TÜRK SİNEMA TARİHİ
Türk sineması veya Türkiye sineması (Yeşilçam olarak da bilinir), Türkiye'deki film endüstrisine dair faaliyetleri ve sinema kültürünü kapsamaktadır. Türkiye'de sinemanın geçmişi Osmanlı İmparatorluğu dönemlerine kadar uzanmaktadır. Başlangıç tarihi tam olarak bilinmese de Anadolu'ya sinemanın gelişinin II. Abdülhamit döneminde gerçekleştiği varsayılmaktadır. İlk toplu film gösterimi ise 1896 - 1897 yılları arasında Sigmund Weinberg tarafından İstanbul'da gerçekleştirilmiştir. İlk toplu gösterilen film ise Lumière Kardeşler yapımı Bir Trenin La Ciotat Garı'na Gelişi (L'Arrivée d'un train en gare de La Ciotat) filmi olmuştur. Bu tarihten, 14 Kasım 1914 yılına kadar da özellikle Lumière Kardeşler'in yaptığı filmler başta olmak üzere yabancı yapım filmler gösterilmiştir.
1914 yılına gelindiğinde İstanbul'da bugünkü Yeşilköy yakınlarında bulunan Ayastefanos Rus Abidesi'nin yıkılması kararlaştırılmış ve bunu da bir filme çekme fikri ortaya çıkmıştır. Bu fikir ile birlikte Avusturya'dan bir film ekibi davet edilmiş daha sonra ise bu filmi bir Türk'ün çekmesi şartı ortaya atılmıştır. Bu iş için de o sıralarda Osmanlı ordusunda görevli olan Fuat Uzkınay uygun görülmüş ve Avusturyalı film ekibi tarafından Fuat Uzkınay'a filmi nasıl çekmesi gerektiği öğretilmiştir. Kısa bir eğitimin ardından, 4 Kasım 1914 günü Fuat Uzkınay tarafından çekilen Ayastefanos'taki Rus Abidesinin Yıkılışı filmi, bir Türk'ün çektiği ilk film olmuştur. Bu gelişme sonrası Enver Paşa'nın direktifleri doğrultusunda Almanya'daki "Ordu Sinema Kolu"ndan esinlenilerek 1915 yılında Merkez Ordu Sinema Dairesi kurulmuş ve bu kurum, Osmanlı İmparatorluğu ve Türkiye sinema tarihinin ilk resmî sinema kurumu olmuştur.
1922 yılına gelindiğinde ise Türkiye'nin ilk özel film şirketi olan Kemal Film, Kemal Seden tarafından İstanbul'da kurulmuştur.
Günümüzde ise Türkiye sineması, ulusal ve uluslararası birçok yapım şirketinin yer aldığı, yılda ortalama 100 filmin üretildiği bir sinema pazarı hâline gelmiştir. Türkiye, 2016 verilerine göre Avrupa ülkeleri arasında yerli yapım film üretiminde sekizinci sırada yer almaktadır. Yine aynı verilere göre de seyirci sayısı bakımından yedinci, hasılat bakımından sekizinci sırada yer almaktadır. Ayrıca Türkiye sineması Avrupa genelinde en çok sinema salonu ve perdesi barındıran yedinci ülke konumundadır.
