Mevsimsiz Kar
Aktif Üyemiz
Somutlaşan Sapıklık
Bir sonraki ayette Kitap ehlinin sapıklıklarının bir başka aşamasına, bir di¬ğer belirtisine geçiliyor. Bu defa ele alınacak olan sapıklık sadece sözlere ve inanç¬lara yansıyan bir sapıklık değil, bozuk inanç sistemlerine dayanan pratikte somutlaşmış bir sapıklıktır.
Önce ayeti okuyalım.
31- Onlar Allah dışında hahamlarım, rahiplerini ve Meryemoğlu İsa 'yı ilah edindiler. Oysa onlara sadece tek ilaha, kendisinden başka ilah ol¬mayan ve onların yakıştırma ortaklarından uzak olan Allah'a kulluk etmeleri emredilmişti.
http://imageshack.us
http://imageshack.us
Okuduğumuz ayet, surenin bu kesitinin doğrusal bir uzantısıdır. Bilindiği gibi surenin bu kesitinde müslümanların vicdanlarında beliren şu tür kuşkular giderilmeye çalışılıyordu; "Bu adamlar, yani yahudiler ile hristiyanlar, Kitap ehlidirler. Buna göre onlar, Allah'ın dinine bağlıdırlar."
Bu kuşkulara karşılık, bu surede şu gerçeklere dikkat çekiliyor: Bu adamlar, yüce Allah'ın dinine bağlı değildirler. Bu gerçeği inançlarından sonra pra¬tik hayatları da kanıtlıyor. Onlara tek olarak yüce Allah'a kulluk etmeleri emredildi. Oysa onlar yüce Allah'ı bir yana bırakarak hahamlarını ve rahipleri¬ni ilah edindiler. Tıpkı Meryemoğlu İsa'yı ilah edindikleri gibi.-Bu tutumları ise yüce Allah'a ortak koşmaktır, şirktir. Yüce Allah onların bu ortak koşma yakıştırmalarından münezzehtir. Buna göre onlar davranış ve pratik hayat dü¬zeyinde gerçek dini din edinmedikleri gibi inanç ve düşünce düzeyinde de Al¬lah'a inanmış değildirler.
Kitap ehlinin hahamlarını ve rahiplerini nasıl ilah edindiklerini anlatma¬dan önce Peygamberimizin -salât ve selâm üzerine olsun- bu ayetin açıklaması¬na ilişkin sağlam kaynaklı sözlerine başvurmak istiyoruz. Çünkü kesin çözüm O'nun sözlerindedir.
Bu ayette geçen "Ahbar" terimi, "Hebr" ya da "Hıbr" sözcüğünün ço¬ğuludur. Bu terim "Kitap ehlinin bilginleri" -daha çok yahudi bilginleri- anla¬mına gelir. Yine bu ayette yeralan "Ruhban" terimi ise "rahip" sözcüğünün çoğuludur. Bu terim, "Kendini ibadete adamış, dünyadan el-etek çekmiş kişi" anlamına gelir. Rahipler normal olarak evlenmezler, başkaca bir iş tutmazlar, geçim peşinde koşmazlar.
"Durr-ül Mensur" adlı kitabın bir yerinde şöyle deniyor: Tırmizi'nin, İbn-i Munzır'ın, İbn-i Ebu Hatem'in, Ebu Şeyh'in, İbn-i Murdeveyh'in, Beyhaki'nin ve diğer hadis dergilerinin bildirdiklerine göre, sahabilerden Adiyy b. Hatem şöyle diyor; "Bir gün Peygamberimizin yanına gitmiştim. O sırada Tevbe sure¬sinin 'Onlar Allah dışında hahamlarını ve rahiplerini ilah edindiler' cümlesi ile başlayan ayetini okuyordu.
Ayeti bitirince bana dönerek şöyle buyurdu:
"Gerçi onlar hahamlarına ve rahiplerine tapmıyorlar, ibadet etmiyorlar. Fakat bu din adamları kendilerine bir şeyi helal kılınca o şeyi helal sayıyorlar, buna karşılık din adamları bir şeyi yasaklayınca onu haram kabul ediyorlar."
