faruk islam
Özel Üye
بِسْمِ اللّهِ الرَّحْمَنِ الرَّحِيمِ
Şirk
وَمَا يُؤْمِنُ أَكْثَرُهُمْ بِاللّهِ إِلاَّ وَهُم مُّشْرِكُونَ
İbadetin manasını açıklayan bir başka örnek ise şöyledir:
إِيَّاكَ نَعْبُدُ وإِيَّاكَ نَسْتَعِينُ
Şirk
Bu ayetlerde ameli boşa çıkardığı, kulun o hal üzere ölmesi halinde Allah-u Teâlâ'nın o kimseyi kesinlikle bağışlamayacağı, varış yerinin, içinde ebedi olarak kalacağı cehennem olacağı zikredilen şirk nedir acaba?
Evet... Şirk nedir ve onu nasıl bilebiliriz ki ondan sakınabilelim?
Zira biz onu tam bir bilgiyle bilmeyecek olursak, onu işlememiz her an ihtimal dahilindedir. O halde onu bilmemiz üzerimize farzdır. Ta ki onu işlemeyelim ve amellerimiz boşa gitmesin. Böylece Allah-u Teâlâ'ya mü’min ve müslümanlar olarak kavuşabilelim.
Şirk: Allah-u Teâlâ'nın Kur’an ve sünnette bildirdiği ibadetlerden birisini Allah-u Teâlâ'dan baş-kasına veya Allah-u Teâlâ’la birlikte bir başkasına yöneltmektir.
Muhakkak ki Allah-u Teâlâ şirki, kitabında ve nebisi Sallallahu Aleyhi ve Sellem’in sünnetinde çok net ve açık bir şekilde açıklamış, o konuda cehaletin hiç bir çeşidine izin vermemiş ve Allah-u Teâlâ'nın kitabının ve nebisi Sallallahu Aleyhi ve Sellem’in sünnetinin kendisine ulaştığı kimse için onu bilmemeyi mazeret saymamıştır.
Allah-u Teâlâ şöyle buyuruyor:
Evet... Şirk nedir ve onu nasıl bilebiliriz ki ondan sakınabilelim?
Zira biz onu tam bir bilgiyle bilmeyecek olursak, onu işlememiz her an ihtimal dahilindedir. O halde onu bilmemiz üzerimize farzdır. Ta ki onu işlemeyelim ve amellerimiz boşa gitmesin. Böylece Allah-u Teâlâ'ya mü’min ve müslümanlar olarak kavuşabilelim.
Şirk: Allah-u Teâlâ'nın Kur’an ve sünnette bildirdiği ibadetlerden birisini Allah-u Teâlâ'dan baş-kasına veya Allah-u Teâlâ’la birlikte bir başkasına yöneltmektir.
Muhakkak ki Allah-u Teâlâ şirki, kitabında ve nebisi Sallallahu Aleyhi ve Sellem’in sünnetinde çok net ve açık bir şekilde açıklamış, o konuda cehaletin hiç bir çeşidine izin vermemiş ve Allah-u Teâlâ'nın kitabının ve nebisi Sallallahu Aleyhi ve Sellem’in sünnetinin kendisine ulaştığı kimse için onu bilmemeyi mazeret saymamıştır.
Allah-u Teâlâ şöyle buyuruyor:
وَمَا يُؤْمِنُ أَكْثَرُهُمْ بِاللّهِ إِلاَّ وَهُم مُّشْرِكُونَ
"Onların çoğu ortak koşmadan Allah’a inanmazlar." (Yusuf: 106)
Allah-u Teâlâ bu ayette kendisine şirk katılan imanı kabul etmeyeceğini ve insanların çoğunun imanlarına şirk çeşitlerinden bir tanesinin karıştığını bildiriyor. Bununla birlikte bu konuda o kimseler için bir mazeret söz konusu değildir.
Zira müşriklerin çoğunlukta olması şirk işlemeyi mazeretli kılmaz veya onu affettirmez.
Her kim imanına, tevhidi bozan şirk çeşitlerinden bir tanesini karıştırırsa işte o kimse müşrik olmuştur. O kimse iman ve İslam iddiasında bulunsa bile mü’min ve müslüman değildir. Zira Allah-u Teâlâ ancak şirk çeşitlerinden herhangi birisinden tam olarak arınmış dini kabul eder.
Allah-u Teâlâ şöyle buyuruyor:
Allah-u Teâlâ bu ayette kendisine şirk katılan imanı kabul etmeyeceğini ve insanların çoğunun imanlarına şirk çeşitlerinden bir tanesinin karıştığını bildiriyor. Bununla birlikte bu konuda o kimseler için bir mazeret söz konusu değildir.
