TÜRKOĞLU
Aktif Üyemiz
Dünyanın ve insanın yaratılması, insanın cennetten kovulması konusunda Sümerler ile eski Türklerin arasında çok benzer ve bazen mutabık denebilecek inançlar vardır. Yaratılış destanının Sümerlerdeki birkaç varyantı şöyledir:
1.Varyant : “Tatlı su sembolü olan AP-SU ile tuzlu su sembolu olan TİYAMAT adlı bir kadın devden gökler ve yer oluşur ve sonra ise gök tanrısı ANU, hava tanrısı EN-LİL ve deniz tanrısı EA türer. EN-Kİ’nin yarattığı bu üç tanrının da, günü, ayı ve yıldızları yarattıkları görülüyor.”
2. Varyant: “Başlangıçta yalnız su genişliği vardı. APSU (tatlı su) ile TİYAMAT (deniz, tuzlu su) beraber evreni ve tanrıları yarattılar. Sonra APSU tanrıların karşısına çıkmayı kastetti. Her şeyden haberi olan EN-Kİ onu yok etti. Öfkelenen TİYAMAT, tanrıların karşısında mücadele etmeyi kendi üstlendi. Tanrıların hiçbirisinin onun karşısında duracak gücü yoktu. Nihayet, EN-Kİ’nin oğlu MARDUK (Mar-Ud) TİYAMAT’ın karşısına mücadele etmek için kendisini teklif etti. Bunun için o, tanrılara birkaç şart önerdi.Meşveret için toplanan tanrılar MARDUK’un teklifini onayladılar ve ona yasal güç verdiler. Ağır savaşlar sonucu MARDUK TİYAMAT’ı yendi ve onun yarı gövdesinden göğü yarattı, sonra ayı ve yıldızları donattı. TİYAMAT’a güvenen bir tanrının kanından ise insanı yarattı. Sonra tanrılar meclisi onun bu başarısı onuruna ona şükranlarını sunarak onun için muhteşem bir tapınak inşa ettiler ve şenlik, toy tuttular.”
3. Varyant: Bu destanın yine bir varyantını Kramer, Sümer yazıtlarından sonuç çıkararak şöyle izah ediyor: Göğü ve yeri yaratan “Nammu” adlı bir hanım tanrıça olmuştur. Dünya bir biteviye dağ, bu dağın eteği yer ve zirvesi gök imiş. Gök tanrısı AN ve yer tanrısı KI olup onların ikisinden de hava tanrısı EN-LİL türemiştir. Başka bir rivayete göre, dünya bir ulu ağaç, onun başı gök ve tanrıların durağı, aşağı yer ve yaratıkların yaratıldığı mekân sayılır. Sümerlerin kutsal kenti “Nippur” En-Lil’in yurdu sayılmıştır. Kentin tapınağının sekisine ise “dur-an-kı” yani yer ile göğün arasındaki durak denilmiştir.”
4. Varyant: İnsanın yaratılışı: “Sümerin son dönemindeki ERİDU kenti ile ilgili mitin, insanın yaratılışına ait olduğu açıkça görülüyor. Bu mitin merkezine EN-Kİ’den yakın duran yoktu. O, akıl ve gaybın tanrısı derecesinde alkışlanmış (öğülmüş), ERİDU ve diğer Sümer kentlerin yöneticisi olan ME’leri idare etmiştir.
Yer tanrısı anlamında olan EN-Kİ yer altının iyesi (sahibi) makamında da görülmektedir. O, Babil’in tanrısı YAHVE gibi, yer yüzünü insanlaştırmak, insanları yeryüzüne yerleştirmek konusunda verdiği karardan sonuna kadar vazgeçmez. Sümerlerin verdiği bilgilere göre, EN-Kİ ağır ve derin uyuyor. Tanrılar ise onun ettiği kutsal ve ağır teklifin yükünün altında bağırıp çağırıyorlardı. Sonra annesi NAMMU ondan yol göstermesini istemek için yanına gider. EN-Kİ, sadece kendisinin annesi olmayıp belki gök ile yeri de doğuran ana tanrıça, NAMMU’ya, APSU’nun üstünde kil topraktan (balçıktan) bir diri varlık yapmasını önerdi ve tanrıların bu işte ona yardımcı olacaklarını söyledi.