İbn-i Kesir tefsirinde de şöyle deniyor: İmam-ı Ahmed, Tırmizi ve İbn^i Cerir değişik kanallara dayanarak bize bu belgeyi naklediyorlar: Adiyy b. Hatem, Pey¬gamberimizin davetini alınca, çağrısını işitince Şam'a kaçtı. Bu zat cahiliye dö¬neminde hristiyan olmuştu. Bir ara kızkardeşi kabilesinden birkaç kişi ile birlikte müslümanlara esir düşmüş, fakat Peygamberimiz kadını bağışlayarak, serbest bırakmıştı. Kadın kardeşinin yanına dönünce onu müslüman olmaya ve Pey¬gamberimize gidip kendisi ile görüşmeye teşvik etmişti. Bunun üzerine Medi¬ne'ye geldi. -Bu zat o sırada Tay kabilesinin şefi idi, babası da cömertliği ile ün salmış bir kişi olan Hatem Tai idi.- Peygamberimizin huzuruna vardığında boynunda gümüş bir haç vardı. O sırada Peygamberimiz 'Onlar Allah'ın dışın¬da hahamlarını ve rahiplerini ilah edindiler' cümlesi ile başlayan ayeti okuyor¬du. Ayet bitince bizzat kendi ifadesine göre Peygamberimize 'Onlar, hahamlarına ve rahiplerine tapmıyorlar, kulluk etmiyorlar' dedi. Onun bu sözlerine Peygam¬berimiz şu karşılığı verdi:
"Evet, ama din adamları onlara helal şeyleri yasakladılar ve haram şeyleri serbest ettiler. Onlar da din adamlarının bu hükümlerine uydular. Bu tutum, onların, din adamlarına kulluk etmeleri anlamına gelir."
Kaynak Kitabım
Seyyid Kutub
Fİ ZILAL-İL KUR’AN
Sayfa : 285………...289
Sonradan uydurulan şeylerden sakınırız. Çünkü sonradan uydurulan her şey bid’attır. Ve her bid’at sapıklık (dalalet) tir.” (Ebu Davud, Es- Sünne, 5).
Bir sonraki ayette Kitap ehlinin sapıklıklarının bir başka aşamasına, bir di¬ğer belirtisine geçiliyor. Bu defa ele alınacak olan sapıklık sadece sözlere ve inanç¬lara yansıyan bir sapıklık değil, bozuk inanç sistemlerine dayanan pratikte somutlaşmış bir sapıklıktır.
Önce ayeti okuyalım.
31- Onlar Allah dışında hahamlarım, rahiplerini ve Meryemoğlu İsa 'yı ilah edindiler. Oysa onlara sadece tek ilaha, kendisinden başka ilah ol¬mayan ve onların yakıştırma ortaklarından uzak olan Allah'a kulluk etmeleri emredilmişti.
http://imageshack.us
http://imageshack.us
Okuduğumuz ayet, surenin bu kesitinin doğrusal bir uzantısıdır. Bilindiği gibi surenin bu kesitinde müslümanların vicdanlarında beliren şu tür kuşkular giderilmeye çalışılıyordu; "Bu adamlar, yani yahudiler ile hristiyanlar, Kitap ehlidirler. Buna göre onlar, Allah'ın dinine bağlıdırlar."
Bu kuşkulara karşılık, bu surede şu gerçeklere dikkat çekiliyor: Bu adamlar, yüce Allah'ın dinine bağlı değildirler. Bu gerçeği inançlarından sonra pra¬tik hayatları da kanıtlıyor. Onlara tek olarak yüce Allah'a kulluk etmeleri emredildi. Oysa onlar yüce Allah'ı bir yana bırakarak hahamlarını ve rahipleri¬ni ilah edindiler. Tıpkı Meryemoğlu İsa'yı ilah edindikleri gibi.-Bu tutumları ise yüce Allah'a ortak koşmaktır, şirktir. Yüce Allah onların bu ortak koşma yakıştırmalarından münezzehtir. Buna göre onlar davranış ve pratik hayat dü¬zeyinde gerçek dini din edinmedikleri gibi inanç ve düşünce düzeyinde de Al¬lah'a inanmış değildirler.
