Unuttuk mu
Kendimize, ailemize ve milletimize karşı sorumlu olarak yaşardık. Gelenek ve göreneklerimizle hayat tarzımız şekillenirdi. Töreye bağlı olmakla övünürdük. Sevgimiz, saygımız bunlarla iç içeydi.
Gönül gönüleydik, can canaydık.
Acılarımız sevinçlerimiz de hayatımızın ayrılamaz parçasıydı. Birimizin acısı birilerimizi yakından ilgilendirirdi; birimizin sevinci hepimize kaynak olurdu ...
Acılarımızı paylaşarak azaltır; sevinçlerimizi paylaşarak artırırdık. Sevilmenin sevmeyi, sevmenin sevilmeyi çağırdığını unuttuk mu? En büyük silahın sevgi olduğunu unuttuk mu?
Paylaşılan acının yarıya indiğini hemen her fırsatta birbirimize söyler, bunu hisseder, bunu böyle yaşardık. Şimdi acı çekmeye, acı paylaşmaya tahammülümüz var mı? Bunu unuttuk mu?
Acılar içinde kıvrana kıvrana yaşamaya çalıştığımız bugünlerde acının acıyı bastırdığını unuttuk mu?
Kötülükleri engelleme, iyilikleri besleme fırsatını değerlendirmek gerekliydi. Büyük düşünenler fırsat yokluğundan yakınmazdı. Kaynakları değerlendirmeyi unuttuk mu?
Kendimizi ifade edebilmeyi unuttuk mu?
Hep böyle söylerlerdi. Dert insanı olgunlaştırır ona yol gösterirdi. Bu kılavuzu unuttuk mu?
Hoşgörü, sevecen bir tahammüldür. Paylaşmanın bile bir erdem sayıldığı günümüzde "hoşgörü"’yü unuttuk mu?
Hısımları hasım; akrabaları akrep görür olduk. "Komşu komşunun külüne muhtaç" diye diye yaşarken komşunun kim olduğunu unuttuk mu? Daha dün -çocukluğumuzda- bilgeliğiyle bizleri kendine hayran bırakan komşuluktan öte "amca, dayı, hala ..." yerindeki komşularımızı unuttuk mu?
Dünkü acıların bugünkü sevinçlerin kaynağı olduğunu unuttuk mu?
Paylaşılan sevinçler artardı. Artıramadığımız sevinçlerimizdeki paylaşmayı unuttuk mu?
Kişi yeterince anlayamadığını başkasıyla paylaşamazmış; sevinci, sevgiyi yeterince anlamayı unuttuk mu?
Hep sevmeliydik. Kendimizi zorla sevdiremezdik. İnsanın sevme yeteneğini sevile sevile kazandığını bir bilir bir söylerdik. Sevilemediğimiz için sevmeyi unuttuk mu?
Mutluluklarda kararınca mutlu olmayı bilirdik. Her acıda ayaklarımız biraz daha yere basar oldu. Karınca kararınca acıdan kaçıp mutluluğa koşmayı unuttuk mu?
Başarısızlığımızda başkalarının yanı sıra kendimizde de hata arardık. Birilerini suçlayıp kendimizi haklı çıkarmak yerine iğneyi kendimize batırmayı unuttuk mu?
İnsanların güvenini kazanmak yıllar alır; güven kaybetmek için dakikalar bile çok gelirdi. Güvenilmek için güvenmek gerektiğini unuttuk mu?
Ne kimseden incinir ne kimseyi incitirdik. İnsanları kırmamayı tamamen unuttuk mu?
Kazandıklarımızın kaybettiklerimizden çok olduğuna inanırdık; biriktirmeyi unuttuk mu?
Fırtınalar denizi sevmemize engel değildi. Güçlüklerin başarıyı artıran sebepler olduğunu savunurduk. Zorluklar insanın gücünü terbiye eder; yeteneklerini disiplin altına alırdı. Sıkıntıya sabretmeyi unuttuk mu?
Zaferin iradede olduğunu bilirdik. Her zorun bir kolayı vardı. Başarının başarıyı çektiğini unuttuk mu?
Kendimizi kendimizle avutmaya çalıştık durduk. Köprü kuracakken duvar ördük hep... Baş başa vermeyince taşın yerden kalkmayacağını unuttuk mu?
Dikenin içindeki güle şükretmek yerine gülün yanındaki dikenden şikayet ettik. Şikâyetlerimizi geri almayı unuttuk mu?
Dostluğun mesafe tanımadığını unuttuk mu?
Başkalarından gül bekledik; beklerken tohum ekmeyi unuttuk mu?
Kendimiz için istediğimizi yakınımız için de isterdik. Vermesini bilmeyen istemekte haksızdı. İnsanın bilmediğini istemeyeceğini de çok iyi bilirdik. Vermeye vermeye istemeyi de unuttuk mu?
