MURATS44
Özel Üye
Bir ikindi vakti gurup ufukta usulca tezahür ediyor…
Mevsimlerden bahar nisan en güzel feracesini giyinip gelmiş… Vadiler lalelerin sümbüllerin işgali altında… Oysa benim yüreğim Kerbela misali bir yangının içinde derin bir hüznün işgalinde… Batan bir gemide unutulmuş çaresiz bir yolcunun canhıraş feryadı var kalbimde yenilgi yenilgi büyüyen…
Bir ara yanık bir türkü yakalıyor gönlümü…
Sanatçı Nida Ateş ta yürekten seslendirdiği bu soylu türküyü benim için söylüyor sanki... Sözler beni söylüyor beni anlatıyor beni yeriyor beni kınıyor.
“Gel ey gönül mülk edinme bu dehri”
Eli göçmüş hüsnü insana dönersin”
Bal diye sunarlar akıbet zehri
Pençe yemiş aşiyana dönersin” diyor.
Ben ağlıyorum. Nisan yağmuruyla yağıyorum sağnak sağnak. Teselli kâr etmiyor yüreğime. Bir türkünün sözleri bağlıyor yüreğimin ağını… Sus diyor sus dinle diyor. Anla beni duy…
Değişmeye başladın sen de nefsinden bir şeyler umarak... Nefsinin dizginleri boşaldı aldı seni terkisine soluklanmadan yürüyorsun adresini bilmediğin müphem diyarlara diyor.
Ürperiyorum bu ben miyim diyorum ve düşünüyorum…
Bin türlü vesvesenin insanlığın kalbine yağdığı sadakatin hicap ettiği şetaretin hüzne dönüştüğü karanlık günlerin bedbinliği içindeyiz diyorum içimden. Bahçeler daralmış dallar baharları giyinmiyor. Sürgün çiçekleri düşüyor gönlümüze. Fesadın kolları uzanıp girmiş hanelerin en mahremine. Perdeler çekilmiyor huzurun üzerine.
Sofralara Halil İbrahim bereketi düşmüyor. Yalanlar saçılıyor pergulelerden. Irmaklar akmıyor bedir nehrince. Sözü senet sayan deniz yürekli ulular vurmuyor kıyılarımıza. Bad-ı hazan sürüklüyor firkati üstümüze. Yakup yürekli ehl-i dil çekilmiş huzurun dergâhına. Susmuş erenlerin müşfik dili. Bir kapı açılmadan bin kapı kapanıyor yüzümüze.
İradeyi nefsin eline verdiğimizden midir bunca yanılgı Allahım diyor ağlıyorum.
“Verme iradeyi nefsin eline” diyen bir büyülü ses yakalıyor gönlümü…
Nefis bir yanılgı bir ızdırap kadehi…
İçilince can yanar canan/sızlanır…
İnsan akıl/sızlanır…
“Verme iradeyi nefsin eline
Salmaz seni Hakk’ın doğru yoluna
Ecel yeli değer ömrün bağına
Tacı tahtı bî-mekâna dönersin…”
Dünya geçici dünya aldatıcı…
Dünya bir misafirhane yolcularını oyalayan kandıran nefsinin elinde zulümlere uğratan dağıtan…
İradeyi nefsin dizginlerine verdiğimizdendir bunca hüznümüz melalimiz…
Hakk’ın doğru yolunu kaybedeli hayli zaman oluyor… Çatallı yol ağızlarında şaşakaldık tükenesi… Önce yüreklerimiz değişti unuttuk kendimizi berimizi ötemizi hatırlamayası… Soyunduk geçmişi hatırlatan her ne varsa üzerimizden utanası arlanası...
Sonra düşüncelerimiz değişti. İbrahim sadakatinin saran durulayan ışıltısı devrile devrile akan zamana yenik düştü. Sağır sultan duydu merhametin şefkatin sevginin yittiğini bittiğini gittiğini. Gafil yürekler duymadı. Uykusu ağır insanların zehirli bakışları gezindi zamanın üzerinden. Zaman eskidi alabildiğine... Eskicinin bile alıp satamayacağı kadar biz eskidik yüreklerimiz eskidi ****nın avuçlarında.
Bakışlar değişti. Yüreklerimize dikizlendiğinde kendimizden geçtiğimiz şefkat merhamet desenli bakışlarımız eskidi. Zaman eskidi. Eskicilerin bile alıp satamadığı kadar eskidi zaman. Leylak kokulu sandukalara saklandı vefa. Fitili biten çıralar gibi söndü yürek yangınları. Sevdalar soldu savruldu yangın yeri... Ne kül kaldı ne duman. Yanmak temizlenmekti oysa. Bilmedik ah bilemedik. Nefislerimizin kör kuyularına indikçe kaybolduk boğulduk ziyasını kaybetti yüreklerimiz. Gönlümüzün sırçası kırıldı bin bir yerinden…
Riya doğruldu yattığı yerden ve sıkıca tuttu ellerimizden kalbimizi yamaladı kırk yerden… Ve ırak düştük kendimizden… Med cezirlere yenildik savrulduk.
Şimdi anlıyorum ki bütün tükenişlerimiz nefsimizdendir…
“Verme iradeyi nefsin eline” diyen bir büyülü ses yakalıyor gönlümü…
Nefis bir yanılgı bir ızdırap kadehi…
İçilince tükenir gönlün fitili akıl nazlanır
Mantık bitap düşer gözler bakış/sızlanır
İnsan hayâ/sızlanır…
“Bu felek oncasın eyledi berbat
Hiç gelip geçenden olmadım irşat
Neyidi cihana gelmekte murat
Esiri der lâmekâna dönersin…”
Türkü sıkıca yakalıyor gönlümü…
Hekimhanlı Âşık Esiri unuttuğum her ne varsa yeni baştan derinden hatırlatıyor bir anda. “Neyidi cihana gelmekte murat” diye soruyor yüreğimizin tenhasına. Oysa yüreklerimizin fayları kırılmış bin bir yerinden. Şiddetli depremler yaşamışız her birimiz. Gönül evi pencerelerini aydınlığa ilahi nura kapayalı uzak düşmüşüz birbirimizden dostlarımızdan sevdiklerimizden... Ve kendimizden.
Sahi cihana ne için gelmiştik? Diye düşünüyorum ve içim burkuluyor yanıyorum ağlıyorum paralanıp yaralanıyorum.
Şan-şöhret sahibi insanlar olmak için mi para için mi insanları kırıp dökmek için mi oldu desinler diye miydi bunca telaş bu kadar kavga bunca zulümihanet ne içindi? Böylesine bir yorgunluk neyin nesiydi?
Hepimiz değiştik bir şeyler umarak…
Belki on belki otuz belki de elli sene sonra hiçbirimizi taşıyamayacak bu dar-ı dünyaya bunca aşk beslemek de neyin nesiydi? Bu sahte sadakatin nefsimizin elleriyle can bulduğunu biliyorum artık. Biliyorum hangi taşa çarptığımı.
Hicret ve niyetimin kimin için olduğunu biliyorum artık… Sebebim çarem kim biliyorum.
Belki bir ikindi serinliğinde belki bir öğlen sıcağında belki tipinin karın savurduğu bir kış günü O’na yürüyeceğiz… Bitecek günün gecenin telaşı… Ama mutlaka bitecek bitmez sandığımız tükenmez sandığımız her şey…
Âşık Esiri’nin dediği gibi “lâmekâna” döneceğiz.
Türkü beni yakaladı…
Sımsıkı tuttu yüreğimden.