ceylannur
Yeni Üyemiz
Tartışmaktan ve öfkelenmekten kaçınmak
Tartışmanın insanları birbirine düşürdüğü, ayrılığa, kavgalara ve çatışmalara sebep olduğu bilinen bir gerçektir. Çok yakın iki dostun arasında çıkan küçük bir tartışmanın büyümesi ile bütün güzel duygular yerini öfkeye bırakabilir. Allah Kehf Suresi'nin 54. ayetinde bu kötü ahlak vasfına dikkat çekmekte, insanın "herşeyden çok tartışmacı" olduğu bildirmektedir. Bu nedenle, müminler birlik, beraberlik ve kardeşlik ruhunun zedelenmesine ya da zayıflamasına yol açabilecek her türlü tartışma ve çekişmeden kesin bir biçimde kaçınırlar. Zira Allah bu davranışı kesin olarak yasaklamıştır:
Allah'a ve Resûlü'ne itaat edin ve çekişip birbirinize düşmeyin, çözülüp yılgınlaşırsınız, gücünüz gider... (Enfal Suresi, 46)
Çekişme, ayette belirtildiği gibi, inananların gücünü kıran, hiçbir konuda çözüm getirmeyen, fayda sağlamayan, şeytanın kışkırtmasıyla içine düşülen bir tavırdır. İnsanın vicdanı tartışmayı, kavgayı çirkin görüp kabul etmezken, nefsi ise onu çekişmeye, çatışmaya itmeye çalışır. Bu yüzden Kuran'ı rehber edinen ve her zaman vicdanına uyan bir kişi hiçbir şekilde bir tartışma ortamının oluşmasına izin vermez. Bir anlık gaflet sonucu çekişme ortamına girse bile, hemen dikkatini toplar, Allah'ın hükmünü hatırlar ve yaptığı işin Allah'ın beğenmediği bir davranış olduğunu idrak ederek bu tavrını terk eder.
İman edenler gün boyunca türlü türlü insanla karşılaşabilirler. Bununla birlikte koşullar ne olursa olsun, tartışmadan kaçınırlar. Örneğin alış veriş sırasında uygulanan fiyatlar karşısında satıcıyla, zamanında gelmeyen otobüsün şoförüyle, sıra beklerken yavaş çalışan görevlilerle tartışmaya girmezler. Eğer kendilerine haksızlık yapılan bir ortamla karşı karşıya iseler tartışıp öfkelenmeyi değil, güzel bir üslupla ve akılcı bir yöntemle çözüm getirmeyi seçerler. Müminin öfkelenmemesi gerektiğini Rabbimiz Al-i İmran Suresi'nde şöyle buyurur:
Onlar, bollukta da, darlıkta da infak edenler, öfkelerini yenenler ve insanlar (daki hakların)dan bağışlama ile (vaz) geçenlerdir. Allah, iyilik yapanları sever. (Al-i İmran Suresi, 134)
Kuran ahlakını yaşayan bir insan karşısındakilerin tavırlarına göre ahlak anlayışını değiştirmez. Karşı taraf alaycı konuşabilir, çirkin sözler sarf edebilir, öfkelenebilir, kötülükte bulunabilir ya da düşmanca tavırlar sergileyebilir. Ancak müminin efendiliği, tevazusu, merhametli ve yumuşak başlı tavrı hiçbir zaman değişmez. Kendisine söylenen kötü bir söze kötü sözle karşılık vermez. Alay edene alayla, öfkeye öfkeyle cevap vermez. Öfkelenen bir insana karşı sakin ve kontrollü olur. Peygamberimiz (sav) bir hadisinde müminlere şu şekilde öğütte bulunmuştur:
"Her nerede olursan ol Allah'tan ittika et ve kötülüğün arkasından iyilik yap, bu onu yok eder. İnsanlara iyi ahlakla muamele et." (Kütüb-i Sitte Muhtasarı Tercüme ve Şerhi, Prof. Dr. İbrahim Canan, 16. cilt, Akçağ Yayınları, Ankara, s. 328)
Mümin her an, herşeyin kendi imtihanı için yaratıldığını bilir. Bu nedenle insanlarla tartışmak yerine güzel sözlerle konuşmayı, onlara öfkelenmek yerine öfkesini yenerek sabır göstermeyi tercih eder. Bunların Allah'ın hoşnut olduğu davranışlar olduğunu bilir ve O'nun rızasını kazanmayı ümit eder.
Kıskançlık yapmamak
İnsanların nefislerindeki olumsuz ahlak özelliklerinden birinin kıskançlık duygusu olduğu ve bundan sakınılması gerektiğini Allah Kuran'da şöyle bildirir:
... Nefisler ise 'kıskançlığa ve bencil tutkulara' hazır (elverişli) kılınmıştır. Eğer iyilik yapar ve sakınırsanız, şüphesiz, Allah, yaptıklarınızdan haberi olandır. (Nisa Suresi, 128)
Bazı insanlar için, diğer insanların kendilerine kıyasla maddi veya manevi bir üstünlüğe ya da kendilerinde olmayan bir şeye sahip olmaları kıskançlık duymaları için yeterlidir. Örneğin bir ortamda kendilerinden daha güzel veya yakışıklı bir insanın olması, kimi insanların kıskançlık duygularının kabarması için bir sebeptir. Bazıları da zengin, başarılı, bilgili, kültürlü, çalışkan, güzel evlere sahip insanları kıskanırlar. İtibar, ün yada mevki de kıskançlık nedeni olabilir. Ancak kıskanç insanların göz ardı ettikleri çok önemli bir gerçek vardır. Allah insanlara bu gerçeği şu şekilde hatırlatmaktadır:
Yoksa onlar, Allah'ın Kendi fazlından insanlara verdiklerini mi kıskanıyorlar?.. (Nisa Suresi, 54)
Herşeyin sahibi, Rabbimiz olan Allah'tır. Allah dilediğini dilediği kadar rızıklandırır. İnsanın kendisine verilenin ne daha az ne de daha çok olmasına hiçbir etkisi yoktur. Güzelliğin, malın mülkün, üstünlüğün mutlak sahibi Allah'tır. Mümin bu gerçeğin farkındadır. Bu nedenle de gün boyunca kendisinin sahip olmadığı, ancak nefsinin hoşuna giden ne ile karşılaşırsa karşılaşsın kıskançlık hissetmez. Kendisinden daha güzel veya daha zengin birini görünce, güzelliğin ve zenginliğin asıl sahibinin Allah olduğunu düşünür. Allah'ın dilediğini seçtiğini, dilediğine dilediği nimeti verdiğini, seçimin ve kararın yalnızca O'na ait olduğunu bilir. Rabbimizin herşeyi en güzel ve en hayırlı şekilde yarattığını, dünyada verilen her türlü nimetin insanlar için bir deneme vesilesi olduğunu, varılacak gerçek yurdun ahiret olduğunu, Allah katında değer ölçüsünün takva olduğunu, kalbine yerleştirmiş bir biçimde hareket eder.
