Tağutlarla İşbirliği Yapanlar
sana ve gerekse senden öncekilere indirilen kitaplara inandıklarını ileri sürenleri görmüyor musun? Bunlar karşı çıkmakla, tanımamakla emredildikleri Tağutun hakemliğine başvurmak istiyorlar. Şeytan onları koyu bir sapıklığa düşürmek istiyor.” (Nisa 60) Emr-i ilahisine boyun eğmeyen ve Allah’ın yeryüzündeki tasarruf hakkını yok sayan dalkavuk ulema, tağutların gölgesine sığınmıştır. Şirkin gövde gösterisi karşısında susan, Mu’minleri gördüğü zaman da “Eh… zaman bozuldu” gibi gerekçelerle kendini kurtarmaya çalışan bu tipler, her meselede hileyi tercih ederler. İşini ilginç yönü demokratik ülkelerde siyaset sahnesini süsleyen, kendi klasik-Laik zihniyetini kabul etmeyen herkese saldırıyı bir görev bilen ve “egemenlik kayıtsız şartsız milletindir” vecizesine uygun bir anlayışı yaygınlaştırmaya çalışan bu ulema tipleri, halkı Müslüman olan ülkelerin en büyük belaları haline gelmiştir. Suriye’de idam edilen 15 yiğit müslümanın tavrını, sarığı ile sokağa fırlayarak “Esad” çok yaşa diye bağırarak yok etmeye çalışan, “Esad’ın” maaşlı memurları dalkavuk ulemanın tipik örneğidir. Mısır-İsrail anlaşmasını, “Hudeybiye anlaşmasıyla” kıyaslayarak Mü’minlere kabul ettirmeye kalkan ezher ulemasının yapısını iyi düşününüz. Bunlar tağuti sistemlerin manevi cihazları haline dönüşmüşlerdir. Bu misalleri çoğaltmak mümkün… Libya’dan, Pakistan’a, Cezayir’den Afganistan’a kadar bir çok halkı Müslüman olan ülkede, bu tiplere rastlamak mümkündür. Bunlar, zihinlerini “Çağdaş kurallara” göre ayarlamış, İslam’ı kendi zihinlerinde ki ölçülere göre kavramayı esas kabul etmişlerdir.
Türkiye’de ise durum çok farklıdır. Demokratik laik Türkiye cumhuriyetinde, siyasal iktidarın yapısını tayin eden genel seçimler değil anayasadır. Anayasanın ilkelerine göre teşkilatlanan partilerden herhangi birini tercih ederken propagandanın önemli rolü vardır. Her seçim döneminde şu sözleri işitmek mümkündür. “C” partisini tercih edenler, onunla koalisyon yapanlar Tecdid-i İman ve Tecdid-i Nikah yaptırsınlar… “A” partisi, “C” partisine göre ehven-i şerdir. Vs… politikacılar, seçim çevrelerine girerken uyarırlar “Aman ha… bu bölge çok dindardır. Sakın Kur’an öpmeyi unutma, hanımefendi de bu seferlik başını örtüversin…” gibi teklifler… Halbuki Türkiye cumhuriyeti demokratik laik bir devlettir. Bir İslam devleti değildir. Bu gerçek sürekli olarak, dalkavuk tipler tarafından gizlenir.
Sonuç olarak, Akabe Bey’atının hükümlerini yeniden gözden geçirelim. Şirke, zulme ve yalana karşı mücadele azmimizi artıralım. Yeryüzünün neresinde bir Müslüman varsa, onu kardeşimiz bilip, acısıyla kederlenelim, neşesiyle neşelenelim. Her türlü şirk düzenlerine karşı mücadele veren ve bu uğurda şehadeti göze alan mü’minlerle ilişkilerimizi artıralım, onların acılarını Türkiyeli Müslümanlar olarak paylaşalım. Dalkavuk tiplerin yorumlarını bir kenara itip, Allah’ın ipine sımsıkı sarılalım.
