Toz Görünümlü Tohumlar
Toz Görünümlü Tohumlar
Haşhaşların ve aslanağızlarının meyvaları rüzgarla sallandıkları zaman etrafa binlerce incecik tohum serperler. Bu tohumlar öyle küçüktür ki, havada uçan toz taneciklerine benzer. Bu bitkilerde tohumların bulunduğu kapsüllerin üst kısımlarında gözenekler vardır. Gözenekleri tuzluğun üst kısımlarındaki deliklere benzetmek mümkündür. Öyle ki geçtiğimiz yüzyılın başında tuzluğu icad eden R.H. France da bu bitkilerdeki ustalıkla yapılmış sistemden esinlenmiştir.
30
Orkidelerinse üç tohum kabı olan kapsülleri vardır. Bu kapsüller olgunlaştıkları zaman etrafa incecik, küçük tohumlarını toz bulutları halinde saçarak patlarlar. Tohumların hiçbir ağırlıkları yoktur. Hiçbir besin depoları yoktur. Hatta embriyo henüz tam olarak oluşmamıştır bile. Yeşerebilmek için orkide tohumlarının çok özel şartlar bulmaları gerekmektedir. Bu, bir dezavantaj değildir. Çünkü orkide tohumlarının sayısı inanılmaz derecede çoktur.
31
Üstteki resimde görülen ve tohum kesiti görülen haşhaş gibi bitkilerin meyveleri rüzgarla sarsıldıkları zaman etrafa binlerce incecik tohum bırakırlar. Yandaki resimde ise haşhaş bitkisinin çiçeği görülmektedir.
Aslanağzı ve tohumları
Tüy Görünümlü Tohumlar
Tıpkı paraşütlü tohumlar gibi tüylü olanlar da doğrudan yere düşmezler. Ana bitkiden ayrılmak için rüzgarın onları sallamasını beklerler. Bu tohumlara örnek olarak filbaharını
(Clematite) verebiliriz. Pampa otu
(Perbe de la pampa) gibi uzun tüylü olan bitkiler de, bayrak gibi rüzgarda dalgalanırlar. Bu tüyümsü yapıları ile tohumlar rüzgarla birlikte uzaklara taşınabilirler.
32
Filbaharı (Clematite) bitkisinde (en soldaki resim) döllenmeden sonra her meyve ile birlikte bu türe özgü bir stilde şık tüyler ortaya çıkar. Üstteki iki resimde ise pamuk bitkisinin tohumları görülmektedir.
Tohumlarını Suyla Dağıtan Bitkiler
Kumsala ulaştığı için çimlenmeye başlayan hindistan cevizi bitkisi.
Deniz ya da ırmak kenarında yetişen bitkiler, tohumlarını suyu kullanarak dağıtırlar. Bu tür bitkiler suya dayanıklı olmalarını sağlayan çok özel yapılara sahiptir. Su geçirmeyen ve suda batmayan, uzun bir deniz yolculuğundan sonra bile yeşerme özelliğini kaybetmeyecek kadar dayanıklı olmalarını sağlayan bir tasarımları vardır.
Tohumlarını suyla dağıtan bitkilerin tohumlarındaki su geçirmezlik özelliği kalın ve cilalı dış tabaka ile sağlanmıştır. Suda batmazlık özelliği ise bazen bir hava odası ile bazen havadar süngerimsi bir yapı ile, bazen de küçük tohumlardaki gibi yüzey geriliminin kullanılması ile sağlanır.
Hindistan cevizi, tohumlarını suyla yayan bitkilerden biridir. Tohum, taşımanın güvenli olması için sert bir kabuğun içine yerleştirilmiştir. Bu sert kabuğun içinde uzun bir yolculuk için -su da dahil olmak üzere- ihtiyaç duyulan herşey hazırdır. Dış tarafı ise tohumun sudan zarar görmemesi için oldukça sert bir dokumayla kaplanmıştır. Hindistan cevizi tohumlarının en dikkat çekici özelliklerinden biri ise suda yüzebilmelerini ve batmamalarını sağlayan hava boşluklarına sahip olmalarıdır. Bütün bu özellikleriyle hindistan cevizi tohumları yüzlerce kilometrelik geniş bir alan içinde okyanus akıntılarıyla taşınabilme imkanına sahiptir. Tohum kıyıya ulaştığında filizlenmeye başlar ve bir hindistan cevizi ağacı olarak yetişir.
33
Hindistan cevizleri, deniz akıntıları ile yayılma konusunda en başarılı bitkilerdendir. Bu büyük oval çekirdek dünyanın bütün tropikal kıyılarında bulunur. Hindistan cevizinin batmamasını sağlayan asıl neden lişi bir meyve olmasıdır. Çünkü hava, bitkinin lişeri arasına hapsolmuştur.Hindistan cevizinin dış kabuğu düz, cilalı ve su geçirmezdir. Bu özellikleri ile bitki, deniz üzerinde aylarca yüzebilir.
