TÜRKOĞLU
Aktif Üyemiz
Selçuklular Harezm’deki ikametlerinden, bir yandan Şah-Melik bir yandan da Ali Tekin oğullarının baskısı neticesinde ayrılmış, 1035’te 10.000 süvari ile Ceyhun’u geçip Gazne sınırlarındaki Horasan’a göç etmişlerdi. Merv, Sarahs ve Farâva çölü bölgesinde yurt tuttular[1].
İnanç Yabgu, Tuğrul ve Çağrı beyler buraya gelince derhal, bölgenin hükümdarı olan Gaznel…i Sultan Mes’ud’a bir mektup göndererek, askeri hizmet karşılığında bu yurtların kendilerine verilmesini rica ettiler. Bu mektupta Selçuklu beyleri Horasan’a yaptıkları göçün ne kadar zaruri olduğunu, dünyada kendilerine sığınacak bir yer kalmadığını acıklı fakat vakarlı bir dil ile ifade ediyorlardı [2].Ancak Sultan Mes’ud, geçmişte babasının da Arslan Yabgu Oğuzlarını Horasan’a geçirdiğini ve hata ettiğini, onların başlarına ne belalar açtıklarını belirtiyor, 10.000 süvariye sahip olan Selçukluların da ülkesi içinde bulunmasının tehlikeli olduğunu belirterek ret cevabı veriyordu. Sultan Mes’ud’un divân üyeleri kendisine, Selçukluları himaye etmeyi, düşmanlığın mahzurlu olacağını söylemişlerse de dinletememişlerdi.
Özerkliğe Doğru
Sultan Mes’ud, bu düşünce ile, 1035 haziranında Beğ-Toğdı kumandasındaki büyük bir orduyu Selçuklular üzerine gönderdi. Savaşın ilk aşamasında Beğ-Toğdı, Selçukluları gafil avlayarak kısmi bir başarı elde etti. Bu başarının getirdiği ganimetlerin bölüşülmesi esnasında dağınık olan Gazne ordusu, Çağrı Bey’in ani bir saldırısıyla baskına uğrayarak hezimete uğradı (Temmuz 1035). Beğ-Toğdı ve ordusu Nişabur’a kaçtı. Büyük bir devlete karşı ilk defa büyük bir zafer kazanan Selçuklular “O kadar çok ganimet elde ettiler ki, hayret içinde kaldılar” [3].
Selçuklular bu büyük zafer sonrası gurura kapılmayıp savaşı ailelerini ve evlerini korumak amacıyla yaptıklarını belirterek, Sultan Mes’ud’dan özür dilediler. Elçilerin görüşmeleri sonrasında Sultan Mes’ud, Selçukluların muhtariyet (özerklik) isteklerine hil’at, sancaklar ve ferman göndermek suretiyle olumlu cevap verdi. Nasâ’yı Tuğrul Bey’e, Dehistân’ı Çağrı Bey’e ve Faravâ’yı da İnanç Yabgu’ya ihâle etti [4].
Ortam Yeniden Geriliyor
Selçuklular, askeri zaferlerinin yanında siyasi bir zafer kazanmış, elde ettikleri özerklik ile bağımsız devletlerinin çekirdeğini oluşturmuşlardı. Ayrıca kendilerine olan özgüvenleri artmış, büyük bir devleti yenebileceklerine kanaat getirmişlerdi [5]. Gazneliler ve Selçuklular arasındaki bu barış dönemi sürecinde hiçbir zaman karşılıklı güven ortamı kurulamamıştı. Selçuklular bu yeni yurtlarında devam eden Oğuz göçleri ile sürekli çoğalırken, Sultan Mes’ud’un kulağına, gönderdiği hil’atlerin Selçuklular tarafından alay konusu olduğu ve onun gönderdiği külahları yerlere attıkları haberleri geliyordu [6]. Öte yandan Türkmenler her yeri istila ediyor, Gazne toprakları eski devirlerde yerleşen Türklerden sonra yeni göç dalgaları ile dolup taşıyor, bunların yaptıkları akın ve yağmalar ise Sultan Mes’ud tarafından Selçuklulara mal ediliyordu [7].