İçindekiler
Türk sinemasının dönemleri
1896-1913
Osmanlının sinemayla tanışması ilk kez 1895 yılında gerçekleşmiştir. Lumière Kardeşler'in L'Arrivée d'un train en gare de La Ciotat (Bir Trenin La Ciotat Garı'na Varışı) filminin, 29 Aralık 1895'te, Paris'teki ilk gösteriminden yaklaşık bir yıl sonra, bir Alman Yahudisi olan Sigmund Weinberg tarafından, İstanbul Galatasaray'daki bir birahanede gösterilmesiyle Türk toplumu sinemayla tanışmıştır.1910-1930
Türkiye'de halka açık ilk sinema 19 Mart 1910’da, İstanbul Şehzadebaşı’nda "Millî Sinema" adı altında faaliyete geçmiştir. O zaman İstanbul Sultanisi’nde gösterimler düzenleyen ekip maddi imkân bularak ikinci Türk sineması Ali Efendi Sinemaları’nı açmıştır. Türkiye’de sinemanın kurumlaşması ise I. Dünya Savaşı döneminde gerçekleşmiştir. Alman ordularının, filmleri bir propaganda unsuru olarak ve askerlerin eğitimi için kullandığını gören, dönemin Osmanlı İmparatorluğu Başkumandan Vekili ve Harbiye Nazırı görevlerini sürdüren Enver Paşa, sinema olgusunun önemi fark etmiş ve 1915’te Merkez Ordu Sinema Dairesi (MOSD)’ni kurarak, Türk sinemasının kurumlaşmasının temellerini atmıştır. MOSD’nin kurulması ve takip eden dönemde yapılan hikâyeli filmler sinema tarihi için o yılların en önemli gelişmelerindendir.Aynı dönemde Fuat Uzkınay'ın çektiği "Ayastefanos'taki Rus Abidesinin Yıkılışı" adlı belgesel Türk sinemasının ilk eseri olarak 14 Kasım 1914 tarihinde gösterime girmiştir. 150 metrelik bir belgesel olarak çekilen filmin günümüze hiçbir kopyası ulaşmamıştır.1916 yılında Müdafaa-i Milliye Cemiyeti de aldığı bir kararla sinema çalışmalarına başlamış, Almanya’dan getirttiği aletlerle film çekimlerine başlayan cemiyet, savaştan görüntülerin de yer aldığı haber filmi niteliğinde filmler hazırlamıştır.
İlk konulu Türk filminin ise, her ikisi de 1917'de Müdafaa-i Milliye Cemiyeti tarafından çekilen, Pençe veya Casus adlı filmler olduğu konusunda tartışmalar bulunmaktadır. Aslında Türk sinemasında ilk konulu film denemesi Leblebici Horhor Ağa olmasına rağmen film oyunculardan birisinin ölmesi üzerine tamamlanamamıştır. İkinci film ise Himmet Ağa'nın İzdivacı olmasına rağmen, filmin oyuncuları Çanakkale Savaşı'na katıldıklarından dolayı çekimler ancak 1918 yılında tamamlanmıştır.
1919 yapımı ve yönetmenliğini Ahmet Fehim'in yaptığı Mürebbiye isimli film sansüre uğrayan ilk Türk filmidir. Türk sinemasında ilk komedi filmi serisine ise 1917 yılında başlanmıştır. Yönetmenliğini Hüseyin Şadi Karagözoğlu'nun yaptığı Bican Efendi Vekilharç isimli 1917 yapımı Türk komedi filmi büyük ilgi görünce, 1921 yılında Bican Efendi Mektep Hocası ve aynı yıl içerisinde Bican Efendinin Rüyası isimli Türk komedi filmleri çekilerek gösterime girmiştir.
1931-1960
Bu dönemde Türk Sinemaları'nın ilk sesli ve Türk-Mısır-Yunan ortak yapımı olan İstanbul Sokakları'nda çekilmiştir. Ayrıca ilk kısa metraj filmler ve dönem filmleri bu dönemde çekilmiştir. 1931-1950 yılları arasındaki en önemli gelişme Türk Sineması Cemiyeti tarafından düzenlenen yarışma olmuştur. Yarışmada Şakir Sırmalı'nın filmi Unutulan Sır "en güzel film" seçilmiştir. 1949 yılında çekilen Çığlık, ilk Türk korku filmi, 1953 yapımı Halıcı Kız filmi ise çekilen ilk renkli Türk filmi olmuştur.1961-1970
Sinema tarihindeki 2. yarışma bu dönemde İstanbul Yerli Film Yarışması adı altında yapılmıştır. Ayrıca kapalı sinemaların hayata geçirilme fikri bu yıllarda iyice ağırlık kazanmıştır ve renkli film uygulamasına hız verilerek Türk sinema tarihindeki en büyük aşamalardan biri kaydedilmiştir. Üretilen film sayısının 789'a ulaştığı bu yıllarda, yaşanan tüm bu gelişmelerin ışığında, 1963 yapımı Susuz Yaz uluslararası alanda yapılan sinema festivallerinde ödül alan ilk Türk filmi olmuştur.1971-1980
Bu dönemde sayısal verilere bakıldığında, Siyah-beyaz filmler renkli filmlerin gerisinde kalmıştır. Ayrıca bu yıllarda çizgi filmler ile ilgili çalışmalar yapılmış ve yarışmalar düzenlenmiş, yabancı film festivallerinde başarılar ve uluslararası alanda ödüller elde edilmiştir.- Prades Film Şenliği'nde alınan özel ödül.