Zira müşriklerin çoğunlukta olması şirk işlemeyi mazeretli kılmaz veya onu affettirmez.
Her kim imanına, tevhidi bozan şirk çeşitlerinden bir tanesini karıştırırsa işte o kimse müşrik olmuştur. O kimse iman ve İslam iddiasında bulunsa bile mü’min ve müslüman değildir. Zira Allah-u Teâlâ ancak şirk çeşitlerinden herhangi birisinden tam olarak arınmış dini kabul eder.
Allah-u Teâlâ şöyle buyuruyor:
وَمَن يُسْلِمْ وَجْهَهُ إِلَى اللَّهِ وَهُوَ مُحْسِنٌ فَقَدِ اسْتَمْسَكَ بِالْعُرْوَةِ الْوُثْقَى وَإِلَى اللَّهِ عَاقِبَةُ الْأُمُورِ
"Muhsin olarak (iyilik yaparak) yüzünü Allah’a çeviren kimse muhakkak, sapasağlam bir kulpa sarılmıştır. Bütün işlerin sonu Allah’a döner." (Lokman: 22)
Ayette geçen ( مُحْسِنٌ ) "muhsin olarak" sözünün manası;
şirkten arınmak, küçük olsun, büyük olsun ibadetlerden herhangi birisini Allah-u Teâlâ'dan başkasına veya Allah-u Teâlâ ile birlikte bir başkasına yöneltmemektir.
İbadetin manasının Allah-u Teâlâ'nın istediği gibi açık bir şekilde anlaşılması için bazı örnekler verelim:
Zira günümüz insanlarının çoğuna:
"İbadet nedir?" diye sorulduğunda bu konuda:
"Namaz, oruç, zekat, hac ve bunlara benzer şeylerdir" diye cevap verirler.
Üstelik onlar bu ibadetlerden bir tanesini Allah-u Teâlâ'dan başkasına yönelten kimsenin Allah-u Teâlâ'ya şirk koştuğunu bilirler.
Oysa Allah-u Teâlâ bize; namaz, oruç, zekat ve hac gibi ibadetlerden başka ibadetlerin deolduğunu, fakat insanların çoğunun bunları bilmediğini haber veriyor.
1 - Allah-u Teâlâ şöyle buyuruyor:Ayette geçen ( مُحْسِنٌ ) "muhsin olarak" sözünün manası;
şirkten arınmak, küçük olsun, büyük olsun ibadetlerden herhangi birisini Allah-u Teâlâ'dan başkasına veya Allah-u Teâlâ ile birlikte bir başkasına yöneltmemektir.
İbadetin manasının Allah-u Teâlâ'nın istediği gibi açık bir şekilde anlaşılması için bazı örnekler verelim:
Zira günümüz insanlarının çoğuna:
"İbadet nedir?" diye sorulduğunda bu konuda:
"Namaz, oruç, zekat, hac ve bunlara benzer şeylerdir" diye cevap verirler.
Üstelik onlar bu ibadetlerden bir tanesini Allah-u Teâlâ'dan başkasına yönelten kimsenin Allah-u Teâlâ'ya şirk koştuğunu bilirler.
Oysa Allah-u Teâlâ bize; namaz, oruç, zekat ve hac gibi ibadetlerden başka ibadetlerin deolduğunu, fakat insanların çoğunun bunları bilmediğini haber veriyor.
إِنِ الْحُكْمُ إِلاَّ لِلّهِ أَمَرَ أَلاَّ تَعْبُدُواْ إِلاَّ إِيَّاهُ ذَلِكَ الدِّينُ الْقَيِّمُ وَلَكِنَّ أَكْثَرَ النَّاسِ لاَ يَعْلَمُونَ
"Hüküm vermek Allah’a aittir. Kendisinden başkasına değil yalnız O’na ibadet etmenizi emretti. Dosdoğru din budur. Fakat insanların çoğu bilmezler." (Yusuf: 40)
İşte bu ayeti kerime bize, küçük olsun, büyük olsun hayatın her meselesinde insanlar arasında hüküm verme hakkının sadece Allah-u Teâlâ'ya ait olduğunu belirtiyor. O hakkı sadece bir olan Allah-u Teâlâ'ya vermek O’na ibadettir. Bu hakkı veya ondan az dahi olsa bir bölümünü yaratılmışlardan herhangi birine vermek, sahibini İslam milletinden çıkaran ve ameli boşa çıkaran "Allah-u Teâlâ'ya büyük şirk koşmaktır."
Şirkten tevbe etmeyen kimsenin varacağı yer ise içinde sonsuza kadar kalacağı cehennem ateşidir...