Ayrıca sahip olduğu şeyleri diğer insanlarla paylaşmaktan ya da onlara vermekten dolayı da kıskançlık hissetmez. Örneğin kullanmaktan hoşlandığı bir eşyasını birine hediye etmekten ya da bu eşyayı biriyle ortak kullanmaktan dolayı hiçbir sıkıntı duymaz. Bu davranışı Allah iman edenlere şu şekilde emretmektedir:
Sevdiğiniz şeylerden infak edinceye kadar asla iyiliğe eremezsiniz. Her ne infak ederseniz, şüphesiz Allah onu bilir. (Al-i İmran Suresi, 92)
Mümin tüm nimetlerin dünya hayatında faydalanması ve denenmesi için kısa süreliğine kendisine verildiğinin; kıskançlık, çekememezlik gibi kötü huyların yanlışlığının bilincindedir.
Zandan ve dedikodudan uzak durmak
Cahiliye toplumunda birçok insan günlük yaşamın ayrılmaz parçaları haline gelmiş bazı kötü alışkanlıklara sahiptir. Bunlar, insanın başkaları hakkında çeşitli olumsuz zanlar beslemesi; tecessüs etmesi, yani kendisini ilgilendirmeyen şeyleri gizlice öğrenmeye çalışması; gıybet yapması, yani diğer kişiler hakkında dedikodu yapması, onları çekiştirmesidir. Sözü edilen bu üç tavır genellikle birbirleriyle bağlantılıdır. Çünkü gıybet eden, yani bir insanı arkasından çekiştiren kişi, zaten onun hakkında birtakım kötü zanlara sahiptir. Aynı şekilde tecessüs eden bir kişi de çeşitli zanlar üzerine böyle bir davranışta bulunmaktadır.
Kuran ahlakında ise bu gibi çirkin davranışlara yer yoktur. Allah müminlerin bunlardan kaçınmalarını buyurmuştur:
Ey iman edenler, zandan çok kaçının; çünkü zannın bir kısmı günahtır. Tecessüs etmeyin (birbirinizin gizli yönlerini araştırmayın). Kiminiz kiminizin gıybetini yapmasın (arkasından çekiştirmesin). Sizden biriniz, ölü kardeşinin etini yemeyi sever mi? İşte, bundan tiksindiniz. Allah'tan korkup-sakının. Şüphesiz Allah, tevbeleri kabul edendir, çok esirgeyendir. (Hucurat Suresi, 12)
Allah'ın ayetleri müminin her an aklındadır, gün içinde O'nun sevmediğini bildirdiği davranışlardan titizlikle kaçınır. Başka bir kişinin hakkında kötü niyetle araştırma yaparak bilgi toplamaya çalışmaz. O ortamda bulunmayan bir kimse hakkında hoş olmayan, doğruluğundan emin olmadığı, duyduğunda kişinin kalbini kıracak sözler söylemez. Bilgisi olmadığı halde bir insan hakkında tahminlerde bulunup zanna kapılmaz. Bir insan hakkında bilgisi olmayan bir konu ile ilgili düşünceleri hep hayır yönündedir. O kişinin iyi ve güzel yönlerini düşünür, konuşur. Nitekim müminlerin, doğruluğundan kesin olarak emin olmadıkları bir konuda hayırlı yorumlar yapmaları gerektiğine Allah Kuran'da, mümin kadınlara atılan iftiraya verdikleri karşılığı örnek göstererek, şöyle işaret eder:
Onu işittiğiniz zaman, erkek müminler ile kadın müminlerin kendi nefisleri adına hayırlı bir zanda bulunup: "Bu, açıkça uydurulmuş iftira bir sözdür" demeleri gerekmez miydi? (Nur Suresi, 12)
Mümin, ailesi, arkadaşları ve çevresindeki insanlarla ilgili sürekli olarak iyi olanı düşünmeye, hayırlı olanı konuşmaya ve insanları da buna yönlendirmeye çalışır. Ancak insan dünya hayatındaki imtihanı gereği unutkan yaratılmıştır ve hata yapabilir. Ancak bu yanlış davranışını fark ettiğinde, hemen Allah'ın rahmetine sığınarak bağışlanma diler.
Alaycılıktan sakınmak
Kuran ahlakından uzak insanların bir bölümünün günlük yaşamlarında alaycı tavırlar çok yaygındır. Cahiliye toplumunda insanların eksiklikleri, hataları, fiziksel kusurları, kıyafetleri, maddi yetersizlikleri, dikkatsizlikleri, her türlü davranışları, konuşma tarzları, sözleri, kısacası hemen herşeyleri alay konusu yapılabilir. Alay etmek için bazen sözler ve el hareketleri, bazen de bakışlar ve mimikler kullanılır. Alay eden kişi için alay edilenin kalbinin kırılması, üzülmesi, taciz olması, moralinin bozulması veya sıkılması önemli değildir. Ona göre önemli olan, yalnızca kendi gururunu tatmin etmek ve alaya alınanı kendince küçük düşürmektir. (Detaylı bilgi için bkz. Harun Yahya, Alay Denen Zulüm)
Oysa Allah Kuran'da, insanların birbirleriyle alay etmelerini kesin olarak yasaklamıştır:
Ey iman edenler, bir kavim (bir başka) kavimle alay etmesin, belki kendilerinden daha hayırlıdırlar; kadınlar da kadınlarla (alay etmesin), belki kendilerinden daha hayırlıdırlar. Kendi nefislerinizi (kendi kendinizi) yadırgayıp-küçük düşürmeyin ve birbirinizi 'olmadık-kötü lakablarla' çağırmayın. İmandan sonra fasıklık ne kötü bir isimdir. Kim tevbe etmezse, işte onlar, zalim olanların ta kendileridir. (Hucurat Suresi, 11)
Rabbimiz bir ayette de "Arkadan çekiştirip duran, kaş göz hareketleriyle alay eden her kişinin vay haline" (Hümeze Suresi, 1) şeklinde buyurarak, Kuran ahlakını yaşamayan, hesap gününü ve ahireti düşünmeden böyle çirkin davranışlarda bulunan kişileri uyarmaktadır.