34
Tropikal enlemlerde seyahat eden tohumlardan başka biri de büyük baklagil tohumlarından olan deniz fasulyeleridir. Çok kalın ve su geçirmez olan dış kılışarı ve çok uzun yaşayabilme özellikleri sayesinde bu tohumlar seyahat eden bitkiler arasında en iyileridir. Tohumlarında ya da tohumları içeren meyvelerin içinde bulunan hava odaları sayesinde denizde batmazlar. Deniz fasulyelerinin tohumları hindistan cevizininkiler kadar büyük değildir ve taşıma işleminde sadece nehirleri kullanır.
35
Hindistan cevizi ağacı oldukça büyük olan tohumlarını su vasıtası ile dağıtır. Tohumların büyüklüğü yolculuk sırasında gerekli olan yedek besin deposunun miktarını belirler.
Bundan başka
Caesalpinia bonduc adlı bitkinin tohumları da deniz akıntıları sayesinde çok uzaklara kadar gidebilir. Yuvarlak ve gri renkteki bu küçük tohum, kalın kılıfının altında bulunan hava odası sayesinde suda batmaz. Yıllarca denizde kalabilir ve bu süre boyunca yeşerme özelliğini kaybetmeksizin dayanabilir.
Tropikal bir Afrika bitkisi olan
Entada gigas tohumları ise kalp şeklinde çok ilginç bir yapıya sahiptir. Tohumlar çok büyük boyutlardaki etli kısmın içerisinde yetişir. Su kenarları boyunca yetişen bu bitki şiddetli yağmurlarla taşınarak Atlantik Okyanusu'na kadar ulaşır. Bu şekilde yıllar süren yolculuklarına çıkan tohumlar, Avrupa'ya, Meksika Körfezi'ne ve şorida'ya kadar giderler. Ve ulaştıkları yerde yeni bir bitki olarak yetişirler.
Tohumlarını suyla yayan başka bir bitki türü de
Pancratium maritimum yani deniz zambağıdır. Akdeniz'in ve Atlantik'in kumlu sahillerinde görülen bitkinin yayılması, köşemsi yapıdaki siyah ve olağanüstü hafif tohumları ile olur. Tohumların dış kılıfı yosun gibi bir yapıya sahiptir.
36
Nasturtium (tere) benzeri bitkilerin tohumları hidrofob (su geçirmeyen) bir cila ile kaplıdır. Bu cila, onların suyun yüzey gerilimini kullanmalarını ve dolayısıyla batmamalarını sağlamaktadır. Bu sayede bitkilerin tohumları ırmakları yüzerek geçebilmektedir.
37
Suyu kullanarak tohumlarını dağıtan bitkiler kendi ağırlıklarını azaltıcı ve yüzey alanlarını artırıcı bir yapıya sahiptir. Havayla dolu, su üzerinde yüzen bu yapı genellikle meyvelerde ve tohumlarda bulunur. Yüzen dokunun birkaç değişik şekli olabilir. Havayla dolu olan hücrelerde içi boşluklu süngerimsi bir yapı olabildiği gibi hücre aralarındaki boşlukları yok edecek şekilde tohumun içine hava hapsolmuş bir yapı da olabilir. Tohumlar işte bu yapılar sayesinde yüzerler. Bundan başka yüzen dokunun hücre duvarları, suyun içeriye girmesini engelleyecek bir yapıya sahip olmalıdır. Ayrıca bitkinin bilgilerinin saklandığı embriyoyu korumak için de bir iç katman vardır.
38 Tohumlardaki bu açık tasarım Allah'ın yeryüzünde yarattığı sayısız yaratılış delilinden yalnızca bir tanesidir.
Bazı bitkilerin tohumları oldukça büyüktür ve üreyebilmek için suya ihtiyaç duyarlar. Bu tür bitkilerin tohumlarında ihtiyaçları olan herşey vardır. Örneğin yolculuklarında yetecek miktarda besin deposu, yüzmelerini sağlayacak hava yastıkları, yağlı yüzey bu tohumlardaki tasarımın detaylarından birkaç tanesidir.
Bir tür palmiye ağacı olan
Coco de mer (
Coco de fesse olarak da bilinir) bitkisi 20 kg ağırlığa kadar tohum üretebilmektedir. Bu ağır tohum suda bir nevi hava kapanı sayesinde yüzer. Tohumda bulunan suyu iten yağlar ve kimyasallar, su geçirmeme özelliğini artırır. (üstte ki resim)
Bu bölümde verilen örneklerde de görüldüğü gibi, su yoluyla üreyen bitkilerdeki en önemli özellik, tohumların tam karaya ulaştıkları zaman açılmalarıdır. Aslında bu son derece ilginç ve istisnai bir durumdur çünkü bilindiği gibi bitki tohumları genellikle suya değdikleri anda çimlenmeye başlarlar. Ama bu durum söz konusu bitkiler için geçerli değildir. Tohumlarını suyla taşıyan bitkiler özel tohum yapıları sayesinde bu konuda ayrıcalıklıdırlar. Eğer bu bitkiler de diğerleri gibi suyu görür görmez hemen çimlenmeye başlasalardı, soyları çoktan tükenmiş olurdu. Oysa yaşadıkları şartlara uygun mekanizmaları sayesinde bu bitkiler varlıklarını rahatlıkla sürdürebilmektedir.