Kitap ehlinin hahamlarını ve rahiplerini nasıl ilah edindiklerini anlatma¬dan önce Peygamberimizin -salât ve selâm üzerine olsun- bu ayetin açıklaması¬na ilişkin sağlam kaynaklı sözlerine başvurmak istiyoruz. Çünkü kesin çözüm O'nun sözlerindedir.
Bu ayette geçen "Ahbar" terimi, "Hebr" ya da "Hıbr" sözcüğünün ço¬ğuludur. Bu terim "Kitap ehlinin bilginleri" -daha çok yahudi bilginleri- anla¬mına gelir. Yine bu ayette yeralan "Ruhban" terimi ise "rahip" sözcüğünün çoğuludur. Bu terim, "Kendini ibadete adamış, dünyadan el-etek çekmiş kişi" anlamına gelir. Rahipler normal olarak evlenmezler, başkaca bir iş tutmazlar, geçim peşinde koşmazlar.
"Durr-ül Mensur" adlı kitabın bir yerinde şöyle deniyor: Tırmizi'nin, İbn-i Munzır'ın, İbn-i Ebu Hatem'in, Ebu Şeyh'in, İbn-i Murdeveyh'in, Beyhaki'nin ve diğer hadis dergilerinin bildirdiklerine göre, sahabilerden Adiyy b. Hatem şöyle diyor; "Bir gün Peygamberimizin yanına gitmiştim. O sırada Tevbe sure¬sinin 'Onlar Allah dışında hahamlarını ve rahiplerini ilah edindiler' cümlesi ile başlayan ayetini okuyordu.
Ayeti bitirince bana dönerek şöyle buyurdu:
"Gerçi onlar hahamlarına ve rahiplerine tapmıyorlar, ibadet etmiyorlar. Fakat bu din adamları kendilerine bir şeyi helal kılınca o şeyi helal sayıyorlar, buna karşılık din adamları bir şeyi yasaklayınca onu haram kabul ediyorlar."
İbn-i Kesir tefsirinde de şöyle deniyor: İmam-ı Ahmed, Tırmizi ve İbn^i Cerir değişik kanallara dayanarak bize bu belgeyi naklediyorlar: Adiyy b. Hatem, Pey¬gamberimizin davetini alınca, çağrısını işitince Şam'a kaçtı. Bu zat cahiliye dö¬neminde hristiyan olmuştu. Bir ara kızkardeşi kabilesinden birkaç kişi ile birlikte müslümanlara esir düşmüş, fakat Peygamberimiz kadını bağışlayarak, serbest bırakmıştı. Kadın kardeşinin yanına dönünce onu müslüman olmaya ve Pey¬gamberimize gidip kendisi ile görüşmeye teşvik etmişti. Bunun üzerine Medi¬ne'ye geldi. -Bu zat o sırada Tay kabilesinin şefi idi, babası da cömertliği ile ün salmış bir kişi olan Hatem Tai idi.- Peygamberimizin huzuruna vardığında boynunda gümüş bir haç vardı. O sırada Peygamberimiz 'Onlar Allah'ın dışın¬da hahamlarını ve rahiplerini ilah edindiler' cümlesi ile başlayan ayeti okuyor¬du. Ayet bitince bizzat kendi ifadesine göre Peygamberimize 'Onlar, hahamlarına ve rahiplerine tapmıyorlar, kulluk etmiyorlar' dedi. Onun bu sözlerine Peygam¬berimiz şu karşılığı verdi:
"Evet, ama din adamları onlara helal şeyleri yasakladılar ve haram şeyleri serbest ettiler. Onlar da din adamlarının bu hükümlerine uydular. Bu tutum, onların, din adamlarına kulluk etmeleri anlamına gelir."
