ceylannur
Yeni Üyemiz
Seni, ibadetin (iyi amellerin) mutlu eder ve günahın üzerse, sen tam olgun (kâmil) bir müminsin.” (Hadis-i Şerif; Tirmizi Ahmed b. Hanbel)
En muteber altı hadis kaynağından ikisinde yer alan yukarıdaki hadis-i şerif, tam ve olgun mümini öz bir şekilde tarif buyuruyor. Buna göre ibadet etmesi, doğru yolda olması ve ihsan üzere bulunması onu mutlu eder, sevindirir. Günahları ise üzer. işte bu hal üzere olan mümin, kâmil mümindir.
Müslüman kişi iyi hal üzeredir, daima iyi hal üzere olmayı hedefler. Kalbindeki ALLAH korkusu bu hedefe ulaşmada en büyük yardımcısıdır. Bu korku onu yönlendirir ama asla ümitsiz bırakmaz. Çünkü ALLAH korkusu diğer korkulara asla benzemez, içinde saygı, hayranlık, güven ve muhabbet de barındırır. Bu yüzden ALLAH korkusu aynı zamanda O’nun engin rahmet hazinelerine dair ümidi besler, kalbe hoşluk verir.
Bir insanda ALLAH korkusunun varlığının alameti ve ispatı, günahlardan sakınması, kaçmasıdır. Ümidin bulunduğunun delili ise, ALLAH’a dua halinde bulunması, rahmetini talep etmesidir.
İnsanoğlu hisleriyle arzularıyla hareket eder. Ne yapıp etse, bu arzuların aksine davranış sergileyebilmesi kolay değildir. Bazen nefsine muhalefet etse de hiç farkında olmadan yine o yola girer. Bu yüzden kişi hislerini, arzularını kontrol altına almalıdır. Yani nefsini terbiye etmelidir, Nefs terbiyesi olmadan her dem iyilik üzere bulunmak, bu yolda sağlam yürümek mümkün olmaz. Arzular, hevesler insanı engeller, gaflete düşürür. Nitekim tasavvuf ehlinin nefsi terbiye ve arındırmaya büyük önem vermesi bundandır. Hatta imam Kuşeyrî k.s. hazretleri tasavvufu tarif ederken “Tasavvuf nefs terbiyesidir.” demiştir.
Nefsin mertebeleri de bu terbiyenin aşamalarının işaretidir, ilk mertebe “nefs-i emmare”dir. Bu mertebedeki nefsin sahibi, dizginlerini tamamen isteklerine terk etmiş kişidir. Canı neyi istiyorsa haram helal tanımadan onu yapmak, daima zevk ü sefa aramak hayat gayesidir. Böyle kişiler kendi dizginlerini ele almaz, tevbe edip hak yola girmezse ebedi hayatlarının mahvolacağından korkulur.
Bu tür nefsi terbiyeye zorlayan en büyük etken kalbinde bazen kendini hissettiren pişmanlık sızısı ve tevbe etme arzusudur. ALLAH Tealâ günahlardan dönenler, pişman olanlar için tevbe kapısını açık bırakmıştır. Nitekim O’nun sıfatlarından biri de Tevvâb’dır, yani tevbeleri çok kabul edendir. Nefsin diğer mertebeleri, ilkine göre kişiyi daha çok Hakk’a yönlendiren, yaklaştıran mertebelerdir. Hadis-i şerifte buyrulduğu gibi ibadet ve salih amelle sevinmeye, günaha üzülmeye daha mütemayildir.
Büyük alim ve mutasavvıflarımızdan Abdülkahir Sühreverdi k.s. hazretleri; “Nefsi tanımanın alameti, onun hakkında suizanda bulunmaktır.” buyurmuştur, Bu suizan, yani kendini eleştirerek bakma hali kişinin nefsine karşı uyanık ve hazırlıklı olmasını sağlar, gaflete düşmesini engeller. Kendine karşı bir denetleme mekanizması kurmasına vesile olur. Bu mekanizma da tevbe ile işler.
Meşhur alimlerimizden İmam Suyûtî rh.a. hazretlerinin buyurduğu gibi, tevbenin üç temel şartı vardır, ilki günahtan tamamen uzaklaşmak, ikincisi günahı işlediğine pişman olmak, sonuncusu ise bir daha günaha dönmemeye kesin karar vermektir. Sahih tevbedeki bu üç şart, nefsi yola getiren asıl sebeptir.
Bu noktadan sonra insan bir nebze olsun nefsin arzularına karşı zırh giyinmiş olur. imam Gazalî rh.a.’in buyurduğu üzere müminin kalbi yükselme kaydeder ve bu yükselişin alameti de şunlardır:
ALLAH’ın emirlerine uymak, muhalefet etmemek ve kulda ALLAH’a itaat etme şevkinin her zaman bulunması…
Girişteki hadis-i şerifte ifade buyrulan husus da bu durumu açıklamaktadır. Kişinin ibadetlere sevinmesi ibadetleri arzuluyor olması demektir. Günahlara üzülmesi de tevbe etmesidir. Bunun tam aksi ise kişinin kendini beğenmesi, kibirlenmesi ve dünyaya karşı hırslı olmasıdır. Bunun sonucunda kişi yapılan ibadet ve taatlerden tat almaz, günahın acılığını hissetmez ve helali haramı birbirine karıştırır.
işte mümin kişinin her işini sağlam bir niyetle ve ALLAH rızası için yapması gereği burada ehemmiyet kazanır. Bu şuurla kişi daha işin başından sonunu düşünür ve tedbirli davranır.
Büyük alimlerimizden Abdürrezzak Kâşânî rh.a.’in “nefs-i mutmainne” hakkında söylediği şu sözlerle bitirelim:
“Kötü sıfatlardan kurtulup güzel ahlâkla bezenen ve kalbin nuruyla nurlanan bu nefs, Cenab-ı Hakk’a yükselme, kötülükle alakalı yönlerden temizlenme, itaate gayret sarfetme ve yüksek mertebelere giden yolda yürüme konusunda kalbi izler, onun tarafına yönelir. Sonunda Rabbi ona şöyle hitap eder: ‘Ey mutmain nefs! Sen Rabbinden Rabbin de senden razı olarak dön! Kullarım arasına katıl ve cennetime gir!’ (Fecr, 28)”
Selim Güneş
Semerkand Mart 2010