Bu ayette de belirtildiği üzere insanların çoğu "hükümde Allah-u Teâlâ’yı birleme" meselesini ve Allah-u Teâlâ'nın hükmünden başkasını kabul etmemenin tıpkı namaz, oruç, zekat, hac gibi bir ibadet olduğunu bilmemektedirler.
Öyleyse her kim hüküm verme hakkını Allah-u Teâlâ'dan başkasına verirse işte o kimse Allah-u Teâlâ'dan başkasına ibadet etmiştir.
Aynı şekilde bu ayette;
(ذَلِكَ الدِّينُ الْقَيِّمُ) "Dosdoğru din işte budur"
sözüyle Allah-u Teâlâ'nın kabul ettiği dosdoğru dinin ancak büyük ve küçük her meselede hüküm verme hakkının sadece bir olan Allah-u Teâlâ'ya verildiği din olduğu; açıklanmıştır.
Hüküm verme hakkı, gerçek uluhiyet (ilahlık) sıfatlarıyla vasıflanmış Allah-u Teâlâ’dan başkasının olamaz. Çünkü O, ibadeti hak eden tek ilahtır. Bunedenle şayet bu hak O’ndan başkasına veya O’nunla birlikte bir başkasına verilirse O’nun emrine karşı gelinmiş, O’ndan başkasına ibadet edilmiş ve böylece O’na ibadetinde şirk koşulmuş olunur.
Oysa Allah-u Teâlâ bize:
İşte bu ayeti kerime bize, küçük olsun, büyük olsun hayatın her meselesinde insanlar arasında hüküm verme hakkının sadece Allah-u Teâlâ'ya ait olduğunu belirtiyor. O hakkı sadece bir olan Allah-u Teâlâ'ya vermek O’na ibadettir. Bu hakkı veya ondan az dahi olsa bir bölümünü yaratılmışlardan herhangi birine vermek, sahibini İslam milletinden çıkaran ve ameli boşa çıkaran "Allah-u Teâlâ'ya büyük şirk koşmaktır."
Şirkten tevbe etmeyen kimsenin varacağı yer ise içinde sonsuza kadar kalacağı cehennem ateşidir...
Bu ayette de belirtildiği üzere insanların çoğu "hükümde Allah-u Teâlâ’yı birleme" meselesini ve Allah-u Teâlâ'nın hükmünden başkasını kabul etmemenin tıpkı namaz, oruç, zekat, hac gibi bir ibadet olduğunu bilmemektedirler.
Öyleyse her kim hüküm verme hakkını Allah-u Teâlâ'dan başkasına verirse işte o kimse Allah-u Teâlâ'dan başkasına ibadet etmiştir.
Aynı şekilde bu ayette;
(ذَلِكَ الدِّينُ الْقَيِّمُ) "Dosdoğru din işte budur"
sözüyle Allah-u Teâlâ'nın kabul ettiği dosdoğru dinin ancak büyük ve küçük her meselede hüküm verme hakkının sadece bir olan Allah-u Teâlâ'ya verildiği din olduğu; açıklanmıştır.
Hüküm verme hakkı, gerçek uluhiyet (ilahlık) sıfatlarıyla vasıflanmış Allah-u Teâlâ’dan başkasının olamaz. Çünkü O, ibadeti hak eden tek ilahtır. Bunedenle şayet bu hak O’ndan başkasına veya O’nunla birlikte bir başkasına verilirse O’nun emrine karşı gelinmiş, O’ndan başkasına ibadet edilmiş ve böylece O’na ibadetinde şirk koşulmuş olunur.
Oysa Allah-u Teâlâ bize:
(أَمَرَ أَلاَّ تَعْبُدُواْ إِلاَّ إِيَّاه)
"Allah, kendisinden başkasına değil yalnız O’na ibadet etmenizi emretmiştir"
buyurarak kendisinden başkasına ibadet etmememizi emretmiştir.
O halde her kim hüküm verme ve hakimiyet hakkını Allah-u Teâlâ'dan başkasına veya Allah-u Teâlâ’la birlikte bir başkasına verirse işte o kimse onu Allah-u Teâlâ'dan başka bir ilah edinmiştir. Velev ki o kimseye açık bir şekilde:
"Sen benim ilahımsın" demese bile... Çünkü hüküm verme hakkını ya tam olarak veya ondan ufak dahi olsa bir bölümünü her kime verdiyse ona ibadet etmiştir.
Muhakkak ki insanların çoğu Allah-u Teâlâ'dan başkasına namaz kıldığında, oruç tuttuğunda, haccettiğinde O’na şirk koştuğunu ve O’ndan başkasına ibadet etmiş olduğunu bilirler. Fakat onların çoğu, her kim hüküm verme hakkını Allah-u Teâlâ'dan başkasına verirse o kimseye ibadet ettiğini ve böylece Allah-u Teâlâ'ya şirk koştuğunu bilmezler.