Kaynak Kitabım
Seyyid Kutub
Fİ ZILAL-İL KUR’AN
Sayfa : 285………...289
Tefsir bilgini Sudey, bu ayeti açıklarken şöyle der; 'Onlar yüce Allah'ın kitabını arkalarına atarak din adamlarının hükümlerine başvurdular. Bundan dolayı yüce Allah bu ayetin devamında *Oysa onlara sadece tek ilaha kulluk etmeleri emredilmişti' buyuruyor. Yani o tek ilah bir şeyi haram kılınca, o şey haram sayılacak, O'nun helal İlan ettiği şeyler helal bilinecek, koyduğu yasaya uyulacak ve verdiği hüküm yürürlüğe konacaktır."
Gerek bu açık anlamlı ayetten, gerekse Peygamberimizin -son söz niteliğindeki- yorumundan ve gerekse eski-yeni tefsir bilginlerinin sistemine, bu dine ilişkin son derece önemli gerçekler öğreniyoruz. Bu gerçeklere, aşağıda kı¬saca değinmek istiyoruz:
1- İbadet, yasal hükümlerde Kur'an'ın ayetlerin ve Peygamberimizin bu ayet¬lere ilişkin açıklamalarına uymak demektir. Yahudiler ile hristiyanlar, haham¬ları ile rahiplerinin ilah olduklarına inanmak, onlara ibadet amaçlı hareketler sunmak anlamında bu din adamlarını ilah edinmiş değillerdi. Buna rağmen yü¬ce Allah, bu ayette onların müşrik olduklarına, bir sonraki ayette de kâfir ol¬duklarına hükmetmiştir. Bu hükmün tek gerekçesi, onların din adamlarını yasa koyma mercii olarak kabul etmeleri, koydukları yasalara uymaları, boyun eğ¬meleridir. İlahi hükmün tek sebebi budur. Ayrıca, inançta ve ibadetlerde Al¬lah'tan başkasını ilah edinmiş olmak şart değildir. Sırf bu tutum, sahibini Allah'a 3rtak koşmuş duruma düşürür. Sırf bu sapıklık, sahibini mü'minlerin safından çıkarıp, kâfirlerin saflarına katmak için yeterlidir.
2- Bu ayet hahamlarına yasa koyma yetkisi tanıyan^ onlarca konmuş yasa¬lara uyan ve itaat eden yahudiler ile Hz. İsa'ya ilahlık yakıştıran ve ona ibadet amaçlı davranışlar sunan hristiyanları aynı derecede müşrik sayıyor, aralarında hiçbir fark görmüyor. Yani her iki tutum da sahiplerini Allah'a ortak koşmuş saydırma açısından eşit ağırlıklı suçlardır. Her iki sapıklık da sahiplerini mü'¬minlerin safından çıkarıp, kâfirlerin saflarına katmak için yeterlidir.
3- İnsanın Allah'a ortak koşan bir müşrik sayılması için yasa koyma yetki¬sini Allah dışındaki bir mercie, meselâ kullara tanıması yeterlidir. Bu sapıklığın yanısıra sözkonusu kulun ya da kulların ilah olduğuna inanması, onu ya da on¬lara ibadet amaçlı hareketler sunması şart değildir. Az önceki iki paragrafımız bu gerçeği açıkça ortaya koymaktadır. Biz burada bu gerçeği bir kere daha vur¬gulamak istedik.
Gerçi bu ayetlerin içerdikleri gerçeklerin ilk amacı, o günkü islâm toplumuna egemen olan olumsuz şartlara karşı koymaktır, o günkü müslümanların kalplerindeki Bizanslılarla savaşmaya ilişkin tereddütleri ve fobileri silmektir, "Bizanslılar madem ki Kitap ehlidirler, o halde mü'mindirler" şeklindeki ön yargının doğurduğu kuşku bulutlarını dağıtmaktır. Fakat bu gerçekler bu ko¬nudaki temel işlevlerinin yanısıra genel-geçerlidirler ve bu nitelikleri ile genel an¬lamda "dinin özü"nün ne olduğunu belirleme hususunda bize ışık tutarlar.