Müminler arasında alaycılığın herhangi bir şekline kesinlikle izin verilmez. Onlar güzellik, zeka, zenginlik, yetenek gibi her türlü özelliği insanlara verenin Rabbimiz olduğunu bilirler. Birbirlerinde gördükleri güzel özellikleri büyük bir hoşnutlukla karşılarlar. Nefislerine değil, Allah'ın rızasına uydukları için, cahiliye toplumu insanlarının içlerinde yaşadıkları kibir, haset gibi duyguları yaşamazlar. Bu yüzden birbirlerine karşı her zaman hoşgörülü, olumlu, alçak gönüllü bir yaklaşım içinde olurlar.
Aynı şekilde birbirlerinde gördükleri eksikliklerin de Allah'ın bir denemesi olduğunu bilirler. Bu yüzden bu eksiklikleri ortaya çıkarmaz, aksine bunları telafi edecek yönde güzel davranışlar gösterirler. Alaycılığı çağrıştıracak en küçük bir tavırdan, bakıştan, sözden şiddetle sakınırlar.
"Gerçekten, insan, 'bencil ve haris' olarak yaratıldı" (Mearic Suresi, 19)
Şimdi, o yüz çevireni gördün mü? Azıcık verdi ve gerisini kaya gibi sımsıkı elinde tuttu. (Necm Suresi, 33-34)
Onlar, cimrilikte bulunurlar, insanlara da cimriliği emreder (önerir)ler. Allah'ın fazlından kendilerine verdiğini gizli tutarlar. Biz o kafirlere aşağılatıcı bir azab hazırlamışızdır. (Nisa Suresi, 37)
İnsanın, nefsindeki bencillik ve cimrilik gibi kötü özelliklerden temizlenip arınması gerekmektedir. Bu durumu Rabbimiz insanlara şöyle bildirmektedir:
Öyleyse güç yetirebildiğiniz kadar Allah'tan korkup-sakının, dinleyin ve itaat edin. Kendi nefsinize hayır (en büyük yarar) olmak üzere infakta bulunun. Kim nefsinin bencil-tutkularından (ya da cimri tutumundan) korunursa; işte onlar, felah (kurtuluş) bulanlardır. (Tegabün Suresi, 16)
İşte bu yüzden, Kuran ahlakını yaşayan bir insan gün boyunca nefsinin bencilliklerinden sakınarak sahip olduğu şeyleri çevresindekilerle paylaşmaya çalışır. Örneğin yemeğini aç olan biriyle paylaşmaktan büyük bir zevk alır. Çok sevdiği bir eşyasını kendisinden daha fazla ihtiyacı olan birine gönül rahatlığıyla verir. Kazancının "ihtiyaçtan arta kalanı"nı ihtiyaç içinde olanlara verir. (Bakara Suresi, 219) Bunların kendisine ahirette daha güzel bir karşılıkla döneceğini bilir. Allah Kuran'da Peygamberimiz (sav) dönemindeki Müslümanların bu yöndeki örnek tavırlarını bizlere şöyle haber verir:
Kendilerinden önce o yurdu (Medine'yi) hazırlayıp imanı (gönüllerine) yerleştirenler ise, hicret edenleri severler ve onlara verilen şeylerden dolayı içlerinde bir ihtiyaç (arzusu) duymazlar. Kendilerinde bir açıklık (ihtiyaç) olsa bile (kardeşlerini) öz nefislerine tercih ederler. Kim nefsinin 'cimri ve bencil tutkularından' korunmuşsa, işte onlar, felah (kurtuluş) bulanlardır. (Haşr Suresi, 9)
Müminler, yaptıkları fedakarlığın karşı tarafı memnun etmesinden dolayı büyük bir mutluluk duyarlar. Vicdanen doğru olanın bu tavır olduğunu ve Allah'ın da bundan razı olacağını bilmenin verdiği iç huzurunu yaşarlar. Gerektiğinde kendileri de ihtiyaç içinde oldukları halde, hiç düşünmeden haklarından vazgeçerler. Hiçbir zaman yaptıkları fedakarlıkları dile getirerek, kendilerini övecek ya da ön plana çıkaracak bir tavır göstermez ve hiçbir zaman fedakarlıklarından dolayı karşı tarafı minnet altında bırakmaya çalışmazlar.
Adaletle hareket etmek
Müminler şahit oldukları, duydukları, hatta dolaylı yoldan haberdar oldukları adaletsiz hiçbir harekete karşı duyarsız kalmazlar. Yaşadıkları Kuran ahlakı onları her türlü zulme karşı tavır almaya, mazlumların hakkını korumaya, onlar için mücadele etmeye yöneltir. Allah müminlerin üstün adalet anlayışlarını Nisa Suresi'nde şu şekilde tarif eder:
Ey iman edenler, kendiniz, anne-babanız ve yakınlarınız aleyhine bile olsa, Allah için şahitler olarak adaleti ayakta tutun. (Onlar) ister zengin olsun, ister fakir olsun; çünkü Allah onlara daha yakındır. Öyleyse adaletten dönüp heva (tutkuları)nıza uymayın. Eğer dilinizi eğip büker (sözü geveler) ya da yüz çevirirseniz, şüphesiz Allah, yaptıklarınızdan haberi olandır. (Nisa Suresi, 135)
İnananlar bütün imkanlarını seferber ederek adaletsizliği engellemeye çalışırlar. Aksi şekilde davranan insanlar çoğunlukta da olsalar, onların vicdansızlıkları ve umursuzlukları inananları gevşekliğe sürüklemez. Ahirette şahit oldukları her olayda haktan yana nasıl bir çaba harcadıklarına dair sorguya çekileceklerini ve bu zulmü engellemek için ne yaptıklarının kendilerine sorulacağını bilirler. Dünyada pek çok insanın yaptığı gibi "görmedim, duymadım ya da fark etmedim" diyerek sorumluluktan kaçmaya çalışmazlar. Umursuzluk yaptıkları takdirde kaybedenin, vicdanlı davrandıklarında da kazanacak olanın sadece kendileri olduğunu unutmazlar. İşte bu nedenle de hiçbir zaman bir haksızlığa seyirci kalıp, ilgisiz bir tavır göstermezler. Herhangi bir şekilde bir haksızlık söz konusuyken, kendi işlerine dalıp hiçbir şeye şahit olmamış gibi bu olayı görmezden gelmezler.