Beklediklerimiz ile istediklerimiz ile verdiklerimiz arasındaki farkı unutmamayı unuttuk mu?
Herkesin bizimle ilgilenmesini istedik durduk yıllarca. Keşfedilmeyi bekledik belli ki ... Başkalarıyla ilgilenmeyi unuttuk mu?
Hayatın binlerce mucizesi içinde umut ya da üzüntüyü seçmek bizim elimizdeydi.
Mutluluk yollarını iyi bilirdik önceden; dertlerin küçüklerini, nimetlerin büyüklerini seçmeyi unuttuk mu?
Bize verilenlere isyan ettik hep. Önceden düşünürdük. Neyin verildiğini değil nasıl verildiğini düşünmeyi unuttuk mu?
Kalkacağımız yere oturmamamız; düşeceğimiz yere çıkmamamız öğretildi. Bol gelen makamların güldüreceğini unuttuk mu?
Bize kıymet kazandıran şey işimizdi. Çalışmak en soylu işti. Sabahın yiyeceğini akşamdan düşünürdük. En verimli yağmurun alın teri olduğunu unuttuk mu?
İhtiraslarımıza "dur" diyebiliyorduk. Ekmeğimizi katığımıza denk etmeyi unuttuk mu?
Güçlü olunca haklı olduğumuzu haykırdık; haklılığın yalnız güçte olmadığını unuttuk mu?
Çıraklığını bilmediğimiz işlerin ustalığına soyundukça bocaladık durduk. Haddini bilenin hep mutlu olacağını unuttuk mu?
Sevgi, bilmenin anlamanın meyvesiydi. Beğendiklerimizi anlar; anladıklarımızı da beğenirdik. Anlamak için dinlemek gerektiğini unuttuk mu?
İleri gitmek, beklemekten iyiydi. Paslanacağımıza yıpranaydık. Namerde muhtaç olmak ölümden daha beterdi. Tembelliğin hayatın israfı olduğunu unuttuk mu?
Söyleyenden dinleyen ârif gerekti... Dinlemekten akıl, söylemekten pişmanlık doğardı hep... Her istediğini söyleyen, istemediklerini işitirdi... Duyacağımızı bilip de diyeceklerimizi öyle söylemeyi unuttuk mu?
İnsanları üzmeden de fikirlerimizi söyleyebileceğimizi unuttuk mu?
İyiliğe anahtar, kötülüğe kilit olmayı unuttuk mu?
Çocuktuk affettiler. Büyüdük bazıları affetti. Daha da büyüyünce affedilmeyi bekledik. Kendi kendimizi affedebilmeyi unuttuk mu?
Ömür en büyük sermaye; doğruluk en büyük mirastı bize... Doğru söylediğinden dolayı kimse iflas etmemişti. İşitildiği zaman utanacağımız işi yapmamayı unuttuk mu?
Baş dille tartılırdı. Dilimize sahip olmayı unuttuk mu?
Duyacağımızı bilip de diyeceğimizi öyle demeliydik. Dinlemesini bilmeyen dinletemezdi. Dinlemeyi unuttuk mu? İki dinleyip bir konuşmayı unuttuk mu?
Sorulmadan söylemez; dinlemeden konuşmazdık. Söz sultanlarının yanında söz söylemek baş yarardı. Gönüle yumuşak sözle girilmeliydi. Hasb-ı hâli unuttuk mu?
"Bir kahkaha bir porsiyon pirzolaya bedel" derlerdi. Yerinde gülmesini ve her fırsatta gülümsemesini bilmek durumundaydık Kahkahayı, hele gülüşmeyi, hele hele tebessümü unuttuk mu?
Çevremize emirler yağdırdık durduk. Biraz da emir almaya alışmayı unuttuk mu?
Doğru bakılınca doğru anlaşılırdı. Güzellik bakanın gözlerindeydi. Güzel bakan güzel görürdü. İyilik insanları birbirine bağlayan altın zincirdi... Kötülüklere bakır bile denmezdi... Bakırla altın yer mi değiştirdi? Hep bakırı göre göre altının seyrini unuttuk mu?
"İyiliğe iyilik her kişinin kârı / Kötülüğe iyilik er kişinin kârı." idi. Yanı başımızdaki "er kişi"leri unuttuk mu? Zafere eklenecek tek süsün alçakgönüllülük olduğunu unuttuk mu?
Taşıdığımız değerlerin farkına vararak yaşamak asli görevimizdi. Bu değerleri gelecek nesillere aktarmayı çok isterdik. İstediklerimizin gerçekleşme çalışmalarına hız vermeyi unuttuk mu?