Gerilen bu ortam iki tarafı da askeri hazırlıklar yapmaya itti. Selçuklular komşularıyla iletişime geçerek güvenlik tedbirleri alıyorlar, Sultan Mes’ud ise büyük kumandan Sübaşı’yı 15.000 kişilik orduyla Horasan’a, başka bir orduyu da Herat’a gönderiyordu. Bu durum karşısında endişelenen Selçuklular bir yandan Harezmşah İsmail ile temasa geçerken diğer yandan da Sultan’a elçi gönderip bir kusur işlemediklerini, yapılan talanların diğer Oğuzlara ait olduğunu belirtiyor, bununla beraber yurtlarının darlığından yakınarak Merv, Sarahs ve Baverd şehirlerinin vergi gelirlerini askeri hizmet karşılığında rica ediyorlardı. Bu siyasi inceliğin yanında Selçuklular, “Eğer kast ederlerse biz de savunmaya geçeriz, o zaman aradaki hürmet kalkar, bu sebeple karar size aittir” diyerek korkmadıklarını ifade ediyor, Sultan Mes’ud ise “Bir yandan Horasan’ı kalbur haline getirdiler, bir yandan da bu süslü sözleri söylüyorlar” diyerek anlaşma tekliflerini reddediyordu [8].
Bağımsızlığa Doğru
Anlaşma teşebbüslerinin başarısız olması üzerine Gazneliler ve Selçuklular kaçınılmaz hesaplaşmaya doğru sürükleniyordu. Sultan Mes’ud, vezirini Herat’a gönderdi ve Sübaşı komutasındaki bütün askerlerin Türkmenler üzerine hücumunu emretti. Durumun bu kadar hassas olmasına rağmen kendisi de Hindistan’a sefer yaparak Delhi’deki Hansi kalesinin fethiyle uğraştı. Sultan’ın Hindistan’a varması ve 1037 kışının bastırması dolayısıyla Sultan’ın Sübaşısı etkisiz kaldı. Bu sebeple Türkmenler kolaylıkla Tâlekan ve Fâryâb’ı yağmalayarak Rey’i de kuşatmışlardı.
Bu durum üzerine Sultan Mes’ud Hint seferini kaldırarak geri döndü ve taarruz emri verdi. Sarahs önlerinde başlayan ilk karşılaşmada Selçuklular gruplar halinde Gazne ordusunu hırpalayıp süratle çöle çekiliyorlardı. Bu vur-kaç taktiği sayesinde güç farkını dengelemeyi amaçlamaktaydılar. Hafif Selçuklu süvarisi ağır Gazne ordusu karşısında sık sık vur-kaç taktiği uygularken, nihayet 1038 mayısında sabahtan akşama kadar süren şiddetli bir savaşta Sübaşı bozulmuş, Gazne ordusu dağılmıştı. Sübaşı 20 kölesiyle kendisini Herat’a atabildi. O, hıyanete uğradığını tekrarlıyor ve ağlıyordu [9].
Devlet Kuruluyor (1038)
Selçukluların ikinci zaferi birincisini tamamlamış ve sahip oldukları özerkliği bağımsızlığa çevirmişti. Tuğrul Bey devletin hukuki ve fiili reisi olarak Nişapur’a, Çağrı Bey Merv’e ve İnanç Yabgu da Sarahs’a sahip oluyordu. Artık Horasan’da Gazneli hakimiyeti sona ermiş ve Selçuklu devleti başlamıştı [10].
İbrahim Yınal, Nişapur’u teslim almaya gittiğinde tedirgin halka; “ Bugüne kadar yapılan yolsuzluklar ve yağmalar küçük halkın işi olup geçim sıkıntısı ve zaruretle oluyordu, ama bugün durum farklıdır, memleket bizim olmuştur.” teskininde bulunuyordu. Tuğrul Bey ise Nişapur’a girdiğinde şehrin alimlerini saygıyla kabul edip, Divan-ı mezalim kurarak halkın dertlerini dinledi. Şehrin kadısı Said ile görüşerek “Biz yabancılarız; usullerinizi bilmeyiz, bu sebepten bizi nasihatlerinizden mahrum etmeyiniz.” şeklindeki ifadeyle nezaket gösterdi [11]. 1032 Mayıs’ında, Ramazan bayramında Halifenin elçisinin ziyareti ile Selçuklular çok mutlu oldular.