Kuran ahlakı insanın nefsinin çıkarlarına ters de olsa, gururuna ağır da gelse, anne, baba, tanıdık, tanımadık, zengin, fakir ayrımı yapmadan adaletin gözetilmesini gerektirir. Bu yüzden mümin gün içinde haksızlık yapmaktan, haksızlığa göz yummaktan şiddetle kaçınır. Kim neyi hak ettiyse, ona onu vermeye çalışır.
Örneğin otobüse binmek için sıra bekleyen insanların önüne geçmeye çalışarak saygısızlık yapmaz ve bunu yapan birine de göz yummaz. Güzel ahlaka yakışır bir tarzda, gerginliğe meydan vermeden olaya müdahale eder. Bir başarıda hakkı olan bütün insanların hak ettikleri övgüyü ve ödülü almasına önem verir. Arkadaşları arasında da ayırım yapmadan haklı olanı savunur. Haksızlığa karşı suskun kalmaz. Örneğin kendisinin veya en yakın arkadaşının yaptığı bir hata, başka birine zarar vermişse bunu gizlemez ve dürüstçe söyler. Ve oluşan zararı telafi etmek için elinden geleni yapar.
Dürüstlük
Bazı insanlar yaptıkları hatayı gizlemek, çıkar elde etmek, zor bir durumdan kendilerini kurtarmak veya insanları kendi istedikleri doğrultuda yönlendirebilmek için yalan söylemekte bir sakınca görmezler. Yaptıklarının yanlış olduğunu ve yalanlarının her an açığa çıkabileceğini bilmelerine rağmen, bu çirkin yönteme başvururlar. Hesap gününde her söyledikleri ve her yaptıklarından sorgulanacaklarını düşünmezler.
Müminler ise, doğruluk ve dürüstlükten asla taviz vermezler. Allah'ın, "Ey iman edenler, Allah'tan sakının ve sözü doğru söyleyin" (Ahzab Suresi, 70) ayetinde de bildirdiği gibi, her zaman dürüst olmaları gerektiğini bilirler. Bu emre gün boyunca titizlikle itaat ederler. Örneğin önceki konuda da belirttiğimiz gibi yaptıkları bir yanlışı örtbas etmek amacıyla yalana baş vurmazlar. Hatalı bir davranışta bulunduklarında hemen özür diler, hatalarını telafi etmeye çalışırlar. İnsanlar tarafından daha çok saygı görmek veya sevilmek için yalan söylemezler. Hangi nedene dayanırsa dayansın, yalanı bir çözüm olarak görmezler.
Dolayısıyla Kuran ahlakını uygulayan bir kişi gün boyunca ne yalan söylemenin ne de yalanının ortaya çıkmasının sıkıntısını yaşamaz. Dürüstlük ve samimiyetin getirdiği güzel, güvenilir, huzur dolu bir hayatı yaşar. Dünya hayatında söz konusu güzel tutumu benimseyen birinin ahirette alacağı karşılık ise çok daha güzeldir. Allah "doğruları" şöyle müjdelemektedir:
Allah dedi ki: "Bu, doğrulara, doğru söylemelerinin yarar sağladığı gündür. Onlar için, içinde ebedi kalacakları, altından ırmaklar akan cennetler vardır. Allah onlardan razı oldu, onlar da O'ndan razı olmuşlardır. İşte büyük 'kurtuluş ve mutluluk' budur." (Maide Suresi, 119)
Okuduğumuz bölümlerden gördüğümüz gibi müminler Allah'ın Kuran'da bildirdiği güzel ahlakı, günlerinin 24 saati boyunca en mükemmel şekilde yaşamayı kendilerine ilke edinir; koşullar ve ortam ne olursa olsun güzel ahlak göstermekten kesinlikle taviz vermezler. Onların ahlakı değişken değildir; her zaman Allah'ın öğütleri ve emirleri doğrultusundadır. Rabbimizin Kuran'da "Ve şüphesiz sen, pek büyük bir ahlak üzerindesin" (Kalem Suresi, 4) şeklinde övdüğü Hz. Muhammed (sav)'i kendilerine örnek alırlar.
Dünyada hüsrandan, ahirette ise sonsuz azaptan kurtulmanın tek bir yolu vardır: Kuran ahlakını yaşamak... Çünkü Allah insanlara "asıl şan ve şereflerini" bu ahlak ile kazandırır. İnsanları içine hapsoldukları cahillikten, ilkel mantık örgülerinden, sıkıntılı ortamlardan, olumsuz karakter özelliklerinden, asılsız korkulardan, sapkın inançlardan ve tüm bunların sebep olacağı cehennem azabından kurtarır. Bunların yerine temiz bir akıl, güzel bir ahlak, cennet benzeri huzur dolu ortamlar ve en önemlisi de sonsuz nimetlerle dolu sonsuz bir cennet hayatı kazandırır.
Dünya üzerinde yaşanan tüm sıkıntıların, savaşların, kavgaların, dargınlıkların, yoksulluğun, sefaletin, öfkenin ortadan kalkmasının da tek bir çözümü vardır: Kuran ahlakını yaşamak... İnsanlara arzuladıkları mutluluğu, huzuru, refahı, adaleti, sevgiyi ve barışı getirecek başka hiçbir kesin bir çözüm yolu yoktur. Adaletsizlik, ihtilaf, eşitsizlik, çekişme, kavga, haksızlık, israf, kuruntu, taassup, zulüm, şiddet, ahlaksızlık ve bunlar gibi sayısız sorun hakkında Kuran ahlakının yaşanması, insanların yaşamlarını kolay, rahat ve mutlu kılacak en temel, en adaletli, en mükemmel ve en köklü çözümleri getirir.