Böylece insan, Sümer mitine göre Mezopotamya’nın yumuşak balçığından tanrıların yaptığı bir varlık olarak yaratılır. Tanrıça NAMMU onu bir top balçıktan yapar, sekiz tane tanrıça ise bu yaratma işinde ona yardımcı oluyorlar. Onların en güçlüsü olan ana tanrıça NİNMAH ise kendisinin hesaba katılmadığını zannederek, kendisine fazla güvenir, gurur hastalığına düşer ve kendisinin yaratma kabiliyetini ispatlamaya kalkar. Elbet, bu kötü düşünmeden vücuda gelen gazap (öfke) onu kör eder. (Öfke yüzünden iyiyi kötüyü teşhis edemez.) Yerin iyesi (sahıbı) EN-Kİ kendisinin yarattıklarını yok etmeden, sadece onlara kusur bulmakla yetinmeye razı olur. Öylece, NİNMAH balçığın kalanından yedi tane gövdesi özürlü, cins bakımından normal olmayan, hasta varlık yarattı. Onlar insan dünyasının güzelliğini bozmalıydı. Burada cennetten kovulmanın sebebi, insanın yaptığı hata olmayıp, tanrıçanın yaptığı kabalık olmuştur.
Bu hadiseyi tasvir eden metnin Landsberger tarafından yapılmış tercümesi şöyledir:
“Yukarıda gök adı olmadık çağda
Etekde yer adı olmadık çağda
Her şeyden ilk var olan ABSU (şekilsiz)
(Ve şekilsiz) şekil mayası TİAMAT, onlar her şeyi
doğurmuşlardı.
Onların suyu birbirine katıldı …
Tanrılardan hâlâ hiçbirinin türemediği çağda
Kimsenin ad ile çağırılmadığı, geleceklerin
Kesinleşmediği çağda,
O çağda tanrılar türetildi,
İlk LAHMU ve LAHAMU dünyaya indi.”
Bu metinle ilgili ünlü Türkolog Wilhelm Radlof’un (1837-1918) Türk halkları arasında topladığı materyallerden çok eski dönemlere ait destanlardan, Yaratılış Destanı şöyledir:
“Su, uçsuz bucaksız su!… Yalnız su yaratılmıştı. Zaman ve yer daha yaratılmamıştı. Sudan başka henüz hiçbir varlık yoktu. Evren, uçsuz bucaksız sularla kaplıydı. Yer gök yaratılmadan önce her şeyin su olduğu bu yokluk içinde bir Tanrı Kara Han vardı, bir de su”.
Tanrı Kara Han, beyaz bir iri kaz olmuş, bu uçsuz bucaksız suyun üstünde uçuyordu. Tüm varlıkların başlangıcı Tanrıların en büyüğü, insanoğlunun ilk atası Tanrı Kara Han, bu sonsuz boşlukta, can sıkıntısıyla uçarken, sulardan Ak Ana göründü. Tanrı Kara Han’a: “yarat” dedi.
Tanrı Kara Han, yalnızlığını gidersin, kendisiyle sularda yüzsün, boşlukta kendisiyle uçsun diye, kendine benzer “Kişi”yi yarattı. Tanrı da yaratma isteğini uyandıran bir kadındı, Ak Ana’ydı. Yaratanla yaratılan, biri ak biri kara, birlikte uçuyor, birlikte yüzüyorlardı. Kişi, Tanrı’dan daha yükseklerde uçmak istiyordu. Tanrı, Kişi’nin içinden geçenleri biliyor, kızıyordu buna. Kişi’nin uçma yeteneğini aldı. Sularda boğulmak üzereyken yalvardı Kişi: “Tanrım, bana üstünde durabileceğim bir yer yarat!” Tanrı Kara Han, “Yüksel!” diye buyurdu; Kişi’yi suların derinliklerinden yükselterek, bir yıldızın üstünde oturtarak boğulmaktan kurtardı. Tanrı Kara Han, uçmak kudretini kaybeden Kişi’nin yaşaması için yer yüzünü yaratmaya karar verdi. Suların ortasında sivri bir kaya yarattı.
Kişi, bu sivri kaya üstünde otururken sıkılıyor, derin sulara bakarken gözleri kararıyor, sulara düşüp boğulmaktan korkuyor ürperiyordu. Tekrar Tanrı Kara Han’a yalvardı.: “Üzerinde rahat yaşayabileceğim daha geniş bir toprak yarat!”
