ceylannur
Yeni Üyemiz
Zekât Verilecek Kimseler:
İşte Rab Teâlâ zekâtın paylaştırılmasını bizzat kendisi üstlendi ve onu sekiz bölüme ayırdı. O sekiz bölümü, toplam iki sınıf insan alır: I- İhtiyaçtan dolayı alanlar: İhtiyaçlarının şiddet ve zayıflığına, çokluk ve azlığına göre alırlar. Bunlar, fakirler, yoksullar, köleler ve yolculardır. 2- Menfaatleri için alanlar: Zekât memurları;' kalbleri İslamiyet'e ısındırılacak olanlar (müellefe-i kulûb), durumunu düzeltmek için borçlananlar ve ALLAH yolunda cihad eden gaziler. Şu halde şayet alan kimse muhtaç değilse ve onda müslümanların bir faydası yoksa onun zekâtta payı da yoktur.
Hz. Peygamber (s.a.) bir insanın zekâta müstehak olduğunu bilirse ona zekât verirdi. Şayet zekâta müstehak olan biri kendisinden ister, fakat kendisi o kimsenin durumunu bilmezse ona, zenginin ve çalışıp, kazanan güçlü kimsenin zekâtta nasibi olmadığını bildirdikten sonra zekât verirdi.[10] Zekâtı, vermeleri gereken kimselerden alıp lâyık olanlara verirdi.
Zekâtı, malın bulunduğu şehirdeki hak sahiplerine paylaştırırdı. Şayet mal, o şehir halkına dağıtıldıktan sonra artarsa kendisine getirilir ve Hz. Peygamber (s.a.) bizzat dağıtırdı. Bu yüzden zekât tahsildarlarını bâdiyele-re gönderir, köylere göndermezdi. Hatta Muaz b. Cebel'e zekâtı, Yemen halkının zenginlerinden alıp onların fakirlerine vermesini emretti; zekâtı alıp kendisine getirmesini emretmedi. [11]
[10] Ebu Davud, 1633; Nesâî, 5/'99-100. Ubeydullah b. Adiy'e iki adamın haber verdiğine göre, kendileri Veda haccı sırasında Hz. Peygamber'in yanma giderler. O esnada Hz. Peygamber (s.a.) zekâtı paylaştırmaktadır. Bu iki adam da O'ndan zekât isterler. Bunun üzerine Hz. Peygamber (s.a.) adamlara bakar ve bakışlarını yere indirir. Onların güçlü kuvvetli adamlar olduğunu görür ve der ki: "Dilerseniz size veririm. Zenginin ve çalışmaya gücü yeten kimsenin zekâtta nasibi yoktur." Bu hadisin senedi sahihtir. Müslim'in (1044) rivayetine göre Hz. Peygamber (s.a.), Kabîsa b. Muharık el-Hilâlî'ye dedi ki: Dilenmek ancak şu üç kimse için helâldir: 1) Bir kefalet yüklenen kimse: Böyle bir kimsenin kefalet için ödediği miktar kadar dilenmesi (zekât malından alması) helâl olur. Ödediği miktarı elde edince artık dilenmekten vazgeçer. 2) Başına malını kökünden kazıyan bir âfet gelen kimse: Bu durumda olan kimsenin ihtiyacını görecek kadar dilenmesi helâldir. 3) Kavminden akıl, İz'an sahibi üç kimseye "falan kimse yoksulluğa düştü" dedirtecek kadar yoksulluğa düşen kimsenin, ihtiyacını görecek kadar dilenmesi helâldir. Bunun dışındaki dilenmeler haramdır, ey Kabîsa!...
Kefalet yüklenmenin anlamı şudur: İnsanlar arasında kan davası veya mal konusunda bir çekişme olur. Bİr adam çıkar, aralarını düzeltmeye çalışır; düşmanlığı yatıştırmak ve kini söndürmek gayesiyle harcamak üzere bir mal borçlanır. İşte bu kimsenin zengin de olsa zimmetini borçtan kurtaracak miktar zekât malından alması halâl olur.
[11] İbn Kayyim el-Cevziyye, Za’du’l-Mead, İklim Yayınları: 2/20-21.