Hayatın acı bir hatırayı unutturamayacak kadar kısa olduğunu unuttuk mu?
Ölümün her şeyi eşit yaptığını unuttuk mu?
Gönül gönüleydik, can canaydık.
Acılarımız sevinçlerimiz de hayatımızın ayrılamaz parçasıydı. Birimizin acısı birilerimizi yakından ilgilendirirdi; birimizin sevinci hepimize kaynak olurdu ...
Acılarımızı paylaşarak azaltır; sevinçlerimizi paylaşarak artırırdık. Sevilmenin sevmeyi, sevmenin sevilmeyi çağırdığını unuttuk mu? En büyük silahın sevgi olduğunu unuttuk mu?
Paylaşılan acının yarıya indiğini hemen her fırsatta birbirimize söyler, bunu hisseder, bunu böyle yaşardık. Şimdi acı çekmeye, acı paylaşmaya tahammülümüz var mı? Bunu unuttuk mu?
Acılar içinde kıvrana kıvrana yaşamaya çalıştığımız bugünlerde acının acıyı bastırdığını unuttuk mu?
Kötülükleri engelleme, iyilikleri besleme fırsatını değerlendirmek gerekliydi. Büyük düşünenler fırsat yokluğundan yakınmazdı. Kaynakları değerlendirmeyi unuttuk mu?
Kendimizi ifade edebilmeyi unuttuk mu?
Hep böyle söylerlerdi. Dert insanı olgunlaştırır ona yol gösterirdi. Bu kılavuzu unuttuk mu?
Hoşgörü, sevecen bir tahammüldür. Paylaşmanın bile bir erdem sayıldığı günümüzde "hoşgörü"’yü unuttuk mu?
Hısımları hasım; akrabaları akrep görür olduk. "Komşu komşunun külüne muhtaç" diye diye yaşarken komşunun kim olduğunu unuttuk mu? Daha dün -çocukluğumuzda- bilgeliğiyle bizleri kendine hayran bırakan komşuluktan öte "amca, dayı, hala ..." yerindeki komşularımızı unuttuk mu?
Dünkü acıların bugünkü sevinçlerin kaynağı olduğunu unuttuk mu?
Paylaşılan sevinçler artardı. Artıramadığımız sevinçlerimizdeki paylaşmayı unuttuk mu?
Kişi yeterince anlayamadığını başkasıyla paylaşamazmış; sevinci, sevgiyi yeterince anlamayı unuttuk mu?
Hep sevmeliydik. Kendimizi zorla sevdiremezdik. İnsanın sevme yeteneğini sevile sevile kazandığını bir bilir bir söylerdik. Sevilemediğimiz için sevmeyi unuttuk mu?
Mutluluklarda kararınca mutlu olmayı bilirdik. Her acıda ayaklarımız biraz daha yere basar oldu. Karınca kararınca acıdan kaçıp mutluluğa koşmayı unuttuk mu?
Başarısızlığımızda başkalarının yanı sıra kendimizde de hata arardık. Birilerini suçlayıp kendimizi haklı çıkarmak yerine iğneyi kendimize batırmayı unuttuk mu?
İnsanların güvenini kazanmak yıllar alır; güven kaybetmek için dakikalar bile çok gelirdi. Güvenilmek için güvenmek gerektiğini unuttuk mu?
Ne kimseden incinir ne kimseyi incitirdik. İnsanları kırmamayı tamamen unuttuk mu?
Kazandıklarımızın kaybettiklerimizden çok olduğuna inanırdık; biriktirmeyi unuttuk mu?
Fırtınalar denizi sevmemize engel değildi. Güçlüklerin başarıyı artıran sebepler olduğunu savunurduk. Zorluklar insanın gücünü terbiye eder; yeteneklerini disiplin altına alırdı. Sıkıntıya sabretmeyi unuttuk mu?
Zaferin iradede olduğunu bilirdik. Her zorun bir kolayı vardı. Başarının başarıyı çektiğini unuttuk mu?
Kendimizi kendimizle avutmaya çalıştık durduk. Köprü kuracakken duvar ördük hep... Baş başa vermeyince taşın yerden kalkmayacağını unuttuk mu?
Dikenin içindeki güle şükretmek yerine gülün yanındaki dikenden şikayet ettik. Şikâyetlerimizi geri almayı unuttuk mu?
Dostluğun mesafe tanımadığını unuttuk mu?
Başkalarından gül bekledik; beklerken tohum ekmeyi unuttuk mu?
Kendimiz için istediğimizi yakınımız için de isterdik. Vermesini bilmeyen istemekte haksızdı. İnsanın bilmediğini istemeyeceğini de çok iyi bilirdik. Vermeye vermeye istemeyi de unuttuk mu?
