TÜRKOĞLU
Aktif Üyemiz
Türkoloji’ye atılan imza, “ Taştaki Türkler ”den “Saymalı Taş”a
Servet Somuncuoğlu’na göre “Avrasya coğrafyasındaki kaya resimlerinin çok büyük bir kısmı, Türklerin Asya’nın yüksek dağlık bölgelerindeki taşlara, kayalara çizdiği ve eski dünyanın dört bir yanına yurt kurarken, tarih öncesinden bugüne bıraktıkları izlerdir”.
Resimlerden damgalara geçiş tarihi belirsiz olmakla beraber Somuncuoğlu’na göre “Damgaların oluşması M.Ö. 10 bin ile M.Ö. 5 bin arasında yani 5000 yıllık bir dönemde devam ediyor. Damgalar, zaman içinde önce soyutlaşıyor, sonra da ses değerleri yani harflere dönüşmeye başlıyor. Kültür kodları öyle bir şeydir ki Altay dağlarında 10 bin yıl önce oluşmaya başlayan damgalar bugün Anadolu’da karşımıza çıkıyor”.
Yukarıda kısaca ifade edildiği gibi kaya resimleri ve damgalar çok önemli olmasına rağmen Türk kaya resimleri ve damgaları sosyal bilimcilerce yeterince araştırılmamış, tarih yazımında kaynak olarak kullanılmamıştır. Oysa bu belgeler tarih yazımından başka sosyal bilimlerin birçok alanında yeni ufuklar açacak özelliklere sahiptir. Ayrıca bu belgelerin yazıcıları geleneksel değerlere bağlı insanlar olduğu için en yalın tarihi bilgileri yansıtırlar[1].
Bu önemli belgeler hakkında Türkiye’de en kapsamlı ve ciddi araştırmayı yapmak Servet Somuncuoğlu’na nasip olmuştur. O çalışmalarına ilk defa 2004’de Kazakistan ve Kırgızistan’da yaptığı araştırmalarla başlamış olup o günden beri araştırmalarına aralıksız devam etmektedir. Bu zamana kadar iki kitap yazmış aynı zamanda üç belgeselin metin yazarlığını, yapım ve yönetmenliğini yapmıştır.
Servet Somuncuğlu’nun eserlerinden bahsederken aynı zamanda yaptığı araştırmalarının Türk ve dünya tarihindeki önemine vurgu yapmaya çalışacağız.
Somuncuoğlu, 2007 yılı 7 Aralık’ta yayınlanmaya başlanan “Karlı Dağlardaki Sır” belgeselinin, 28 Aralık 2007 tarihinde yayınlanan 4. bölümünde Ordu–Mesudiye, Esatlı Köyü Kaya Resmi alanındaki “Göktürk Harfli” yazıtı tespit ederek kamuoyu ile paylaştı. TRT tarafından yayınlanan “Karlı Dağlardaki Sır” adlı belgeselde, “Bu alan araştırmacıları bekliyor” diyor Somuncuoğlu, yine Ordu–Mesudiye, Esatlı Köyünde, Göktürk harfli, yani eski Türklerin kullandığı, literatürde ”Runik Türk Alfabesi” diye de tanımlanan alfabe ile yazılmış başka bir yazıtı Mayıs 2008 tarihinde tespit etmiştir ama alandaki yazıtlar sadece bu ikisi ile sınırlı olmayıp, kırk kadar farklı yazıt bulunmaktadır ve bunların hepsi “Türkçe”dir.
Diğer yandan Somuncuoğlu “çalışma yaptığım kaya resmi alanlarında Türkçe dışında hiçbir yazıyla karşılaşmadım. Yaklaşık iki yüz ayrı kaya resmi alanının yüze yakınında veya daha fazlasında bizim Orhun Abidelerini yazdığımız yazı vardır” demektedir.
“Karlı Dağlardaki Sır” adlı Türk tarihi açısından çok önemli belgeselin yapımcısı Servet Somuncuoğlu, “İstanbul Gazeteciler Cemiyeti Sedat Simavi Ödülleri”nde, “Sosyal Bilimler Araştırma Dalı”nda, “Sibiryadan Anadolu’ya Taştaki Türkler”[2] kitabı ile 2008 yılı ödülünü almaya layık görülmüştür.
Somuncuoğlu, “Başkent Üniversitesi ile Türk Dil Kurumu”nun düzenlediği “I. Uluslararası Dünya Dili Türkçe Sempozyumu (20–21 Kasım 2008)’nda “Uzaklardan Yakınlara Türkçenin Taşlardaki İzleri” adını taşıyan bildirisiyle de Türk tarihi, özellikle Türklerin Anadolu’ya ne zaman geldikleri konusundaki tartışmalara açıklık getirecek ve Türkoloji konusunda çalışanları şaşkına döndürecek çok önemli olan bir belgeyi bilim alemine sundu.
Bu belge Ankara–Güdül Salihler Köyü’ndeki Kaya Resmi alanında tespit edilmiş olup, üzerindeki damgalar Ordu Mesudiye, Esatlı Köyündeki ve “Orhun Abideleri”ndekinin aynısı. Yani tarihi Türk Alfabesi ile yazılmış satırlardan ibaret olup, hepimizi şaşkına çevirdi. Bu tarihi kaya resmi Ankara şehir merkezine 80 km. uzakta, yıllarca Türkologları beklemiş. Ancak akademisyenler açısından çok acı da olsa (gerçi bir çoğunun umurunda bile değil) onu bulmak ve bilim alemine kazandırmak Somuncuoğlu’na nasip olmuştur[3].