- Nantes Film Şenliği'nde jüri özel ödülü.
- Lahey Film Şenliği'nde alınan ödül.
- Uluslararası Milano Film Fuarı'nda Ömer Kavur'un yaptığı Yusuf ve Kenan'ın aldığı büyük ödül.
1981-1990
Bu dönemde siyah-beyaz filmler tarihe karışmıştır. Yabancı romanlar ve yapıtlar Türkçeye çevrilerek filme dönüştürülmüştür. Ayrıca Toronto Sinema Vakfı ve Ottawa Elçiliği'nin desteğiyle Türkiye'de ilk toplu film gösterisi düzenlenmiş ve böylece Türk sineması küreselleşme konusunda ilk adımını atmıştır.Film festivalleri
- Adana Film Festivali - Adana'da her yıl düzenlenen önemli bir film festivalidir. Organizasyonun en büyük ödülü, Adana’da büyümüş olan, Yılmaz Güney gibi film sektörünün çok önemli şahısları tarafından da kazanılmış olan, Altın Koza’dır.- Ankara Uçan Süpürge Kadın Filmleri Festivali – Türkiye’nin feminizm ve cinsiyet sorunları gibi konulara adanmış tek film festivalidir ve her yıl Ankara’da düzenlenmektedir. Festival, genç kadınların çıkış filmlerini desteklemeyi amaçlar ve ayrıca senaryo yazarlığı ve film yapımcılığı üzerine atölye çalışmaları organize etmektedir.
- Ankara Uluslararası Film Festivali – İlki 1988’de düzenlenen festival, Türkiye’deki en prestijli ikinci festivali olarak kabul edilir.
- Antalya Altın Portakal Film Festivali – Türkiye’nin en prestijli ve en popüler film festivalidir. Her yıl, katılımcılar en iyi film, en iyi yönetmen ve en iyi oyuncu gibi kategorilerde sergilenen olağanüstü performanslar için Altın Portakal ile ödüllendirilir.
- İstanbul Uluslararası Kısa Film Festivali - 1988'den beri aralıksız düzenenlenen festival her yıl dünyanın her yerinden davet edilen çok sayıda yönetmen, yapımcı ve oyuncuyu ağırlamaktadır. İstanbul Hollanda ve Polonya Başkonsoloslukları, Avusturya, Fransız, İtalyan, Alman, İspanya Kültür Merkezleri’nin ve T.C. Kültür Bakanlığının destek verdiği program kapsamında, kurmaca, belgesel, deneysel ve canlandırma filmlere yer verilmektedir.
- İzmir Kısa Film Festivali – İlki 2000’de düzenlenen festival kurmaca, belgesel, deneysel ve animasyon dallarındaki kısa filmlere Altın Kedi Ödülü vermektedir. Her yıl düzenlenen festival, Türkiye’den ve yurtdışından sinema dünyasının önemli kişilerini jürisine davet etmektedir. Festivalin yarışma bölümünün dışında, Türkiye'den ve dünyadan o yılın panoramasını çizmek amacı ile, özenle seçilmiş filmler gösterime alınmakta ve sinemaseverlerle buluşturulmaktadır.
- Mardin Film Festivali (SineMardin) – İlki 2006’da düzenlenen ve Türkiye’de senaryo yazarlığına adanmış tek film festivalidir. Her yıl düzenlenen ve büyük ölçüde bağımsız sinemaya yoğunlaşan festival, Türkiye’nin Güneydoğu bölgesindeki en dinamik sinema etkinliklerinden birisidir.
- Uluslararası İstanbul Film Festivali – İlki 1982’de düzenlenen festival Türkiye’deki en önemli entelektüel etkinliklerden birisidir. Öyle ki, çoğu zaman İstanbul dışında yaşayan sinemaseverlerin etkinlikte sunulan, dünya film tarihinin en değerli örneklerini izlemek için İstanbul’a akın etmelerine neden olmaktadır.
