TÜRKOĞLU
Aktif Üyemiz
“Sizlere, bir yazı dizisi ile Türk Astrolojisi konusunda bazı bilgileri paylaşmak istiyorum. Dizinin ilk yazısında, köklerimizden bugüne kadar güncel kalmış arketipler ve Türklerin astroloji’ye yakınlığını sembolize eden değerlerden bahsedeceğim.” İlkel insanın yakın çevresindeki tabiat güçlerini algılaması ve dünyayı öğrenme yolunda çevresi ile kurmuş olduğu iletişimler, doğada güneş ve ayın geçirmiş olduğu tabii süreçler pek çok toplumu yoğun bir şekilde etkilediği gibi biz Türk toplumunu da önemli noktalarla etkilemiştir. Hala batılı yazarlar, Türk tarihinin kökenleri ile ilgili binlerce fikre sahip olsalar da, biz ulusumuzun kökten gelen destanları ile birlikte ve dikkatli incelendiğinde Çin ve bölgedeki Uygur Türkleri gibi yerleşik düzene geçmiş Türk kavimlerinin kaynaklarında çok ama çok önemli bilgiler olduğunu görürüz.
Şu an için kadim Çin kültürüne, bazı Moğol kavimlerine, Hintlilere mal edilen pek çok düşüncenin ilk çıktığı yer Orta Asya’daki eski Türk kavimleridir. Destanlarımız astronomik ve astrolojik gözlemlerle doludur. Avrupa da kavimler neredeyse yontma taş çağında iken ve Yunan düşünürleri daha yaşamamış iken eski Türklerin yıldız-biliciliği, gökyüzü takvimleri ve gökyüzü gözlemleri vardı. Tıpkı mayalar gibi. Bu bilgiler de kültürel emperyalizm sebebi ile çeşitli kültürlerin bulduğu ve bizlerin yeniden onlardan çok büyük emek ve güç ile geri aldığımız bilgiler oldu. Eski Türk kavimlerinde astroloji veya yıldız bilimi evrenin en önemli algılayış biçimlerinden biri idi. Bunu yaradılış, türeyiş ve Ergenekon destanlarında da görürüz.
Bu destanlar çeşitli mitolojik hikâyeler gibi görünse de her mitolojik hikâyenin altında yatan bir gerçeklik de bulunmaktadır. Bazı hikayeler zamanla değişime uğramak ile birlikte, masalsı bir anlayış ile, hayatı görebilmek ve kuşaktan kuşağa gelen gelenek ile bu bilgiyi aktarmak, zaten mitolojinin dili değil midir? Yaratılış destanı Alp Er Tunga destanı, Göktürk destanı ve Türeyiş destanı gibi pek çok destandaki mitolojik hikayeler de zaten astronomik ve gökyüzü hareketleri ile ilgili pek çok bilgi de saklıdır. İslamiyet öncesi tarihimizde gökyüzü gözlemlerini fazlası ile kullanan bizleriz, fakat bunlar unutturuldu. Eski Türk destanlarında hükümdarların doğuşu çeşitli mitolojik hikayeler ve efsaneler ile süslenmiştir. Türk halklarının eski ortak inancı Tengricilik’ten gelen bilgiler enteresandır.
Türk mitolojisinde var olan belli karakterlerin, gökyüzündeki semboller ile bağlantıları çok ilginçtir. Mesela Ülgen ülkesi, İslami ismi ile Ülker, Japonca ismi ile Subaru bir diğer ismi ile Süreyya Takımyıldızı, yedi kız kardeş olarak da bilinen Boğa takımyıldızındaki Pleides yıldız grubunu temsil eder. Ve bu 7 yıldız eski Türkler için en kutsal yıldız grubudur. Aynı şekilde Kurt Asena ile gökyüzünün en parlak yıldızı avcının köpeği diye nitelendirilen Canis Major’ün en parlak yıldızı Sirius arasında anlamlı bağlantılar bulunmaktadır. Sirius yıldızı –Güneş hariç- dünyadan görünen en parlak yıldızdır. Eski Mısır mitolojisinde İsis diye nitelendirilen bu yıldızın enteresandır ki, sembollerinden biri de köpek başlı heykellerdir.
Bunun haricinde gökyüzü hareketleri ve o dönemde gökyüzünde oluşan görüntüler Türk mitolojisindeki hikâyelerde çeşitli şekillerde kaydedilmiştir. Türklerin eski inançlarında kurt kutsal sayılır. Ortak türeyiş efsanelerinde dişi kurt sembolizmi bulunmaktadır. Bozkurt, Canis Major önemli bir semboldür. Bu sembol dünyanın sembol havuzunda önemli bir yere sahiptir. Gökyüzü tarafından gönderilen Asena adındaki bir dişi kurdun efsanesi günümüze kadar gelmiştir. Kurt resimleri pek çok Türk kavminin bayraklarında yer almış, ordunun başındaki kişilere ise Kök-Böri denmiştir. Kök eski Türkçede Gök demektir. Böri ise Kurt demektir. Bunun yanında bu konuya ait yazılı bilgileri pek çok mitolojik hikayenin haricinde de, M.S 6. yy’ dan kalan Bugut dikilitaşına kazınmış kurt kabartmalarından da görürüz.
