vücuda geldikleri zaruridir. Çünkü bu nevilerin teselsülü, yani sonsuz uzanıp gitmeleri batıldır. Ve bazı nevilerin başka nevilerden husule gelmeleri tevehhümü de batıldır. Çünkü, iki neviden doğan nevi, alelekser ya akimdir veya nesli inkıtaa uğrar, tenasül ile bir silsilenin başı olamaz.
]Hülasa: Beşeriyet ve sair hayvanatın teşkil ettikleri silsilelerin mebdei, en başta bir babada kesildiği gibi, en nihayeti de son bir oğulda kesilip bitecektir.
]Evet, şuursuz, ihtiyarsız, camid, basit olan esbab-ı tabiiyenin bütün akılları hayrette bırakan o enva silsilelerinin icadına kabiliyeti olduğu, daire-i imkandan hariçtir.
]Ve keza, kudret mucizelerinden birer nakş-ı garip ve birer san'at-ı acip taşıyan o envaın ihtiva ettikleri efradın da, ihtira ve yaratılışlarını o esbaba isnad etmek, yalnız bir muhalin değil, muhalatın en hurafesidir. Binaenaleyh, o silsileleri teşkil eden enva ile efrad, hudus ve imkan lisanıyla, Halıklarının vücub-u vücuduna kat'i bir şehadetle şehadet ediyorlar.
]Sual: Bütün silsilelerin Halıkın vücub-u vücuduna kat'i şehadetleri gözönünde olduğu halde, bazı insanların maddeyle, maddenin hareketinin ezeliyeti cihetine zahip olmakla dalalete düştüklerinin esbabı nedendir?
]Cevap: Kasıt ve dikkatle değil, sathi ve dikkatsiz bir nazarla, muhal ve batıla, mümkün nazarıyla bakılabilir. Mesela, bir bayram akşamı, gökte ay ve hilali arayanlar içinde ihtiyar bir zat da bulunur. Bu zat, gökteki hilali görmek için bütün kasıt ve dikkatiyle nazarını göğe tevcih edip hilali araştırmakla meşgul iken, gözünün kirpiklerinden uzanan ve gözünün hadekası üzerine eğilen beyaz bir kıl nasılsa gözüne ilişir. O zat, derhal "Hilali gördüm" der, "İşte bu gördüğüm aydır!" diye hükmeder.
]İşte, sathi ve dikkatsiz nazarlar bu gibi hatalara düştükleri gibi, yüksek bir cevhere ve mükerrem bir mahiyete malik olan insan, kastı ve dikkatiyle daima hak ve hakikati ararken, bazan sathi ve dikkatsiz bir nazarla batıla bakar. O batıl da; ihtiyarsız, talepsiz, davetsiz fikrine gelir. Fikri de çar-naçar alır saklar, yavaş yavaş kabul ve tasdikine de mazhar olur. Fakat onun o batılı kabul ve tasdiki, bütün hikmetlerin mercii olan nizam-ı alemden gaflet etmesinden ve maddeyle hareketinin ezeliyete zıt olduğuna körlük gösterdiğinden ileri gelmiştir ki, şu garip nakışları ve acip san'at eserlerini esbab-ı camideye isnad etmek mecburiyetiyle o dalaletlere düşmüşlerdir.
]Hüseyin-i Cisri'nin dediği gibi, asar-ı medeniyetle müzeyyen ve bütün ziynetlere müştemil bir eve giren bir adam, ev sahibini göremediğinden, o ziyneti, o esasatı, tesadüfe ve tabiata isnad etmeye mecbur olmuştur.
 