İşte bunun içindir ki Allah-u Teâlâ bize bu gerçeği:
buyurarak kendisinden başkasına ibadet etmememizi emretmiştir.
O halde her kim hüküm verme ve hakimiyet hakkını Allah-u Teâlâ'dan başkasına veya Allah-u Teâlâ’la birlikte bir başkasına verirse işte o kimse onu Allah-u Teâlâ'dan başka bir ilah edinmiştir. Velev ki o kimseye açık bir şekilde:
"Sen benim ilahımsın" demese bile... Çünkü hüküm verme hakkını ya tam olarak veya ondan ufak dahi olsa bir bölümünü her kime verdiyse ona ibadet etmiştir.
Muhakkak ki insanların çoğu Allah-u Teâlâ'dan başkasına namaz kıldığında, oruç tuttuğunda, haccettiğinde O’na şirk koştuğunu ve O’ndan başkasına ibadet etmiş olduğunu bilirler. Fakat onların çoğu, her kim hüküm verme hakkını Allah-u Teâlâ'dan başkasına verirse o kimseye ibadet ettiğini ve böylece Allah-u Teâlâ'ya şirk koştuğunu bilmezler.
İşte bunun içindir ki Allah-u Teâlâ bize bu gerçeği:
( وَلَكِنَّ أَكْثَرَ النَّاسِ لاَ يَعْلَمُونَ)
"Fakat insanların çoğu bilmezler"
sözüyle açıklamıştır.
Bu ise; insanların çoğu hüküm verme yetkisini Allah-u Teâlâ'dan başkasına vermenin O’ndan başkasına namaz kılmak, oruç tutmak ve haccetmek gibi ibadet etmek ve böylece O’na şirkkoşmak olduğunu, aynı şekilde onların çoğunun böyle yaparak dosdoğru din üzerinde olmadıklarını bilmiyorlar manasına gelmektedir. Çünkü dosdoğru din; büyüğü ve küçüğüyle her türlü hükmün sadece Allah-u Teâlâ'ya verilmesidir.
İşte bu, ayetteki:
sözüyle açıklamıştır.
Bu ise; insanların çoğu hüküm verme yetkisini Allah-u Teâlâ'dan başkasına vermenin O’ndan başkasına namaz kılmak, oruç tutmak ve haccetmek gibi ibadet etmek ve böylece O’na şirkkoşmak olduğunu, aynı şekilde onların çoğunun böyle yaparak dosdoğru din üzerinde olmadıklarını bilmiyorlar manasına gelmektedir. Çünkü dosdoğru din; büyüğü ve küçüğüyle her türlü hükmün sadece Allah-u Teâlâ'ya verilmesidir.
İşte bu, ayetteki:
(ذَلِكَ الدِّينُ الْقَيِّمُ)
"Dosdoğru din budur" sözünün manasıdır.
Burada üzerinde durulması gereken bir mesele daha vardır. Bu ise demokrasi ve siyasi partiler meselesidir...
Bazı insanlar vardır ki onlar yeryüzünde İslam şeriatinin hükmünü tekrar geri döndürmek istediklerini ve bunun kafir demokratik sistemlerin prensipleri doğrultusunda parlementoyla ilgili seçimlere giren siyasi bir parti kurmakla gerçekleşeceğini, böylece seçimlerin sonucunda kazanacak olurlarsa ülkede mevcut olan ve İslami olmayan kanunları değiştirip onların yerine İslam kanunlarını tekrar uygulayacaklarını iddia ederler.
Yine onlar işte bu yolla İslam şeriatiyle hükmetmenin mümkün olabileceğini ve üstelik müslümanların kanlarının dökülmeyeceğini iddia ederler.
Oysa her kim, İslam ile hükmetmeyen demokratik bir devlette küfür kanunlarına tabi olan siyasi bir parti kurmasının kendisine caiz olduğunu, bu amelinin İslam’a ve müslümanlara hizmet olduğunu iddia eder veya küfür kanunlarına tabi olan ve bazı menfaatler elde etmek amacıyla kurulan bir siyasi partiye İslam ve müslümanlar için katıldığını söylerse işte bu kimsenin bu ameli ve sözü bir tek şeyi gösterir. O da;
o kimsenin tevhidde ve Lâ ilâhe illallah Muhammedun Rasulullah meselesinde cahil olduğu ya da İslam’ı yıkmak, ehlini uyuşturmak ve böylece tagutların hükmünü yerleştirmek isteyen birisi olduğudur.