Gerçek din "islâm"dır. Yüce Allah tüm insanlar için bu dini seçmiştir, bu¬nun dışındaki bir dini hiç kimseler kabul etmez. Müslüman olabilmek için yüce Allah'ın ortaksız ilahlığına inandıktan ve ibadet nitelikli eylemleri sırf O'na sun¬duktan sonra, yasal hükümlerde de sırf O'na uymak şarttır. Eğer insanlar O'-nun yasaları dışında başka yasalara uyarlarsa, yahudiler ve hristiyanlara ilişkin hükmün kapsamına girerler. Yani Allah'a inanmamış "müşrikler" sayılırlar. İstedikleri kadar "Biz mü'miniz desinler" faydasızdır. Çünkü yüce Allah'ın dı¬şındaki bir merciin, meselâ bazı kulların koyduklaci'yasalara uymaları bu dam¬gayı yemeleri için yeterlidir. Böyle durumlarda insanların bu damgayı yemekten kurtulabilmeleri için kullar tarafından kendilerine empoze edilen yasalara karşı çıkmaları, onlara baskı altında uymak zorunda kaldıklarını kanıtlayan protes¬to nitelikli bir reaksiyon göstermeleri, yüce Allah'a yönelik bu küstahlıkları onay¬lamadıklarını, onları bertaraf etmeye güçleri yetmediği için dişlerini sıktıklarını ortaya koymaları gerekir.
Günümüzde "din" kavramının sınırları, insanların kafalarında, alabildi¬ğine daralmıştır. Günümüzün insanları dini sadece vicdanda hapsedilmiş bir inanç ve birtakım ibadet amaçlı eylemler saymaktadırlar. İşte yahudilerin burada kı¬nanan tutumu da böyle idi. Onlar bu anlayışları yüzünden okuduğumuz ayete ve Peygamberimizin bu ayete ilişkin yorumuna göre Allah'a inanmamış, O'na ortak koşmuş, O'nun sadece tek ilaha kulluk, etmelerini buyuran emrine ters düş¬müş sayılmışlar, ayrıca Allah'ı bir yana bırakarak hahamlarını ilah edinmekle suçlanmışlardır.
Dinin başta gelen anlamı "deynunet" yani boyun eğmek, teslim olmak ve uymaktır. Bu tutum da ibadet amaçlı eylemlerin sunuluşunda olduğu kadar ya¬salara uymada da ortaya çıkar, somutluk kazanır. Bu mesele yüce Allah'dan başkalarının koyduğu yasalara uyanların sergiledikleri pişkinlikle ve cıvıklıkla bağdaşmayacak derecede ciddidir. Böyle kimselerin sırf yüce Allah'ın ilahlığı¬na inanıyorlar ve ibadetlerini sırf yüce Allah'a sunuyorlar diye kendilerini yüce Allah'a inanmış, müslümanlar saymaları en hafif deyimi ile kaba bir vurdum¬duymazlık, bir kaypaklık örneğidir. Yüce Allah'dan kaynaklanmayan yasala¬rın egemen olduğu toplumlarda yaşayanlar eğer bu ortak suçun sorumluluğundan gerçekten kurtulmak istiyorlarsa, yüce Allah'ın otoritesine yönelik bu küstah¬lıkları onaylamadıklarını kesinlikle kanıtlayacak, protesto nitelikli bir tavır or¬taya koymalıdırlar.
Bu cıvıklık, bu kaypaklık yaşadığımız tarih döneminde bu dinin karşılaştı¬ğı en büyük tehlikedir. Düşmanların bu dine yönelttikleri en öldürücü silah budur.
Dinimizin bu düşmanları, yüce Allah'ın müşriklikle, gerçek dini din edinmemekle ve "Allah'ı bir yana bırakarak başka ilahlar edinmekle" suçladı¬ğı rejimlerin ve insanların günümüzdeki benzerlerine, zamanımızdaki izdaşlarına "islâm" yaftasını yakıştırmak için can atıyorlar. Madem ki, bu dinin düşmanları bu tür rejimlere ve kişilere islâm yaftası yakıştırmaya bu denli özen gösteriyorlar, o halde bu tür yanıltıcı yaftalan yere düşürmek, bu tür maskeleri indirerek arkalarında gizlenen müşrikliği, kâfirliği ve yüce Allah dışında ilah edinme sapıklığını gözler önüne sermek de bu dinin taraftarlarının görevidir.
