S
Sultan_Farukî
Guest
Sevgilinin Yanında Ölebilmek
Gideceği yolları seçebilen insanın elinden bir gün bu hakkı alınır ve üzerinde “Tercihli Yol” yazan tabelâ yerini bir başka tabelaya bırakır: “Mecburî İstikâmet” Altından külçelerin mum gibi eriyip aktığı o an, bütün yoksulluğuyla sarsılır yolcu.
Şairin “Yol ikiye ayrılmıştı ormanda ve ben/ Daha az katedilmiş olanı seçtim” mısraları har vurup harman savrulan bir mirasın külleri gibi havaya saçılır. Ayakları olduğu halde durmanın, dudakları olduğu halde susmanın basıncıyla kaskatı kesilir insan ve kıpırdayabilmek için mecburi istikameti bildirecek sesi bekler. Binlerce yolun elenip, iki yolun kaldığı bu finalden kaçabilmek için bir taş ya da bir bitki olmaya razı olur, yeter ki bu ânı yaşamasın.
Geniş omzundan dirseklerine kadar uzanan gür saçları, yüzünün nurunu çerçeveleyen heybetli sakallarıyla yürüyordu Osman b. Affan (ra) hayalinde o vakti canlandırarak. Bu dünyaya yolu düşen her insan gibi bir gün tercihleri elinden alınıyor, ayaklarının ve dudaklarının kaskatı kesildiği bu müthiş anda muhayyilesi her iki yolun vardığı menzili bütün saltanatıyla gözlerinin önüne seriyordu: CENNET ve CEHENNEM!
Ve ruhunu tepeden tırnağa ürperten bu hayal karşısında şu sözler dökülüyordu Zi'n-nûreyn’in dudaklarından: “Cennetle cehennem arasında, hangisine girmekle emrolunacağımı bilmeksizin duracak olsam, sonucu öğrenmeden evvel bir kül yığını olmayı tercih ederdim.”
Zi'n-nûreyn, yani ‘iki nur sahibi’. Çünkü Hz. Peygamber (sav), kızlarından, önce Hz. Rukiye’yi, onun vefatının ardından da diğer can parçası Hz. Ümmü Gülsüm’ü ona hayat arkadaşı olarak vermiş, Hz. Osman, bu nebevî rütbenin onuru ve ağırlığını bir ömür taşımıştı omzunda. Zira daha o Zi'n-nûreyn değilken tercihini ilk inananlar arasında yerini alarak yapmış, dinini terk etmesi için amcası tarafından bağlanarak hapsedildiğinde tercihini hapisten yana kullanırken, önce Habeşistan’a, sonra Medine’ye hicret ederek bu geçici yurtları vatanı Mekke’ye tercih etmişti.
Hz. Osman’ın tercihleri bununla kalmamış, hicret esnasında muhacirlerin su sıkıntısı çektiğini görüp, bir Yahudiye ait olan Rûne kuyusunu satın alarak Müslümanlar'a vakfetmiş, Mescid-i Nebevî’nin genişletilebilmesi için çevresindeki arsaları satın almış, Tebük Seferi’ne gidecek Ceyşu’l-Usra’ya (Zorluk Ordusu) neredeyse malının tamamını bağışlayarak tercihini servetten değil cennetten yana kullanmıştı. Hz. Peygamber (sav) vahiy kâtibinin cömertliğini heyecanla karşılamış, “Allah’ım! Ben Osman’dan razıyım. Sen de razı ol!” ve, “Bundan sonra Osman’a işledikleri için bir sorumluluk yoktur!” müjdeleriyle yüzünü aydınlatmıştır onun. Yalnız Peygamber (sav) mi, yüce Allah da, “Yoksa o, gece saatlerinde secde ederek, kıyamda durarak ibadet eden, âhiretten korkan ve Rabbinin rahmetini uman gibi midir?” (Zümer, 9) âyetiyle Hz. Osman (ra)’ı işaret etmemiş midir?
Her gece Kur’ân’ı hatmederek sabahlayan, her yeni güne oruçla başlayan, “En çok neyi seversin?” sorusunu, “İnsanlar uyurken namaz kılmayı!” diyerek cevaplayan Hz. Osman’a göre namazı vaktinde kılana dokuz ödül vardır: “Allah’ın sevgisi, sağlıklı bir beden, meleklerin koruması, bereketli bir ev, dindar insan siması, yumuşak bir kalp, sırat köprüsünden şimşek hızıyla geçiş, âhiret korkusu ve üzüntüsünden uzak olma, cehennemden kurtuluş.” Ticaret erbabının gözüyle hayata kâr zarar hesabıyla bakan Zi'n-nûreyn, bu dokuz kârdan sonra on zarardan bahsetmektedir: “On şey ziyan olup gitmiştir: Soru sorulmayan âlim, amel edilmeyen ilim, kabul edilmeyen doğru görüş, kullanılmayan silah, içinde namaz kılınmayan mescit, okunmayan Mushaf, sarf edilmesi gereken yerlere harcanmayan para, binilmeyen vasıta, dünya heveslisinin içindeki zühd bilgisi, âhiret azığı temin edilmeden geçirilen ömür.”
Bir de şaştıkları vardır Hz. Osman’ın, akıl erdiremedikleri.
Meselâ; ölümü bilip gülenlere şaşırmaktadır, dünyanın fani olduğunu bilip peşinden koşanlara. İşlerin takdirle olduğunu bilip istedikleri olmayınca üzülenleri, hesaba inanıp mal toplayanları da bir türlü anlayamamaktadır. Cehenneme inanıp günah işleyenler ve Allah’a inanıp dünyayla rahatlayanlar şaşırtmaktadır onu. Hele bir topluluk vardır ki onlara akıl sır erdiremez: Şeytanı düşman bilip itaat edenler…
Doğrusu Hz. Osman’ın (ra) biricik örneği, her işinde yolunu izlediği Muhammed Mustafa (sav)’dır. Nitekim Efendimiz de kızı Rukiye’ye şöyle bir baba öğüdü vermekten geri durmamıştır: “Canım kızım! Osman’a çok saygı göster. Çünkü ashabım arasında ahlâkı bana en çok benzeyen odur.” Bir öğüt de Hz. Osman’a vermiştir Hz. Peygamber: “Belki Allah sana bir gömlek giydirir. Münafıklar senden onu çıkarmanı istediklerinde onu bana kavuşuncaya kadar sakın çıkarma!” Hz. Rukiye de Hz. Osman da kendilerine verilen öğüdü tutmuşlardır. Hz. Rukiye eşine saygıda kusur etmemiş, Hz. Osman giydiği hilafet gömleğini çıkarmamıştır. Tâ ki sevgilinin yanında ölene kadar.
---
ALİ URAL