MURATS44
Özel Üye
Tevhit inancı: Bütün kâinatın yaratıcısı olan Allah’ın bir tek ilah olduğuna, onun ne zatında, ne fiillerinde, hiçbir ortağı olmadığına iman etmek anlamına gelir.
Tevhit inancının sağlam bir zemine oturtulması, tevhit anlayışının değişik yönlerden doğru algılanmasına bağlıdır. Aksi takdirde, “Allah’ın zatında şeriki yok” deyip de, ibadete layık tek hak mabut olduğunu ifade eden ilahlığında veya fiilî icraatlarında bu tevhidi zedeleyecek düşünce ve eylemelere girmek hakikî tevhit anlayışıyla bağdaşmaz. Bu tür yanlışların önüne geçmek için, İslam alimleri Kur’an ve Sünnetin ışığında konuyu daha da açmak, detaylandırmak ve açıklamak üzere tevhit hakikatini değişik yönlerden ele almış ve farklı taksimata tabi tutmuşlardır. Bunların bir özetini maddeler halinde sunmaya çalışacağız:
a. Kâinatın Rabbi olmakla onun hak mabudu/İlahı olmak arasındaki bağlantıyı gösteren taksimat:
İlk defa Fatiha Suresi'nde yer alan “Rabbu’l-âlemîn” vasfı, Allah’ın kâinatın tek sahibi, bütün varlıktaki mülkün mutlak maliki, her şeyin tek yaratıcısı, yegâne iradecisi olduğunu ifade etmektedir. Bu anlayış, hakikî tevhit dersini verip, varlıkta ne varsa -deyim yerindeyse- iğneden ipliğe her şeyin yegâne yaratıcısının Allah olduğunu gösterir.
Bütün varlıkta, ibadet edilmeye layık yegâne mabut ve ilah Allah olduğunu ilan eden bu kavram da ilk defa Fatiha Suresi'nde “İyyake nabudu” ifadesiyle insanlığa ders verilmiştir. “Yalnız sana ibadet/kulluk ederiz” manasına gelen “İyyake nabudu” ifadesindeki hitap, “Rabbu’l-âlemîn” olan Allah’a ait olduğu için, bu iki tevhit bağlantısı da açıkça söz konusu edilmiştir. Bu bağlantının özeti şudur: Tek başına bütün kâinatı yaratan kim ise, bütün varlığın gerçek mabudu da odur. Bunun mefhum-u muhalifi şudur: Tek başına bütün kâinatı yaratamayan gerçek mabut olamaz.
b. Düşünce ve söz planında tevhit inancına sahip olmakla, davranış ve fiiliyat planında tevhit inancına sahip olmak arasındaki zorunlu bağlantıyı gösteren taksimat:
Düşünce/ve sözlü Tevhit anlayışı, İslam Dini'ne girmenin olmazsa olmaz şartıdır. Allah tek yaratıcıdır, yegâne mabuttur. İhlas Suresi, bu tevhidi ders vermektedir.
Diliyle Allah’ın birliğini ilan eden, onun yegâne yaratıcı ve mabut olduğunu savunan kimse, eğer fiil ve davranış biçimiyle de bu inancını pekiştirmezse gerçek muvahhit olamaz. Fiilleriyle sözlerini tekzip eden kimsenin tevhit anlayışında sakatlık var demektir. Bu tevhit anlayışını da Kâfirun Suresi ders vermektedir.
c. Bunların dışında “Tevhid-i Kayyûmiyyet, Tevhid-i Sermedîyet, Tevhid-i Celâl" gibi daha başka tevhit çeşitlerine de yer verilmiştir. Bunların bir özetini Risale-i Nur’da görmekteyiz.
