nefsimutmainne
Aktif Üyemiz
- SENAİ DEMİRCİ
Suskuların Çığlığı: Uzak İhtimal
Sanırız ki, insan konuştuğu kadardır. Konuşmadığımız kadarımız da konuşur oysa. Bir de konuşamayan tarafımız var ki, nice konuşmaların gürültüsünü bastırırdı açsaydı ağzını. Dahası, konuşturduğu tarafımızın ne kadar olacağına karar veren ve bilerek konuşmayan tarafımız var ki, onun fısıltılı destanlarıyla büyürüz her birimiz. Sustuğu kadardır insan ve boyunu ölçmeye gelmez.
Sanırız ki insan göründüğünden ibarettir. Görünmeyen yanlarımızın olduğu ne kadar da görünürdür oysa. Görüntümüz de göstermek istemediğimiz yanlarımızdan arta kalandır. Görünmediğince insandır insan ve aynalara yüz vermez.
Bu yüzden, "Allah açık ettiklerinizi de bilir, sakladıklarınızı da" mealli ayeti bir de şöyle anlamalı: "Allah açık ettiklerinizi açık ederken sakladığınız niyetlerinizi de bilir." Çünkü, açık edilen her şey, daha saklı bir amaçla açık edilir. Saklanan her şey, ister istemez açık edilmiş bir amaçla saklanır. Her bir açılma, bir tür saklanmayı içerir. Her türden gizlenme, görünmek istememek gibi görünür bir siperin ardında durur. Her pencere bir perdeyi saklar. Her perde bir pencerenin ardına asılır.
Ömrümüzün kareleri nerede akıyor? Görünürler üzerinden mi? Tanışıklıklarımız hangi görüntülere dayanıyor? Görünüşlere mi? Dışımızı süsleyerek gizlediğimiz çirkin bir içle mi adımlıyoruz hayatı? Başkalarının gözünde yer edinmek için habire makyajlarken yüzümüzü, özümüzü kendi yüzümüzden fellik fellik kaçıran bir sahtekâr mıyız? Kalıbımızı hazdan hazza gezdirirken, kalbimizi hepten tedavülden kaldırmış gibi aç ve susuz mu bırakıyoruz? Metruk mü bıraktık özümüzü yoksa? Geçersizleştirdik mi kişiliğimizi? Kalp paralar gibi yüzü gerçeğine benzeyen, özünde ihanet büyüten bir tuzak mıyız dostlarımızın elinde?
Uzak: Kendine yabancılığı insanın. Kendisiyle kendisi arasında beliren mesafeden başka hiçbir mesafe tanımlayamaz uzaklığın dehşetini. Ben bana tanıdıksam, hiçbir uzaklık uzak değil bana. Ben bana uzaksam, kim ve ne yakın olabilir bana? Kime, niye, nasıl yakın olabilirim ki? Başkalarının plağını çalmak kendi içinde. T/uzak.
İhtimal: Kendine şaşırmışlığı insanın. Tereddüt diye tanıştığımız ama bir türlü evimizde ağırlayamadığımız o insanî hal. Yaşama acemiliğimiz. Ki kimse ustası değildir yaşamanın. Asıl yaşamak tereddüttür o halde.
Uzak İhtimal, bir yazgının hem içinde hem dışında resmediyor kahramanlarını. Uzak İhtimal, insanın kendisine uzaklığı ve yakınlığı arasında bir kalp atışı gibi-ki hem tanıdık hem yabancıdır kalbin atışı-gidip geldikçe, yakınlaşıyor her seyircisine. Bir kasıp bir gevşetiyor seyredenin kalbini. "Seyirci" olmaktan çıkarıyor seyirciyi. Yaşayan oluyorsun birden. Sahaya iniyorsun. Sahnede yerini buluyorsun. Bir Musa, bir Clara tutuyor elinden. Olur a, hem sinemaya gitmek gibi 'genel' bir hal hem de sinemada karanlıkta baş başa kalmak gibi 'özel' bir hal yaşarsın sevdiğin kızla/oğlanla. Hem uzaktasındır sinemaya gitmekle, hem ihtimal dâhilindesindir sinemada olmakla. Sakladığını açık etsen, ya reddedileceksin ya kabul edileceksin. Reddedilmek korkutucu, kabul etmek/edilmek ise sorumluluk yükleyici. Uzak ama ihtimal olarak kalırsa her şey, reddedilmenin korkusu uzakta, kabullenilmenin ağır sorumluluğu ise ihtimal olarak durur yanı başında. O ince zarı kimse delmek istemez. Yumurtanın kabuğu bir türlü kırılmaz. Pandora'nın Kutusu açılmaz. Çünkü, aramızdaki görünmez duvarları yok edersek, "oda"larımız kalmaz. Saklı odalarda yaşarız öylece. Uzakta ve muhtemel?