Bu gerçeklere rağmen insan, küçük hesaplar, dünyevi çıkarlar, nefsani zaaflar nedeniyle hak dinden yüz çevirdiği takdirde, en büyük zararı yine kendisi görecektir. Çünkü insanın Kuran'dan yüz çevirmesi demek, onun, kendisi için gereken en hayati gerçeklerden habersiz kalması anlamına gelir. Oysa ne kendisinin ne de kendi gibi gelmiş geçmiş insanların taşıdıkları birikim bu dünyada karşısına çıkacak şartlarla ve sorunlarla başa çıkmasına yetmeyecektir. Tüm hayatı, sıkıntı, endişe, stres, kuruntu, terslik ve çözümsüzlüklerle geçecektir. O da bir süre sonra bu durumu kabullenecek, dini yaşamamasının cezası olan azaplarla dolu yaşantısını "hayatın bir gerçeği" sanarak büyük bir aldanış içinde ömrünü tüketecektir.
Allah'ın Kuran'da tarif ettiği üstün ahlak modelini benimseyen müminler ve yaşamlarının her dakikasına hakim edenler ise en güzel şekilde yaşayacaklardır. Allah bu müminleri şu şekilde müjdeler:
Bizim katımızda sizi (Bize) yaklaştıracak olan ne mallarınız, ne de evlatlarınızdır; ancak iman edip salih amellerde bulunanlar başka. İşte onlar; onlar için yaptıklarına karşılık olmak üzere kat kat mükafat vardır ve onlar yüksek köşklerinde güven içindedirler. (Sebe Suresi, 37)
İman edip güzel amellerde bulunanlar, namazı dosdoğru kılanlar ve zekatı verenler; şüphesiz onların ecirleri Rablerinin katındadır. Onlara korku yoktur ve onlar mahzun olmayacaklardır. (Bakara Suresi, 277)
Onlar Allah'ın ahdini yerine getirirler ve verdikleri kesin sözü (misakı) bozmazlar. Ve onlar Allah'ın ulaştırılmasını emrettiği şeyi ulaştırırlar. Rablerinden içleri saygı ile titrer, kötü hesaptan korkarlar. Ve onlar Rablerinin yüzünü (hoşnutluğunu) isteyerek sabrederler, namazı dosdoğru kılarlar, kendilerine rızık olarak verdiklerimizden gizli ve açık infak ederler ve kötülüğü iyilikle savarlar. İşte onlar, bu yurdun (dünyanın güzel) sonucu (ahiret mutluluğu) onlar içindir. (Rad Suresi, 20-22)
Allah'a ve Resûlü'ne itaat edin ve çekişip birbirinize düşmeyin, çözülüp yılgınlaşırsınız, gücünüz gider... (Enfal Suresi, 46)
Çekişme, ayette belirtildiği gibi, inananların gücünü kıran, hiçbir konuda çözüm getirmeyen, fayda sağlamayan, şeytanın kışkırtmasıyla içine düşülen bir tavırdır. İnsanın vicdanı tartışmayı, kavgayı çirkin görüp kabul etmezken, nefsi ise onu çekişmeye, çatışmaya itmeye çalışır. Bu yüzden Kuran'ı rehber edinen ve her zaman vicdanına uyan bir kişi hiçbir şekilde bir tartışma ortamının oluşmasına izin vermez. Bir anlık gaflet sonucu çekişme ortamına girse bile, hemen dikkatini toplar, Allah'ın hükmünü hatırlar ve yaptığı işin Allah'ın beğenmediği bir davranış olduğunu idrak ederek bu tavrını terk eder.
İman edenler gün boyunca türlü türlü insanla karşılaşabilirler. Bununla birlikte koşullar ne olursa olsun, tartışmadan kaçınırlar. Örneğin alış veriş sırasında uygulanan fiyatlar karşısında satıcıyla, zamanında gelmeyen otobüsün şoförüyle, sıra beklerken yavaş çalışan görevlilerle tartışmaya girmezler. Eğer kendilerine haksızlık yapılan bir ortamla karşı karşıya iseler tartışıp öfkelenmeyi değil, güzel bir üslupla ve akılcı bir yöntemle çözüm getirmeyi seçerler. Müminin öfkelenmemesi gerektiğini Rabbimiz Al-i İmran Suresi'nde şöyle buyurur:
Onlar, bollukta da, darlıkta da infak edenler, öfkelerini yenenler ve insanlar (daki hakların)dan bağışlama ile (vaz) geçenlerdir. Allah, iyilik yapanları sever. (Al-i İmran Suresi, 134)
Kuran ahlakını yaşayan bir insan karşısındakilerin tavırlarına göre ahlak anlayışını değiştirmez. Karşı taraf alaycı konuşabilir, çirkin sözler sarf edebilir, öfkelenebilir, kötülükte bulunabilir ya da düşmanca tavırlar sergileyebilir. Ancak müminin efendiliği, tevazusu, merhametli ve yumuşak başlı tavrı hiçbir zaman değişmez. Kendisine söylenen kötü bir söze kötü sözle karşılık vermez. Alay edene alayla, öfkeye öfkeyle cevap vermez. Öfkelenen bir insana karşı sakin ve kontrollü olur. Peygamberimiz (sav) bir hadisinde müminlere şu şekilde öğütte bulunmuştur:
"Her nerede olursan ol Allah'tan ittika et ve kötülüğün arkasından iyilik yap, bu onu yok eder. İnsanlara iyi ahlakla muamele et." (Kütüb-i Sitte Muhtasarı Tercüme ve Şerhi, Prof. Dr. İbrahim Canan, 16. cilt, Akçağ Yayınları, Ankara, s. 328)
Mümin her an, herşeyin kendi imtihanı için yaratıldığını bilir. Bu nedenle insanlarla tartışmak yerine güzel sözlerle konuşmayı, onlara öfkelenmek yerine öfkesini yenerek sabır göstermeyi tercih eder. Bunların Allah'ın hoşnut olduğu davranışlar olduğunu bilir ve O'nun rızasını kazanmayı ümit eder.