Türk destanlarındaki Ülgen – Ülker veya Pleides takımyıldızı- tanrısal bir gücü temsil ederken, gök tanrının yaşadığı yer ve bir mekan olarak da nitelendirilmektedir.
Orta Asya astrolojisinin milattan önceki dönemlerde kullanıldığı bilinmektedir. Büyük Hun imparatorluğunun astroloji sistemi var olmuş olmasına rağmen, Türk boylarının hepsinin yaşamış olduğu fırtınalı ve zor dönemler sebebi ile bu sistemin kültürel varlığının tüm dünyaya tanıtılması pek de mümkün olmamıştır. Ancak, Orta Asya’da Hun ve Hun sonrası takvimler, ilk takvimler olarak kabul edilebilir. Haldey’ler ise gözlemleyebildikleri gökyüzü cisimlerinin dönüşlerini öğrenerek bugün için bile geçerli olan güneş ve ay takvimleri yapmışlardı. İleriki zamanlarda mevsim döngüleri, zirai uygulamalar ve göç zamanlarının belirlenmesi için de bu takvimler kullanılmıştır.
Eski zamanlarda yaşayan Türk halkları Güneş’ e Kün, Ay’ a Ay, Merkür’ e Cüzen, Mars’a Cetegey, Jüpiter’e Tennir, Satürn’ e ise Keram ismini vermişlerdir. Tuhaf olan şudur ki, elimizde az da olsa bulunan kanıtlardan anlaşılır ki, bazı Türk efsanelerinde varlığı geçtiğimiz yüzyıl içinde yeni yeni bulunan pek çok gökcisminden bahsedilmektedir. Batının 1939‘da bulmuş olduğu Plüton isimli gökcismi, 1846’da bulunan Neptün, 1781’de bulunan Uranüs, dünyanın ikinci uydusu olup olmadığı konusunda hala pek çok tartışmanın konusu olan Lillith ve şu an için 2003’ te bulunmuş olan Sedna gibi.
Eski Türk astrolojisinde dünyadan görünmeyen ama tanrısal bilginin toplumsal sığınağı diye nitelendirilen bazı yörüngelerden bahsedilir. Bunlar ; Neptün Tepmez, Plüton Dugun veya Dugan, Sedna veya henüz bilemediğimiz bir yörünge düzlemi Anmat, Karan dünyanın spekülatif ikinci uydusu Lillith ve çok ilginçtir ki, neredeyse sistemi 84 yılda dolaşan zaman zaman görünen Kontuk isimli noktalara aittir. Elimizdeki bilgiler bu yörünge düzlemlerinin eski Türklerde nasıl bilindiğini açıklayamamaktadır. İlginçtir ki, Nart Hunlarının, Karaçay astrolojisinde Karan diye nitelenen ve astrolojik anlamda soy lekesini gösteren karanlık bir tanrıçayı temsil eden ayın yörüngesi ile kesişen bir nokta vardır. Bu nokta hakkında 1900’lerin başında batı dünyası farklı çalışmalar yapmıştır. Elimizde ne yazık ki, Karaçay Hunlarının 12 gezegen, 36 yıldız grubu ve 12 burçlu sistemi haricinde çok da fazla yazılı kaynak bulunmamaktadır. Hunların bir kolu olan Nart’lar 12 yıllık Çin astrolojisinin hayvan takvimi ile benzerlikleri olan bir sistem kullanmışlardır. Eski Türklerde 36 ara burç, 12 ana burç mevcuttur. Her bir burç 10’ ar derecelik yani 10 günlük birer dekanata ayrılmış, şu an modern batı astrolojisinde kullanılan derin araştırmalarda kullandığımız dekanat ve deka sistemi de ilk olarak Türkler tarafından keşfedilmiştir.
Hatta ilginçtir ki, bir burcun batı astrolojisinde kullandığımız öncü, sabit, değişkenleri ile aynı değerde nitelikleri bulunmaktadır. Eski Türkler, yeni çağda ancak keşfedilen sistemi binlerce yıl önce kullanmışlardır. Hun astrolojisi, 36 yıldız grubu, 36 gökyüzü derecesi, güneşin gökyüzünde hareket ettiği 36 dereceden oluşur. Ortalama her burç 10 ile 12 gün kapsar. İlk burç 21 Mart ile baharın başlangıcı olan Toruk’tur.