İLK TÜRK FİLMİ : AYASTEFANOS'TAKİ RUS ABİDESİNİN YIKILIŞI
Ayastefanos'taki Rus Abidesinin Yıkılışı (Özgün adı: موسقوف هىكلنك تجريبى; Moskof Heykelinin Tahribi ), Fuat Bey tarafından 14 Kasım 1914'te çekilen ve Türk sinema tarihinin başlangıcı kabul edilen Osmanlı kısa belgesel filmi. Ayastefanos (günümüzde Yeşilköy) yakınlarındaki Kalitarya'da (günümüzde Şenlikköy) 93 Harbi'nin anısına Ruslar tarafından inşa edilen Ayastefanos Rus Abidesi'nin yıkılışının konu edildiği film Avusturya-Macaristan şirketi Sascha-Meßter-Film'in teknik desteğiyle Osmanlı ordusu adına 150 metrelik filme siyah-beyaz olarak çekilmiştir.
Öte yandan bazı kaynaklarda filmin gerçekten çekilip çekilmediği tartışma konusu olmuştur. 1953 yılında Nurullah Tilgen tarafından ilk Türk filmi olduğu ortaya atılmış, filmin hiçbir kopyasının bulunamaması ve varlığına dair somut bir delilin olmaması nedenleriyle bu iddiaya karşılık ilk şüphe de 1970 yılında Nijat Özön tarafından dile getirilmiştir. Filmi izlediğini iddia eden tanıkların ortaya çıkmasına rağmen sinema tarihçileri halen filmin gerçekten çekilip çekilmediği konusunda hemfikir değillerdir. Ayrıca, belgesel filmin "ilk Türk filmi" olma iddiası da tartışmalı olup farklı kesimlerce çekilen ilk Türk filminin İp Eğiren Kadınlar ya da Büyükanne Despina olduğu ileri sürülmektedir.
Abidenin inşası ve mahiyeti
Ayastefanos Rus Abidesi, 1877 ve 1878 yılları arasında Osmanlı İmparatorluğu ile Rus İmparatorluğu arasında yaşanan 93 Harbi'nin kazanan tarafı olan Rusya tarafından savaş sırasında ölen askerlerinin anısına ve zaferlerinin hatırasına dikilmiştir. İlk olarak 1883 yılında 93 Harbi'ni sonlandıran antlaşmanın imzalandığı yer olan Neriman Şah Köşkü'nün yerinde dikilmesi planlanan ve yapımı için 1890 yılında Osmanlı tarafına başvurulan abidenin inşası Osmanlı halkı üzerinde kötü bir etki bırakacağının öngörülmesi nedeniyle uzun süre engellenmiştir. Tarafların uzun süren anlaşmazlıkları sonucunda II. Abdülhamid'in girişimi ve Rus tarafının kendi askerlerinin defnedildiği mevcut mezarlıkların metruk halde olması nedenleriyle salt bir abide değil mezar, din ve hayır kurumu olarak inşa edilmesi konusunda anlaşılmıştır. Ayrıca inşa yeri de Rusların ilk planladığı şekilde 93 Harbi sırasında ulaştıkları en uç nokta olan Ayastefanos (günümüzde Yeşilköy) değil Kalitarya (günümüzde Şenlikköy) olarak belirlenmiştir.24 Nisan 1892 tarihinde Meclis-i Vükelâ tarafından onaylanan yapı inşasının ne zaman başladığı tam olarak bilinmemekle birlikte 20 Ocak 1893 ile 25 Haziran 1893 tarihleri arasında başlamış olduğu düşünülmektedir. Kasım 1898'de tamamlanarak 18 Aralık 1898 tarihinde resmî açılış töreni yapılan yapı anıtsal bir üslupla inşa edilmekle birlikte Rus askerlerin kemiklerinin muhafaza edildiği bir mezar-kilise olarak hizmet vermekteydi. Osmanlı belgelerinde Rus mezarlığı ve teferruatı, Rus kilisesi, Rus manastırı gibi adlarla anılan yapıdan özellikle yıkılışının ardından "abide" olarak bahsedilmiştir.