Kıskançlık yapmamak
İnsanların nefislerindeki olumsuz ahlak özelliklerinden birinin kıskançlık duygusu olduğu ve bundan sakınılması gerektiğini Allah Kuran'da şöyle bildirir:
... Nefisler ise 'kıskançlığa ve bencil tutkulara' hazır (elverişli) kılınmıştır. Eğer iyilik yapar ve sakınırsanız, şüphesiz, Allah, yaptıklarınızdan haberi olandır. (Nisa Suresi, 128)
Bazı insanlar için, diğer insanların kendilerine kıyasla maddi veya manevi bir üstünlüğe ya da kendilerinde olmayan bir şeye sahip olmaları kıskançlık duymaları için yeterlidir. Örneğin bir ortamda kendilerinden daha güzel veya yakışıklı bir insanın olması, kimi insanların kıskançlık duygularının kabarması için bir sebeptir. Bazıları da zengin, başarılı, bilgili, kültürlü, çalışkan, güzel evlere sahip insanları kıskanırlar. İtibar, ün yada mevki de kıskançlık nedeni olabilir. Ancak kıskanç insanların göz ardı ettikleri çok önemli bir gerçek vardır. Allah insanlara bu gerçeği şu şekilde hatırlatmaktadır:
Yoksa onlar, Allah'ın Kendi fazlından insanlara verdiklerini mi kıskanıyorlar?.. (Nisa Suresi, 54)
Ayrıca sahip olduğu şeyleri diğer insanlarla paylaşmaktan ya da onlara vermekten dolayı da kıskançlık hissetmez. Örneğin kullanmaktan hoşlandığı bir eşyasını birine hediye etmekten ya da bu eşyayı biriyle ortak kullanmaktan dolayı hiçbir sıkıntı duymaz. Bu davranışı Allah iman edenlere şu şekilde emretmektedir:
Sevdiğiniz şeylerden infak edinceye kadar asla iyiliğe eremezsiniz. Her ne infak ederseniz, şüphesiz Allah onu bilir. (Al-i İmran Suresi, 92)
Mümin tüm nimetlerin dünya hayatında faydalanması ve denenmesi için kısa süreliğine kendisine verildiğinin; kıskançlık, çekememezlik gibi kötü huyların yanlışlığının bilincindedir.
Zandan ve dedikodudan uzak durmak
Cahiliye toplumunda birçok insan günlük yaşamın ayrılmaz parçaları haline gelmiş bazı kötü alışkanlıklara sahiptir. Bunlar, insanın başkaları hakkında çeşitli olumsuz zanlar beslemesi; tecessüs etmesi, yani kendisini ilgilendirmeyen şeyleri gizlice öğrenmeye çalışması; gıybet yapması, yani diğer kişiler hakkında dedikodu yapması, onları çekiştirmesidir. Sözü edilen bu üç tavır genellikle birbirleriyle bağlantılıdır. Çünkü gıybet eden, yani bir insanı arkasından çekiştiren kişi, zaten onun hakkında birtakım kötü zanlara sahiptir. Aynı şekilde tecessüs eden bir kişi de çeşitli zanlar üzerine böyle bir davranışta bulunmaktadır.
Ey iman edenler, zandan çok kaçının; çünkü zannın bir kısmı günahtır. Tecessüs etmeyin (birbirinizin gizli yönlerini araştırmayın). Kiminiz kiminizin gıybetini yapmasın (arkasından çekiştirmesin). Sizden biriniz, ölü kardeşinin etini yemeyi sever mi? İşte, bundan tiksindiniz. Allah'tan korkup-sakının. Şüphesiz Allah, tevbeleri kabul edendir, çok esirgeyendir. (Hucurat Suresi, 12)
Allah'ın ayetleri müminin her an aklındadır, gün içinde O'nun sevmediğini bildirdiği davranışlardan titizlikle kaçınır. Başka bir kişinin hakkında kötü niyetle araştırma yaparak bilgi toplamaya çalışmaz. O ortamda bulunmayan bir kimse hakkında hoş olmayan, doğruluğundan emin olmadığı, duyduğunda kişinin kalbini kıracak sözler söylemez. Bilgisi olmadığı halde bir insan hakkında tahminlerde bulunup zanna kapılmaz. Bir insan hakkında bilgisi olmayan bir konu ile ilgili düşünceleri hep hayır yönündedir. O kişinin iyi ve güzel yönlerini düşünür, konuşur. Nitekim müminlerin, doğruluğundan kesin olarak emin olmadıkları bir konuda hayırlı yorumlar yapmaları gerektiğine Allah Kuran'da, mümin kadınlara atılan iftiraya verdikleri karşılığı örnek göstererek, şöyle işaret eder:
Onu işittiğiniz zaman, erkek müminler ile kadın müminlerin kendi nefisleri adına hayırlı bir zanda bulunup: "Bu, açıkça uydurulmuş iftira bir sözdür" demeleri gerekmez miydi? (Nur Suresi, 12)
Mümin, ailesi, arkadaşları ve çevresindeki insanlarla ilgili sürekli olarak iyi olanı düşünmeye, hayırlı olanı konuşmaya ve insanları da buna yönlendirmeye çalışır. Ancak insan dünya hayatındaki imtihanı gereği unutkan yaratılmıştır ve hata yapabilir. Ancak bu yanlış davranışını fark ettiğinde, hemen Allah'ın rahmetine sığınarak bağışlanma diler.
Alaycılıktan sakınmak
Kuran ahlakından uzak insanların bir bölümünün günlük yaşamlarında alaycı tavırlar çok yaygındır. Cahiliye toplumunda insanların eksiklikleri, hataları, fiziksel kusurları, kıyafetleri, maddi yetersizlikleri, dikkatsizlikleri, her türlü davranışları, konuşma tarzları, sözleri, kısacası hemen herşeyleri alay konusu yapılabilir. Alay etmek için bazen sözler ve el hareketleri, bazen de bakışlar ve mimikler kullanılır. Alay eden kişi için alay edilenin kalbinin kırılması, üzülmesi, taciz olması, moralinin bozulması veya sıkılması önemli değildir. Ona göre önemli olan, yalnızca kendi gururunu tatmin etmek ve alaya alınanı kendince küçük düşürmektir. (Detaylı bilgi için bkz. Harun Yahya, Alay Denen Zulüm)
Oysa Allah Kuran'da, insanların birbirleriyle alay etmelerini kesin olarak yasaklamıştır:
Rabbimiz bir ayette de "Arkadan çekiştirip duran, kaş göz hareketleriyle alay eden her kişinin vay haline" (Hümeze Suresi, 1) şeklinde buyurarak, Kuran ahlakını yaşamayan, hesap gününü ve ahireti düşünmeden böyle çirkin davranışlarda bulunan kişileri uyarmaktadır.