Hun inanç sisteminde bir başka önemli sayı ise 9 ‘dur. Kainat’ın 9 kapısından bahsedilmektedir. Bunlardan dünya, Hun dininde güneş ile birlikte 4 sayısını temsil eder. Güneşi de sayarsak Güneş, Merkür, Venüs ve Dünya ile 4 sayısına zaten ulaşırız. İlginç olan şudur ki, modern astronomi 9 Plüton dahil , Kupier kuşağına kadar olan alanda 9 gezegenden oluşan bir astronomik yapıyı kabul eder. Hepimiz ilkokulda öğrenmişizdir ki, güneş sisteminde 9 gezegen vardır ve dünya 3. gezegendir. 4 sayısı aslında Hun Türklerinde “3’ten sonra gelen” olarak kabul edilir. Ve her şey 4 çarpan üzerine çalışır. Bunlar ise ateş, toprak hava ve su 4 kutsal element, ilkbahar, sonbahar, yaz ve kış şeklinde 4 mevsim ile sembolize edilir.
Hun ve Uygur Türklerinde 9 defa 4 güneş yılı yaşayan insan artık yetişkindir. 18 defa 4 güneş yılı yaşayan insan ise, bedeninden artık yaşam enerjisinin çekildiği güçsüz bir bireydir. Bunlarda 9, 4 ve 36 ve onların çarpılmasından oluşan sayılar çeşitli şekilde mitolojik motiflerde görülür. 36; aslında doğumdan itibaren her yıl bir burcu temsil ederek ulaşılan 36 yaş ile ilgilidir. 36 bunları temsil ederken 9; güneş sistemindeki gezegen sayısını , 4 ise gökyüzünde güneşin kendisini göstermiş olduğu 4 evreyi yani mevsimleri temsil eder. Bunun yanında eski Hun kayıtları 9 ve 4 sayısı ve 36’nın çocuk doğumu ve ay döngüsü ile de alakalı olduğunu gösterir. Bildiğimiz bir şey vardır; insan annesinin karnında 36 hafta yani 4×9 ay kalmaktadır.
Gördüğünüz gibi İslam öncesi Türk kültürü, çok derin anlamları olan arketiplere ve mitolojik değerlere sahiptir. Bazı astronomik gerçeklikler mitolojik bilgilerin ışığı altında gizlenmiş, kulaktan kulağa yayılarak tüm toplumun bilincine kazınmıştır. Kültürümüzün derinliklerini incelediğimizde buna benzeyen pek çok ilginç detay ile karşılaşırız. Önümüzdeki günlerde yaptığım bu araştırmanın devamını sizlerle paylaşacağım. Güneşin hareketlerinin, Venüs’ün 8 yıllık özel döngülerinin, gökyüzündeki Jüpiter ve Satürn kavuşumlarının, önemli sosyal olaylara sebebiyet verdiğine dair ilginç bilgilerin detaylarını dizinin devamında yazacağım. Sıra dışı gelen; kültürümüzün tarihsel motiflerinde var olan mitolojik karakterlerin, astronomik ve astrolojik semboller ile örtüşmesidir.
Bugün hala elimizde yazılı kayıtlar çok kısıtlı olmak ile birlikte, toplumsal hafızalara kazınmış bir şekilde bazı gelenekleri takip eden Yakut Türkleri, geçmişten gelen geleneklerimizi devam ettirmekte. Sibirya ötesi halkları diye nitelendirdiğimiz gizemli ve kadim uygulamalara sahip bu halkın aynı gökyüzü hareketlerini incelemeye devam ettiği, eski Hun sistemi ile aynı kozmolojiyi kullandığı bilinmektedir. Öyle ki, Yakut kam’ları ( Şamanları ) bizler ile eş zamanlı olarak bazı astrolojik gezegen döngülerini kullanmaktadır. Şimdi soruyorum; atalarımızın binlerce yıl önceki bilgisi ile şu an bilimsel diye nitelendirdiğimiz gözlemler ile bile 2000’li yılların ortalarında ancak bulduğumuz ve Sedna diye nitelendirdiğimiz gök cismini bilmeleri, Uranüs’ün rotasyonları hakkında kayıt tutmaları ( ki Uranüs gözle görülememektedir ) 1900’lerin başında tüm dünyayı ayağa kaldıran dünyanın ikinci uydusu ile ilgili bilgileri bilmeleri nasıl mümkündür ?
“Hun Türkleri ayrıca karanlıkta olan ve ancak Kuzey’den belli dönemlerde görülen ve göründüğü dönemlerde ise, çok büyük felaketlere sebebiyet veren karanlıkta kalan bir gökcisminden bahsetmişler.”