Abidenin yıkılışı ve filme çekilmesi
93 Harbi'nin sonlanmasından I. Dünya Savaşı'nın başlamasına kadar geçen süre içerisinde 19. yüzyıl başlarına görece durgun geçen Osmanlı-Rus ilişkileri bu süreç sonunda tekrar gerginleşmeye başlamıştır. Boğazları olası Rus tehdidine karşı güvenceye almak isteyen Osmanlı tarafının Dahiliye Nazırı Talat Paşa kanalıyla Rusya Dışişleri Bakanı Sergey Sazonov'a ittifak teklif etmelerine karşın olumlu cevap alamamaları, Britanya İmparatorluğu'nun Osmanlı donanmasına teslim etmesi gereken Reşadiye ve Sultan Osman zırhlılarına el koyması gibi etmenler Osmanlı'yı Alman İmparatorluğu ile ittifak yapmaya itmiştir.Avrupa'daki kutuplaşmalar sonunda İttifak Devletleri içerisinde yer alan Osmanlı İmparatorluğu ile İtilaf Devletleri içerisinde yer alan Rusya I. Dünya Savaşı'nın farklı taraflarında bulunmuş ve ilişkiler tamamen kopmuştur.
I. Dünya Savaşı'na giden süreçte iki ülke ilişkilerinin bozulmasıyla birlikte basında Rus zafer anıtı niteliği taşıyan bu yapının yıkılmasının gerekliliğine dair yazılar yer almaya başlamıştır. İstanbul Ansiklopedisi'nde, bu konudaki ilk yazının Aka Gündüz tarafından yazıldığı aktarılmaktadır. Ayrıca Tanin, Turan gibi yüksek tirajlı yayınlarda da abidenin yıkılması yönünde yazılar kaleme alınmıştır. 11 Kasım 1914 tarihinde Osmanlı'nın Rusya ve müttefiklerine savaş ilan etmesini takiben iktidardaki İttihat ve Terakki Dahiliye Nazırı Talat Paşa'nın deyimiyle "harbi popüler hale getirmek" amacıyla propagandaya girişilmiştir. Basındaki propagandanın yanı sıra bunun bir parçası olarak 14 Kasım 1914'te Britanya, Fransa ve Rusya'ya cihat ilan edilmiş; cihat hutbesinin Fatih Camii'nde okunmasını takiben galeyena gelen halk tarafından İstanbul sokaklarında Fransız, İngiliz ve Ruslara ait yerler yağmalanarak harap edilmiş, Rusların 93 Harbi'ndeki üstünlüğünün simgesi olan ve dönem Osmanlı gazeteleri tarafından utanç kaynağı olarak gösterilen Ayastefanos Rus Abidesi de tahrip edilen yapılardan olmuştur. Gazeteler, yıkımı izleyenlerin hatıratları ve resmî kaynaklar arasında abidenin yıkım aşamasına dair farklı anlatımlar olmakla beraber yıkımın nihai olarak 27. Süvari Alayı tarafından çan kulesinin dinamitlenerek gerçekleştirildiği konusunda kaynaklar hemfikirdir.Abidenin kaidesi dahil tüm kompleksin yıkılması ise üç ay kadar sürmüştür.
Abidenin yıkılması konusu aylar öncesinden konuşulmaya başlanmış, yıkımın devlet adına propaganda aracı olarak kullanılmak niyetiyle fotoğraflanması ve filme alınması planlanmıştır. Ordu adına Sadi Bey, Tanin gazetesi adına Ali Enis Bey, Photographie Resna adına Rahmizâde Bâhâeddin ve Tasvîr-i Efkâr gazetesi adına ismi bilinmeyen bir fotoğrafçı abidenin yıkımını fotoğraflarla belgelemişlerdir. Ayrıca yıkılışın filme alınması için müttefik Avusturya-Macaristan menşeili Sascha-Meßter-Film ile anlaşılmış ancak savaş ilanı sonrası halk arasında yükselen ulusal duygular dikkate alınarak son anda filmi çekecek kişinin Müslüman Türk olması şartı getirilmiştir. Orduya katılmadan önce film göstericisi olarak çalışan, 11 Ağustos 1914'te askere alınan ve yedek subay olarak görev yapan Fuat Bey filmi çekmeye en uygun kişi olarak görülmüştür. Göstericiyi kullanmayı bilmesine karşın daha önce hiç alıcı kullanmamış olan Fuat Bey'e şirketin itiraz etmesine karşın birkaç saat boyunca makineyi nasıl kullanacağı öğretilmiş, gerçekleştirilen kısa bir deneme çekiminde başarılı olunca şirketin de onay vermesiyle abidenin yıkılışı Fuat Bey tarafından 14 Kasım 1914 Cumartesi günü saat 8.30'da 150 metrelik filme siyah-beyaz olarak çekilmiştir.