Son İspat Savaşı: Dandanakan (1040)
Gazne Devleti aldığı mağlubiyetlerin ardından artık Selçukluları tamamen ezmek kararındaydı [12]. Bu düşünce ile 70.000 süvari ve 30.000 piyadeden oluşan Gazne ordusu harekete geçti. Vur-kaç taktiğini yeniden uygulayan Selçuklu ordusu, yıpranan Gazne ordusuna karşı 1040 Mayısı ortalarında umumi taarruza geçti. Disiplini bozulan Gazne ordusu üç günlük bir savaşın ve 370 Gazneli Türk kölesinin Selçuklu tarafına katılmasının ardından hezimete uğradı. 23 Mayıs 1040 tarihinde Gazne ordusu yok olmuş vaziyetteydi. Sultan Mes’ud, 100 süvari ile savaş meydanını terk ederek canını kurtardı. Bundan böyle Selçukluların karşısına çıkabilecek ciddi bir kuvvet kalmamış, devletin istiklali tasdik edilmiş, ispatlanmıştı.Kaynak: Osman Turan, Selçuklular Tarihi ve Türk-İslam Medeniyeti, İstanbul 2010, s.94-106.
[1] Bayhâki, 571-574, 827.
[2] Bayhâki, 572 vd.; Gerdizî, 80; Cuzcâni, 283 vd.
[3] Bayhâki, 574 v.d., 579-501. 642 vd.; İbn ül-Esir, IX, 164.
[4] İbn ül-Esir, IX, 165
[5] Osman Turan, Selçuklular Tarihi ve Türk-İslam Medeniyeti, İstanbul 2010, s.96
[6] Bayhâki, 599; İbn ül-Esir, IX, Ahbât ud-devle, 5.
[7] Bayhâki, s.604; Gerdizî, 83.
[8] Bayhâki, s. 613; İbn ül-Esir, IX, 165.
[9] İbn Funduk, 268, 273.
[10] Osman Turan, Selçuklular Tarihi ve Türk-İslam Medeniyeti, İstanbul 2010, s.98
[11] Ag.e, s.98
[12] İbn ül-Esir, IX, 159, 166
İnanç Yabgu, Tuğrul ve Çağrı beyler buraya gelince derhal, bölgenin hükümdarı olan Gaznel…i Sultan Mes’ud’a bir mektup göndererek, askeri hizmet karşılığında bu yurtların kendilerine verilmesini rica ettiler. Bu mektupta Selçuklu beyleri Horasan’a yaptıkları göçün ne kadar zaruri olduğunu, dünyada kendilerine sığınacak bir yer kalmadığını acıklı fakat vakarlı bir dil ile ifade ediyorlardı [2].Ancak Sultan Mes’ud, geçmişte babasının da Arslan Yabgu Oğuzlarını Horasan’a geçirdiğini ve hata ettiğini, onların başlarına ne belalar açtıklarını belirtiyor, 10.000 süvariye sahip olan Selçukluların da ülkesi içinde bulunmasının tehlikeli olduğunu belirterek ret cevabı veriyordu. Sultan Mes’ud’un divân üyeleri kendisine, Selçukluları himaye etmeyi, düşmanlığın mahzurlu olacağını söylemişlerse de dinletememişlerdi.
Özerkliğe Doğru
Sultan Mes’ud, bu düşünce ile, 1035 haziranında Beğ-Toğdı kumandasındaki büyük bir orduyu Selçuklular üzerine gönderdi. Savaşın ilk aşamasında Beğ-Toğdı, Selçukluları gafil avlayarak kısmi bir başarı elde etti. Bu başarının getirdiği ganimetlerin bölüşülmesi esnasında dağınık olan Gazne ordusu, Çağrı Bey’in ani bir saldırısıyla baskına uğrayarak hezimete uğradı (Temmuz 1035). Beğ-Toğdı ve ordusu Nişabur’a kaçtı. Büyük bir devlete karşı ilk defa büyük bir zafer kazanan Selçuklular “O kadar çok ganimet elde ettiler ki, hayret içinde kaldılar” [3].