Tanrı, o zaman yeryüzünü yaratmaya karar verdi. “Suyun dibine dal, toprak çıkar” dedi. Kişi daldı; suların derinliğinden bir avuç toprak çıkardı. Tanrı Kara Han: “Saç toprağı suya!” dedi. Kişi, çıkardığı toprağı suyun yüzüne serpti. Tanrı: “Büyü!” dedi toprağa. Karalar, dümdüz, inişsiz, yokuşsuz ovalar büyüdükçe büyüdü. Kişi, kendisi için gizli bir dünya yapmak üzere bir parça toprağı ağzında saklıyordu. Tanrı Kara Han, bunu gördü: “Tükür!” diye emretmeseydi, Kişi boğulacaktı.
Kişi’nin ağzından saçılan topraklar yeryüzünü çukurlarla, bataklıklarla, dereler, tepeler, dağlar, inişler, yokuşlarla sardı. Tanrı Kara Han, dünyayı böyle bırakamazdı; bitkilerle hayvanları da yarattı. Neler yapmaları, neler yapmamaları gerektiğini bildirdi. Kişi’ye ağzındaki toprak yüzünden kızmıştı; onu o “ışık evreni”nden kovdu: “Senin adın bundan sonra erlik (şeytan) olsun!” dedi. Kişi’yi yer altındaki karanlıklara sürdü; sonra bağışladı. Erlik yalnız mı kalsındı. Tanrı Kara Han, dokuz dallı bir ağacın her dalından dokuz cins insan yarattı. Erlik’e dedi ki: “Ben insanlara buyruğumu bildirdim. Neleri yapmaları, neleri yapmamaları gerektiğini biliyorlar. Git onları kendine çağır. Benim buyruklarımı dinleyenler benden, senin buyruklarını dinleyenler senden olsun!.”
Şeytan, insanları kendisine çekmesini, kötülüklere sürüklemesini, Tanrı Kara Han aleyhine kışkırtmasını biliyor, onları Tanrı buyruğundan çıkarıyordu. Tanrı Kara Han buna kızdı, Erlik’i tekrar toprak altındaki karanlıklar dünyasının üçüncü katına sürdü; kendisi de göğün on yedinci katındaki nur âlemine çekildi. Yarattıklarını başıboş bırakmamak, onları doğru yola döndürmek, insanları Erlik’ten kurtarmak için bir meleğini gönderiyordu.
Tanrı Kara Han’ın oturduğu nurlu âlemi gören Erlik, birçok yakarışlarla gökle yer arasında Tanrı katına benzer bir dünya yaratmayı başardı. Bu dünyanın kötülüklere saptığını gören Tanrı Kara Han, Erlik’in dünyasını yıkmak için “Mandişire”yi yeyüzüne musallat etti. Mandişire, korkunç gök gürültüleri, depremlerle kudretli mızrağıyla dünyayı darmadağın etti bıraktı. Tanrı Kara Han, Erlik’i dünyanın en alt katında, ışıktan, güneşten, ay ve yıldızlardan yoksun bıraktı.”
Bu konu ile ilgili pekçok mitoloji kitabında ve edebiyat tarihlerinde farklı örnekler de bulunabilir.
İnsanın Tufan’dan sonra yaratılması konusunda eski şamanlığı muhafaza etmekte olan Altaylılar arasındaki bir mitte de şöyle denilmektedir: “Tufan’dan sonra ÜLKEN insanı yeniden yaratmaya karar verdi. Bir kırmızı fincanın içine bir gök renkli gül koydu. Kardeşi ERLİK bu gülün bir parçasını çaldı ve ondan bir insan yarattı. ÜLKEN bu işten incindi ve ona şöyle dedi: “Senin yarattıkların kara kayış kuşaklı ve kara olsunlar.” Sonra tekrar “benim yarattıklarım Doğu’ya senin yarattıkları Batıya gitsin.” dedi. ERLİK’in yarattığı insanlar deriden bir büyük davul yaptılar ve yeryüzünde ilk olarak şaman törenini kurdular.”