Risale-i Nur'da İhlâs Sûresi'nin tevhid açısından yapılan kısa bir tefsiri özetle şöyledir:
Yani: İhlâs Sûresi'nin ilk cümlesi "Kul hüve" nin anlamı: "De ki: O'dur." şeklindedir. Her zamirin mutlaka bir mercii vardır. Buradaki merci, açık olarak ifade edilmeyip, mutlak bırakılmıştır. Bu makamda mutlak bırakılan zamirin mercii ancak bir mutlak varlık olabilir. Mutlak bir varlık Allah'tan başkası olmadığına göre, buradaki mutlak zamirin mercii de ancak O'na ait olup, O'nu gösterebilir. İtlakta ta'yin ve tayinde de taayyün'ün mânâsı budur.
Bilindiği gibi İhlâs Sûresi'nin altı cümlesi vardır ve meâlleri şöyledir:
tevhid-i şuhud (görünen her şeyde Allah’ın birliğinin görülmekte olduğunu ifade eder),
tevhid-i ulûhiyet,
tevhid-i rubûbiyyet,
tevhid-i kayyûmiyet (her varlık başkasına muhtaç olmasıyla, kendisini ayakta tutan Allah’ın birliğine şahadet etmekte olduğunu ifade eder),
tevhid-i celâl (bütün varlıklar, mahiyeti itibariyle âciz, fakir, güçsüz olmasına rağmen taşıdığı güç ve izzet bu tevhide işaret eder),
tevhid-i sermediyyet (her şeyinde, her işinde muhtaç olan yaratıkların ihtiyaçlarının giderilmesi, bu tevhide işaret eden bir dildir)
ve tevhid-i câmi (gibi, bunun anlamı şudur; Allah’ın ne zâtında nazîri/dengi, ne ef'âlinde şerîki/ne fiillerinde ortağı ve ne de sıfatında şebîhi/benzeri vardır) gibi tevhidin yedi mertebesini gösterdiğini ifade etmiştir.
Tevhit inancının sağlam bir zemine oturtulması, tevhit anlayışının değişik yönlerden doğru algılanmasına bağlıdır. Aksi takdirde, “Allah’ın zatında şeriki yok” deyip de, ibadete layık tek hak mabut olduğunu ifade eden ilahlığında veya fiilî icraatlarında bu tevhidi zedeleyecek düşünce ve eylemelere girmek hakikî tevhit anlayışıyla bağdaşmaz. Bu tür yanlışların önüne geçmek için, İslam alimleri Kur’an ve Sünnetin ışığında konuyu daha da açmak, detaylandırmak ve açıklamak üzere tevhit hakikatini değişik yönlerden ele almış ve farklı taksimata tabi tutmuşlardır. Bunların bir özetini maddeler halinde sunmaya çalışacağız:
a. Kâinatın Rabbi olmakla onun hak mabudu/İlahı olmak arasındaki bağlantıyı gösteren taksimat:
Tevhid-i Rububiyet:
İlk defa Fatiha Suresi'nde yer alan “Rabbu’l-âlemîn” vasfı, Allah’ın kâinatın tek sahibi, bütün varlıktaki mülkün mutlak maliki, her şeyin tek yaratıcısı, yegâne iradecisi olduğunu ifade etmektedir. Bu anlayış, hakikî tevhit dersini verip, varlıkta ne varsa -deyim yerindeyse- iğneden ipliğe her şeyin yegâne yaratıcısının Allah olduğunu gösterir.
Tevhid-i Üluhiyet:
Bütün varlıkta, ibadet edilmeye layık yegâne mabut ve ilah Allah olduğunu ilan eden bu kavram da ilk defa Fatiha Suresi'nde “İyyake nabudu” ifadesiyle insanlığa ders verilmiştir. “Yalnız sana ibadet/kulluk ederiz” manasına gelen “İyyake nabudu” ifadesindeki hitap, “Rabbu’l-âlemîn” olan Allah’a ait olduğu için, bu iki tevhit bağlantısı da açıkça söz konusu edilmiştir. Bu bağlantının özeti şudur: Tek başına bütün kâinatı yaratan kim ise, bütün varlığın gerçek mabudu da odur. Bunun mefhum-u muhalifi şudur: Tek başına bütün kâinatı yaratamayan gerçek mabut olamaz.
b. Düşünce ve söz planında tevhit inancına sahip olmakla, davranış ve fiiliyat planında tevhit inancına sahip olmak arasındaki zorunlu bağlantıyı gösteren taksimat:
Tevhid-i Akval:
Düşünce/ve sözlü Tevhit anlayışı, İslam Dini'ne girmenin olmazsa olmaz şartıdır. Allah tek yaratıcıdır, yegâne mabuttur. İhlas Suresi, bu tevhidi ders vermektedir.