Genç kuşağımızın ümit veren yönetmenlerinden Mahmut Fazıl Coşkun'un emek verdiği, sevgili dostum Tarık Tufan ve arkadaşlarının senaryosuna kalplerini koyduğu Uzak İhtimal'in başından başardığı bir şey var ki, o da çok şey eder benim için-ve muhtemelen "biz"im için: Kendi kuyularına kendisini itmiş Yusuf'ları ucuzcu kervanlara kaptırmıyor. Hazzın ve hızın girdabında eskitmiyor vaktimizi. Eksiltmiyor ömrümüzü eğlencenin sığ sularında. Bizden almıyor, bize veriyor. Bizi bizimle tanıştırıyor. Kaçtığımız yüzümüzü yeni bir aynada yeniden gözbebeğimiz ediyor.
Filmin iki sahnesinde iki karakterin birbirlerine söylerken birbirlerini harfi harfine taklit ettiklerini unuttukları o diyalogda olduğu gibi, unuttuğumuz ve hatta unuttuğumuzu unuttuğumuz yanlarımızın üzerindeki örtüyü çekiyor, ayağa kaldırıyor:
-bugün ona söylersin herhalde?
-yok, söyleyemem.
-peki, neden?
-korkuyorum.
-senin yerine ben söylesem?
-olmaz.
-neden?
-daha zamanı gelmedi.
Korkumuzu uzak etme adına sustu(rdu)klarımız oldu, olacak. Ve "zamanı gelmeyen" sözlerimizin öncesini yaşadık hep, yaşayacağız.
Ve ihtimal ki film hiç bitmeyecek.
Suskuların Çığlığı: Uzak İhtimal
Sanırız ki, insan konuştuğu kadardır. Konuşmadığımız kadarımız da konuşur oysa. Bir de konuşamayan tarafımız var ki, nice konuşmaların gürültüsünü bastırırdı açsaydı ağzını. Dahası, konuşturduğu tarafımızın ne kadar olacağına karar veren ve bilerek konuşmayan tarafımız var ki, onun fısıltılı destanlarıyla büyürüz her birimiz. Sustuğu kadardır insan ve boyunu ölçmeye gelmez.
Sanırız ki insan göründüğünden ibarettir. Görünmeyen yanlarımızın olduğu ne kadar da görünürdür oysa. Görüntümüz de göstermek istemediğimiz yanlarımızdan arta kalandır. Görünmediğince insandır insan ve aynalara yüz vermez.
Bu yüzden, "Allah açık ettiklerinizi de bilir, sakladıklarınızı da" mealli ayeti bir de şöyle anlamalı: "Allah açık ettiklerinizi açık ederken sakladığınız niyetlerinizi de bilir." Çünkü, açık edilen her şey, daha saklı bir amaçla açık edilir. Saklanan her şey, ister istemez açık edilmiş bir amaçla saklanır. Her bir açılma, bir tür saklanmayı içerir. Her türden gizlenme, görünmek istememek gibi görünür bir siperin ardında durur. Her pencere bir perdeyi saklar. Her perde bir pencerenin ardına asılır.
Ömrümüzün kareleri nerede akıyor? Görünürler üzerinden mi? Tanışıklıklarımız hangi görüntülere dayanıyor? Görünüşlere mi? Dışımızı süsleyerek gizlediğimiz çirkin bir içle mi adımlıyoruz hayatı? Başkalarının gözünde yer edinmek için habire makyajlarken yüzümüzü, özümüzü kendi yüzümüzden fellik fellik kaçıran bir sahtekâr mıyız? Kalıbımızı hazdan hazza gezdirirken, kalbimizi hepten tedavülden kaldırmış gibi aç ve susuz mu bırakıyoruz? Metruk mü bıraktık özümüzü yoksa? Geçersizleştirdik mi kişiliğimizi? Kalp paralar gibi yüzü gerçeğine benzeyen, özünde ihanet büyüten bir tuzak mıyız dostlarımızın elinde?