Hun Türklerinde Güneş döngülerinin yanında Ay döngüleri de çok iyi bilinmektedir. 12 ana burç ve 12 aya karşılık gelmektedir. Ocak’a Başil, Şubat’a Bayrım, Mart’a Ayuznu, Nisan’a Toturnu, Mayıs’a Hıçakay veya Karaçay lisanı ile Hıçauman, Haziran’a Rukkul, Temmuz’a Eliya, Ağustos’a Kırkar, Eylül’e Kırkauz, Ekim’e Etıyık, Kasım’a Abentonkuk veya Karaçayca Abıstol, Aralık’a Endreyük denir.
Bunlar 12 burç ve 12 dolunayı temsil eder. Her bir dolunay diğerinden daha farklı sosyal etkilere sahiptir ve her bir dolunayın önemli etkileri vardır. Bunlar Çinlilerdeki 12 yıllık döngüye sahip olan ve Feng Shui’de kullanılan hayvan takvim sistemindeki gibi, ileriye dönük bireyden ziyade sosyal ve coğrafik nitelikleri, doğa olaylarını, doğa ile ilgili konuları temsil ettiği için kullanmışlardır. Cıl veya Çil yıl demektir. Hun dilinde 12 yıllık takvim devirleri Ciçhan, İynek, Kaplan, Koyan, Çabak, Cilan, At, Koy, Maymul, Kuş, İt ve Tonnuz ‘ olarak nitelendirilmektedirler.
Örnek olarak 14 Şubat 2010’da tüm Çin ve Taoist Asya, Kaplan yılını kutlar iken, Hun takviminde de aynı dönem Kaplan yılına karşılık gelmektedir. Bu yıllar kişilerin doğum karakterini temsil ederken, 36 burçluk, yani 12 burcun her birinin 3 parçaya ayrılmasından ortaya çıkan döngüler de bu dönemdeki etkilerin bireye indirgenmesine imkan verir. Eski Türkler de ve Hun’larda gezegenlerin rotasyonları neredeyse Arap-İslam ve modern astrolojinin atası olan klasik batı astrolojisinden daha da tutarlı idi.
Ayın 27 günlük devirlerini veya Tennir yani Jüpiter’in ortalama 11 yıl 300 günde sistemi dolaştığını bilmekteydiler. Kontuk ( Uranüs ) denilen, gökyüzündeki zaman zaman görülen gizemli cisim için verdikleri tarih 83 yıl 283 gündür. Bu 1780’li yıllarda William Herschel tarafından bulunan Uranüs’ün zaman zaman gerçekten de gökyüzünde çok silik bir yıldız olarak dünyadan göründüğü gerçeğini Hun’ların söylemesi ilginçtir. Ayrıca bir başka ilginç durum da, Anmat denilen, yörünge düzlemi 650 sene olan ve çok uzun bir süreci temsil eden bir cisimden bahsetmeleri ve modern astronominin bunu 2000’ li yıllarda bularak gerçekten 650 yıllık bir yörünge çapına sahip Plüton ötesi Plüton büyüklüğünde bir gezegen ( Sedna ) bulmasıdır.
Hun Türkleri ayrıca karanlıkta olan ve ancak Kuzey’den belli dönemlerde görülen ve göründüğü dönemlerde ise, çok büyük felaketlere sebebiyet veren karanlıkta kalan bir gökcisminden bahsetmişler. Bu gök cisminin ayın yaratılışındaki kardeşi olduğunu ve dünyadan çok uzak bir yerlerde dünyanın etrafında da 9 yılda bir dolaştığını anlatmışlardır. Dünyanın ikinci ayı ile ilgili ilk bilgiyi Toulouse Gözlemevinden, Fransız Astronom Frederic Petit 1846 yılında bildirmiştir.
Cruithne ismi ile anılan bir küçük uydunun dünyanın etrafından dönmekte olduğunu 1986 yılında araştırmışlar ve 1997 yılında varlığından emin olmuşlardır. İlginçtir ki, Cruithne, at nalı şeklinde bir orbite sahiptir ve bu turu 770 yılda tamamlamaktadır. Her 385 yılda bir, dünyaya en yakın noktaya gelmektedir. Bir dahaki en yakın ziyareti 2285 yılında olacaktır. At nalının Türk inanışlarında da çok büyük önemi olduğunu hatırlatmakta fayda olduğunu düşünüyorum. Folklorik yapı içine sinmiş Türk değerlerinde, göksel sembolleri görmek mümkün. Türk Mitolojisinin göksel ifadeleri gerçekten bizlere pek çok bilginin kapılarını aralamaktadır.