Tevhid-i Efal:
Diliyle Allah’ın birliğini ilan eden, onun yegâne yaratıcı ve mabut olduğunu savunan kimse, eğer fiil ve davranış biçimiyle de bu inancını pekiştirmezse gerçek muvahhit olamaz. Fiilleriyle sözlerini tekzip eden kimsenin tevhit anlayışında sakatlık var demektir. Bu tevhit anlayışını da Kâfirun Suresi ders vermektedir.
c. Bunların dışında “Tevhid-i Kayyûmiyyet, Tevhid-i Sermedîyet, Tevhid-i Celâl" gibi daha başka tevhit çeşitlerine de yer verilmiştir. Bunların bir özetini Risale-i Nur’da görmekteyiz.
Risale-i Nur'da İhlâs Sûresi'nin tevhid açısından yapılan kısa bir tefsiri özetle şöyledir:
NOT
"Sûrenin birinci cümlesinde yer alan 'hüve' deki karinesiz işaretin gösterdiği itlak, bir ta'yini, o da teayyünü gösterir. Bu ise tevhîdin şühûd mertebesine işarettir." (Sözler, Lemeât)
NOT
"İkinci cümle, Tevhid-i Ülûhiyeti gösteriyor. Üçüncü cümle, Tevhid-i Rubûbiyyet ve Tevhid-i Kayyûmiyyete işaret ediyor. Dördüncü cümle, Tevhid-i Celâli ihtiva etmektedir. Beşinci cümle, Tevhid-i Sermedîye işarettir. Altıncı cümle, Tevhîd-i Câmi'i, ihtiva etmektedir. Ne zâtında nazîri, ne ef'âlinde şerîki ve ne de sıfatında şebîhi vardır." (a.g.e)
NOT
"1. De ki: O, (Allah)'dır.
2. Allah birdir.
3. Allah Sameddir.
4. O doğurmamıştır.
5. Ve doğmamıştır.
6. O'nun hiç bir dengi yoktur."
3. Allah Sameddir.
4. O doğurmamıştır.
5. Ve doğmamıştır.
6. O'nun hiç bir dengi yoktur."
Bediüzzaman, bir değerlendirmesinde altı cümleden ibaret olan bu İhlâs Sûresi'nin; yedi çeşit şirki (Üzeyirperestlik, İsaprestlik, melekperestlik, akılperestlik, esbabperestlik, yıldızperestlik, sanemperestlik gibi putperestlikleri) reddeden ve;
tevhid-i şuhud (görünen her şeyde Allah’ın birliğinin görülmekte olduğunu ifade eder),
tevhid-i ulûhiyet,
tevhid-i rubûbiyyet,
tevhid-i kayyûmiyet (her varlık başkasına muhtaç olmasıyla, kendisini ayakta tutan Allah’ın birliğine şahadet etmekte olduğunu ifade eder),
tevhid-i celâl (bütün varlıklar, mahiyeti itibariyle âciz, fakir, güçsüz olmasına rağmen taşıdığı güç ve izzet bu tevhide işaret eder),
tevhid-i sermediyyet (her şeyinde, her işinde muhtaç olan yaratıkların ihtiyaçlarının giderilmesi, bu tevhide işaret eden bir dildir)
ve tevhid-i câmi (gibi, bunun anlamı şudur; Allah’ın ne zâtında nazîri/dengi, ne ef'âlinde şerîki/ne fiillerinde ortağı ve ne de sıfatında şebîhi/benzeri vardır) gibi tevhidin yedi mertebesini gösterdiğini ifade etmiştir.