Budapeşte'de banyo edilen film kamuoyuna ilk kez Sinema Haberleri gazetesinin 30 Kasım 1914 tarihli sayısında "Tezâhürât-ı Milliye – Moskof Âbidesinin Tahribi Ali Efendi Sinemasında" başlığı ile duyurulmuştur. Aynı ilan peş peşe beş sayı boyunca yayınlanmış ve film ilk kez 25 veya 26 Aralık tarihinde Sirkeci'deki Ali Efendi Sinemasında Moskof Heykelinin Tahribi adıyla gösterilmiştir. Bu tarihler 25 Aralık tarihli İkdam ve 26 Aralık tarihli Tasfîr-i Efkâr gazetelerinde film hakkında "bugünden itibaren gösterilecektir" şeklinde bilgi verilmesinden yola çıkarak ortaya çıkarılmış, film en fazla dört gün gösterimde kalmıştır. Günümüzde Ayastefanos'taki Rus Abidesinin Yıkılışı olarak bilinen bu belgesel film Türk sinemasının başlangıç noktası olarak kabul edilse de gösterime girdiği günlerde kamuoyunda heyecan oluşturmamış ve kayda değer bir gişe yapmamıştır. Sinema Haberlerindeki metne dayanarak filmin yapımcısı konusunda da çıkarımlar yapan İ. Arda Odabaşı; Ali Efendi Sinemasının yayın organı durumundaki gazetenin filmi duyururken kullandığı "...şerit sinemamıza aittir." ifadesinden yola çıkmış, sinemanın diğer filmlerde bu ibareyi kullanmamasına ve Fuat Bey'in sinemanın ortaklarından olmasına dikkat çekmiş, filmin yapımcısının geleneksel kabul olan Osmanlı ordusu değil Ali Efendi Sineması olduğunu savunmuştur.
Filmin varlığına ilişkin kuşkular
Ayastefanos'taki Rus Abidesinin Yıkılışı, halen ortaya çıkmamış olması ve varlığına dair somut verilerin olmaması nedenleriyle günümüzde Türk sinemasının ilk filmi olarak kabul edilmesine karşın gerçekten çekilip çekilmediği sinema tarihçilerince tartışma konusu olmaktadır. Abidenin yıkımını gerçekleştiren Bahri Doğanay'ın da 30 Haziran 1950 tarihli Tarih Dünyası dergisinde yayınlanan yazısında yıkımın fotoğraflandığını belirtmesine rağmen film çekiminden söz etmemesi de kuşkuları derinleştirmekle birlikte Doğanay'ın yazısının gerçeklerle ne kadar uyuştuğu da tartışmalıdır.Filmin Türk sinema tarihindeki önemi Nurullah Tilgen'in 18 Temmuz 1953 tarihli Yıldız dergisinde yayınlanan "Türk Filmciliği: Dünden Bugüne 1914-1953" başlıklı çalışmasıyla ilk kez gündeme gelmiştir. Tilgen filmin ne zaman, kim tarafından, nerede çekildiğine dair bilgilere yer verdiği makalesinin ardından 10 Haziran 1954 tarihli Yirminci Asır dergisinde Fuat Bey ile röportaj gerçekleştirerek filmin nasıl çekildiğine dair detayları yayınlamıştır. Tilgen'in bu çalışmaları daha sonra Nijat Özön tarafından 1962'de yayınlanan Türk Sineması Tarihi ve 1970'te yayınlanan Fuat Uzkınay kitaplarının temel kaynağını teşkil etmiştir. Günümüzde de filme dair bilgilerin ve varsayımların çoğu Tilgen ve Özön'ün çalışmalarına dayanmaktadır.Bu film bugüne kadar bulunamamıştır. K.K. Foto-Film Merkezindeki katalogda bu ad altında kayıtlı filmin bununla hiçbir ilgisi yoktur. Dikkati çeken bir nokta da Uzkınay'ın 1953'te Foto-Film Merkezinden henüz emekliye ayrıldığı sırada sayın Tilgen'le yaptığı konuşmada bu filmin merkezde bulunduğundan hiç söz açmamasıdır, öbür filmlerinin resimlerini merkezin arşivindeki kopyalardan sağlayabilmesine rağmen Uzkınay bu filmle ilgili hiçbir fotoğraf verememiştir. Bundan dolayı filmin daha o vakit kaybolduğu sonucuna varılabilir. Foto-Film Merkezindeki filmlerin zaman zaman büyük kayıplara uğradığı, tasfiye edildiği bilinmektedir. Bu ilk filmimizin de bu arada kaybedilmiş olması mümkündür. Ancak filmin günün birinde beklenmedik bir yerden çıkması da aynı derecede mümkündür. Herhalde foto-film arşivinin yeni baştan ve tek tek elden geçirilmesi vakti çoktan gelmiştir.