Beklediklerimiz ile istediklerimiz ile verdiklerimiz arasındaki farkı unutmamayı unuttuk mu?
Herkesin bizimle ilgilenmesini istedik durduk yıllarca. Keşfedilmeyi bekledik belli ki ... Başkalarıyla ilgilenmeyi unuttuk mu?
Hayatın binlerce mucizesi içinde umut ya da üzüntüyü seçmek bizim elimizdeydi.
Mutluluk yollarını iyi bilirdik önceden; dertlerin küçüklerini, nimetlerin büyüklerini seçmeyi unuttuk mu?
Bize verilenlere isyan ettik hep. Önceden düşünürdük. Neyin verildiğini değil nasıl verildiğini düşünmeyi unuttuk mu?
Kalkacağımız yere oturmamamız; düşeceğimiz yere çıkmamamız öğretildi. Bol gelen makamların güldüreceğini unuttuk mu?
Bize kıymet kazandıran şey işimizdi. Çalışmak en soylu işti. Sabahın yiyeceğini akşamdan düşünürdük. En verimli yağmurun alın teri olduğunu unuttuk mu?
İhtiraslarımıza "dur" diyebiliyorduk. Ekmeğimizi katığımıza denk etmeyi unuttuk mu?
Güçlü olunca haklı olduğumuzu haykırdık; haklılığın yalnız güçte olmadığını unuttuk mu?
Çıraklığını bilmediğimiz işlerin ustalığına soyundukça bocaladık durduk. Haddini bilenin hep mutlu olacağını unuttuk mu?
Sevgi, bilmenin anlamanın meyvesiydi. Beğendiklerimizi anlar; anladıklarımızı da beğenirdik. Anlamak için dinlemek gerektiğini unuttuk mu?
İleri gitmek, beklemekten iyiydi. Paslanacağımıza yıpranaydık. Namerde muhtaç olmak ölümden daha beterdi. Tembelliğin hayatın israfı olduğunu unuttuk mu?
Söyleyenden dinleyen ârif gerekti... Dinlemekten akıl, söylemekten pişmanlık doğardı hep... Her istediğini söyleyen, istemediklerini işitirdi... Duyacağımızı bilip de diyeceklerimizi öyle söylemeyi unuttuk mu?
İnsanları üzmeden de fikirlerimizi söyleyebileceğimizi unuttuk mu?
İyiliğe anahtar, kötülüğe kilit olmayı unuttuk mu?
Çocuktuk affettiler. Büyüdük bazıları affetti. Daha da büyüyünce affedilmeyi bekledik. Kendi kendimizi affedebilmeyi unuttuk mu?
Ömür en büyük sermaye; doğruluk en büyük mirastı bize... Doğru söylediğinden dolayı kimse iflas etmemişti. İşitildiği zaman utanacağımız işi yapmamayı unuttuk mu?
Baş dille tartılırdı. Dilimize sahip olmayı unuttuk mu?
Duyacağımızı bilip de diyeceğimizi öyle demeliydik. Dinlemesini bilmeyen dinletemezdi. Dinlemeyi unuttuk mu? İki dinleyip bir konuşmayı unuttuk mu?
Sorulmadan söylemez; dinlemeden konuşmazdık. Söz sultanlarının yanında söz söylemek baş yarardı. Gönüle yumuşak sözle girilmeliydi. Hasb-ı hâli unuttuk mu?
"Bir kahkaha bir porsiyon pirzolaya bedel" derlerdi. Yerinde gülmesini ve her fırsatta gülümsemesini bilmek durumundaydık Kahkahayı, hele gülüşmeyi, hele hele tebessümü unuttuk mu?
Çevremize emirler yağdırdık durduk. Biraz da emir almaya alışmayı unuttuk mu?
Doğru bakılınca doğru anlaşılırdı. Güzellik bakanın gözlerindeydi. Güzel bakan güzel görürdü. İyilik insanları birbirine bağlayan altın zincirdi... Kötülüklere bakır bile denmezdi... Bakırla altın yer mi değiştirdi? Hep bakırı göre göre altının seyrini unuttuk mu?
"İyiliğe iyilik her kişinin kârı / Kötülüğe iyilik er kişinin kârı." idi. Yanı başımızdaki "er kişi"leri unuttuk mu? Zafere eklenecek tek süsün alçakgönüllülük olduğunu unuttuk mu?
Taşıdığımız değerlerin farkına vararak yaşamak asli görevimizdi. Bu değerleri gelecek nesillere aktarmayı çok isterdik. İstediklerimizin gerçekleşme çalışmalarına hız vermeyi unuttuk mu?
Hayatın acı bir hatırayı unutturamayacak kadar kısa olduğunu unuttuk mu?
Ölümün her şeyi eşit yaptığını unuttuk mu?