Yeryüzündeki tüm bitkiler kendileri için en uygun yapılara sahiptir. Her türe özgü istisnai özellikler akla, "nasıl olup da her tür bitkinin ihtiyaçlarıyla yaşadıkları ortamın özellikleri birebir uyumludur ve bu özellikler nasıl ortaya çıkmıştır?" sorularını getirecektir.
Tohumlarını suyla dağıtan bitkileri örnek alarak düşünecek olursak, bu bitkilerin tesadüfen ortaya çıkmış olamayacaklarını bir kere daha bütün açıklığı ile görürüz. Bu bitkilerin tohumlarının suda uzun süre kalabilmek için normalden daha dayanıklı bir yapıya ihtiyaçları vardır; bu yüzden kabukları oldukça kalındır ve embriyoyu sudan koruyacak özel bir yapıları vardır. Böyle bir yapının tesadüşerle, bitkinin kendi müstakil çabalarıyla var olamayacağı açıktır. Ayrıca tohumların uzun yolculukları sırasında normalden daha fazla besine ihtiyaçları olacaktır ve tam gerektiği kadar besin, bu tohumların içine yerleştirilmiştir. Elbette ki bu da tesadüfen ortaya çıkamayacak bir özelliktir. Bir bitkinin yolculuk süresini ve besin ihtiyacını hesaplayıp, gereken miktarı tohumunun içine yerleştiremeyeceği apaçık bir gerçektir. Bu bitkilerin tohumları tüm diğer bitkilerin aksine suda bulundukları süre içinde çimlenmez ancak tam karaya geldikleri anda çimlenmeye başlarlar. Böyle bir zamanlamanın da tesadüfen gerçekleşmesi olanaksızdır.
Bu hassas hesap ve ölçülerin tümü, tohumları yaratan, onların her türlü ihtiyaçlarını ve özelliklerini bilen, sonsuz akıl ve bilgi sahibi olan Allah tarafından kusursuzca tasarlanmıştır. Allah herşeyi bir ölçü ile yarattığını ayetlerinde şöyle bildirmektedir:
Yere (gelince,) onu döşeyip-yaydık, onda sarsılmaz-dağlar bıraktık ve onda herşeyden ölçüsü belirlenmiş ürünler bitirdik. (Hicr Suresi, 19)
Mangrov ormanları hem bitki hem de hayvan çeşitliliği açısından dünyadaki en verimli bölgelerden biridir. Genellikle sakız ağaçlarının biraraya gelmesiyle oluşurlar. Bu bölgelerde yetişen Rhizophora ve Ceriops gibi bitkilerin son derece ilginç bir üreme şekli vardır. Bu bitkilerin havada gelişen kökleri, yay gibi eğilerek alüvyonların ve balçığın içerisine saplanır. Tohumlarıysa daha anne bitkiden ayrılmadan yeşermeye başlar ve filiz haline gelir. Belli bir süre sonra bu filizler de balçığın içine düşerler. Filizler düşer düşmez çok hızlı bir şekilde köklenmeye başlarlar. Böylece çevre şartlarıyla sürüklenme ve kaybolup gitme riski de baştan yok edilmiş olur. (Grains de Vie, s. 40)
Tohumlarını Başkalarına Taşıtarak Dağıtan Bitkiler
Otların içinde yürüdüğünüzde giysinize takılan, köpeğinizin tüylerine yapışan tohumlar bu taşınma işlemi için tasarlanmış özel yapılara sahiptir. İğneler, çengeller, olta ve dikenler bu bitkilerin hareket eden cisimlere yapışmasını sağlayan yapılardan birkaçıdır. Bazı türlerde ise bunların yerine dikkat çekici koku, renk ya da lezzete sahip meyveler vardır. Bu meyveler hayvanları cezbedebilmek, tohumları taşımalarını sağlamak için süslenerek dizayn edilmiş gibidirler. Renk, koku, şekil ve sunuş bakımından kusursuzdurlar. Şeker, su, enerji ve mineral tuzlar bakımından zengin olan meyveler hayvanlar için her yönden caziptir. Bu meyveleri yiyen hayvanlar tohumların açığa çıkmasını sağlayarak bitkilerin çoğalmasına büyük yardımda bulunmuş olurlar. Bu sayede söz konusu bitkiler taşıyıcılar vasıtasıyla çok geniş alanlara dağılabilirler.