Nasa, 1980’ lerin ortalarında dünya ve ay sistemine bağlı olduğunu düşündüğü, Venüs ile dünya arasında bir küçük asteroidin varlığından bahsetmiştir. Hatta o yıllarda bu asteroidin dünyanın ikinci uydusu olabileceği konusunda önemli tartışmalar çıkmış, fakat bu gökcisminin eldeki teknik imkanlar ile yeterince görünememesi ve birkaç kez tespiti haricinde de istikrarlı bir yapı çizmemesi sebebi ile adlandırılamamıştır. Bulunan bu gökcismi tuhaf bir şekilde güneşi tam anlamı ile yansıtmamakta, bu sebepten dolayı da bizlerin astronomik gözlemlerde çok güçlü teleskoplarda kullandığımız ışık toplayıcı aynalar tarafından da görülememektedir. Eski Türklerin bu cisme Karan , karanlıkta olan görünemeyen ismini vermesi de ilginçtir. Venüs’e ise Çolpan diyen Hunların, Pleides takımyıldızına Ülgen dediği bilinmektedir.
Şu an için kadim Çin kültürüne, bazı Moğol kavimlerine, Hintlilere mal edilen pek çok düşüncenin ilk çıktığı yer Orta Asya’daki eski Türk kavimleridir. Destanlarımız astronomik ve astrolojik gözlemlerle doludur. Avrupa da kavimler neredeyse yontma taş çağında iken ve Yunan düşünürleri daha yaşamamış iken eski Türklerin yıldız-biliciliği, gökyüzü takvimleri ve gökyüzü gözlemleri vardı. Tıpkı mayalar gibi. Bu bilgiler de kültürel emperyalizm sebebi ile çeşitli kültürlerin bulduğu ve bizlerin yeniden onlardan çok büyük emek ve güç ile geri aldığımız bilgiler oldu. Eski Türk kavimlerinde astroloji veya yıldız bilimi evrenin en önemli algılayış biçimlerinden biri idi. Bunu yaradılış, türeyiş ve Ergenekon destanlarında da görürüz.
Bu destanlar çeşitli mitolojik hikâyeler gibi görünse de her mitolojik hikâyenin altında yatan bir gerçeklik de bulunmaktadır. Bazı hikayeler zamanla değişime uğramak ile birlikte, masalsı bir anlayış ile, hayatı görebilmek ve kuşaktan kuşağa gelen gelenek ile bu bilgiyi aktarmak, zaten mitolojinin dili değil midir? Yaratılış destanı Alp Er Tunga destanı, Göktürk destanı ve Türeyiş destanı gibi pek çok destandaki mitolojik hikayeler de zaten astronomik ve gökyüzü hareketleri ile ilgili pek çok bilgi de saklıdır. İslamiyet öncesi tarihimizde gökyüzü gözlemlerini fazlası ile kullanan bizleriz, fakat bunlar unutturuldu. Eski Türk destanlarında hükümdarların doğuşu çeşitli mitolojik hikayeler ve efsaneler ile süslenmiştir. Türk halklarının eski ortak inancı Tengricilik’ten gelen bilgiler enteresandır.
Türk mitolojisinde var olan belli karakterlerin, gökyüzündeki semboller ile bağlantıları çok ilginçtir. Mesela Ülgen ülkesi, İslami ismi ile Ülker, Japonca ismi ile Subaru bir diğer ismi ile Süreyya Takımyıldızı, yedi kız kardeş olarak da bilinen Boğa takımyıldızındaki Pleides yıldız grubunu temsil eder. Ve bu 7 yıldız eski Türkler için en kutsal yıldız grubudur. Aynı şekilde Kurt Asena ile gökyüzünün en parlak yıldızı avcının köpeği diye nitelendirilen Canis Major’ün en parlak yıldızı Sirius arasında anlamlı bağlantılar bulunmaktadır. Sirius yıldızı –Güneş hariç- dünyadan görünen en parlak yıldızdır. Eski Mısır mitolojisinde İsis diye nitelendirilen bu yıldızın enteresandır ki, sembollerinden biri de köpek başlı heykellerdir.
Bunun haricinde gökyüzü hareketleri ve o dönemde gökyüzünde oluşan görüntüler Türk mitolojisindeki hikâyelerde çeşitli şekillerde kaydedilmiştir. Türklerin eski inançlarında kurt kutsal sayılır. Ortak türeyiş efsanelerinde dişi kurt sembolizmi bulunmaktadır. Bozkurt, Canis Major önemli bir semboldür. Bu sembol dünyanın sembol havuzunda önemli bir yere sahiptir. Gökyüzü tarafından gönderilen Asena adındaki bir dişi kurdun efsanesi günümüze kadar gelmiştir. Kurt resimleri pek çok Türk kavminin bayraklarında yer almış, ordunun başındaki kişilere ise Kök-Böri denmiştir. Kök eski Türkçede Gök demektir. Böri ise Kurt demektir. Bunun yanında bu konuya ait yazılı bilgileri pek çok mitolojik hikayenin haricinde de, M.S 6. yy’ dan kalan Bugut dikilitaşına kazınmış kurt kabartmalarından da görürüz.
Türk destanlarındaki Ülgen – Ülker veya Pleides takımyıldızı- tanrısal bir gücü temsil ederken, gök tanrının yaşadığı yer ve bir mekan olarak da nitelendirilmektedir.