MURATS44

Özel Üye
Kezalik, nizam-ı alemdeki bütün hikmetlerin, faydaların tam bir ihtiyara ve şamil bir ilme ve kamil bir kudrete yaptıkları şehadetten gaflet eden gafiller, sathi nazarlarınca, tesir-i hakikiyi esbab-ı camideye vermeye mecbur kalmışlardır.
Ey arkadaş! Cenab-ı Hakkın pek ince asar-ı san'atından ve pek yüksek acaib-i kudretinden sarf-ı nazar ederek yalnız tabiat denilen şu asar ve esbabdan en zahir olan in'ikas ve irtisam keyfiyetine bak. Mesela, bir aynayı semaya karşı tuttuğun zaman, semayı, irtifaıyla, nakışlarıyla, yıldızlarıyla celb edip aynada in'ikas ve irtisam ettiren illet-i müessirenin, aynanın yüzündeki hasiyet olduğuna kanaat hasıl edebilir misin? Haşa! Veyahut hakikatte bir emr-i vehmiden ibaret olan cazibe-i umumiyenin, arz ile yıldızları şu boşlukta muntazam tahrik ve tedbirine illet-i müessire olarak telakki ve kabul edebilir misin? Haşa! Bunlar ancak şart ve sebep olabilirler, illet-i müessire olamazlar.
Hülasa: İnsan sathi ve gayr-ı kasti bir nazarla batıl ve muhal birşeye baktığı zaman, hakiki illetini bulamadığı takdirde, çar-naçar sıhhatine veya inkarına kail olmakla kabul etmesi ihtimali vardır. Fakat, talip ve müşteri sıfatıyla kasten ve bizzat dikkatle bakacak olursa, onların hikemiyat dedikleri o batıl meselelerden hiçbirisini de kabul etmez. Ancak, bütün siyasilerin hikmetini ve hükemanın akıllarını zerrelerde farz etmekle eblehane kabul eder.
Sual: Onların daima iftiharla bahsettikleri tabiat, nevamis ve kuva nedir ki, kendilerini onlarla iknaa çalışıyorlar?
Cevap: Tabiat dedikleri şey, bir matbaadır, tabi' değildir. Tabi', ancak kudrettir. Kanundur, kuvvet değildir. Kuvvet, ancak kudrettedir. Yahut, nasıl ki bildiğimiz şeriat, insanlardan sudur eden ef'al-i ihtiyariyeyi bir nizam ve bir intizam altına alıp tahdit eden kaidelerin hülasasıdır veya devletin işlerini tanzim eden nizamların, düsturların, kanunların mecmuasıdır. Kezalik, tabiat denilen şey de, alem-i şehadetin uzuvlarından ve eczalarından sudur eden ef'al arasında bir nizam ve bir intizamı ika eden İlahi bir şeriat-ı fıtriyedir. Binaenaleyh, şeriat ile devlet nizamı, makul ve itibari emirlerden oldukları gibi, tabiat dahi itibari bir emir olup, hilkatte, yani yaratılışta cari olan adetullahtan ibarettir.
Amma tabiatın bir mevcud-u harici olduğunu tevehhüm etmek, bir fırka askerin, idman ve talim esnasında yaptıkları o muntazam hareketlerini gören bir vahşinin, "Aralarındaki o nizamı idare edip birbiriyle bağlayan ip gibi birşey mevcuttur" diye vahşice ettiği vehme benzer. Binaenaleyh, vicdanı ve aklı vahşi olan bir adam, sathi ve tebei bir nazarla devam ve istimrarını muhafaza eden tabiatın müessir bir mevcud-u harici olduğuna ihtimal verebilir.
Hülasa: Tabiat, Allah'ın san'atı ve şeriat-ı fıtriyesidir. Nevamis ise, onun meseleleridir. Kuva dahi, o meselelerin hükümleridir.
 

MURATS44

Özel Üye
Tevhide geçiyoruz:


Kur'an-ı Kerim, Saniin vahdetine dair delillerden hiçbir şey terk etmemiştir. Bilhassa, "Arz ve semada Allah'tan başka ilahlar olmuş olsa idiler, şu görünen intizam fesada uğrardı" manasında olan,


b496.gif
-1-

ayetinin tazammun ettiği "bürhanü't-temanü'" Saniin vahid ve müstakil olduğuna kafi bir delildir. Ve istiklaliyet, uluhiyetin zati bir hassası ve zaruri bir lazımı olduğuna nurlu bir bürhandır.


Ey arkadaş! Bahsinde bulunduğumuz ayetin evvelinde bulunan
b497.gif
-2- emri, İbn-i Abbas'ın tefsirine nazaran, insanları tevhide davet eden bir emirdir. Ve aynı zamanda bu ayet, heyet-i mecmuasıyla tevhide işaret eden pek latif ve güzel bir bürhanı tazammun etmiştir. Şöyle ki:
Nev-i beşer ile sair hayvanatın medar-ı maişetleri olan semeratın tevlidi için, arz ile sema arasındaki muavenet ve münasebetleri ve asar-ı alemin birbirine müşabehetleri ve etraf-ı alemin birbiriyle kucaklaşmaları ve birbirinin elini tutup ihtiyaçlarını temin etmeleri ve yekdiğerinin sualine cevap verip yardımına koşmaları ve tamamıyla bir nokta-i vahideye bakmaları ve bir Nazzam-ı Vahidin mührü üstünde hareket etmeleri gibi halleri havi olan böyle garip bir makine, sahip ve Saniinin bir olduğunu kat'i bir şehadetle ilan etmekle, "Herbir şeyde, Saniin vahdetine delalet eden bir ayet ve bir alamet vardır" manasında olan şu beyitle tanin - endaz oluyorlar:


b498.gif


Ey arkadaş! Sani-i Zülcelal, Vahid ve Vacibü'l-Vücud olduğu gibi, bütün sıfat-ı kemaliye ile de muttasıftır. Zira alemde ve masnuatta bulunan kemalat tamamıyla Saniin kemalinden tecelli eden gölgeden muktebestir. Öyleyse, Sanide bulunan cemal, kemal, hüsün, umum kainatta bulunan umum cemallerden, kemallerden, hüsünlerden gayr-ı mütenahi derecelerle yüksektir. Zira ihsan, in'am edenin servetinden doğar ve servetine delildir. İcad, icad edenin vücuduna delalet eder. İcab, mucibin vücuduna bürhandır. Verilen hüsün, verenin hüsnüne delildir.
Ve keza, Sani-i Zülcelal, bütün nevakıstan pak ve münezzehtir. Çünkü noksaniyet, maddiyatın mahiyetlerindeki istidadın kılletinden ileri gelir. Halbuki Cenab-ı Hak, maddiyattan değildir. Ve keza, Sani-i Kadim-i Ezeli, kainatın ihtiva ettiği eşyanın cismiyet, cihetiyet, tagayyür, temekkün gibi istilzam ettikleri levazım ve evsaftan beri ve münezzehtir. Kur'an-ı Kerim, şu iki hakikate "Allah'a misil yapmayın" manasına olan


b499.gif
-3-

ayetiyle işaret etmiştir.



_____________________________________-


1- (Enbiya Sûresi: 22.)
2- İbadet ediniz... (Bakara Sûresi: 22.)
3- Öyleyse Allaha eş ve ortak koşmayınz. (Bakara Sûresi: 21.)
 

MURATS44

Özel Üye
Delil-i imkani: Bu ayetin, Saniin vücuduna işaret eden delillerden birisi de delil-i imkanidir ki,


b500.gif
-1-

ayetiyle işaret edilmiştir.


Bu delilin hülasası: Kainatın ihtiva ettiği zerrelerden herbirisinin gerek zatında, gerek sıfatında, gerek ahvalinde ve gerek vücudunda gayr-ı mütenahi imkanlar, ihtimaller, müşkilatlar, yollar, kanunlar varken, birden bire o zerre, gayr-ı mütenahi yollardan muayyen bir yola süluk eder. Ve gayr-ı mahdud hallerden, bir vaziyete girer. Ve gayr-ı madud sıfatlardan bir sıfatla vasıflanır. Ve doğru bir kanun üzerine mukadder bir maksada harekete başlar. Ve vazife olarak uhdesine verilen herhangi bir hikmet ve bir maslahatı derhal intaç eder ki, o hikmet ve o maslahatın husule gelmesi, ancak o zerrenin o çeşit hareketiyle olabilir. Acaba o kadar yollar ve ihtimaller arasında o zerrenin macerası, lisan-ı haliyle, Saniin kasıt ve hikmetine delalet etmez mi?
İşte herbir zerre, müstakillen, kendi başıyla Saniin vücuduna delalet ettiği gibi, küçük-büyük herhangi bir teşekküle girerse veya hangi bir mürekkebe cüz olursa, girdiği ve cüz olduğu o makamlarda kazandığı nisbete göre Saniine olan delaletini muhafaza eder.
Bu ayetin makabliyle cihet-i irtibatına gelince:
Vakta ki Kur'an-ı Kerim, birincisi müttaki mü'minler, ikincisi inatlı kafirler, üçüncüsü ikiyüzlü münafıklar olmak üzere insanları üç kısma ayırdı ve aralarında taksimat ve teşkilat yaptı ve herbir kısmın sıfatını ve akıbetini beyan etti.
Sonra
b501.gif
-2- ayetiyle her üç kısma tevcih-i hitap ederek onları ibadete emir ve davet etti. Demek, bu ayetin evvelki ayetlere terettübü ve onları takip etmesi, hane ve binanın, mühendisin krokisine; amelin ilme; kazanın kadere terettübü ve birbirini takip etmeleri gibidir. Evet, evvelki ayetlerde yapılan teşkilat ve taksimat, kroki ve plandan sonra bu ayette ibadet binasının yapılmasına emredilmiştir ve o ayetlerde verilen bilgi ve malumattan sonra, bu ayette, amel ve ibadete emredilmiştir. Ve onlarda yazılan sıfat ve istihkaklara göre, burada, emir ve nehiylerle hükümler verilmiştir. Ve keza, evvelki ayetlerde insanların taksimatı, ahval ve sıfatı zikredildikten sonra, makamın iktizasıyla, bu ayet onları takip etmiştir.
Vakta ki Kur'an-ı Kerim, insanların her üç fırkasından bahsetti ve herbir fırkanın sıfatını ve akıbetini söyledi; samiin arzusu ve makamın iktizası üzerine, Kur'an-ı Kerim gaybdan hitaba intikal ederek onlara karşı şu hitapta bulundu. Evet, bazı adamlar hakkında gaibane konuşanların bilahare konuşmalarını hitaba çevirmelerinde şöylece bir nükte-i umumiye vardır:
Mesela, bir şahsın iyiliğinden veya fenalığından bahsedilirken, gerek konuşanda, gerek dinleyende, ya tahsin veya tel'in için bir meyil uyanır. Sonra git gide o meyil öyle kesb-i şiddet eder ki, sahibini o şahısla görüştürüp şifahen konuşmaya kuvvetli bir arzu uyandırır. Burada samilerin o meyillerini tatmin etmekle makamın iktizası üzerine Kur'an-ı Kerim, onları samilerin huzuruna götürüp kendilerine hitap ile tevcih-i kelam etmiştir.