Karıncalar ve Tohumlar Arasındaki Uyumlu İlişki
[SOLAAL]
[/SOLAAL]
6 veya 7 cm boyutlarında olan Ibicella lutea (Martynia lutea)'nın meyvesinin yandaki resimde görüldüğü gibi iki tane caydırıcı görüntüye sahip çengeli vardır. Bu, bitki için iyi bir korunma sağlar çünkü çengeller sayesinde hiçbir hayvan bu meyveyi yemeye cesaret edemez. Meksika çalılıklarında yetişen bu tohumlar, çengellerini kullanarak yakınlarından geçen hayvanların ayaklarına takılır ve bu şekilde yer değiştirirler. (Grains de Vie, s.45)
Biraz önce de belirttiğimiz gibi, bazı bitkilerin üremeleri hayvanlara bağlıdır çünkü tohumları hayvanlar tarafından taşınır. Bu dağıtım şekli hayvanlar ve bitkiler arasında dikkat çekici bir birlikteliğin ve uyumun var olduğunu gösterir. Örnek olarak çevresi yağlı, yenilebilir bir dokuyla kaplı olan bir tohumu ele alalım. İlk bakışta alelade gelebilecek bu yağlı doku, gerçekte bitkinin neslinin devamlılığı açısından çok önemli bir detaydır. Çünkü bu özellik karıncaların söz konusu bitkiye ilgi duymasına sebep olmaktadır. Bu bitkilerin üremesi pek çok bitkiden farklı olarak karıncalar vasıtasıyla gerçekleşir.
Hemen her bitkide olduğu gibi bu türün tohumunun da filizlenebilmesi için toprağın altına girmesi gerekmektedir. Ayrıca tohumun iç kısmında bulunan ve filizlenmeyi gerçekleştirecek olan bölümün de açığa çıkması gerekmektedir. Bitki bu ihtiyaçlarını kendisi karşılayamaz ama bunları onun için yapan karıncalar vardır. Bu bitkilerin tohumlarındaki yağlı doku, taşıyıcı karıncalar için çok cazip bir yiyecektir. Karıncalar bunları büyük bir istekle toplayıp yuvalarına taşırlar. Böylece ilk aşamada hiç bilmeden tohumu toprağın altına gömmüş olurlar.
Bundan sonra bitki için önemli olan ikinci bölüm başlamaktadır. Karıncalar binbir zahmetle tohumları yuvalarına taşımalarına rağmen sadece kabuğunu yer, etli iç kısmını bırakırlar. Bu sayede hem karınca besin elde etmiş, hem de bitkinin üremesini sağlayacak bölüm toprak altına inmiş olur.
40
Peki karınca ve tohum arasındaki bu uyum nasıl ortaya çıkmıştır?
Karıncanın bunu bilinçli olarak yaptığı yani bitkinin üremesi için neyin gerekli olduğunu bildiği ve buna göre hareket ettiği gibi bir düşünce elbette ki mantıken kabul edilemez. Ya da karıncanın bir gün tesadüfen tohumu keşfettiği, bunu toprağın altına götürüp yediği, sonra da buradan bir bitkinin çıktığını görüp bu işlemi devam ettirdiği, çevresindeki karıncalara bunu öğrettiği, kendinden sonraki nesillere de bir şekilde bunu yapmaları gerektiğini haber verdiği gibi bir tez öne sürmek de elbette ki akılcılıktan ve bilimsellikten tamamen uzak olacaktır.
Bitkinin de üremek için bu karınca türünün hoşuna gidecek özellikleri bir şekilde öğrendiği ve tohumunu bu özelliklere uygun hale getirdiği, karıncayla aynı ortamda bulunmayı ayarladığı gibi bir iddia da bilimsel açıdan hiçbir geçerliliği olmayan bir safsata olmaktan öteye gidemeyecektir.
(Sol resim) Buğdaygillerden olan yabani arpa (Hordeum murinum) kılçıklarla kaplıdır ve özel bir tutunma sistemi vardır. Bu sistem o kadar etkilidir ki yapılan her harekette tohum tutunmuş olduğu yere daha da sağlamlaşarak yapışır. Bu arada dikenlerinin ucundaki mikro-kabuklar sayesinde de diplerdeki tohumları gelebilecek her türlü tehlikeye karşı korur. (Grains de Vie, s.45)
(Ortada ki resim) Trifolium hirtum adındaki bu bitkinin baş kısmında serbest halde tüycükler vardır. Eğer bir hayvan bu bölüme çarparak geçecek olursa meyvenin etrafındaki bu yapı parçalanır. Ardından rüzgar da tohumları etrafa saçar. (Grains de Vie, s.46)
(Sağ resim) Memeli hayvanların sindirim sistemleri kuşlara göre çok daha yavaş işlemektedir. Bu da hayvanın yemiş olduğu tohumların çok daha uzak mesafelere kadar gidebilmesini sağlar. Örneğin Afrika'da filler gibi büyük otoburlar çok önemli birer tohum yayma görevlileridirler. Hatta bazı türlerin yeşermesi sadece fillere bağlıdır. Örneğin Batı Afrika'da yaşayan Baillonella toxisperma bitkisinin tohumları yalnızca filler tarafından doğaya serpiştirilmektedir. (Grains de Vie, s.49)
Bu uyumun özel olarak ayarlanmış olması şarttır. Çünkü yeryüzündeki bu bitkiye ait ilk tohum, üreyebilmek için başka bir mekanizmaya sahip değildi. Ve eğer karıncaların ilgisini çekemeseydi şu an bir varlığının olması da söz konusu olamayacaktı. (Üstelik karıncalar var olmasa hiçbir şekilde yaşama ihtimalleri olmayacaktı.) Ama bu bitki vardır ve bu durumun bize gösterdiği gerçek de açıkça ortadadır. Bu kusursuz uyumu sağlayan şuur ne karıncaya ne de bitkiye aittir.