Orta Asya astrolojisinin milattan önceki dönemlerde kullanıldığı bilinmektedir. Büyük Hun imparatorluğunun astroloji sistemi var olmuş olmasına rağmen, Türk boylarının hepsinin yaşamış olduğu fırtınalı ve zor dönemler sebebi ile bu sistemin kültürel varlığının tüm dünyaya tanıtılması pek de mümkün olmamıştır. Ancak, Orta Asya’da Hun ve Hun sonrası takvimler, ilk takvimler olarak kabul edilebilir. Haldey’ler ise gözlemleyebildikleri gökyüzü cisimlerinin dönüşlerini öğrenerek bugün için bile geçerli olan güneş ve ay takvimleri yapmışlardı. İleriki zamanlarda mevsim döngüleri, zirai uygulamalar ve göç zamanlarının belirlenmesi için de bu takvimler kullanılmıştır.
Eski zamanlarda yaşayan Türk halkları Güneş’ e Kün, Ay’ a Ay, Merkür’ e Cüzen, Mars’a Cetegey, Jüpiter’e Tennir, Satürn’ e ise Keram ismini vermişlerdir. Tuhaf olan şudur ki, elimizde az da olsa bulunan kanıtlardan anlaşılır ki, bazı Türk efsanelerinde varlığı geçtiğimiz yüzyıl içinde yeni yeni bulunan pek çok gökcisminden bahsedilmektedir. Batının 1939‘da bulmuş olduğu Plüton isimli gökcismi, 1846’da bulunan Neptün, 1781’de bulunan Uranüs, dünyanın ikinci uydusu olup olmadığı konusunda hala pek çok tartışmanın konusu olan Lillith ve şu an için 2003’ te bulunmuş olan Sedna gibi.
Eski Türk astrolojisinde dünyadan görünmeyen ama tanrısal bilginin toplumsal sığınağı diye nitelendirilen bazı yörüngelerden bahsedilir. Bunlar ; Neptün Tepmez, Plüton Dugun veya Dugan, Sedna veya henüz bilemediğimiz bir yörünge düzlemi Anmat, Karan dünyanın spekülatif ikinci uydusu Lillith ve çok ilginçtir ki, neredeyse sistemi 84 yılda dolaşan zaman zaman görünen Kontuk isimli noktalara aittir. Elimizdeki bilgiler bu yörünge düzlemlerinin eski Türklerde nasıl bilindiğini açıklayamamaktadır. İlginçtir ki, Nart Hunlarının, Karaçay astrolojisinde Karan diye nitelenen ve astrolojik anlamda soy lekesini gösteren karanlık bir tanrıçayı temsil eden ayın yörüngesi ile kesişen bir nokta vardır. Bu nokta hakkında 1900’lerin başında batı dünyası farklı çalışmalar yapmıştır. Elimizde ne yazık ki, Karaçay Hunlarının 12 gezegen, 36 yıldız grubu ve 12 burçlu sistemi haricinde çok da fazla yazılı kaynak bulunmamaktadır. Hunların bir kolu olan Nart’lar 12 yıllık Çin astrolojisinin hayvan takvimi ile benzerlikleri olan bir sistem kullanmışlardır. Eski Türklerde 36 ara burç, 12 ana burç mevcuttur. Her bir burç 10’ ar derecelik yani 10 günlük birer dekanata ayrılmış, şu an modern batı astrolojisinde kullanılan derin araştırmalarda kullandığımız dekanat ve deka sistemi de ilk olarak Türkler tarafından keşfedilmiştir.
Hatta ilginçtir ki, bir burcun batı astrolojisinde kullandığımız öncü, sabit, değişkenleri ile aynı değerde nitelikleri bulunmaktadır. Eski Türkler, yeni çağda ancak keşfedilen sistemi binlerce yıl önce kullanmışlardır. Hun astrolojisi, 36 yıldız grubu, 36 gökyüzü derecesi, güneşin gökyüzünde hareket ettiği 36 dereceden oluşur. Ortalama her burç 10 ile 12 gün kapsar. İlk burç 21 Mart ile baharın başlangıcı olan Toruk’tur.
Hun inanç sisteminde bir başka önemli sayı ise 9 ‘dur. Kainat’ın 9 kapısından bahsedilmektedir. Bunlardan dünya, Hun dininde güneş ile birlikte 4 sayısını temsil eder. Güneşi de sayarsak Güneş, Merkür, Venüs ve Dünya ile 4 sayısına zaten ulaşırız. İlginç olan şudur ki, modern astronomi 9 Plüton dahil , Kupier kuşağına kadar olan alanda 9 gezegenden oluşan bir astronomik yapıyı kabul eder. Hepimiz ilkokulda öğrenmişizdir ki, güneş sisteminde 9 gezegen vardır ve dünya 3. gezegendir. 4 sayısı aslında Hun Türklerinde “3’ten sonra gelen” olarak kabul edilir. Ve her şey 4 çarpan üzerine çalışır. Bunlar ise ateş, toprak hava ve su 4 kutsal element, ilkbahar, sonbahar, yaz ve kış şeklinde 4 mevsim ile sembolize edilir.