Şirke ve Zulme Boyun Eğmeyenler |
“Benden sonra bir takım emirler (halifeler, hükümdarlar, idareciler) olacaktır. Kim onların yalanlarını tasdik eder, yaptıkları zulümde kendilerine yardımcı olursa benden değildir. Ben de onlardan değilim. O kimse benim havzımın etrafına yaklaşamayacaktır. Kim onların yalanlarını tasdik etmez, zulümlerinde onlara yardım etmezse, bendendir. Bende onunla beraberim. Ve o kimse havzımın kenarında bana ulaşacaktır.” (Sünen-i Tirmizi-C: Sahife: 121 Hadis no: 2360 ist: 1975) Alemlere Rahmet olarak gönderilen Hz. Peygamber (s.a.v) Mü’minleri emir sahiplerinin yalanlarına ve zulümlerine karşı uyarmıştır. Esasen Mü’minler, meşru olmayan her türlü güce karşı mücadele vermek, iyiliklerin hakim olmasını sağlamak ve Allah’ın indirdiği hükümlere boyun eğmek hususunda birbiri ile tarih boyunca yarışmışlardır. Bu sırat-ı müstakim üzerindeki yarış kıyamete kadar sürecektir. Nitekim, “Benim ümmetim sapıklık üzerinde ittifak etmez” (Sünen-i İbn Mace-C sh:1302 Hadis no:3950) diyen Allah’ın Resulü gerçeği göstermiştir. Halkı Müslüman olan ülkelerde, müşrik devletlere karşı yükselen mücadele bu gerçeğin ışığı altında değerlendirilebilir. Son yetmiş yıllık halifesiz dönemden sonra, Ümmet-i Muhammed yeniden inancını hayata hakim kılma mücadelesine karar vermiştir.
Hicri-1400 yaklaşırken Mü’minler Akabe bey’atını yeniden hatırlama noktasındadırlar.
Ubade İbn-i Samid (r.a) Hazretleri, “Biz Ensar heyeti Resulullah’a Akabe mevkiinde emirlerini dinlemek ve itaat etmek üzere bi’at ettik ve “Her nerede bulunursak bulunalım, muhakkak orada hakkı yerine getireceğimize ve hak söyleyeceğimize ve Allah yolunda hiçbir kimsenin levm ve zemminden korkmayacağımıza söz verdik” (Sahih-i Buhari-C: 1 Sahife 322 Hadis no: 213 Ank:1978)
Görüldüğü gibi Mü’minler, şirke, zulme ve yalana karşı savaş açmışlardır. Bu onların akidelerinin tabii bir sonucudur. Kur’an-ı Kerim’de bütün Mü’minlere örnek olarak gösterilen “Andolsun ki; sizin için Rasulullah'ta güzel bir örnek vardır. Allah'a ve ahiret gününe kavuşmayı umanlar ve Allah'ı çokça zikredenler için” (Ahzab 21) Hz. Peygamberin hayatı, Sahabilerin hayatı, Müctehid imamların hayatı şirke ve zulme karşı mücadelenin en güzel örneklerini ortaya koymuştur. Başta İmam-ı Azam olmak üzere, bir çok müctehid imam zindanlarda işkence altında şehid olurken, emir sahiplerinin zulümlerinin ve yalanlarının asla tasdik edilmeyeceğini ilan etmişlerdir. Bilindiği gibi Abbasi halifelerinden Ebu Mansur’un kadılık teklifini reddeden, onun yalanlarını ve zulümlerini yüzüne haykıran İmam-ı Azam, Hanefi mezhebinin kurucusudur. Türkiyeli Müslümanların büyük çoğunluğu Hanefi mezhebine mensup olduğuna göre, İmamı- Azam’ın tavrı onlara güzel bir örnektir. Ancak görülmektedir ki, zalimlerden ve müşriklerden bir zümreyi, diğer bir zümre ile mukayese ederek hayatlarına yön veren ve bu anlayışlarını “İslam” zanneden insanların sayısı az değildir. İşin ilginç yanı bu insanlar, kendi heva ve heveslerine uyduklarını ve yanıldıklarını itiraf edecek yerde, dünyevi kaygılarını ve akli yorumlarını sürekli ön planda tutarak, geniş bir kitleyi etki alanlarına almaktadırlar.
|
|