Bu şuurun kaynağı, her iki canlının sahip oldukları özelliklerden haberdar olan, bu canlıları birbirlerine uyumlu şekilde yaratan üstün bir sahibi olan Allah'tır. Allah her canlının Kendisi'ne boyun eğmiş olduğunu bir ayetinde şöyle bildirmektedir:
Göklerde ve yerde bulunanlar O'nundur; hepsi O'na 'gönülden boyun eğmiş' bulunuyorlar. (Rum Suresi, 26)
Gui (Viscum album) yani ökseotu bütün diğer ağaçların yapraklarını döktüğü kış ayları boyunca yeşil kalan tek bitkidir. Kış sezonu boyunca minik tohumlar üretir. Ökseotu tohumlarının özelliği toprakta değil de ağacın kendi gövdesi üzerinde yeşerebilmeleridir. Peki bu işlem nasıl gerçekleşir?
Ardıç kuşları ökseotu tohumlarını çok sever. Bu, ökseotu açısından son derece önemlidir, çünkü bitki üreyebilmek için Ardıç kuşlarının sindirim sistemlerinden geçmek zorundadır. Normal şartlar altında top gibi bir şekle sahip olan tohumlar, yuvarlanarak doğrudan toprağa düşerler ve kendilerine ev sahibi olabilecek başka bir dalın üzerine tutunamazlar. Oysa tohumların yeşermek için mutlaka bir dala tutunması ve yere düşmemesi gereklidir. Bu sorun tohumların Ardıç kuşları tarafından yenilmesi ile çözülmüştür. Ardıç kuşunun karnındaki tohumlar, "visin" denilen çok etkili bir madde ile çevrili olarak vücuttan atılır. Kuşun sindirim sisteminden geçerek bırakılan tohum yere düşmez ve kuşun üzerinde bulunduğu dala yapışır. İşte bu sayede yeni bir parazit bitki dalda yeşermeye başlar. (Grains de Vie, s.47)
Görüldüğü gibi, ökseotu bitkisinin üremesi Ardıç kuşunun bu bitkinin tohumlarını sevmesine bağlıdır. Bitkinin böyle bir yöntemle üremesi elbette ki düşündürücüdür. Bu birlikteliğin tesadüfen oluşmasının mümkün olamayacağı açıktır. Ökseotları ilk ortaya çıktıkları andan itibaren bu yöntemi kullanarak üremektedirler. Çünkü bu şekilde yaratılmışlardır. Bu birlikteliği yaratan, iki canlıyı birbirinden haberdar eden Allah'tır.
Ç
çam ağaçları tohumlarını pek çok yöntem kullanarak dağıtırlar. Çam kozalağı, uçabilen tohumlarını ayrı ayrı odacıklarında barındıran bir apartman gibidir. Tohumlar yıllar boyunca sımsıkı bir şekilde kapalı kalırlar. Tohumların ortaya çıkışından yaklaşık üç sene sonra yaz döneminde, güneşin ısıtmasıyla birlikte tohumlar açılmaya başlar ve etrafa saçılıp uçarlar.
Çam kozalaklarının ikinci dağılma yöntemi ise sincaplar tarafından taşınmasıdır. Sincaplar daha yaz mevsiminde üzerinde birkaç tane sımsıkı kapalı kozalak taşıyan kısa dalı kopartır ve yuvalarına götürürler. Kozalakların kabuklarını aşağıdan yukarıya doğru ayırarak tek tek soymaya başlarlar. Bu işlem esnasında, son derece metodlu ve hızlı çalışırlar. Daha sonra tohumları yanaklarına doldururlar. Ve sadece üst kabuklara hiç dokunmadan bırakırlar. Çünkü bunlarının içlerinin boş olduğunu bilirler. Bunun ardından, hızla bir çukur açar ve ağızlarındaki tohumların tümünü buraya doldururlar. Eğer çam kozalağının kabuğunu ayıklamaya zamanları yoksa bu durumda olduğu gibi deliğe bırakırlar. İşte bu sayede tohumlar bahara kadar bozulmadan durur. Ve bahar geldiğinde çam kozalakları yeşermeye başlar. (Grains de Vie, s.65)
Bitki tohumları sincap benzeri canlılar için önemli bir besin kaynağıdır. Bitkiler ve hayvanlar arasındaki bu uyumlu ilişkiyi yaratan, herşeyden haberdar olan Allah'tır.