Hun ve Uygur Türklerinde 9 defa 4 güneş yılı yaşayan insan artık yetişkindir. 18 defa 4 güneş yılı yaşayan insan ise, bedeninden artık yaşam enerjisinin çekildiği güçsüz bir bireydir. Bunlarda 9, 4 ve 36 ve onların çarpılmasından oluşan sayılar çeşitli şekilde mitolojik motiflerde görülür. 36; aslında doğumdan itibaren her yıl bir burcu temsil ederek ulaşılan 36 yaş ile ilgilidir. 36 bunları temsil ederken 9; güneş sistemindeki gezegen sayısını , 4 ise gökyüzünde güneşin kendisini göstermiş olduğu 4 evreyi yani mevsimleri temsil eder. Bunun yanında eski Hun kayıtları 9 ve 4 sayısı ve 36’nın çocuk doğumu ve ay döngüsü ile de alakalı olduğunu gösterir. Bildiğimiz bir şey vardır; insan annesinin karnında 36 hafta yani 4×9 ay kalmaktadır.
Gördüğünüz gibi İslam öncesi Türk kültürü, çok derin anlamları olan arketiplere ve mitolojik değerlere sahiptir. Bazı astronomik gerçeklikler mitolojik bilgilerin ışığı altında gizlenmiş, kulaktan kulağa yayılarak tüm toplumun bilincine kazınmıştır. Kültürümüzün derinliklerini incelediğimizde buna benzeyen pek çok ilginç detay ile karşılaşırız. Önümüzdeki günlerde yaptığım bu araştırmanın devamını sizlerle paylaşacağım. Güneşin hareketlerinin, Venüs’ün 8 yıllık özel döngülerinin, gökyüzündeki Jüpiter ve Satürn kavuşumlarının, önemli sosyal olaylara sebebiyet verdiğine dair ilginç bilgilerin detaylarını dizinin devamında yazacağım. Sıra dışı gelen; kültürümüzün tarihsel motiflerinde var olan mitolojik karakterlerin, astronomik ve astrolojik semboller ile örtüşmesidir.
Bugün hala elimizde yazılı kayıtlar çok kısıtlı olmak ile birlikte, toplumsal hafızalara kazınmış bir şekilde bazı gelenekleri takip eden Yakut Türkleri, geçmişten gelen geleneklerimizi devam ettirmekte. Sibirya ötesi halkları diye nitelendirdiğimiz gizemli ve kadim uygulamalara sahip bu halkın aynı gökyüzü hareketlerini incelemeye devam ettiği, eski Hun sistemi ile aynı kozmolojiyi kullandığı bilinmektedir. Öyle ki, Yakut kam’ları ( Şamanları ) bizler ile eş zamanlı olarak bazı astrolojik gezegen döngülerini kullanmaktadır. Şimdi soruyorum; atalarımızın binlerce yıl önceki bilgisi ile şu an bilimsel diye nitelendirdiğimiz gözlemler ile bile 2000’li yılların ortalarında ancak bulduğumuz ve Sedna diye nitelendirdiğimiz gök cismini bilmeleri, Uranüs’ün rotasyonları hakkında kayıt tutmaları ( ki Uranüs gözle görülememektedir ) 1900’lerin başında tüm dünyayı ayağa kaldıran dünyanın ikinci uydusu ile ilgili bilgileri bilmeleri nasıl mümkündür ?
“Hun Türkleri ayrıca karanlıkta olan ve ancak Kuzey’den belli dönemlerde görülen ve göründüğü dönemlerde ise, çok büyük felaketlere sebebiyet veren karanlıkta kalan bir gökcisminden bahsetmişler.”
Hun Türklerinde Güneş döngülerinin yanında Ay döngüleri de çok iyi bilinmektedir. 12 ana burç ve 12 aya karşılık gelmektedir. Ocak’a Başil, Şubat’a Bayrım, Mart’a Ayuznu, Nisan’a Toturnu, Mayıs’a Hıçakay veya Karaçay lisanı ile Hıçauman, Haziran’a Rukkul, Temmuz’a Eliya, Ağustos’a Kırkar, Eylül’e Kırkauz, Ekim’e Etıyık, Kasım’a Abentonkuk veya Karaçayca Abıstol, Aralık’a Endreyük denir.