İşte Rab Teâlâ zekâtın paylaştırılmasını bizzat kendisi üstlendi ve onu sekiz bölüme ayırdı. O sekiz bölümü, toplam iki sınıf insan alır: I- İhtiyaçtan dolayı alanlar: İhtiyaçlarının şiddet ve zayıflığına, çokluk ve azlığına göre alırlar. Bunlar, fakirler, yoksullar, köleler ve yolculardır. 2- Menfaatleri için alanlar: Zekât memurları;' kalbleri İslamiyet'e ısındırılacak olanlar (müellefe-i kulûb), durumunu düzeltmek için borçlananlar ve ALLAH yolunda cihad eden gaziler. Şu halde şayet alan kimse muhtaç değilse ve onda müslümanların bir faydası yoksa onun zekâtta payı da yoktur.
Hz. Peygamber (s.a.) bir insanın zekâta müstehak olduğunu bilirse ona zekât verirdi. Şayet zekâta müstehak olan biri kendisinden ister, fakat kendisi o kimsenin durumunu bilmezse ona, zenginin ve çalışıp, kazanan güçlü kimsenin zekâtta nasibi olmadığını bildirdikten sonra zekât verirdi.[10] Zekâtı, vermeleri gereken kimselerden alıp lâyık olanlara verirdi.
Zekâtı, malın bulunduğu şehirdeki hak sahiplerine paylaştırırdı. Şayet mal, o şehir halkına dağıtıldıktan sonra artarsa kendisine getirilir ve Hz. Peygamber (s.a.) bizzat dağıtırdı. Bu yüzden zekât tahsildarlarını bâdiyele-re gönderir, köylere göndermezdi. Hatta Muaz b. Cebel'e zekâtı, Yemen halkının zenginlerinden alıp onların fakirlerine vermesini emretti; zekâtı alıp kendisine getirmesini emretmedi. [11]
[10] Ebu Davud, 1633; Nesâî, 5/'99-100. Ubeydullah b. Adiy'e iki adamın haber verdiğine göre, kendileri Veda haccı sırasında Hz. Peygamber'in yanma giderler. O esnada Hz. Peygamber (s.a.) zekâtı paylaştırmaktadır. Bu iki adam da O'ndan zekât isterler. Bunun üzerine Hz. Peygamber (s.a.) adamlara bakar ve bakışlarını yere indirir. Onların güçlü kuvvetli adamlar olduğunu görür ve der ki: "Dilerseniz size veririm. Zenginin ve çalışmaya gücü yeten kimsenin zekâtta nasibi yoktur." Bu hadisin senedi sahihtir. Müslim'in (1044) rivayetine göre Hz. Peygamber (s.a.), Kabîsa b. Muharık el-Hilâlî'ye dedi ki: Dilenmek ancak şu üç kimse için helâldir: 1) Bir kefalet yüklenen kimse: Böyle bir kimsenin kefalet için ödediği miktar kadar dilenmesi (zekât malından alması) helâl olur. Ödediği miktarı elde edince artık dilenmekten vazgeçer. 2) Başına malını kökünden kazıyan bir âfet gelen kimse: Bu durumda olan kimsenin ihtiyacını görecek kadar dilenmesi helâldir. 3) Kavminden akıl, İz'an sahibi üç kimseye "falan kimse yoksulluğa düştü" dedirtecek kadar yoksulluğa düşen kimsenin, ihtiyacını görecek kadar dilenmesi helâldir. Bunun dışındaki dilenmeler haramdır, ey Kabîsa!...
Kefalet yüklenmenin anlamı şudur: İnsanlar arasında kan davası veya mal konusunda bir çekişme olur. Bİr adam çıkar, aralarını düzeltmeye çalışır; düşmanlığı yatıştırmak ve kini söndürmek gayesiyle harcamak üzere bir mal borçlanır. İşte bu kimsenin zengin de olsa zimmetini borçtan kurtaracak miktar zekât malından alması halâl olur.
[11] İbn Kayyim el-Cevziyye, Za’du’l-Mead, İklim Yayınları: 2/20-21.