Uzak: Kendine yabancılığı insanın. Kendisiyle kendisi arasında beliren mesafeden başka hiçbir mesafe tanımlayamaz uzaklığın dehşetini. Ben bana tanıdıksam, hiçbir uzaklık uzak değil bana. Ben bana uzaksam, kim ve ne yakın olabilir bana? Kime, niye, nasıl yakın olabilirim ki? Başkalarının plağını çalmak kendi içinde. T/uzak.
İhtimal: Kendine şaşırmışlığı insanın. Tereddüt diye tanıştığımız ama bir türlü evimizde ağırlayamadığımız o insanî hal. Yaşama acemiliğimiz. Ki kimse ustası değildir yaşamanın. Asıl yaşamak tereddüttür o halde.
Uzak İhtimal, bir yazgının hem içinde hem dışında resmediyor kahramanlarını. Uzak İhtimal, insanın kendisine uzaklığı ve yakınlığı arasında bir kalp atışı gibi-ki hem tanıdık hem yabancıdır kalbin atışı-gidip geldikçe, yakınlaşıyor her seyircisine. Bir kasıp bir gevşetiyor seyredenin kalbini. "Seyirci" olmaktan çıkarıyor seyirciyi. Yaşayan oluyorsun birden. Sahaya iniyorsun. Sahnede yerini buluyorsun. Bir Musa, bir Clara tutuyor elinden. Olur a, hem sinemaya gitmek gibi 'genel' bir hal hem de sinemada karanlıkta baş başa kalmak gibi 'özel' bir hal yaşarsın sevdiğin kızla/oğlanla. Hem uzaktasındır sinemaya gitmekle, hem ihtimal dâhilindesindir sinemada olmakla. Sakladığını açık etsen, ya reddedileceksin ya kabul edileceksin. Reddedilmek korkutucu, kabul etmek/edilmek ise sorumluluk yükleyici. Uzak ama ihtimal olarak kalırsa her şey, reddedilmenin korkusu uzakta, kabullenilmenin ağır sorumluluğu ise ihtimal olarak durur yanı başında. O ince zarı kimse delmek istemez. Yumurtanın kabuğu bir türlü kırılmaz. Pandora'nın Kutusu açılmaz. Çünkü, aramızdaki görünmez duvarları yok edersek, "oda"larımız kalmaz. Saklı odalarda yaşarız öylece. Uzakta ve muhtemel?
Genç kuşağımızın ümit veren yönetmenlerinden Mahmut Fazıl Coşkun'un emek verdiği, sevgili dostum Tarık Tufan ve arkadaşlarının senaryosuna kalplerini koyduğu Uzak İhtimal'in başından başardığı bir şey var ki, o da çok şey eder benim için-ve muhtemelen "biz"im için: Kendi kuyularına kendisini itmiş Yusuf'ları ucuzcu kervanlara kaptırmıyor. Hazzın ve hızın girdabında eskitmiyor vaktimizi. Eksiltmiyor ömrümüzü eğlencenin sığ sularında. Bizden almıyor, bize veriyor. Bizi bizimle tanıştırıyor. Kaçtığımız yüzümüzü yeni bir aynada yeniden gözbebeğimiz ediyor.
Filmin iki sahnesinde iki karakterin birbirlerine söylerken birbirlerini harfi harfine taklit ettiklerini unuttukları o diyalogda olduğu gibi, unuttuğumuz ve hatta unuttuğumuzu unuttuğumuz yanlarımızın üzerindeki örtüyü çekiyor, ayağa kaldırıyor:
-bugün ona söylersin herhalde?
-yok, söyleyemem.
-peki, neden?
-korkuyorum.
-senin yerine ben söylesem?
-olmaz.
-neden?
-daha zamanı gelmedi.
Korkumuzu uzak etme adına sustu(rdu)klarımız oldu, olacak. Ve "zamanı gelmeyen" sözlerimizin öncesini yaşadık hep, yaşayacağız.
Ve ihtimal ki film hiç bitmeyecek.