Bu konudaki sözlerimizi incelediğimiz ayetin ikinci cümlesini bir kere daha oku¬yarak bağlayalım:
"Oysa onlara sadece tek ilaha, kendisinden başka ilah olmayan ve onların yakıştırma ortaklarından uzak olan Allah'a kulluk etmeleri emredilmişti."
Kaynak
Seyyid Kutub
Fİ ZILAL-İL KUR’AN
Sayfa : 285………...289
Gerek bu açık anlamlı ayetten, gerekse Peygamberimizin -son söz niteliğindeki- yorumundan ve gerekse eski-yeni tefsir bilginlerinin sistemine, bu dine ilişkin son derece önemli gerçekler öğreniyoruz. Bu gerçeklere, aşağıda kı¬saca değinmek istiyoruz:
1- İbadet, yasal hükümlerde Kur'an'ın ayetlerin ve Peygamberimizin bu ayet¬lere ilişkin açıklamalarına uymak demektir. Yahudiler ile hristiyanlar, haham¬ları ile rahiplerinin ilah olduklarına inanmak, onlara ibadet amaçlı hareketler sunmak anlamında bu din adamlarını ilah edinmiş değillerdi. Buna rağmen yü¬ce Allah, bu ayette onların müşrik olduklarına, bir sonraki ayette de kâfir ol¬duklarına hükmetmiştir. Bu hükmün tek gerekçesi, onların din adamlarını yasa koyma mercii olarak kabul etmeleri, koydukları yasalara uymaları, boyun eğ¬meleridir. İlahi hükmün tek sebebi budur. Ayrıca, inançta ve ibadetlerde Al¬lah'tan başkasını ilah edinmiş olmak şart değildir. Sırf bu tutum, sahibini Allah'a 3rtak koşmuş duruma düşürür. Sırf bu sapıklık, sahibini mü'minlerin safından çıkarıp, kâfirlerin saflarına katmak için yeterlidir.
2- Bu ayet hahamlarına yasa koyma yetkisi tanıyan^ onlarca konmuş yasa¬lara uyan ve itaat eden yahudiler ile Hz. İsa'ya ilahlık yakıştıran ve ona ibadet amaçlı davranışlar sunan hristiyanları aynı derecede müşrik sayıyor, aralarında hiçbir fark görmüyor. Yani her iki tutum da sahiplerini Allah'a ortak koşmuş saydırma açısından eşit ağırlıklı suçlardır. Her iki sapıklık da sahiplerini mü'¬minlerin safından çıkarıp, kâfirlerin saflarına katmak için yeterlidir.
3- İnsanın Allah'a ortak koşan bir müşrik sayılması için yasa koyma yetki¬sini Allah dışındaki bir mercie, meselâ kullara tanıması yeterlidir. Bu sapıklığın yanısıra sözkonusu kulun ya da kulların ilah olduğuna inanması, onu ya da on¬lara ibadet amaçlı hareketler sunması şart değildir. Az önceki iki paragrafımız bu gerçeği açıkça ortaya koymaktadır. Biz burada bu gerçeği bir kere daha vur¬gulamak istedik.
Gerçi bu ayetlerin içerdikleri gerçeklerin ilk amacı, o günkü islâm toplumuna egemen olan olumsuz şartlara karşı koymaktır, o günkü müslümanların kalplerindeki Bizanslılarla savaşmaya ilişkin tereddütleri ve fobileri silmektir, "Bizanslılar madem ki Kitap ehlidirler, o halde mü'mindirler" şeklindeki ön yargının doğurduğu kuşku bulutlarını dağıtmaktır. Fakat bu gerçekler bu ko¬nudaki temel işlevlerinin yanısıra genel-geçerlidirler ve bu nitelikleri ile genel an¬lamda "dinin özü"nün ne olduğunu belirleme hususunda bize ışık tutarlar.