Selçuklular bu büyük zafer sonrası gurura kapılmayıp savaşı ailelerini ve evlerini korumak amacıyla yaptıklarını belirterek, Sultan Mes’ud’dan özür dilediler. Elçilerin görüşmeleri sonrasında Sultan Mes’ud, Selçukluların muhtariyet (özerklik) isteklerine hil’at, sancaklar ve ferman göndermek suretiyle olumlu cevap verdi. Nasâ’yı Tuğrul Bey’e, Dehistân’ı Çağrı Bey’e ve Faravâ’yı da İnanç Yabgu’ya ihâle etti [4].
Ortam Yeniden Geriliyor
Selçuklular, askeri zaferlerinin yanında siyasi bir zafer kazanmış, elde ettikleri özerklik ile bağımsız devletlerinin çekirdeğini oluşturmuşlardı. Ayrıca kendilerine olan özgüvenleri artmış, büyük bir devleti yenebileceklerine kanaat getirmişlerdi [5]. Gazneliler ve Selçuklular arasındaki bu barış dönemi sürecinde hiçbir zaman karşılıklı güven ortamı kurulamamıştı. Selçuklular bu yeni yurtlarında devam eden Oğuz göçleri ile sürekli çoğalırken, Sultan Mes’ud’un kulağına, gönderdiği hil’atlerin Selçuklular tarafından alay konusu olduğu ve onun gönderdiği külahları yerlere attıkları haberleri geliyordu [6]. Öte yandan Türkmenler her yeri istila ediyor, Gazne toprakları eski devirlerde yerleşen Türklerden sonra yeni göç dalgaları ile dolup taşıyor, bunların yaptıkları akın ve yağmalar ise Sultan Mes’ud tarafından Selçuklulara mal ediliyordu [7].
Gerilen bu ortam iki tarafı da askeri hazırlıklar yapmaya itti. Selçuklular komşularıyla iletişime geçerek güvenlik tedbirleri alıyorlar, Sultan Mes’ud ise büyük kumandan Sübaşı’yı 15.000 kişilik orduyla Horasan’a, başka bir orduyu da Herat’a gönderiyordu. Bu durum karşısında endişelenen Selçuklular bir yandan Harezmşah İsmail ile temasa geçerken diğer yandan da Sultan’a elçi gönderip bir kusur işlemediklerini, yapılan talanların diğer Oğuzlara ait olduğunu belirtiyor, bununla beraber yurtlarının darlığından yakınarak Merv, Sarahs ve Baverd şehirlerinin vergi gelirlerini askeri hizmet karşılığında rica ediyorlardı. Bu siyasi inceliğin yanında Selçuklular, “Eğer kast ederlerse biz de savunmaya geçeriz, o zaman aradaki hürmet kalkar, bu sebeple karar size aittir” diyerek korkmadıklarını ifade ediyor, Sultan Mes’ud ise “Bir yandan Horasan’ı kalbur haline getirdiler, bir yandan da bu süslü sözleri söylüyorlar” diyerek anlaşma tekliflerini reddediyordu [8].
Bağımsızlığa Doğru
Anlaşma teşebbüslerinin başarısız olması üzerine Gazneliler ve Selçuklular kaçınılmaz hesaplaşmaya doğru sürükleniyordu. Sultan Mes’ud, vezirini Herat’a gönderdi ve Sübaşı komutasındaki bütün askerlerin Türkmenler üzerine hücumunu emretti. Durumun bu kadar hassas olmasına rağmen kendisi de Hindistan’a sefer yaparak Delhi’deki Hansi kalesinin fethiyle uğraştı. Sultan’ın Hindistan’a varması ve 1037 kışının bastırması dolayısıyla Sultan’ın Sübaşısı etkisiz kaldı. Bu sebeple Türkmenler kolaylıkla Tâlekan ve Fâryâb’ı yağmalayarak Rey’i de kuşatmışlardı.