Nijat Özön, Fuat Uzkınay kitabının 10. sayfa dipnotundan...
Film üzerine araştırmalar yapan Özön, Fuat Uzkınay adlı kitabında Tilgen'i kaynak alarak aktardığı bilgilerin ardından verdiği dipnot ile filmin henüz bulunamadığını ve Fuat Bey'in bu konu hakkında hiç konuşmadığını aktararak filmin henüz Fuat Bey hayattayken kaybolmuş olabileceği çıkarımını yapmıştır.
Sinema yazarı Burçak Evren de Kasım 1984 tarihli Gelişim Sinema dergisindeki "İlk Türk Filmi Üstündeki Kuşkular" başlıklı yazısında Tilgen'in 1951'de Film ve Öğretim dergisinde yazdığı "Türk Filmciliğinin Tarihi" başlıklı yazısında Ayastefanos'taki Rus Abidesinin Yıkılışı'ndan bahsetmemesini ve o tarihte hayatta olan Fuat Bey'in de kendisinden bahsedilmeyen bu çalışmayı tenkit etmemesini kuşku uyandırıcı bulduğunu yazmıştır. Ayrıca yine Tilgen'in "Türk Filmciliği: Dünden Bugüne 1914-1953" adlı makalesinde alıcının abidenin birkaç metre yakınına yerleştirildiği bilgisinin yer almasına karşın daha uzak mesafelerden çekilen fotoğraflarda alıcının görünmemesi ile iki farklı makalesinde filmin uzunluğu hakkında 150 metre ile 300 metre olarak iki farklı bilginin yer almasını eleştirerek yazının ne ölçüde gerçeklere dayandığını sorgulamıştır.
Filmin varlığına dair olasılıkları dört başlıkta toplayan Evren ilk olasılığı daha önce Burhan Arpad'ın Cumhuriyet gazetesinde yazdığı bir yazıya dayandırmaktadır. Buna göre Fuat Bey kendisine verilen kısa süre içerisinde film çekmeyi öğrenememiş, oldukça verimsiz geçen çekim sonrası film yanmış, gösterilecek tepkilerden çekinmesi nedeniyle de bu başarısız denemeden hiç bahsetmemiştir. İkinci olasılık abidenin yıkılışının gazetelere birçok kez haber olmasına karşın böyle bir filmden hiç bahsedilmemesinden ve hiçbir kayıtta yer almadığından dolayı filmin hiç çekilmemiş olabileceğidir. Üçüncü olasılık aslen böyle bir film çekme planının hiçbir zaman olmamış olması ve bunu Nurullah Tilgen'in ortaya attığıdır. Evren, bu noktada Tilgen'in 1951'deki makalesinde filmden hiç bahsetmemesine karşın 1953'teki makalesinde geniş yer vermesini şüphe uyandırıcı bulmaktadır. Son iddia da filmin çekilmiş ancak zaman içerisinde kaybolmuş, başka kayıtlar ile karışmış ya da başka bir yere gönderilerek unutulmuş olabileceğidir. Ayrıca Fuat Bey'in kızları Mualla Uzkınay ve Mutena Uzkınay ile de röportaj yapan Burçak Evren filme dair hiçbir belgenin olmadığı ve filmi kendilerinin de izlemedikleri cevabını almıştır.