Öyle ki Allah-u Teâlâ'nın kitabını bir kenara bırakarak, beşer aklının ürünü olan kanunları tatbik eden, bununla birlikte İslam iddiasında bulunan ülkelerin çoğunda olduğu gibi küfür kanunlarına (anayasaya) ve tagutlara (ülkelerin yöneticisine) karşı ihlaslı olmak, saygı göstermek, onları korumak üzere Allah-u Teâlâ'ya yeminederek küfür kanunlarına bağlı siyasi bir parti kurmak küfür olan bir fiildir.
İsterse İslam’ın hükmünü yeryüzünde tekrar ikame etmek gayesiyle yapılsın durum değişmez.
Zira bu durum aslında kendisiyle İslam’ın yeniden ikamesinin istenmediği, İslam’ın gereklerinin yerine getirilmediği, Lâ ilâhe illallah Muhammedun Rasulullah’a ilim ve açık delillerle iman eden bir muvahhid müslümanın kesinlikle tasvip etmediği türden bir küfürdür.
Çünkü İslam’la hükmetmeyen kafir bir devlette parti kurmak; İslam’a muhalif olan bu devletin kanunlarını kabul etmek manasına gelir. Bu sebeple her kim bu kanunları kabul eder veya onlarla hükmederse, o kimse İslam’ı istediğini, İslam şeriatini tatbik etmek istediğini iddia etse bile kafir olmuş ve kendisini Allah-u Teâlâ'dan başka bir ilah ilan etmiştir.
Aynı şekilde küfür hükümlerini tatbik eden veya o hükümleri kabul eden kimse bu kabulünün İslam şeriatini tatbik veya İslam’a ve müslümanlara hizmet etmek için merhaleli bir kabul olduğunu iddia etse bile yine kafir olmuştur.
Zira küfür bir yol izlenerek İslam getirilmez.
Böyle bir hal iddia sahibi o kimsenin tevhidi ve İslam akidesini bilmeyen, İslam hükmünün nasıl tamamlanacağını anlamayan bir cahil olduğunu veya İslam hükmünün ve İslam’ın yeniden hakim olmasını isteyen kimselerin İslam’ı seviyor olmalarını ve cehaletlerini fırsat bilerek onları saptırmak isteyen biri olduğunu ya da dünyevi bir takım menfaatler elde etmeyi isteyen bir menfaatçi olduğunu göstermektedir.
Her kim böyle yapar ve böyle yapmayıcaiz görürse kesinlikle o kimse İslam’dan çıkmıştır. İman ve İslam iddiasında bulunsa, oruç tutsa, namaz kılsa ve İslam şeriatini ikame etmeyi istese bile.....
Her kim de ister bilerek isterse de bilmeyerek onu desteklerse işte o kimse de Allah-u Teâlâ’dan başkasına ibadet etmiştir.Çünkü bu mesele, Allah-u Teâlâ'nın hükmüyle ilgili bir meseledir. Hiçbir mükellef için bu konuda cahil oluşu caiz değildir. Zira bu mesele; uluhiyyetin özelliklerinin en önemlilerinden olup iman ve tevhidin temelidir.
Öyle ki İslam insanları kullara kulluktan çıkarıp ibadeti sadece bir olan Rabbe yapsınlar diye geldi. Bu sebeple insanları ilk olarak Allah-u Teâlâ'dan başkasına ibadet ettirip sonra da Allah-u Teâlâ'ya ibadet ettirmek yoluyla İslam hakim kılınmaz. Üstelik bu, Allah-u Teâlâ'nın ve Rasulü Sallallahu Aleyhi ve Sellem’in, İslam’ın hakim kılınması için bizlere açıkladığı yol değildir.
O halde insanları ilk olarak Allah-u Teâlâ'dan başkasına ibadet ettirip sonra da Allah-u Teâlâ'ya ibadet ettirmek isteyen kimseden daha sapık, daha fasık, daha zalim ve daha cahil bir kimse yoktur.
Şüphesiz ki bir olan ve hiçbir ortağı bulunmayan Allah-u Teâlâ helal ve haram sınırlarını çizmiş ve belirlemiştir. Bu sebeple ancak Allah-u Teâlâ'nın haram dediği haram, helal dediği helaldir.
Öyleyse her kim haramı helal veya helali haram kılan bir kanun koyar, o kanunun takipçisi olur ve ona insanları tabi ettirirse işte o kimse kendisini yalnız Allah-u Teâlâ'nın hakkı olan bir ilah makamına getirmiştir.
Her kim de ona itaat eder, ona bu konuda yardım eder, onu tekfir etmezse işte o kimse de küfre girmiş ve tağuta kulluk yapmıştır.
Bunun içindir ki her kim bu gibi partileri bu yaptıklarını bilerek seçer veya onları destekler veya onları tekfir etmez veya onları tekfir etmeyenleri tekfir etmezse, kafir olur.Çünkü o, tagutu inkar etmemiştir.
