Ayyüzlüm
Yeni Üyemiz
Tasavvufta Lale Yaradanı Hatırlatır...
Tasavvufta Lale Yaradanı Hatırlatır...
Tasavvufta Lale Yaradanı Hatırlatır
Aşkımdan pürsafâyımdır sanırsın belki bu demler…
Aşkın neşvesi olmaz
Lâle; Eğlâl
Leylî; Leylâ olmadan Ey güzel…
Üzerimde aşkın pırıltıları olabilir belki…
Veya âşıkların in’ikasıyla bir kıvılcım görebilirsin yüzümde…
Bu yüzümde gördüklerin ancak bir gölge ve akisten ibarettir Ne özüdür, ne de kendisi…
Aynada yüzünü gördüğün vakit:
“-Bu zât benim gibi biridir ancak!” diyebilir misin?
Bir nehrin üzerine düşen yaprak için:
“-Bu ne güzel, ne berrak bir sudur” diyebilmen mümkün müdür? Sana berrak su diyebilmeleri için bulutların ötesinden dökülüp gelen ve nehre karışan bir yağmur damlası olman îcâb etmez mi?
İşte benim aşka yakınlığım onun akışıyla yönlenen bir yaprak kadar yakın, uzaklığım ise bir o kadar ondan ayrı bir cisim olup ona karışmamdaki zorluktan ve sırdandır
Lâle, kelime olarak ele alındığında Arapça “Allâh” lâfzına âit harfleri taşımakta olduğu görülür Eğlâl kelimesi de “lâle” kökünden gelir Eğlâl ise Yâsin Sûresi’nde “eğlâlen” şeklinde geçmektedir Manası ise; “boyunduruk”tur
Lâlenin harfî manası “hilâl”e de ulaşmaktadır Onlar semâdaki hilâlin parıltılarıyla yol alır, yıldızlarla semaya dururlar Bir semâzenin en makro hâlidir, hilâli çevreleyen yıldızlar…
Lâlenin ebced hesabı 66'dır Altmış altı “Elhamdülillâh”a denk gelir Onlar o hayret makamının coşkusuyla yaşadığı istiğrak hâline hamdederek “Elhâmdülillâh” derler
Lâlenin içi kömür gibidir Ancak dıştan görünmez Dışı ise içinin tam tersine pas parlak, canlı ve rûha sekînet verici bir görünüme sahiptir Onun bu hâli tıpkı bağrı yanık bir dervişin mütebessim nûr hâleli yüzüne benzer
Gerçek lâlelerin hepsinde renkli altı yaprak bulunur Bu ise îmanın altı nûrunun libâsına bürünen dervişin îmân ve ihsan potasında erimesi ve daha sonra bu nurun şualarıyla derinden bir yanışa gark olmasının da bir simgesidir
Bununla beraber Kur’ân-ı Kerîm’in (aynı zamanda Fâtiha sûresinin) altıncı âyeti de “Bizi dosdoğru yola (Sırât-ı Müstakîm’e) ilet” âyet-i kerimesidir Bu âyet aynı zamanda bir duâ vasfı taşımaktadır
Lâlenin renkli yapraklarının yukarıya doğru olması da tıpkı bir dervişin duâ edişindeki edâyı andırır Zira derviş bu hâl ile sırât-ı müstakîm üzere olmayı murâd etmiş ve ifrat-tefrit noktalarını törpüleyerek hakîkate, yani istikâmete ermiştir Ve tıpkı lâlenin derûnundaki siyahlığı göstermemesi gibi o da içinde yaşadığı yanış halini gizlemiş ve kendine her nazar edene o güzel rengini sunarak ona ferahlık vermiştir Nitekim lâlenin en revaç bulduğu dönemlerden biri olan Osmanlılar zamanında ona, “ferâhâver (ferahlık veren)” denmiştir İşte bu vasıflarla vasıflanan derviş de tıpkı lâlenin bu adını alarak etrafına letâfet ve zerâfet saçmış, gönüllere âb-ı hayat sunmuştur
Hülâsa; lâlenin eğlâl oluşu, Lâlenin hakîkat deryasına dalış hâlidir
Leyl; gece demektir Gece sevda demektir “Sevda”nın asıl manası “siyah”tır Gece kıymet bilene “kara sevda”nın yaşandığı ânlardır Eğer sen geceyi kopkoyu bir boşluk olmaktan çıkarmak istersen, gönüldeki yârları ve ağyârları yok etmelisin! İşte o zaman her yer sana âyân olur Sanırsın ki gece bitmiş de gündüz oluvermiştir Böylece fânî muhabbetler silinerek kalb sevdânın deryâsının derinliklerinde yolculuğa çıkmıştır Burada bahsedilen “Leylâ” temsîlî olup, asıl kasdedilen “Mevlâ”dır
Her yerin âyân oluşuyla kalb kâinâtın esrârını okuyucu ve alıcı bir hâle gelir Ve Cebrâil’in “Oku” emrini müteâkiben örtüsüne bürünen ürkek yürek, artık serpilip açılır ve her yanda Leylâ’yı “Mevlâ” görür hâle gelir
Ey Gönül! Cânına üflenen nefhayla yan da kavrul!
Amma lâle gibi ol ki, hâlinden sadece “yâr” haberdâr olsun
Öyle ki, Efendimiz -sallallâhu aleyhi ve sellem- ümmeti için gönlü dâim hüzne gark olurken dahî, yüzü her lahzâ beşûş (mütebessim) idi
Tasavvufta Lale Yaradanı Hatırlatır...