Bunlar 12 burç ve 12 dolunayı temsil eder. Her bir dolunay diğerinden daha farklı sosyal etkilere sahiptir ve her bir dolunayın önemli etkileri vardır. Bunlar Çinlilerdeki 12 yıllık döngüye sahip olan ve Feng Shui’de kullanılan hayvan takvim sistemindeki gibi, ileriye dönük bireyden ziyade sosyal ve coğrafik nitelikleri, doğa olaylarını, doğa ile ilgili konuları temsil ettiği için kullanmışlardır. Cıl veya Çil yıl demektir. Hun dilinde 12 yıllık takvim devirleri Ciçhan, İynek, Kaplan, Koyan, Çabak, Cilan, At, Koy, Maymul, Kuş, İt ve Tonnuz ‘ olarak nitelendirilmektedirler.
Örnek olarak 14 Şubat 2010’da tüm Çin ve Taoist Asya, Kaplan yılını kutlar iken, Hun takviminde de aynı dönem Kaplan yılına karşılık gelmektedir. Bu yıllar kişilerin doğum karakterini temsil ederken, 36 burçluk, yani 12 burcun her birinin 3 parçaya ayrılmasından ortaya çıkan döngüler de bu dönemdeki etkilerin bireye indirgenmesine imkan verir. Eski Türkler de ve Hun’larda gezegenlerin rotasyonları neredeyse Arap-İslam ve modern astrolojinin atası olan klasik batı astrolojisinden daha da tutarlı idi.
Ayın 27 günlük devirlerini veya Tennir yani Jüpiter’in ortalama 11 yıl 300 günde sistemi dolaştığını bilmekteydiler. Kontuk ( Uranüs ) denilen, gökyüzündeki zaman zaman görülen gizemli cisim için verdikleri tarih 83 yıl 283 gündür. Bu 1780’li yıllarda William Herschel tarafından bulunan Uranüs’ün zaman zaman gerçekten de gökyüzünde çok silik bir yıldız olarak dünyadan göründüğü gerçeğini Hun’ların söylemesi ilginçtir. Ayrıca bir başka ilginç durum da, Anmat denilen, yörünge düzlemi 650 sene olan ve çok uzun bir süreci temsil eden bir cisimden bahsetmeleri ve modern astronominin bunu 2000’ li yıllarda bularak gerçekten 650 yıllık bir yörünge çapına sahip Plüton ötesi Plüton büyüklüğünde bir gezegen ( Sedna ) bulmasıdır.
Hun Türkleri ayrıca karanlıkta olan ve ancak Kuzey’den belli dönemlerde görülen ve göründüğü dönemlerde ise, çok büyük felaketlere sebebiyet veren karanlıkta kalan bir gökcisminden bahsetmişler. Bu gök cisminin ayın yaratılışındaki kardeşi olduğunu ve dünyadan çok uzak bir yerlerde dünyanın etrafında da 9 yılda bir dolaştığını anlatmışlardır. Dünyanın ikinci ayı ile ilgili ilk bilgiyi Toulouse Gözlemevinden, Fransız Astronom Frederic Petit 1846 yılında bildirmiştir.
Cruithne ismi ile anılan bir küçük uydunun dünyanın etrafından dönmekte olduğunu 1986 yılında araştırmışlar ve 1997 yılında varlığından emin olmuşlardır. İlginçtir ki, Cruithne, at nalı şeklinde bir orbite sahiptir ve bu turu 770 yılda tamamlamaktadır. Her 385 yılda bir, dünyaya en yakın noktaya gelmektedir. Bir dahaki en yakın ziyareti 2285 yılında olacaktır. At nalının Türk inanışlarında da çok büyük önemi olduğunu hatırlatmakta fayda olduğunu düşünüyorum. Folklorik yapı içine sinmiş Türk değerlerinde, göksel sembolleri görmek mümkün. Türk Mitolojisinin göksel ifadeleri gerçekten bizlere pek çok bilginin kapılarını aralamaktadır.
Nasa, 1980’ lerin ortalarında dünya ve ay sistemine bağlı olduğunu düşündüğü, Venüs ile dünya arasında bir küçük asteroidin varlığından bahsetmiştir. Hatta o yıllarda bu asteroidin dünyanın ikinci uydusu olabileceği konusunda önemli tartışmalar çıkmış, fakat bu gökcisminin eldeki teknik imkanlar ile yeterince görünememesi ve birkaç kez tespiti haricinde de istikrarlı bir yapı çizmemesi sebebi ile adlandırılamamıştır. Bulunan bu gökcismi tuhaf bir şekilde güneşi tam anlamı ile yansıtmamakta, bu sebepten dolayı da bizlerin astronomik gözlemlerde çok güçlü teleskoplarda kullandığımız ışık toplayıcı aynalar tarafından da görülememektedir. Eski Türklerin bu cisme Karan , karanlıkta olan görünemeyen ismini vermesi de ilginçtir. Venüs’e ise Çolpan diyen Hunların, Pleides takımyıldızına Ülgen dediği bilinmektedir.