Borneo'da yetişen boğazlayan türü incir ağacı, bir tür yabanarısı ile ortak bir yaşam sürdürür. İncir, yabanarılarının yumurtaları için güvenli bir barınaktır. Buna karşılık yabanarıları da polenlerini taşıyarak incirin döllenmesine yardımcı olurlar.
İncirin olgunlaşması ile birlikte incirin içine bırakılmış olan yabanarısı larvaları da olgunlaşır. Haftalar sonra yumurtalardan kanatsız ve kör olan erkek yabanarıları çıkar. Erkek arılar çiçeğin dişi organının duvarlarını açarak içeriye girer ve burada bulunan dişi yabanarısı ile çiftleşirler. Erkek yabanarısının kısa hayatındaki son görevi eşi için bir çıkış tüneli açmaktır. Erkekler genellikle yüzeye çıkar çıkmaz ölür. Hamile dişi yabanarısı yumurtalarını bıraktığı incirin içinde bulunan erkek çiçekten aldığı polenleri taşıyarak zincire başlar. Bulunduğu ağaçtan başka bir tanesine doğru uçarak, olgunlaşmamış incirin alt kısmındaki dişi organın bulunduğu yere girer. İncirin içindeki labirentler boyunca ilerler. Yumurtalığının ulaştığı her çiçeğin dişi organına bir yumurtasını bırakır ve çiçeğin polenlerini her yere sürer. Dişi yabanarısı da erkek gibi görevini tamamladığında ölür. Bir süre sonra dişi yabanarısının bıraktığı yumurtalardan yeni yabanarıları çıkar. Bunlar da polenlerle kaplı olarak daha önce erkek yabanarısı tarafından açılan tünelden dışarı çıkarlar. Ve üreme zincirine devam etmek için başka bir incire geçerler. (National Geographic, Nisan1 1997 s.41)
Yabanarısının böyle bir yöntemi kendi kendine bulması, kendi iradesiyle bu zinciri oluşturmaya karar vermesi ve bunu diğerlerine öğretmesi imkansızdır. İncirin üreme sisteminin yabanarısı ile ortak yaşayacak şekilde özel olarak tasarlandığı son derece açıktır.
Bu da sistemin Allah tarafından yaratıldığını ve arıların Allah'ın ilhamı ile hareket ettiklerini bir kez daha gösterir.
Meyveyle beslenen kuşlar, sadece bu türe özgü olarak, taşlığa sahip değillerdir. Dolayısıyla tohumları öğütmezler. Bu son derece önemli bir özelliktir. Çünkü tohumlar kuşların midesinde öğütülseydi bu durumda, bitkinin türünün yok olması söz konusu olabilirdi. Ancak kuşların taşlığa sahip olmamaları, meyvelerin kuşlar tarafından taşınmasını ve çoğalmasını sağlamaktadır. Görüldüğü gibi kuş ile bitki arasında ortak bir ilişki söz konusudur. Kuş, bedeninde bitkinin tohumlarının taşınmasına olanak tanımaktadır. Buna karşılık bitki ise kendisini serpiştiren kuşun beslenmesini sağlamaktadır. (Grains de Vie, s.49 )
Bitkilerin tohumları kuşlar için kimi zaman yuva yapımında kullandıkları bir eşya niteliğinde olurken kimi zaman da besin maddesi olur. Meyvelerin etli kısmını yiyen kuşlar tohumlarda saklanmış olan embriyonun filizlenmesini kolaylaştıracak pek çok işlem yaparlar. Bazı bitkilerin tohum kabuklarının soyulmasını sağlamak, bazı bitkilerde ise sert olan tohum kabuklarını sindirim sistemlerinde inceltmek kuşların, bitkilerin üremesindeki katkılarından birkaç tanesidir.
Agouti ile Bertholletia'nın Uyumlu İlişkisi
Güney Amerika'da yetişen Bertholletia ağaçlarının kapsül içindeki tohumları, orman zeminine düştükten sonra bir süre bulundukları yerde kalır. Bunun sebebi hayvanların ilgisini çekecek hiçbir özelliklerinin olmamasıdır. Bu tohumların kokuları yoktur, dış görünüş olarak da dikkat çekici değildirler, ayrıca kırılmaları da çok zordur. Ancak bu ağacın üreyebilmesi için de bir şekilde tohum olarak oluşturduğu kapsüllerin içindeki fındıkların çıkarılıp toprağın altına gömülmeleri gereklidir.
Bu olumsuz gibi görünen özelliklerden hiçbiri Bertholletia için sorun teşkil etmez. Çünkü bu olumsuzlukları aşacak özelliklere sahip olan bir canlı vardır ve bu canlı kendisiyle aynı ortamda yaşamaktadır.
