Uzaklardaki hasret

Muhtazaf

Yardımcı Yönetici (Şair|Yazar)
Yönetici
Uzaklardaki hasret
Yaşlı adam yatağına yattı ve geçmişini düşünmeye başladı.

İnsanlarım yaşıyordu fakir bir ülkede kendi hallerinde kendi dertlerinde.

Akşam olduğu zaman karınlarını doyurmaları onlara yetiyor, RAB’lerine şükrediyorlardı.



Bildikleri kadar akraba, dost, komşu hatırı güdüyorlardı.

Üstlerinde giyecek giysileri ayaklarında giyecek ayakkabları yoktu.
Karınlarını doyurmak için koşuşturup duruyorlar ömürlerini böyle tüketiyorlardı. Eve geldiklerinde bitkin bir halde yatağa kendilerini zor atıyorlardı.

Bir odada bütün aile yer yataklarında yatıyorlardı.



Geleceğe ait uzun vadede hayalleri yoktu.

Şafak atmadan kalkıp yollara düşüyorlardı bir dilim ekmek için.

Kimisi tarlalarına, kimisi amele pazarlarına rızık peşinde koşuyorlardı.
Hasat zamanı gelince devletin demir eli hasatı ellerinden alıp gidiyordu. Kiminden aşır adında kiminden yol parası, adına ellerindekilerde alınıyordu.
Bütün bu sebeblerden dolayı kimileri kendi malını devlet götürmesin diye saklıyorlardı.



Ama yakalanınca sakladığı için hırsızlıktan ve yol parası ödemediği için taş ocaklarında çalışma cezası alıyorlardı.

Artık bu acıyı çeken nesil tam ihtiyarlamış yorgun düşmüşlerdi.

Hala birşeyleri olmamış büyüyen yavrularını taşı toprağı altın olan kentlere göndermeye başlamışlardı.



Taşı toprağı altın dedikleri kentler gidenleri bir, bir yutmuştu.

Hiçte taşı toprağı altın değildi nice acılarla, zahmetlerle ekmek peşinde koşmuşlardı.



Hatta türküsü bile çıkmıştı ‘Yarim uzakları meskenmi tuttun’.
Tam bu sırada Memlekette yeni yönetim işbaşına geçmiş, değişmeler yenilikler başllamıştı.



Ufakta olsa yollar yapılmaya ezanlar okunmaya birşeyler değişmeye başlamamıştı.



Bu durumdan rahatsız olan çevreler harekete geçmişti.
Artık su bulanmış, sokakları yine askerler sarmış ortalık toz duman olmuştu. Bir müddet sonra suçlu, suçsuz demeden insanlar asılmıştı.

Millette bir korku oluşmuş yarına güveni kalmamış adeta sinmişlerdi.

Yinede çaresizlikten köyler, kasabalar, ilçeler hatta fakir iller ufak, ufak boşalıyordu.



İnsanlar para kazanıp çocuklarını doyurma peşinde uzak kentlere gidiyorlardı. Kimisi ailesine para göndermiş kimileri kaybolmuştu adeta.

Bu durumda bütün yük kadına kalmıştı. Bu durum böyle sürerken büyükler İmzaları atmış garibanların emeklerini satmıştı.



İnsanların hiçbir güvencesi olmadan çalışmak üzere kara trenlere bindiririlerek uzak ülkelere gönderilmişti.



Artık dudaklarda şu mırıltılar yükselmişti:
- ‘Kara tren gelmez m'ola düdüğünü çalmaz ola
Gurbet ele yar yolladım metkubumu almaz ola’.



Yakın hasretler yetmemiş uzak hasretlere gitmişlerdi.

Geriye gözü yaşlı analar, babalar, eşler, çocuklar bırakarak.

Hiç bilmedikleri ülkelere ağır şartlarda çalışmak üzere gitmişlerdi.

Kimisi gelin olacak kızını, damat olacak oğlunu evlendirecek.
Kimisi tarla, araba, traktör dükkan, ev alacak parayı kazanınca geri dönecekti.
Bütün zorluklara katlanıyorlar direniyorlardı.

Dilini kültürünü bilmediği bir vatana gelmişlerdi.

Ezan sesine bile hasret kalmışlardı. Odalarda altışar sekizer kişi kalıyorlar.
İşten sonra çamaşır yemek uyku ile uğraşıyorlardı.

İşte bu sıralar nice hacaraplar, Ahmetler, Mustafalar, Fatmalar, Ayşeler sıraya girmişti.



Bu emek satma çarklarına katılmak için.

Geldikleri bu uzak hasrette bazıları köşesine çekilip ailesini düşünmüş, bazıları ise rezaletin içinde kaybolup gitmişti.



Memlekettekileri unutarak. Yük yine kadının sırtına binmişti.

Babasız yavrularını büyütebilmek için kıt kanaat geçinmeye çalışıyorlardı. Uzaklardaki babalarını hatta annelerini bekliyerek.

Binlerce yuvalar yıkıldıktan sonra aileler çocuklar götürüldü uzak hasretlere. Onlarda bu yabancı ülkenin kültürü ile kaybolup gittiler.

Emeklerini satarak kültürlerini çocuklarını kaybederek.

Artık onlar uzak hasrette yabancı vatanda alamancı olmuşlardı.