İşte dünyanın yaratılışı konusundaki mitlerde Türkistan’daki atalarımızın ve Mezopotamya’da Sümerlerin arasındaki varyantlarını gördük. Bunları karşılaştırdığımızda aralarında çok ilginç benzerlikler görüyoruz. Örneğin, onların ikisinde de başta dünyada sudan başka bir şey yok. Başka şeylerin hepsi sudan yaratılıyor. Tanrılar ile dev ya da şeytanların (iyi ile kötünün) aralarında devamlı bir mücadele sürüyor. Ve nihayet tanrıların galibiyeti ile sonuçlanıyor. İki varyantta da yaratılanların tanrıların cennetinden kovulmasının sebebi benzerdir. Yani, onların gururundan, tanrılar ile yarışmak istemelerinden kendilerine özel dünya yaratmak için yaptığı girişimlerden dolayıdır. İki varyantta da Tanrılar henüz insanlardan çok farklılaşmamış, insana benzer ancak insanüstü güçlerdir.
Günümüzde tarihçiler için genellikle dinlerin, bu cümleden olarak, kutsal kitapların, Kitab-ı Mukaddes’in tahminen 3500 yıl önce yazılmaya başlanması, Hristiyan dininin de kökünün Doğuda olması kabul görünmektedir. Bu konuda NewYork uluslar arası Kitab-ı Mukaddes’i Öğretme Cemiyeti tarafından yayımlanmış “Good News to Make You Happy” adlı kitapta şu bilgiler var: “Kitab-ı Mukaddes’in çoğunlukla neşir merkezi Batı ise de gerçekte o bir Doğu kitabıdır. Onun yazılmasında payı olan insanların hepsi doğuda olmuşlar ve Orta-Doğu’da yaşamışlardır. Ondaki olayların hepsi Doğuda gerçekleşmiş, doğu gelenek ve göreneklerini yansıtmaktadır. Örneğin, Kitab-ı Mukaddes insanın yaratıcısını kendi sürüsünü yürekten sevip koruyan ve besleyen Doğu çobanı gibi gösteriyor:
“Fakat kapıdan giren koyunların çobanıdır. Kapıcı ona açar ve koyunlar onun sesini işitirler; o da kendi koyunlarını adları ile çağırır ve onları çıkarır. Bütün kendininkileri dışarı çıkarınca onların önünde yürür; ve koyunlar ardınca giderler; zira sesini tanırlar. Ve yabancıların ardınca gitmezler, fakat ondan kaçarlar; çünkü yabancıların sesini tanımazlar.” (Kitab-ı Mukaddes, Yuhanna 10, 2-5) “Baba beni tanıdığı gibi ben de Babayı tanıdığım gibi, benimkiler de beni tanırlar; ve koyunlar uğruna canımı veririm (Yuhanna 10: 15).
1.Varyant : “Tatlı su sembolü olan AP-SU ile tuzlu su sembolu olan TİYAMAT adlı bir kadın devden gökler ve yer oluşur ve sonra ise gök tanrısı ANU, hava tanrısı EN-LİL ve deniz tanrısı EA türer. EN-Kİ’nin yarattığı bu üç tanrının da, günü, ayı ve yıldızları yarattıkları görülüyor.”
2. Varyant: “Başlangıçta yalnız su genişliği vardı. APSU (tatlı su) ile TİYAMAT (deniz, tuzlu su) beraber evreni ve tanrıları yarattılar. Sonra APSU tanrıların karşısına çıkmayı kastetti. Her şeyden haberi olan EN-Kİ onu yok etti. Öfkelenen TİYAMAT, tanrıların karşısında mücadele etmeyi kendi üstlendi. Tanrıların hiçbirisinin onun karşısında duracak gücü yoktu. Nihayet, EN-Kİ’nin oğlu MARDUK (Mar-Ud) TİYAMAT’ın karşısına mücadele etmek için kendisini teklif etti. Bunun için o, tanrılara birkaç şart önerdi.Meşveret için toplanan tanrılar MARDUK’un teklifini onayladılar ve ona yasal güç verdiler. Ağır savaşlar sonucu MARDUK TİYAMAT’ı yendi ve onun yarı gövdesinden göğü yarattı, sonra ayı ve yıldızları donattı. TİYAMAT’a güvenen bir tanrının kanından ise insanı yarattı. Sonra tanrılar meclisi onun bu başarısı onuruna ona şükranlarını sunarak onun için muhteşem bir tapınak inşa ettiler ve şenlik, toy tuttular.”