Çok sayıda lezzetli meyve üreten bir bitki, hayvanlar için besleyici ve cazip bir besin maddesidir. Bu sayede tohumlarını daha geniş bir alana yaymayı da başarabilir. Karıncalarla resimdeki tohum arasındaki ilişki buna bir örnektir. Bu uyumlu beraberliği yaratan, her işi evirip çeviren Allah'tır.
Güney Amerika'da yaşayan bir tür kemirici olan Agouti, bu kalın ve kokusuz kabuğun altında kendisi için bir yiyecek olduğunu bilmektedir. Agoutilerin dişleri kesici ve sivridir. Özel diş yapıları sayesinde tohumların sert kapsüllerini kolayca kırarlar. Tek bir kapsül içinde yaklaşık 20 civarında fındık bulunur. Bu da Agoutilerin bir seferde yiyeceğinden çok fazladır. Agouti, çenesine aldığı fındıkları taşır ve onları açtığı küçük deliklere yerleştirdikten sonra üstünü örter. Agoutiler bu işlemi fındıkları daha sonra yemek için yapmış olmalarına rağmen, gömdükleri fındıkların çoğunu daha sonra bulamazlar. Ve bu durum da Bertholletia ağacının işine yarar. Bu sayede ağacın filizlerinden pek çoğu toprağın içine filizlenmek üzere gömülmüş olur.
41
Görüldüğü gibi Agouti'nin beslenme şekli ile Bertholletia ağaçlarının üreme şekli, birbirlerine son derece uyumludur. Bu uyum tesadüfen ortaya çıkmış bir uyum değildir. Bu canlılar birbirlerini tesadüfen keşfetmemişlerdir. Bertholletia ağacının böyle şuursuz bir tesadüfün gerçekleşmesini bekleyecek zamanı yoktur; böyle bir lükse sahip değildir. Çünkü bu ağacın, var olduğu ilk günden itibaren üreyebilmesi Agouti'nin varlığına bağlıdır. Bu durumda bu iki canlı birbirlerine uyumlu şekilde yaratılmışlardır.
Bu durumu şöyle bir örnekle netleştirebiliriz: Bir eve girdiğinizi düşünün. Evin içinde bir televizyon olsun ve yanındaki sehpada da bir televizyon kumandası duruyor olsun. Kumandayı elinize aldığınızı ve bununla televizyonu açtığınızı, kanallar arasında dolaştığınızı düşünün. Bu durumda ne düşünürsünüz? Muhtemelen, "bu kumanda bu televizyonu yönetecek şekilde tasarlanıp üretilmiştir" dersiniz. Peki başka bir kişi odaya girse ve şöyle dese: "Bu kumanda da televizyon da zaman içinde tesadüşer sonucunda var olmuş, üstelik yine tesadüşer sonucunda birbirlerine uyumlu hale gelmişlerdir." Bu kişi hakkında ne düşünürsünüz? Muhtemelen bu insanın akıl sağlığı hakkında ciddi şüpheler duyarsınız.
Oysa burada örnek verdiğimiz Bertholletia ağacı ile Agouti isimli canlı arasındaki uyum bir televizyon ve kumandası arasındaki uyumdan çok daha karmaşıktır. Her iki canlının da tüm sistemleri birbirlerine fayda verecek şekilde düzenlenmiştir. Ve elbette bir düzenleme varsa bir Düzenleyici de vardır.
Bu canlılar tek bir Yaratıcı yani Allah tarafından yaratılmışlardır. Doğada sayısız örnekleri olan bu uyum hiç kuşkusuz ki çok üstün bir aklın ürünüdür. Sonsuz akıl sahibi olan Allah, her iki canlıyı bu özellikleriyle birlikte yaratmıştır:
Yeryüzünde hiçbir canlı yoktur ki, rızkı Allah'a ait olmasın. Onun karar (yerleşik) yerini de ve geçici bulunduğu yeri de bilir. (Bunların) Tümü apaçık bir kitapta (yazılı)dır. (Hud Suresi, 6)
Özel Korumalı Tohumlar
[SOLAAL]
[/SOLAAL]
Arille, bazı bitki tohumlarının çevresindeki ince koruyucu kabuğa verilen isimdir. Hayvanlar genellikle tohumu değil de bu koruyucu yarım kabuğu yutarlar. Arille, bitki kabuğunda etli görünüme sahip ve tohumu genel olarak tam çevrelemeyen küçük bir ura benzer. Tohumlarını arille ile koruyan tohumlardan bazıları şunlardır: Porsuk ağacı (Taxus baccata) sonbaharda, koyu yeşil renkteki diken görünümlü yapraklarıyla mükemmel bir kontrast yapan canlı kırmızı renkli çok güzel ariller çıkartır.