Gerçek din "islâm"dır. Yüce Allah tüm insanlar için bu dini seçmiştir, bu¬nun dışındaki bir dini hiç kimseler kabul etmez. Müslüman olabilmek için yüce Allah'ın ortaksız ilahlığına inandıktan ve ibadet nitelikli eylemleri sırf O'na sun¬duktan sonra, yasal hükümlerde de sırf O'na uymak şarttır. Eğer insanlar O'-nun yasaları dışında başka yasalara uyarlarsa, yahudiler ve hristiyanlara ilişkin hükmün kapsamına girerler. Yani Allah'a inanmamış "müşrikler" sayılırlar. İstedikleri kadar "Biz mü'miniz desinler" faydasızdır. Çünkü yüce Allah'ın dı¬şındaki bir merciin, meselâ bazı kulların koyduklaci'yasalara uymaları bu dam¬gayı yemeleri için yeterlidir. Böyle durumlarda insanların bu damgayı yemekten kurtulabilmeleri için kullar tarafından kendilerine empoze edilen yasalara karşı çıkmaları, onlara baskı altında uymak zorunda kaldıklarını kanıtlayan protes¬to nitelikli bir reaksiyon göstermeleri, yüce Allah'a yönelik bu küstahlıkları onay¬lamadıklarını, onları bertaraf etmeye güçleri yetmediği için dişlerini sıktıklarını ortaya koymaları gerekir.
Günümüzde "din" kavramının sınırları, insanların kafalarında, alabildi¬ğine daralmıştır. Günümüzün insanları dini sadece vicdanda hapsedilmiş bir inanç ve birtakım ibadet amaçlı eylemler saymaktadırlar. İşte yahudilerin burada kı¬nanan tutumu da böyle idi. Onlar bu anlayışları yüzünden okuduğumuz ayete ve Peygamberimizin bu ayete ilişkin yorumuna göre Allah'a inanmamış, O'na ortak koşmuş, O'nun sadece tek ilaha kulluk, etmelerini buyuran emrine ters düş¬müş sayılmışlar, ayrıca Allah'ı bir yana bırakarak hahamlarını ilah edinmekle suçlanmışlardır.
Dinin başta gelen anlamı "deynunet" yani boyun eğmek, teslim olmak ve uymaktır. Bu tutum da ibadet amaçlı eylemlerin sunuluşunda olduğu kadar ya¬salara uymada da ortaya çıkar, somutluk kazanır. Bu mesele yüce Allah'dan başkalarının koyduğu yasalara uyanların sergiledikleri pişkinlikle ve cıvıklıkla bağdaşmayacak derecede ciddidir. Böyle kimselerin sırf yüce Allah'ın ilahlığı¬na inanıyorlar ve ibadetlerini sırf yüce Allah'a sunuyorlar diye kendilerini yüce Allah'a inanmış, müslümanlar saymaları en hafif deyimi ile kaba bir vurdum¬duymazlık, bir kaypaklık örneğidir. Yüce Allah'dan kaynaklanmayan yasala¬rın egemen olduğu toplumlarda yaşayanlar eğer bu ortak suçun sorumluluğundan gerçekten kurtulmak istiyorlarsa, yüce Allah'ın otoritesine yönelik bu küstah¬lıkları onaylamadıklarını kesinlikle kanıtlayacak, protesto nitelikli bir tavır or¬taya koymalıdırlar.
Bu cıvıklık, bu kaypaklık yaşadığımız tarih döneminde bu dinin karşılaştı¬ğı en büyük tehlikedir. Düşmanların bu dine yönelttikleri en öldürücü silah budur.