3. Varyant: Bu destanın yine bir varyantını Kramer, Sümer yazıtlarından sonuç çıkararak şöyle izah ediyor: Göğü ve yeri yaratan “Nammu” adlı bir hanım tanrıça olmuştur. Dünya bir biteviye dağ, bu dağın eteği yer ve zirvesi gök imiş. Gök tanrısı AN ve yer tanrısı KI olup onların ikisinden de hava tanrısı EN-LİL türemiştir. Başka bir rivayete göre, dünya bir ulu ağaç, onun başı gök ve tanrıların durağı, aşağı yer ve yaratıkların yaratıldığı mekân sayılır. Sümerlerin kutsal kenti “Nippur” En-Lil’in yurdu sayılmıştır. Kentin tapınağının sekisine ise “dur-an-kı” yani yer ile göğün arasındaki durak denilmiştir.”
4. Varyant: İnsanın yaratılışı: “Sümerin son dönemindeki ERİDU kenti ile ilgili mitin, insanın yaratılışına ait olduğu açıkça görülüyor. Bu mitin merkezine EN-Kİ’den yakın duran yoktu. O, akıl ve gaybın tanrısı derecesinde alkışlanmış (öğülmüş), ERİDU ve diğer Sümer kentlerin yöneticisi olan ME’leri idare etmiştir.
Yer tanrısı anlamında olan EN-Kİ yer altının iyesi (sahibi) makamında da görülmektedir. O, Babil’in tanrısı YAHVE gibi, yer yüzünü insanlaştırmak, insanları yeryüzüne yerleştirmek konusunda verdiği karardan sonuna kadar vazgeçmez. Sümerlerin verdiği bilgilere göre, EN-Kİ ağır ve derin uyuyor. Tanrılar ise onun ettiği kutsal ve ağır teklifin yükünün altında bağırıp çağırıyorlardı. Sonra annesi NAMMU ondan yol göstermesini istemek için yanına gider. EN-Kİ, sadece kendisinin annesi olmayıp belki gök ile yeri de doğuran ana tanrıça, NAMMU’ya, APSU’nun üstünde kil topraktan (balçıktan) bir diri varlık yapmasını önerdi ve tanrıların bu işte ona yardımcı olacaklarını söyledi.
Böylece insan, Sümer mitine göre Mezopotamya’nın yumuşak balçığından tanrıların yaptığı bir varlık olarak yaratılır. Tanrıça NAMMU onu bir top balçıktan yapar, sekiz tane tanrıça ise bu yaratma işinde ona yardımcı oluyorlar. Onların en güçlüsü olan ana tanrıça NİNMAH ise kendisinin hesaba katılmadığını zannederek, kendisine fazla güvenir, gurur hastalığına düşer ve kendisinin yaratma kabiliyetini ispatlamaya kalkar. Elbet, bu kötü düşünmeden vücuda gelen gazap (öfke) onu kör eder. (Öfke yüzünden iyiyi kötüyü teşhis edemez.) Yerin iyesi (sahıbı) EN-Kİ kendisinin yarattıklarını yok etmeden, sadece onlara kusur bulmakla yetinmeye razı olur. Öylece, NİNMAH balçığın kalanından yedi tane gövdesi özürlü, cins bakımından normal olmayan, hasta varlık yarattı. Onlar insan dünyasının güzelliğini bozmalıydı. Burada cennetten kovulmanın sebebi, insanın yaptığı hata olmayıp, tanrıçanın yaptığı kabalık olmuştur.
Bu hadiseyi tasvir eden metnin Landsberger tarafından yapılmış tercümesi şöyledir:
“Yukarıda gök adı olmadık çağda
Etekde yer adı olmadık çağda
Her şeyden ilk var olan ABSU (şekilsiz)
(Ve şekilsiz) şekil mayası TİAMAT, onlar her şeyi
doğurmuşlardı.
Onların suyu birbirine katıldı …
Tanrılardan hâlâ hiçbirinin türemediği çağda
Kimsenin ad ile çağırılmadığı, geleceklerin
Kesinleşmediği çağda,
O çağda tanrılar türetildi,
İlk LAHMU ve LAHAMU dünyaya indi.”
Bu metinle ilgili ünlü Türkolog Wilhelm Radlof’un (1837-1918) Türk halkları arasında topladığı materyallerden çok eski dönemlere ait destanlardan, Yaratılış Destanı şöyledir:
“Su, uçsuz bucaksız su!… Yalnız su yaratılmıştı. Zaman ve yer daha yaratılmamıştı. Sudan başka henüz hiçbir varlık yoktu. Evren, uçsuz bucaksız sularla kaplıydı. Yer gök yaratılmadan önce her şeyin su olduğu bu yokluk içinde bir Tanrı Kara Han vardı, bir de su”.