Müminler arasında alaycılığın herhangi bir şekline kesinlikle izin verilmez. Onlar güzellik, zeka, zenginlik, yetenek gibi her türlü özelliği insanlara verenin Rabbimiz olduğunu bilirler. Birbirlerinde gördükleri güzel özellikleri büyük bir hoşnutlukla karşılarlar. Nefislerine değil, Allah'ın rızasına uydukları için, cahiliye toplumu insanlarının içlerinde yaşadıkları kibir, haset gibi duyguları yaşamazlar. Bu yüzden birbirlerine karşı her zaman hoşgörülü, olumlu, alçak gönüllü bir yaklaşım içinde olurlar.
Aynı şekilde birbirlerinde gördükleri eksikliklerin de Allah'ın bir denemesi olduğunu bilirler. Bu yüzden bu eksiklikleri ortaya çıkarmaz, aksine bunları telafi edecek yönde güzel davranışlar gösterirler. Alaycılığı çağrıştıracak en küçük bir tavırdan, bakıştan, sözden şiddetle sakınırlar.
Fedakarlık
Hayatı sadece dünya hayatıyla sınırlı sanan insanlar, ciddi bir çıkar elde etmeleri söz konusu olmadıkça fedakarlıkta bulunmaya, ihtiyaç içinde olan insanlara yardım etmeye yanaşmazlar. Çünkü dünyada yaptıkları iyiliklerin ve kötülüklerin, ahirette eksiksiz bir şekilde karşılarına çıkacağını göz önüne almazlar. Allah onların bu çarpık zihniyetlerine bazı ayetlerde şöyle dikkat çeker:"Gerçekten, insan, 'bencil ve haris' olarak yaratıldı" (Mearic Suresi, 19)
Şimdi, o yüz çevireni gördün mü? Azıcık verdi ve gerisini kaya gibi sımsıkı elinde tuttu. (Necm Suresi, 33-34)
Onlar, cimrilikte bulunurlar, insanlara da cimriliği emreder (önerir)ler. Allah'ın fazlından kendilerine verdiğini gizli tutarlar. Biz o kafirlere aşağılatıcı bir azab hazırlamışızdır. (Nisa Suresi, 37)
İnsanın, nefsindeki bencillik ve cimrilik gibi kötü özelliklerden temizlenip arınması gerekmektedir. Bu durumu Rabbimiz insanlara şöyle bildirmektedir:
Öyleyse güç yetirebildiğiniz kadar Allah'tan korkup-sakının, dinleyin ve itaat edin. Kendi nefsinize hayır (en büyük yarar) olmak üzere infakta bulunun. Kim nefsinin bencil-tutkularından (ya da cimri tutumundan) korunursa; işte onlar, felah (kurtuluş) bulanlardır. (Tegabün Suresi, 16)
İşte bu yüzden, Kuran ahlakını yaşayan bir insan gün boyunca nefsinin bencilliklerinden sakınarak sahip olduğu şeyleri çevresindekilerle paylaşmaya çalışır. Örneğin yemeğini aç olan biriyle paylaşmaktan büyük bir zevk alır. Çok sevdiği bir eşyasını kendisinden daha fazla ihtiyacı olan birine gönül rahatlığıyla verir. Kazancının "ihtiyaçtan arta kalanı"nı ihtiyaç içinde olanlara verir. (Bakara Suresi, 219) Bunların kendisine ahirette daha güzel bir karşılıkla döneceğini bilir. Allah Kuran'da Peygamberimiz (sav) dönemindeki Müslümanların bu yöndeki örnek tavırlarını bizlere şöyle haber verir:
Kendilerinden önce o yurdu (Medine'yi) hazırlayıp imanı (gönüllerine) yerleştirenler ise, hicret edenleri severler ve onlara verilen şeylerden dolayı içlerinde bir ihtiyaç (arzusu) duymazlar. Kendilerinde bir açıklık (ihtiyaç) olsa bile (kardeşlerini) öz nefislerine tercih ederler. Kim nefsinin 'cimri ve bencil tutkularından' korunmuşsa, işte onlar, felah (kurtuluş) bulanlardır. (Haşr Suresi, 9)
Müminler, yaptıkları fedakarlığın karşı tarafı memnun etmesinden dolayı büyük bir mutluluk duyarlar. Vicdanen doğru olanın bu tavır olduğunu ve Allah'ın da bundan razı olacağını bilmenin verdiği iç huzurunu yaşarlar. Gerektiğinde kendileri de ihtiyaç içinde oldukları halde, hiç düşünmeden haklarından vazgeçerler. Hiçbir zaman yaptıkları fedakarlıkları dile getirerek, kendilerini övecek ya da ön plana çıkaracak bir tavır göstermez ve hiçbir zaman fedakarlıklarından dolayı karşı tarafı minnet altında bırakmaya çalışmazlar.
Adaletle hareket etmek
Müminler şahit oldukları, duydukları, hatta dolaylı yoldan haberdar oldukları adaletsiz hiçbir harekete karşı duyarsız kalmazlar. Yaşadıkları Kuran ahlakı onları her türlü zulme karşı tavır almaya, mazlumların hakkını korumaya, onlar için mücadele etmeye yöneltir. Allah müminlerin üstün adalet anlayışlarını Nisa Suresi'nde şu şekilde tarif eder:
İnananlar bütün imkanlarını seferber ederek adaletsizliği engellemeye çalışırlar. Aksi şekilde davranan insanlar çoğunlukta da olsalar, onların vicdansızlıkları ve umursuzlukları inananları gevşekliğe sürüklemez. Ahirette şahit oldukları her olayda haktan yana nasıl bir çaba harcadıklarına dair sorguya çekileceklerini ve bu zulmü engellemek için ne yaptıklarının kendilerine sorulacağını bilirler. Dünyada pek çok insanın yaptığı gibi "görmedim, duymadım ya da fark etmedim" diyerek sorumluluktan kaçmaya çalışmazlar. Umursuzluk yaptıkları takdirde kaybedenin, vicdanlı davrandıklarında da kazanacak olanın sadece kendileri olduğunu unutmazlar. İşte bu nedenle de hiçbir zaman bir haksızlığa seyirci kalıp, ilgisiz bir tavır göstermezler. Herhangi bir şekilde bir haksızlık söz konusuyken, kendi işlerine dalıp hiçbir şeye şahit olmamış gibi bu olayı görmezden gelmezler.