Bunlar çok lezzetli olan şekerli tatlarıyla özellikle karatavuklar için son derece caziptirler. Ancak karatavuklar porsuk ağacının arillerini yerken acı bir tadı olan tohumun mutlaka çıkartıp atarlar. Bu son derece önemli bir işlemdir. Çünkü tohumun yeşerebilmesi için mutlaka gaga darbeleri ile delinmesi gerekmektedir. Tohumlar karatavuklar tarafından yutulsalar da sindirim yolları içerisinde hiçbir zarara uğramazlar çünkü kabukları çok dayanıklıdır. Porsuk ağacı tohumları aynı zamanda çok güçlü bir zehir de içermektedir. Bu madde okların ucuna öldürücü zehir olarak sürüldüğü gibi, zehirli ilaç da yapılmaktadır.
Zehiri alan canlının kalbinin durmasına sebep olan içerisindeki alkaloidlerdir. Bunlar tedavide de çok kullanılır. Bunlardan en önemlileri: morfin, striknin, atropin'dir.
Füzen (iğ ağacı ya da
euonymus sp.) ilginç görünümlü meyveler üretir. Bu meyveler açıldıklarında kuşlar için çok çekici ve üç renkten oluşmuş bir görünüm sunarlar: İç kısım beyaz, tohumlar ise siyahtır. Meyveyi çevreleyen arille (koruyucu yarım kabuk) ise canlı bir portakal rengine sahiptir. Füzen bitkisi bu renk çeşitliliği ile çok değişik hayvan türlerini kendine çeker.
Avustralya'da yetişen Akasya tohumları, yayılmalarını besin bakımından zengin olan arilleri sayesinde gerçekleştirmektedirler. Bunlar türlerine göre kırmızı, kahverengi veya beyaz olabildikleri gibi uzun veya kısa olabilirler. Kısa, beyaz veya kahve renginde olanları, karıncaların besin maddesidir. Besleyici ariller karıncalar tarafından yuvaya taşınırlar. Siyah renkteki tohumlar ise bazen arilden ayrılır ve yolda unutulurlar. Böylece yuvaya ulaştırılamadan dışarıda kalmış olurlar. Ancak pek çok tohum yerin altındaki yuvaya doldurulur. Burada konuldukları yer ise yeşermeleri için en uygun derinliktir.
Kırmızı renkteki daha uzun olan ariller ise kuşlar tarafından yenilir. Baklaya benzeyen meyveleri açıldığı zaman, tohumlar arilleri ile asılı durumda kalırlar ve solucan taklidi yaparak kuşları kendilerine çekerler.
39
Akasya ağacının tohumları arille adı verilen bir tür besleyici kılıf ile kaplıdır. Bu kılıf hayvanlar tarafından yenilir ve tohumlar yeşerme imkanı bulur.
Dipnotlar
17- Françoise Brenckmann
Grains de Vie, Le Monde Merveilleux Des Graines, s.86
18- Françoise Brenckmann
Grains de Vie, Le Monde Merveilleux Des Graines, s.60
19- David Attenborough,
The Private Life of Plants, Princeton Univ. Press, Princeton, New Jersey, s.15
20- David Attenborough,
The Private Life of Plants, Princeton Univ. Press, Princeton, New Jersey, s.16
21- Françoise Brenckmann
Grains de Vie, Le Monde Merveilleux Des Graines, s.62
22- Françoise Brenckmann
Grains de Vie, Le Monde Merveilleux Des Graines, s.61
23- Françoise Brenckmann
Grains de Vie, Le Monde Merveilleux Des Graines, s.61-62
24-
Encyclopedia - Britannica Online Encyclopedia
25- Alfred Stefferud,
The Wonders of Seeds, s.68-69
26- David Attenborough,
The Private Life of Plants, Princeton Univ. Press, Princeton, New Jersey, s.19
27- Françoise Brenckmann
Grains de Vie, Le Monde Merveilleux Des Graines, s.54-55
28- Françoise Brenckmann
Grains de Vie, Le Monde Merveilleux Des Graines, s.56
29- Françoise Brenckmann
Grains de Vie, Le Monde Merveilleux Des Graines, s.56
30- Françoise Brenckmann
Grains de Vie, Le Monde Merveilleux Des Graines, s.57
31- Françoise Brenckmann
Grains de Vie, Le Monde Merveilleux Des Graines, s.57
32- Françoise Brenckmann
Grains de Vie, Le Monde Merveilleux Des Graines, s.57
33- Solomon, Berg, Martin, Villie,
Biology, Saunders College Publishing, s. 751
34-
Grains de Vie, s.36-37
35- David Attenborough,
The Private Life of Plants, Princeton University Press, Princeton, New Jersey, s.24
36-
Grains de Vie, s.38-39
37-
Grains de Vie, s.41
38-T.T. Kozlowski,
Seed Biology, Academic Press, New York and London, 1972, s.194
39-
Grains de Vie, s.53
40- David Attenborough,
The Private Life of Plants, Princeton University Press, Princeton, New Jersey, s.24
41- David Attenborough,
The Private Life of Plants, Princeton University Press, Princeton, New Jersey, s. 35