Dinimizin bu düşmanları, yüce Allah'ın müşriklikle, gerçek dini din edinmemekle ve "Allah'ı bir yana bırakarak başka ilahlar edinmekle" suçladı¬ğı rejimlerin ve insanların günümüzdeki benzerlerine, zamanımızdaki izdaşlarına "islâm" yaftasını yakıştırmak için can atıyorlar. Madem ki, bu dinin düşmanları bu tür rejimlere ve kişilere islâm yaftası yakıştırmaya bu denli özen gösteriyorlar, o halde bu tür yanıltıcı yaftalan yere düşürmek, bu tür maskeleri indirerek arkalarında gizlenen müşrikliği, kâfirliği ve yüce Allah dışında ilah edinme sapıklığını gözler önüne sermek de bu dinin taraftarlarının görevidir.
Bu konudaki sözlerimizi incelediğimiz ayetin ikinci cümlesini bir kere daha oku¬yarak bağlayalım:
"Oysa onlara sadece tek ilaha, kendisinden başka ilah olmayan ve onların yakıştırma ortaklarından uzak olan Allah'a kulluk etmeleri emredilmişti."
Kaynak
Seyyid Kutub
Fİ ZILAL-İL KUR’AN
Sayfa : 285………...289
Bismillahirrahmanirrahim
Ey Muhammed! Sana indirilen Kuran’a ve senden önce indirilenlere inandıklarını iddia edenleri görmüyor musun? Tağutun önünde muhakeme olunmalarını isterler. Oysa onu reddetmekte emr olunmuşlardı. Seytan onları derin bir sapıklıkla saptırmak ister.” Nisa, 4/60.
Ey Muhammed! Sana indirilen Kuran’a ve senden önce indirilenlere inandıklarını iddia edenleri görmüyor musun? Tağutun önünde muhakeme olunmalarını isterler. Oysa onu reddetmekte emr olunmuşlardı. Seytan onları derin bir sapıklıkla saptırmak ister.” Nisa, 4/60.
Bismillahirrahmanirrahim
Ey Muhammed! Sana indirilen Kuran’a ve senden önce indirilenlere inandıklarını iddia edenleri görmüyor musun? Tağutun önünde muhakeme olunmalarını isterler. Oysa onu reddetmekte emr olunmuşlardı. Seytan onları derin bir sapıklıkla saptırmak ister.” Nisa, 4/60.
Ey Muhammed! Sana indirilen Kuran’a ve senden önce indirilenlere inandıklarını iddia edenleri görmüyor musun? Tağutun önünde muhakeme olunmalarını isterler. Oysa onu reddetmekte emr olunmuşlardı. Seytan onları derin bir sapıklıkla saptırmak ister.” Nisa, 4/60.
İşte iman ettiğini söyleyip; Hakk’ın önünde muhakeme edilmeye çağrılınca, tağutun hükmünü Hakk’ın hükmüne tercih edenler, gerçekte şirk ve apaçık bir sapıklık içindedirler. Şeytan da, onların, bu sapıklıklarında daha da derinleşmelerini ister ve nitekim çoğu zaman başarır.
Dalalet kelimesinden geçişli olarak türetilen “idlâl” da saptırmak anlamlarına gelir. Şöyle ki: “Onlardan bir güruh seni saptırmaya yeltenmişti. Onlar yalnızca kendilerini saptırırlar, sana hiçbir zarar vermezler.” Nisa, 4/113.
Dalalet kelimesinden geçişli olarak türetilen “idlâl” da saptırmak anlamlarına gelir. Şöyle ki: “Onlardan bir güruh seni saptırmaya yeltenmişti. Onlar yalnızca kendilerini saptırırlar, sana hiçbir zarar vermezler.” Nisa, 4/113.
Sonradan uydurulan şeylerden sakınırız. Çünkü sonradan uydurulan her şey bid’attır. Ve her bid’at sapıklık (dalalet) tir.” (Ebu Davud, Es- Sünne, 5).
Bismillahirrahmanirrahim
Yine de ki: Hak geldi; batıl yıkılıp gitti. Zaten batıl yıkılmaya mahkumdur. İsra - 81.
Yine de ki: Hak geldi; batıl yıkılıp gitti. Zaten batıl yıkılmaya mahkumdur. İsra - 81.