Sılaya izine gitmeye başlamışlardı vatan hasretini gidermek için.
Kimileri arabaları, kimi diğer vasıtalarla gidiyorlardı.

Ama kazandıkları alın terleri yollarda öyle veya böyle ellerinden alınıyordu. Geriye kalan paraları vatana varınca üç kağıtçı kişiler tarafından çarpılıyordu. Kimileri ev, araba, kat, tarla almıştı.

O aldıkları mallarda akrabaları dostları sandıkları kişiler tarafından kullanıldı el konuldu aldatıldılar.



Her kesimden gelen tokatlıyordu giden söğüşlüyordu kimse acımıyordu nasıl olsa enayi alamancı idi onların adı.



İşte onlardan bazı insanlar düşünüp anladı ki kendi inancımızı ve kültürümüzü çocuklarımıza verebilmek için camiler, dernekler açalım bir Cuma namazı kılacak yerimiz çocuklarımıza dinimizi öğretecek bir hocamız olsun dediler.



İşte bu duygularla insanların bazılarını büyük bir heyecan kapladı.

Bu yeni heyecan ufak bir kesimi birbirlerine kenetledi.

Camiler dernekler kuruldu hocalar getirilmeye başlandı.
Cumalar dolup taşıyor, çocuklar hafta sonları artık camilere gidiyor birşeyler öğreniyordu.



Hatta dünyadaki diğer Müslümanlardan haberdar olmuşlardı.

Derken önce devletleri onları faiz batağına çekmişti.
Ardından bazı karanlık eller şirketler kuruyoruz diyerek son tokadı vurmuşlardı acımadan.


Acımadan son emekleri ellerinden alınmış, resmen servetleri çalınmıştı.

Bütün bunları düşünen bu garibanlar kimsesiz olduğunu anlamışlardı.

Bir yaradan bir kendileri vardı inandıkları, gerisi boştu.

Bütün bu acımasız olaylardan sonra karar vermişlerdi.

O yabancı dedikleri uzak hasret memleketlere yerleşeceklerdi.

Ev almışlar, vatandaş olmuşlar yatırım bile yapmaya başlamışlardı.
Artık vatan olmuştu uzaktaki hasret.

Memlekettekilerde durmamış büyük kentlere akın etmişler.

Köyler, kasabalar, ilçeler ve iller boşalmış.

Kimse besi hayvanlarıyla, tarlalarla uğraşmıyordu.

Hasat çok az oluyor, hatta ithal ediliyordu.

İnsanlar tembelleşmiş hazıra koşuyordu.

Artık Büyük dedeler bu dünyadan göçmüş aradan yarım asır geçmişti.

Torunlar dede olmuş ortalık bir türlü sakinleşmemişti.

İşte bunun adı hasretti.
Nelere mal olmuştu kaybettikleri bir tarafa kaybedecekleri çocukları sıraya girmişti.


Yaşlı adam uyuyamamıştı, yatağından kalktı sabah namazına kadar bunları düşünmesi onu yormuştu.



Kalkıp sabah namazını kılayım diye düşündü bu ara hanımı da kalkmıştı.
Dayanamadı gözlerinden yaşlar akarak hanımına düşüncelerini anlattı ve sordu:
- Bunca çile çektik bu çileyi çektikten sonra ne kazandık verdiklerimizden gayri. Hepsini yetiştirdikte yinede yapayalnız kalakaldık. Biz nerede yanlış yaptık hanım.
- Eh herif dertlenme gayri giden geri gelmez. Biraz daha dayanda beraber terkedelim bu dünya denen hayatı. Derdimizi anlatacak hayata tutunacak bir yaradanımız var. Bazıları onu da bulamadılar. O’ na şükredelim, günahlarımıza tövbe edelim. Tesbihimizi çekelim, O’ nun adını dilimizden eksik etmeyelim.
- Eh hanım ne yapayım, bu ömrün bir hesabı var dedim ve düşüncelere dalınca böyle birşey çıktı. En iyisi sen mutfağa gitte dedemin kahvesinden yap gel. Oturup efkarımızı kahvenin köpüklerine serelim...........
Bu yazımı burada noktalarken bu bizim hayatımız tazeliğini her zaman koruyor dedim ve yazdım.

ALLAH’a emanet olun dostlarım.

Selam ve dua ile.

M.S.A.
 

HASAN CAN

Active member
bu yazı alıntı değil. sizin kaleminizden çıkmış. çok güzel olmuş. gurbetçinin derdinide , bir çok hayat hikayesini de sığdırmışsınız bir sayfaya. emeğinize sağlık. allah razı olsun.
 

VuSLaT

Yönetim
Yönetici
ALLAH c.c razı olsun çok güzel kaleme almışsınız,her satırında yaşanmış
ne varsa bizlere işledi,emeğine yüreğine kalemine sağlık,satırların hüzün,gurbet,yanlızlık,
özlem,kokuyor AMA unutmaki SENİ unutmayan RABBİN var işte en önemliside odur üstadım,
O yüce RABBİMİZ bizi unutursa işte o zaman yanmak üzülmek gerek vesselam....saygılar bizden efendim....
 

Muhtazaf

Yardımcı Yönetici (Şair|Yazar)
Yönetici
ALLAH sizlerden razı olsun. Burada bir kardeşin çıkardığı aylık gazetede yazdığım son makale burada paylaşmak istedim.
 
Üst Alt