Burada üzerinde durulması gereken bir mesele daha vardır. Bu ise demokrasi ve siyasi partiler meselesidir...
Bazı insanlar vardır ki onlar yeryüzünde İslam şeriatinin hükmünü tekrar geri döndürmek istediklerini ve bunun kafir demokratik sistemlerin prensipleri doğrultusunda parlementoyla ilgili seçimlere giren siyasi bir parti kurmakla gerçekleşeceğini, böylece seçimlerin sonucunda kazanacak olurlarsa ülkede mevcut olan ve İslami olmayan kanunları değiştirip onların yerine İslam kanunlarını tekrar uygulayacaklarını iddia ederler.
Yine onlar işte bu yolla İslam şeriatiyle hükmetmenin mümkün olabileceğini ve üstelik müslümanların kanlarının dökülmeyeceğini iddia ederler.
Oysa her kim, İslam ile hükmetmeyen demokratik bir devlette küfür kanunlarına tabi olan siyasi bir parti kurmasının kendisine caiz olduğunu, bu amelinin İslam’a ve müslümanlara hizmet olduğunu iddia eder veya küfür kanunlarına tabi olan ve bazı menfaatler elde etmek amacıyla kurulan bir siyasi partiye İslam ve müslümanlar için katıldığını söylerse işte bu kimsenin bu ameli ve sözü bir tek şeyi gösterir. O da;
o kimsenin tevhidde ve Lâ ilâhe illallah Muhammedun Rasulullah meselesinde cahil olduğu ya da İslam’ı yıkmak, ehlini uyuşturmak ve böylece tagutların hükmünü yerleştirmek isteyen birisi olduğudur.
Öyle ki Allah-u Teâlâ'nın kitabını bir kenara bırakarak, beşer aklının ürünü olan kanunları tatbik eden, bununla birlikte İslam iddiasında bulunan ülkelerin çoğunda olduğu gibi küfür kanunlarına (anayasaya) ve tagutlara (ülkelerin yöneticisine) karşı ihlaslı olmak, saygı göstermek, onları korumak üzere Allah-u Teâlâ'ya yeminederek küfür kanunlarına bağlı siyasi bir parti kurmak küfür olan bir fiildir.
İsterse İslam’ın hükmünü yeryüzünde tekrar ikame etmek gayesiyle yapılsın durum değişmez.
Zira bu durum aslında kendisiyle İslam’ın yeniden ikamesinin istenmediği, İslam’ın gereklerinin yerine getirilmediği, Lâ ilâhe illallah Muhammedun Rasulullah’a ilim ve açık delillerle iman eden bir muvahhid müslümanın kesinlikle tasvip etmediği türden bir küfürdür.
Çünkü İslam’la hükmetmeyen kafir bir devlette parti kurmak; İslam’a muhalif olan bu devletin kanunlarını kabul etmek manasına gelir. Bu sebeple her kim bu kanunları kabul eder veya onlarla hükmederse, o kimse İslam’ı istediğini, İslam şeriatini tatbik etmek istediğini iddia etse bile kafir olmuş ve kendisini Allah-u Teâlâ'dan başka bir ilah ilan etmiştir.
Aynı şekilde küfür hükümlerini tatbik eden veya o hükümleri kabul eden kimse bu kabulünün İslam şeriatini tatbik veya İslam’a ve müslümanlara hizmet etmek için merhaleli bir kabul olduğunu iddia etse bile yine kafir olmuştur.
Zira küfür bir yol izlenerek İslam getirilmez.
Böyle bir hal iddia sahibi o kimsenin tevhidi ve İslam akidesini bilmeyen, İslam hükmünün nasıl tamamlanacağını anlamayan bir cahil olduğunu veya İslam hükmünün ve İslam’ın yeniden hakim olmasını isteyen kimselerin İslam’ı seviyor olmalarını ve cehaletlerini fırsat bilerek onları saptırmak isteyen biri olduğunu ya da dünyevi bir takım menfaatler elde etmeyi isteyen bir menfaatçi olduğunu göstermektedir.
Her kim böyle yapar ve böyle yapmayıcaiz görürse kesinlikle o kimse İslam’dan çıkmıştır. İman ve İslam iddiasında bulunsa, oruç tutsa, namaz kılsa ve İslam şeriatini ikame etmeyi istese bile.....
Her kim de ister bilerek isterse de bilmeyerek onu desteklerse işte o kimse de Allah-u Teâlâ’dan başkasına ibadet etmiştir.Çünkü bu mesele, Allah-u Teâlâ'nın hükmüyle ilgili bir meseledir. Hiçbir mükellef için bu konuda cahil oluşu caiz değildir. Zira bu mesele; uluhiyyetin özelliklerinin en önemlilerinden olup iman ve tevhidin temelidir.