Kuran ahlakı insanın nefsinin çıkarlarına ters de olsa, gururuna ağır da gelse, anne, baba, tanıdık, tanımadık, zengin, fakir ayrımı yapmadan adaletin gözetilmesini gerektirir. Bu yüzden mümin gün içinde haksızlık yapmaktan, haksızlığa göz yummaktan şiddetle kaçınır. Kim neyi hak ettiyse, ona onu vermeye çalışır.
Örneğin otobüse binmek için sıra bekleyen insanların önüne geçmeye çalışarak saygısızlık yapmaz ve bunu yapan birine de göz yummaz. Güzel ahlaka yakışır bir tarzda, gerginliğe meydan vermeden olaya müdahale eder. Bir başarıda hakkı olan bütün insanların hak ettikleri övgüyü ve ödülü almasına önem verir. Arkadaşları arasında da ayırım yapmadan haklı olanı savunur. Haksızlığa karşı suskun kalmaz. Örneğin kendisinin veya en yakın arkadaşının yaptığı bir hata, başka birine zarar vermişse bunu gizlemez ve dürüstçe söyler. Ve oluşan zararı telafi etmek için elinden geleni yapar.
Dürüstlük
Bazı insanlar yaptıkları hatayı gizlemek, çıkar elde etmek, zor bir durumdan kendilerini kurtarmak veya insanları kendi istedikleri doğrultuda yönlendirebilmek için yalan söylemekte bir sakınca görmezler. Yaptıklarının yanlış olduğunu ve yalanlarının her an açığa çıkabileceğini bilmelerine rağmen, bu çirkin yönteme başvururlar. Hesap gününde her söyledikleri ve her yaptıklarından sorgulanacaklarını düşünmezler.
Dolayısıyla Kuran ahlakını uygulayan bir kişi gün boyunca ne yalan söylemenin ne de yalanının ortaya çıkmasının sıkıntısını yaşamaz. Dürüstlük ve samimiyetin getirdiği güzel, güvenilir, huzur dolu bir hayatı yaşar. Dünya hayatında söz konusu güzel tutumu benimseyen birinin ahirette alacağı karşılık ise çok daha güzeldir. Allah "doğruları" şöyle müjdelemektedir:
Allah dedi ki: "Bu, doğrulara, doğru söylemelerinin yarar sağladığı gündür. Onlar için, içinde ebedi kalacakları, altından ırmaklar akan cennetler vardır. Allah onlardan razı oldu, onlar da O'ndan razı olmuşlardır. İşte büyük 'kurtuluş ve mutluluk' budur." (Maide Suresi, 119)
Okuduğumuz bölümlerden gördüğümüz gibi müminler Allah'ın Kuran'da bildirdiği güzel ahlakı, günlerinin 24 saati boyunca en mükemmel şekilde yaşamayı kendilerine ilke edinir; koşullar ve ortam ne olursa olsun güzel ahlak göstermekten kesinlikle taviz vermezler. Onların ahlakı değişken değildir; her zaman Allah'ın öğütleri ve emirleri doğrultusundadır. Rabbimizin Kuran'da "Ve şüphesiz sen, pek büyük bir ahlak üzerindesin" (Kalem Suresi, 4) şeklinde övdüğü Hz. Muhammed (sav)'i kendilerine örnek alırlar.
Dünyada hüsrandan, ahirette ise sonsuz azaptan kurtulmanın tek bir yolu vardır: Kuran ahlakını yaşamak... Çünkü Allah insanlara "asıl şan ve şereflerini" bu ahlak ile kazandırır. İnsanları içine hapsoldukları cahillikten, ilkel mantık örgülerinden, sıkıntılı ortamlardan, olumsuz karakter özelliklerinden, asılsız korkulardan, sapkın inançlardan ve tüm bunların sebep olacağı cehennem azabından kurtarır. Bunların yerine temiz bir akıl, güzel bir ahlak, cennet benzeri huzur dolu ortamlar ve en önemlisi de sonsuz nimetlerle dolu sonsuz bir cennet hayatı kazandırır.
Dünya üzerinde yaşanan tüm sıkıntıların, savaşların, kavgaların, dargınlıkların, yoksulluğun, sefaletin, öfkenin ortadan kalkmasının da tek bir çözümü vardır: Kuran ahlakını yaşamak... İnsanlara arzuladıkları mutluluğu, huzuru, refahı, adaleti, sevgiyi ve barışı getirecek başka hiçbir kesin bir çözüm yolu yoktur. Adaletsizlik, ihtilaf, eşitsizlik, çekişme, kavga, haksızlık, israf, kuruntu, taassup, zulüm, şiddet, ahlaksızlık ve bunlar gibi sayısız sorun hakkında Kuran ahlakının yaşanması, insanların yaşamlarını kolay, rahat ve mutlu kılacak en temel, en adaletli, en mükemmel ve en köklü çözümleri getirir.
Bizim katımızda sizi (Bize) yaklaştıracak olan ne mallarınız, ne de evlatlarınızdır; ancak iman edip salih amellerde bulunanlar başka. İşte onlar; onlar için yaptıklarına karşılık olmak üzere kat kat mükafat vardır ve onlar yüksek köşklerinde güven içindedirler. (Sebe Suresi, 37)
İman edip güzel amellerde bulunanlar, namazı dosdoğru kılanlar ve zekatı verenler; şüphesiz onların ecirleri Rablerinin katındadır. Onlara korku yoktur ve onlar mahzun olmayacaklardır. (Bakara Suresi, 277)
Onlar Allah'ın ahdini yerine getirirler ve verdikleri kesin sözü (misakı) bozmazlar. Ve onlar Allah'ın ulaştırılmasını emrettiği şeyi ulaştırırlar. Rablerinden içleri saygı ile titrer, kötü hesaptan korkarlar. Ve onlar Rablerinin yüzünü (hoşnutluğunu) isteyerek sabrederler, namazı dosdoğru kılarlar, kendilerine rızık olarak verdiklerimizden gizli ve açık infak ederler ve kötülüğü iyilikle savarlar. İşte onlar, bu yurdun (dünyanın güzel) sonucu (ahiret mutluluğu) onlar içindir. (Rad Suresi, 20-22)