Evren, olumsuz görüşlere karşın dürüst bir kişi olarak tanımladığı Fuat Bey'in filmi nasıl çektiğine dair verdiği röportajı ve cumhuriyet döneminde Türk Silahlı Kuvvetleri Foto Film Merkezi Komutanlığı adını alacak olan Merkez Ordu Sinema Dairesinde her ne kadar içi boş olsa da üzerinde filmin adı ile kayıt kodunun bulunduğu bir kutunun bulunmasını göz önüne alarak filmin çekildiği ancak çeşitli nedenlerle günümüze kadar ulaşamadığı değerlendirmesinde bulunmaktadır.
Filmin varlığına kuşkuyla yaklaşanların yanı sıra filmin kesin olarak çekildiğini savunan görüşler de mevcuttur. Sinema tarihçisi Rekin Teksoy, Sinema Tarihi adlı yapıtında filmin muhafaza edildiği Merkez Ordu Sinema Dairesinde bulunduğu sırada birkaç kez komutanlara gösteriminin yapıldığını ancak dairenin ve arşivinin 1941 yılında İstanbul'dan Ankara'ya taşınması sırasında diğer filmler arasında karıştığını savunmaktadır. Merkez Ordu Sinema Dairesinde yirmi yıl müdürlük yapmış olan Nusret Eraslan da filmin varlığından emin olduklarını, taşınma sırasında diğer filmler ile karışma ihtimali nedeniyle filmi arşivde defalarca aradıklarını ancak bulamadıklarını ve filmin arşivde olmadığından emin olduğunu açıklamıştır. Ayrıca filmlerin fazla ısındığı takdirde alev alabilen bir malzemeden üretildiğini ekleyerek arşivin Yıldız Sarayı'nda bulunduğu dönemde sarayı yangın tehdidinden korumak adına diğer birçok filmle birlikte denize atılmış olabileceğini ya da yurt dışına kaçırılmış olabileceğini belirtmiştir. Bunlara ek olarak Fuat Bey ile Merkez Ordu Sinema Dairesinde çalışan Gafuri Akçakın 1930 yılında 150 metre uzunluğundaki filmi izlediğini ve komutanlarına izlettiğini iddia ederek Nijat Özön'ün Fuat Uzkınay kitabında editörlük yaptığını açıklamıştır. Kunt Tulgar da 20 Temmuz 1959 tarihinde İstanbul Belediyesi Film Deposu'nda çıkan yangın sonrası sağlam kalan filmleri ayırdıkları sırada bu filmin bir kopyasının da karşılarına çıktığını ancak hasarlı olması ve tarihî önemini bilmemeleri nedeniyle çöpe attıklarını iddia etmiştir.
Sinema tarihçisi İ. Arda Odabaşı; Sinema Haberleri, İkdam ile Tasfîr-i Efkâr gazetelerinde yer alan ve yeni keşfedilen haber metinlerine dayandırdığı 2018 yılına ait makalesinde filmin çekildiğini ve 1,5 ay sonrasında da gösterime girdiğini yazmış, bu metinleri konu hakkındaki en önemli kaynaklar olarak nitelendirmiştir.
İlk Türk filmi tartışmaları
Ayastefanos'taki Rus Abidesinin Yıkılışı, ilk Türk filmi olarak kabul edilip çekildiği yıl Türk sinemasının doğum yılı , 1996'dan beri çekildiği gün de Türk Sineması Günü olarak kutlansa da bu konu son yıllarda tartışılmaktadır. Burçak Evren, Hayal Perdesi dergisinin Kasım-Aralık 2013 tarihli sayısında Türklük anlayışını etnik köken değil vatandaşlık tabanlı olarak ele alarak Osmanlı tebaası olan Manaki Kardeşleri ilk Türk sinemacılar, 1905'te çektikleri filmleri İp Eğiren Kadınlar'ı da ilk Türk filmi olarak değerlendirmenin doğru olduğunu savunmaktadır. Manaki Kardeşler üzerine çalışmalar yürüten Makedonya Sinematek Kurumu Film Arşivi Direktörü İgor Stardelov da aynı yaklaşımı sürdürmekle birlikte İp Eğiren Kadınlar'dan önce çekildiğini belirttiği Büyükanne Despina'nın ilk Türk filmi olarak kabul edilmesi gerektiğini öne sürmektedir.Dilek Kaya Mutlu ise Donanma Cemiyetinin 1910'ların başında çektiği filmlerin Ayastefanos'taki Rus Abidesinin Yıkılışı'ndan daha önce çekilmiş olabileceği üzerinde durmaktadır.