_______________________________________-



1- Allah ganidir; muhtaç olan sizsiniz. (Muhammed Sûresi: 47:38.)
2- Ey insanlar ibadet ediniz. (Bakara Sûresi: 21.)
 

MURATS44

Özel Üye
Bu ayette, gaybdan hitap edilen iltifat ve intikalde hususi bir nükte de vardır ki, ibadetle yapılan tekliften hasıl olan meşakkat, hitab-ı İlahiyeden neş'et eden zevk ve lezzetle karşılanır ve insanlara ağır gelmez.
Ve keza hitap suretiyle ibadeti teklif etmek, abd ile Halık arasında vasıta olmadığına işarettir.
Ey arkadaş! Bu ayetin cümlelerini birbiriyle nazmeden münasebetler ise:
b502.gif
-1- cümlesinde emir ve hitap, geçen her üç fırkayı teşkil eden mü'min, kafir ve münafıkların mazi, hal ve istikbalde vücuda gelmiş veya gelecek bütün efradını ihtiva eden tabakalara hitaptır. Binaenaleyh
b497.gif
-2- vav'ının merciinde dahil olan kamil mü'minlere göre
b497.gif
ibadete devam ve sebat etmeye emirdir. Orta derecedeki mü'minlere nazaran, ibadetin arttırılmasına emirdir. Kafirlere göre, ibadetin şartı olan İmân ve tevhid ile ibadetin yapılmasına emirdir. Münafıklara nazaran, ihlasa emirdir. Binaenaleyh,
b497.gif
'nun ifade ettiği ibadet kelimesi mükellefine göre müşterek-i manevi hükmündedir.
b506.gif
Yani: "Sizi terbiye eden ve büyüten Odur. Ve sizin mürebbiniz Odur. Öyleyse, siz de Ona ibadet etmekle abd olunuz!"
Ey arkadaş! Vakta ki Kur'an-ı Kerim ibadeti emretti. İbadet ise üç şeyden sonra olabilir.
Birincisi: Mabudun mevcut olmasıdır.
İkincisi: Mabudun vahid olmasıdır.
Üçüncüsü: Mabudun ibadete istihkakı bulunmasıdır.
Kur'an-ı Kerim, o üç mukadder suale işaret etmekle beraber, şartlarının delillerini de zikrederken, Mabudun vücuduna dair olan delilleri iki kısma ayırmıştır.
Birisi: Hariçten alınan delillerdir ki, buna "afaki" denilir.
İkincisi: İnsanların nefislerinden alınan bürhanlardır. Buna, "enfüsi" tesmiye edilir. Enfüsi olan kısmını da, biri nefsi, diğeri usuli olmak üzere iki kısma taksim etmiştir.
Demek, Mabudun vücuduna üç türlü delil vardır: afaki, nefsi, usuli.
Evvela, en zahir ve en yakın olan nefsi delile
b507.gif
-3- cümlesiyle, usuli delile de
b508.gif
-4- cümlesiyle işaret etmiştir. Sonra, ibadet insanların hilkat ve yaratılışına talik edilmiştir.


_____________________________________---



1- Ey insanlar ibadet ediniz. (Bakara Sûresi: 21.)
2- İbadet ediniz.
3- O Rabbiniz ki, sizi yaratmıştır.
4- Sizden öncekileri de...
 
Üst Alt