Öyle ki İslam insanları kullara kulluktan çıkarıp ibadeti sadece bir olan Rabbe yapsınlar diye geldi. Bu sebeple insanları ilk olarak Allah-u Teâlâ'dan başkasına ibadet ettirip sonra da Allah-u Teâlâ'ya ibadet ettirmek yoluyla İslam hakim kılınmaz. Üstelik bu, Allah-u Teâlâ'nın ve Rasulü Sallallahu Aleyhi ve Sellem’in, İslam’ın hakim kılınması için bizlere açıkladığı yol değildir.
O halde insanları ilk olarak Allah-u Teâlâ'dan başkasına ibadet ettirip sonra da Allah-u Teâlâ'ya ibadet ettirmek isteyen kimseden daha sapık, daha fasık, daha zalim ve daha cahil bir kimse yoktur.
Şüphesiz ki bir olan ve hiçbir ortağı bulunmayan Allah-u Teâlâ helal ve haram sınırlarını çizmiş ve belirlemiştir. Bu sebeple ancak Allah-u Teâlâ'nın haram dediği haram, helal dediği helaldir.
Öyleyse her kim haramı helal veya helali haram kılan bir kanun koyar, o kanunun takipçisi olur ve ona insanları tabi ettirirse işte o kimse kendisini yalnız Allah-u Teâlâ'nın hakkı olan bir ilah makamına getirmiştir.
Her kim de ona itaat eder, ona bu konuda yardım eder, onu tekfir etmezse işte o kimse de küfre girmiş ve tağuta kulluk yapmıştır.
Bunun içindir ki her kim bu gibi partileri bu yaptıklarını bilerek seçer veya onları destekler veya onları tekfir etmez veya onları tekfir etmeyenleri tekfir etmezse, kafir olur.Çünkü o, tagutu inkar etmemiştir.
İbadetin manasını açıklayan bir başka örnek ise şöyledir:
2 - Allah-u Teâlâ Kur’an’da şöyle buyuruyor:
إِيَّاكَ نَعْبُدُ وإِيَّاكَ نَسْتَعِينُ
"Yalnızca sana ibadet eder, yalnızca senden yardım dileriz." (Fatiha: 4)
Aynı şekilde bir başka ayette şöyle buyuruyor:
Aynı şekilde bir başka ayette şöyle buyuruyor:
إِذْ تَسْتَغِيثُونَ رَبَّكُمْ فَاسْتَجَابَ لَكُمْ أَنِّي مُمِدُّكُم بِأَلْفٍ مِّنَ الْمَلآئِكَةِ مُرْدِفِينَ
"Rabbinizi yardıma çağırıyordunuz. O; ‘ben size birbiri peşinden bin melekle yardım ederim’ diye cevap vermişti." (Enfal: 9)
Allah-u Teâlâ bu ayetlerde bize, sıkıntı anında yardımına çağırma
ve Allah-u Teâlâ'dan yardım istemenin ibadetlerden birisi olduğunu açıklıyor.
Her kim Allah-u Teâlâ'dan başkasını yardımına çağırır, ölülerden veya kendisini duyamayacak durumda olan birinden yardım ister, onlardan fayda umar, onlardan korkar ve ihtiyaçları yerine getirme, sıkıntıları dağıtma, üzüntüleri giderme veya bunlardan başka şeyleri onlardan isterse işte o kimse insanı İslam milletinden çıkaran büyük şirk işleyerek müşrik olmuştur.
Allah-u Teâlâ şöyle buyuruyor:
Allah-u Teâlâ bu ayetlerde bize, sıkıntı anında yardımına çağırma
ve Allah-u Teâlâ'dan yardım istemenin ibadetlerden birisi olduğunu açıklıyor.
Her kim Allah-u Teâlâ'dan başkasını yardımına çağırır, ölülerden veya kendisini duyamayacak durumda olan birinden yardım ister, onlardan fayda umar, onlardan korkar ve ihtiyaçları yerine getirme, sıkıntıları dağıtma, üzüntüleri giderme veya bunlardan başka şeyleri onlardan isterse işte o kimse insanı İslam milletinden çıkaran büyük şirk işleyerek müşrik olmuştur.