Bu durum üzerine Sultan Mes’ud Hint seferini kaldırarak geri döndü ve taarruz emri verdi. Sarahs önlerinde başlayan ilk karşılaşmada Selçuklular gruplar halinde Gazne ordusunu hırpalayıp süratle çöle çekiliyorlardı. Bu vur-kaç taktiği sayesinde güç farkını dengelemeyi amaçlamaktaydılar. Hafif Selçuklu süvarisi ağır Gazne ordusu karşısında sık sık vur-kaç taktiği uygularken, nihayet 1038 mayısında sabahtan akşama kadar süren şiddetli bir savaşta Sübaşı bozulmuş, Gazne ordusu dağılmıştı. Sübaşı 20 kölesiyle kendisini Herat’a atabildi. O, hıyanete uğradığını tekrarlıyor ve ağlıyordu [9].
Devlet Kuruluyor (1038)
Selçukluların ikinci zaferi birincisini tamamlamış ve sahip oldukları özerkliği bağımsızlığa çevirmişti. Tuğrul Bey devletin hukuki ve fiili reisi olarak Nişapur’a, Çağrı Bey Merv’e ve İnanç Yabgu da Sarahs’a sahip oluyordu. Artık Horasan’da Gazneli hakimiyeti sona ermiş ve Selçuklu devleti başlamıştı [10].
İbrahim Yınal, Nişapur’u teslim almaya gittiğinde tedirgin halka; “ Bugüne kadar yapılan yolsuzluklar ve yağmalar küçük halkın işi olup geçim sıkıntısı ve zaruretle oluyordu, ama bugün durum farklıdır, memleket bizim olmuştur.” teskininde bulunuyordu. Tuğrul Bey ise Nişapur’a girdiğinde şehrin alimlerini saygıyla kabul edip, Divan-ı mezalim kurarak halkın dertlerini dinledi. Şehrin kadısı Said ile görüşerek “Biz yabancılarız; usullerinizi bilmeyiz, bu sebepten bizi nasihatlerinizden mahrum etmeyiniz.” şeklindeki ifadeyle nezaket gösterdi [11]. 1032 Mayıs’ında, Ramazan bayramında Halifenin elçisinin ziyareti ile Selçuklular çok mutlu oldular.
Son İspat Savaşı: Dandanakan (1040)
Gazne Devleti aldığı mağlubiyetlerin ardından artık Selçukluları tamamen ezmek kararındaydı [12]. Bu düşünce ile 70.000 süvari ve 30.000 piyadeden oluşan Gazne ordusu harekete geçti. Vur-kaç taktiğini yeniden uygulayan Selçuklu ordusu, yıpranan Gazne ordusuna karşı 1040 Mayısı ortalarında umumi taarruza geçti. Disiplini bozulan Gazne ordusu üç günlük bir savaşın ve 370 Gazneli Türk kölesinin Selçuklu tarafına katılmasının ardından hezimete uğradı. 23 Mayıs 1040 tarihinde Gazne ordusu yok olmuş vaziyetteydi. Sultan Mes’ud, 100 süvari ile savaş meydanını terk ederek canını kurtardı. Bundan böyle Selçukluların karşısına çıkabilecek ciddi bir kuvvet kalmamış, devletin istiklali tasdik edilmiş, ispatlanmıştı.Kaynak: Osman Turan, Selçuklular Tarihi ve Türk-İslam Medeniyeti, İstanbul 2010, s.94-106.
[1] Bayhâki, 571-574, 827.
[2] Bayhâki, 572 vd.; Gerdizî, 80; Cuzcâni, 283 vd.
[3] Bayhâki, 574 v.d., 579-501. 642 vd.; İbn ül-Esir, IX, 164.
[4] İbn ül-Esir, IX, 165
[5] Osman Turan, Selçuklular Tarihi ve Türk-İslam Medeniyeti, İstanbul 2010, s.96
[6] Bayhâki, 599; İbn ül-Esir, IX, Ahbât ud-devle, 5.
[7] Bayhâki, s.604; Gerdizî, 83.
[8] Bayhâki, s. 613; İbn ül-Esir, IX, 165.
[9] İbn Funduk, 268, 273.
[10] Osman Turan, Selçuklular Tarihi ve Türk-İslam Medeniyeti, İstanbul 2010, s.98
[11] Ag.e, s.98
[12] İbn ül-Esir, IX, 159, 166