Tasavvufta Lale Yaradanı Hatırlatır
Aşkımdan pürsafâyımdır sanırsın belki bu demler…
Aşkın neşvesi olmaz
Lâle; Eğlâl
Leylî; Leylâ olmadan Ey güzel…
Üzerimde aşkın pırıltıları olabilir belki…
Veya âşıkların in’ikasıyla bir kıvılcım görebilirsin yüzümde…
Bu yüzümde gördüklerin ancak bir gölge ve akisten ibarettir Ne özüdür, ne de kendisi…
Aynada yüzünü gördüğün vakit:
“-Bu zât benim gibi biridir ancak!” diyebilir misin?
Bir nehrin üzerine düşen yaprak için:
“-Bu ne güzel, ne berrak bir sudur” diyebilmen mümkün müdür? Sana berrak su diyebilmeleri için bulutların ötesinden dökülüp gelen ve nehre karışan bir yağmur damlası olman îcâb etmez mi?
İşte benim aşka yakınlığım onun akışıyla yönlenen bir yaprak kadar yakın, uzaklığım ise bir o kadar ondan ayrı bir cisim olup ona karışmamdaki zorluktan ve sırdandır
Lâle, kelime olarak ele alındığında Arapça “Allâh” lâfzına âit harfleri taşımakta olduğu görülür Eğlâl kelimesi de “lâle” kökünden gelir Eğlâl ise Yâsin Sûresi’nde “eğlâlen” şeklinde geçmektedir Manası ise; “boyunduruk”tur
Lâlenin harfî manası “hilâl”e de ulaşmaktadır Onlar semâdaki hilâlin parıltılarıyla yol alır, yıldızlarla semaya dururlar Bir semâzenin en makro hâlidir, hilâli çevreleyen yıldızlar…
Lâlenin ebced hesabı 66'dır Altmış altı “Elhamdülillâh”a denk gelir Onlar o hayret makamının coşkusuyla yaşadığı istiğrak hâline hamdederek “Elhâmdülillâh” derler
Lâlenin içi kömür gibidir Ancak dıştan görünmez Dışı ise içinin tam tersine pas parlak, canlı ve rûha sekînet verici bir görünüme sahiptir Onun bu hâli tıpkı bağrı yanık bir dervişin mütebessim nûr hâleli yüzüne benzer
Gerçek lâlelerin hepsinde renkli altı yaprak bulunur Bu ise îmanın altı nûrunun libâsına bürünen dervişin îmân ve ihsan potasında erimesi ve daha sonra bu nurun şualarıyla derinden bir yanışa gark olmasının da bir simgesidir
Bununla beraber Kur’ân-ı Kerîm’in (aynı zamanda Fâtiha sûresinin) altıncı âyeti de “Bizi dosdoğru yola (Sırât-ı Müstakîm’e) ilet” âyet-i kerimesidir Bu âyet aynı zamanda bir duâ vasfı taşımaktadır
Lâlenin renkli yapraklarının yukarıya doğru olması da tıpkı bir dervişin duâ edişindeki edâyı andırır Zira derviş bu hâl ile sırât-ı müstakîm üzere olmayı murâd etmiş ve ifrat-tefrit noktalarını törpüleyerek hakîkate, yani istikâmete ermiştir Ve tıpkı lâlenin derûnundaki siyahlığı göstermemesi gibi o da içinde yaşadığı yanış halini gizlemiş ve kendine her nazar edene o güzel rengini sunarak ona ferahlık vermiştir Nitekim lâlenin en revaç bulduğu dönemlerden biri olan Osmanlılar zamanında ona, “ferâhâver (ferahlık veren)” denmiştir İşte bu vasıflarla vasıflanan derviş de tıpkı lâlenin bu adını alarak etrafına letâfet ve zerâfet saçmış, gönüllere âb-ı hayat sunmuştur
Hülâsa; lâlenin eğlâl oluşu, Lâlenin hakîkat deryasına dalış hâlidir
Leyl; gece demektir Gece sevda demektir “Sevda”nın asıl manası “siyah”tır Gece kıymet bilene “kara sevda”nın yaşandığı ânlardır Eğer sen geceyi kopkoyu bir boşluk olmaktan çıkarmak istersen, gönüldeki yârları ve ağyârları yok etmelisin! İşte o zaman her yer sana âyân olur Sanırsın ki gece bitmiş de gündüz oluvermiştir Böylece fânî muhabbetler silinerek kalb sevdânın deryâsının derinliklerinde yolculuğa çıkmıştır Burada bahsedilen “Leylâ” temsîlî olup, asıl kasdedilen “Mevlâ”dır
Her yerin âyân oluşuyla kalb kâinâtın esrârını okuyucu ve alıcı bir hâle gelir Ve Cebrâil’in “Oku” emrini müteâkiben örtüsüne bürünen ürkek yürek, artık serpilip açılır ve her yanda Leylâ’yı “Mevlâ” görür hâle gelir
Ey Gönül! Cânına üflenen nefhayla yan da kavrul!
Amma lâle gibi ol ki, hâlinden sadece “yâr” haberdâr olsun
Öyle ki, Efendimiz -sallallâhu aleyhi ve sellem- ümmeti için gönlü dâim hüzne gark olurken dahî, yüzü her lahzâ beşûş (mütebessim) idi