Allah-u Teâlâ şöyle buyuruyor:
وَمَنْ أَضَلُّ مِمَّن يَدْعُو مِن دُونِ اللَّهِ مَن لَّا يَسْتَجِيبُ لَهُ إِلَى يَومِ الْقِيَامَةِ وَهُمْ عَن دُعَائِهِمْ غَافِلُونَ
"Allah’ı bırakıp da kıyamet gününe kadar cevap veremeyecek olan, kendisine yapılan dualardan habersiz kalan şeylere ibadet edenlerden daha sapık kim olabilir?" (Ahkaf: 5)
Allah-u Teâlâ şöyle buyuruyor:
Allah-u Teâlâ şöyle buyuruyor:
وَلاَ تَدْعُ مِن دُونِ اللّهِ مَا لاَ يَنفَعُكَ وَلاَ يَضُرُّكَ فَإِن فَعَلْتَ فَإِنَّكَ إِذًا مِّنَ الظَّالِمِين وَإِن يَمْسَسْكَ اللّهُ بِضُرٍّ فَلاَ كَاشِفَ لَهُ إِلاَّ هُوَ وَإِن يُرِدْكَ بِخَيْرٍ فَلاَ رَآدَّ لِفَضْلِهِ يُصَيبُ بِهِ مَن يَشَاء مِنْ عِبَادِهِ وَهُوَ الْغَفُورُ الرَّحِيمُ َ
"Allah’ı bırakıp da sana ne fayda ne de zarar veremeyecek şeylere ibadet etme. Eğer bunu yaparsan sen de zalimlerden olursun.
Allah seni bir zarara uğratırsa onu senden kaldıracak ancak O’dur. Sana bir iyilik dilediği takdirde O’nun nimetini engelleyecek bir kuvvet de yoktur. O, bunu kullarından dilediğine eriştirir. O, Gafur’dur, Rahim’dir." (Yunus: 106-107)
Allah-u Teâlâ şöyle buyuruyor:
Allah seni bir zarara uğratırsa onu senden kaldıracak ancak O’dur. Sana bir iyilik dilediği takdirde O’nun nimetini engelleyecek bir kuvvet de yoktur. O, bunu kullarından dilediğine eriştirir. O, Gafur’dur, Rahim’dir." (Yunus: 106-107)
Allah-u Teâlâ şöyle buyuruyor:
أَلَا لِلَّهِ الدِّينُ الْخَالِصُ وَالَّذِينَ اتَّخَذُوا مِن دُونِهِ أَوْلِيَاء مَا نَعْبُدُهُمْ إِلَّا لِيُقَرِّبُونَا إِلَى اللَّهِ زُلْفَى إِنَّ اللَّهَ يَحْكُمُ بَيْنَهُمْ فِي مَا هُمْ فِيهِ يَخْتَلِفُونَ إِنَّ اللَّهَ لَا يَهْدِي مَنْ هُوَ كَاذِبٌ كَفَّارٌ
"İyi bilinmelidir ki halis din Allah’ındır. Allah’ı bırakıp O’ndan başka dostlar edinenler: "Biz onlara ancak bizi daha çok Allah’a yaklaştırsınlar diye ibadet ediyoruz" derler. Muhakkak ki Allah aralarında ihtilaf ettikleri hususlarda hüküm verecektir. Şüphesiz ki Allah yalancı ve kafir olan kimseyi hidayete erdirmez." (Zümer: 3)
Kur’an ve sünnette zikredilen bu gibi ibadetler ve bunlardan başkaları sadece bir olan Allah-u Teâlâ'ya yapılır. Bu ibadetlerden hiçbirisi Allah-u Teâlâ'dan başka, en yakın bir meleğe, insanlar içerisinden seçilip gönderilmiş bir nebiye veya hiç-bir kimseye ya da şeye yapılmaz.
Bu ibadetlerden herhangi birisini yaratılmışlardan birisine yapandan daha zalim ve daha sapık kimse olamaz. Zira her kim ibadetlerden herhangi birisini Allah-u Teâlâ'dan başkasına yaparsa, velev ki Allah-u Teâlâ'ya yaklaşmak niyetiyle yapsın, işte o kimse Allah-u Teâlâ’yı inkar etmiş ve Allah-u Teâlâ’ya büyük şirk koşarak müşrik olmuştur.ALINTI
Kur’an ve sünnette zikredilen bu gibi ibadetler ve bunlardan başkaları sadece bir olan Allah-u Teâlâ'ya yapılır. Bu ibadetlerden hiçbirisi Allah-u Teâlâ'dan başka, en yakın bir meleğe, insanlar içerisinden seçilip gönderilmiş bir nebiye veya hiç-bir kimseye ya da şeye yapılmaz.
Bu ibadetlerden herhangi birisini yaratılmışlardan birisine yapandan daha zalim ve daha sapık kimse olamaz. Zira her kim ibadetlerden herhangi birisini Allah-u Teâlâ'dan başkasına yaparsa, velev ki Allah-u Teâlâ'ya yaklaşmak niyetiyle yapsın, işte o kimse Allah-u Teâlâ’yı inkar etmiş ve Allah-u Teâlâ’ya büyük şirk koşarak müşrik olmuştur.ALINTI