Tanrı Kara Han, beyaz bir iri kaz olmuş, bu uçsuz bucaksız suyun üstünde uçuyordu. Tüm varlıkların başlangıcı Tanrıların en büyüğü, insanoğlunun ilk atası Tanrı Kara Han, bu sonsuz boşlukta, can sıkıntısıyla uçarken, sulardan Ak Ana göründü. Tanrı Kara Han’a: “yarat” dedi.
Tanrı Kara Han, yalnızlığını gidersin, kendisiyle sularda yüzsün, boşlukta kendisiyle uçsun diye, kendine benzer “Kişi”yi yarattı. Tanrı da yaratma isteğini uyandıran bir kadındı, Ak Ana’ydı. Yaratanla yaratılan, biri ak biri kara, birlikte uçuyor, birlikte yüzüyorlardı. Kişi, Tanrı’dan daha yükseklerde uçmak istiyordu. Tanrı, Kişi’nin içinden geçenleri biliyor, kızıyordu buna. Kişi’nin uçma yeteneğini aldı. Sularda boğulmak üzereyken yalvardı Kişi: “Tanrım, bana üstünde durabileceğim bir yer yarat!” Tanrı Kara Han, “Yüksel!” diye buyurdu; Kişi’yi suların derinliklerinden yükselterek, bir yıldızın üstünde oturtarak boğulmaktan kurtardı. Tanrı Kara Han, uçmak kudretini kaybeden Kişi’nin yaşaması için yer yüzünü yaratmaya karar verdi. Suların ortasında sivri bir kaya yarattı.
Kişi, bu sivri kaya üstünde otururken sıkılıyor, derin sulara bakarken gözleri kararıyor, sulara düşüp boğulmaktan korkuyor ürperiyordu. Tekrar Tanrı Kara Han’a yalvardı.: “Üzerinde rahat yaşayabileceğim daha geniş bir toprak yarat!”
Tanrı, o zaman yeryüzünü yaratmaya karar verdi. “Suyun dibine dal, toprak çıkar” dedi. Kişi daldı; suların derinliğinden bir avuç toprak çıkardı. Tanrı Kara Han: “Saç toprağı suya!” dedi. Kişi, çıkardığı toprağı suyun yüzüne serpti. Tanrı: “Büyü!” dedi toprağa. Karalar, dümdüz, inişsiz, yokuşsuz ovalar büyüdükçe büyüdü. Kişi, kendisi için gizli bir dünya yapmak üzere bir parça toprağı ağzında saklıyordu. Tanrı Kara Han, bunu gördü: “Tükür!” diye emretmeseydi, Kişi boğulacaktı.
Kişi’nin ağzından saçılan topraklar yeryüzünü çukurlarla, bataklıklarla, dereler, tepeler, dağlar, inişler, yokuşlarla sardı. Tanrı Kara Han, dünyayı böyle bırakamazdı; bitkilerle hayvanları da yarattı. Neler yapmaları, neler yapmamaları gerektiğini bildirdi. Kişi’ye ağzındaki toprak yüzünden kızmıştı; onu o “ışık evreni”nden kovdu: “Senin adın bundan sonra erlik (şeytan) olsun!” dedi. Kişi’yi yer altındaki karanlıklara sürdü; sonra bağışladı. Erlik yalnız mı kalsındı. Tanrı Kara Han, dokuz dallı bir ağacın her dalından dokuz cins insan yarattı. Erlik’e dedi ki: “Ben insanlara buyruğumu bildirdim. Neleri yapmaları, neleri yapmamaları gerektiğini biliyorlar. Git onları kendine çağır. Benim buyruklarımı dinleyenler benden, senin buyruklarını dinleyenler senden olsun!.”
Şeytan, insanları kendisine çekmesini, kötülüklere sürüklemesini, Tanrı Kara Han aleyhine kışkırtmasını biliyor, onları Tanrı buyruğundan çıkarıyordu. Tanrı Kara Han buna kızdı, Erlik’i tekrar toprak altındaki karanlıklar dünyasının üçüncü katına sürdü; kendisi de göğün on yedinci katındaki nur âlemine çekildi. Yarattıklarını başıboş bırakmamak, onları doğru yola döndürmek, insanları Erlik’ten kurtarmak için bir meleğini gönderiyordu.
Tanrı Kara Han’ın oturduğu nurlu âlemi gören Erlik, birçok yakarışlarla gökle yer arasında Tanrı katına benzer bir dünya yaratmayı başardı. Bu dünyanın kötülüklere saptığını gören Tanrı Kara Han, Erlik’in dünyasını yıkmak için “Mandişire”yi yeyüzüne musallat etti. Mandişire, korkunç gök gürültüleri, depremlerle kudretli mızrağıyla dünyayı darmadağın etti bıraktı. Tanrı Kara Han, Erlik’i dünyanın en alt katında, ışıktan, güneşten, ay ve yıldızlardan yoksun bıraktı.”
Bu konu ile ilgili pekçok mitoloji kitabında ve edebiyat tarihlerinde farklı örnekler de bulunabilir.
İnsanın Tufan’dan sonra yaratılması konusunda eski şamanlığı muhafaza etmekte olan Altaylılar arasındaki bir mitte de şöyle denilmektedir: “Tufan’dan sonra ÜLKEN insanı yeniden yaratmaya karar verdi. Bir kırmızı fincanın içine bir gök renkli gül koydu. Kardeşi ERLİK bu gülün bir parçasını çaldı ve ondan bir insan yarattı. ÜLKEN bu işten incindi ve ona şöyle dedi: “Senin yarattıkların kara kayış kuşaklı ve kara olsunlar.” Sonra tekrar “benim yarattıklarım Doğu’ya senin yarattıkları Batıya gitsin.” dedi. ERLİK’in yarattığı insanlar deriden bir büyük davul yaptılar ve yeryüzünde ilk olarak şaman törenini kurdular.”
İşte dünyanın yaratılışı konusundaki mitlerde Türkistan’daki atalarımızın ve Mezopotamya’da Sümerlerin arasındaki varyantlarını gördük. Bunları karşılaştırdığımızda aralarında çok ilginç benzerlikler görüyoruz. Örneğin, onların ikisinde de başta dünyada sudan başka bir şey yok. Başka şeylerin hepsi sudan yaratılıyor. Tanrılar ile dev ya da şeytanların (iyi ile kötünün) aralarında devamlı bir mücadele sürüyor. Ve nihayet tanrıların galibiyeti ile sonuçlanıyor. İki varyantta da yaratılanların tanrıların cennetinden kovulmasının sebebi benzerdir. Yani, onların gururundan, tanrılar ile yarışmak istemelerinden kendilerine özel dünya yaratmak için yaptığı girişimlerden dolayıdır. İki varyantta da Tanrılar henüz insanlardan çok farklılaşmamış, insana benzer ancak insanüstü güçlerdir.
Günümüzde tarihçiler için genellikle dinlerin, bu cümleden olarak, kutsal kitapların, Kitab-ı Mukaddes’in tahminen 3500 yıl önce yazılmaya başlanması, Hristiyan dininin de kökünün Doğuda olması kabul görünmektedir. Bu konuda NewYork uluslar arası Kitab-ı Mukaddes’i Öğretme Cemiyeti tarafından yayımlanmış “Good News to Make You Happy” adlı kitapta şu bilgiler var: “Kitab-ı Mukaddes’in çoğunlukla neşir merkezi Batı ise de gerçekte o bir Doğu kitabıdır. Onun yazılmasında payı olan insanların hepsi doğuda olmuşlar ve Orta-Doğu’da yaşamışlardır. Ondaki olayların hepsi Doğuda gerçekleşmiş, doğu gelenek ve göreneklerini yansıtmaktadır. Örneğin, Kitab-ı Mukaddes insanın yaratıcısını kendi sürüsünü yürekten sevip koruyan ve besleyen Doğu çobanı gibi gösteriyor:
“Fakat kapıdan giren koyunların çobanıdır. Kapıcı ona açar ve koyunlar onun sesini işitirler; o da kendi koyunlarını adları ile çağırır ve onları çıkarır. Bütün kendininkileri dışarı çıkarınca onların önünde yürür; ve koyunlar ardınca giderler; zira sesini tanırlar. Ve yabancıların ardınca gitmezler, fakat ondan kaçarlar; çünkü yabancıların sesini tanımazlar.” (Kitab-ı Mukaddes, Yuhanna 10, 2-5) “Baba beni tanıdığı gibi ben de Babayı tanıdığım gibi, benimkiler de beni tanırlar; ve koyunlar uğruna canımı veririm (Yuhanna 10: 15).