Somuncuoğlu söz konusu sempozyumda konuşmasına şöyle başladı: “Karlı Dağlardaki Sır” programının yayınlanmasından sonra Anadolunun muhtelif yerlerinden, ’bizim burada da bunlardan var’ diye haberler geldi. Birçoğunda bir şey yoktu ama Ankara–Güdül Salihler Köyünden Cemil Söylemezoğlu’nun verdiği bilgi, diğer bütün alanların yorgunluklarını unutturdu. Alanda, kaya resmi –yazıt– kurgan yani eski Türk anıt mezarları hep bir arada yer alıyordu. İşte bilim dünyasına ilk olarak burada açıklıyorum… Size sunduğum kayalardaki yazıtlar eski Türk yazıtları konusunda bütün dünyanın otorite kabul ettiği Prof. Dr. Dimitry Vasilyev tarafından “Yüzde yüz Türk Runik harfli yazıtlar” sözü ile tescillendi. Ben bunları bilim kamuoyuna sunuyorum. Bundan sonrası Türk yazıtlarını okuma konusunda uzman olduğunu söyleyen akademisyenlere kaldı”.
Somuncuoğlu’nun Orhun yazıtları hakkında da ilginç ve haklı bir görüşü var. Ona göre“bugüne kadar ders kitaplarımız Orhun Anıtları ile başlatılmıştır. Oysa Orhun Anıtları Türk Tarihinin önsözü değil, Türklerin taşlar üzerindeki son sözüdür. Ama yıllarca bize önsöz gibi takdim edilmiştir”. Gerçekten de o muhteşem devlet felsefesinin ve hayat tarzının anlatıldığı yazıtlar Türklerin ilkyazı denemesi olamazdı. Çünkü öyle bir yazı üslubunun oluşması için yüzlerce yılın gerekli olduğunu konu üzerinde çalışan herkesin bilmesi gerekmesine rağmen maalesef konu üzerinde Türk dil bilimcileri yeterince araştırma yapmamıştır.
Türk tarihi ve Türkoloji açısından son derece önemli olan Ankara Güdül Salihler köyündeki kaya resimlerinin Servet Somuncuoğlu tarafından tespit edilmesi onu bir belgesel çekimine sevk etmiştir. Somuncuoğlu bu süreci şöyle özetliyor:
“Cemil Söylemezoğlu ile 2008 yılı Nisan ayında başlayan araştırma çalışmalarımız 2010 yılı Nisan ayına kadar sürdü. Aralıklı olarak bölgede on ayrı araştırma gezisi yaptıktan sonra “Damgaların Göçü” belgeselinin projelendirmesi ile çekim süreci başladı. 8 farklı alanda 5 binden fazla kaya resmi, binden fazla eski Türk mezarı kurgan ve şu ana kadar tespit ettiğimiz 50 civarında yazıta rastladık. Bu ilk olarak şunu gösterir: Anadolu’da Türklerin varlığının tartışılamaz tarihi M.Ö 3000 yılıdır ve belgelenmiştir. İkinci olarak Türkler tarihin en eski çağlarından beri Anadolu’ya gelip gitmişler, göçler yatay ve dikey olarak devam etmiştir. Üçüncü olarak da Anadolu Türk tarihi baştan yazılmak zorundadır.Anadolu Türk tarihini Müslüman Türk tarihi olarak yorumladığınızda 1071’dir ama Türk tarihi olarak yorumladığınız da bu tarihi çok eskilere götürmek zorundayız. Çünkü 5-6 yıl boyunca topladığımız veriler bize diyor ki: “Tarih yeniden yazılmalıdır”. Kaya resmi alanları, bütün tarih kurgusunu değiştirebilecek öznelliğe, özgürlüğe ve yeterliliğe sahiptir.
Somuncuoğlu’nun da ifade ettiği gibi “Damgaların Göçü” belgeseli Türklerin Anadolu’ya 1071’den önce geldiğini ve Orta Asya’da sahip oldukları etnografya eserleri ile kültür unsurlarını Anadolunun merkezi olan Ankara’ya taşıdığının bir belgesiydi. Çünkü buradaki kaya resimleri Orta Asya Türk kaya resimleriyle birebir aynıdır.
Bu resimlerin, damgaların bize gösterdiği bir başka husus da şudur; nasıl ki biyolojik hayatımızda DNA’lar varsa sosyal hayatımızda da DNA’lar var. Ben buna sosyal DNA diyorum. Başka bir tabirle sosyal genetik diyoruz. Çünkü Sibiryadan Balkanlara kadar olan Türk kültür coğrafyasına baktığımızda birbirinden haberdar olmayan, birbirini görmeyen, birbirinin coğrafyasını tanımayan insanların çok farklı bölgelerde aynı üslubu ortaya koymaları, aynı damgaları kullanmaları son derece manidardır.
Damgaların Göçü belgeselinden sonra özellikle Türklerin “1071″de Anadolu’ya geldikleri iddiasının (yazılı belgesinin) yeniden değerlendirilmesini gerekecektir. Aslında Türklerin Anadolu’daki izlerine Herodotos da işaret etmiştir. Ona göre Anadolu’da görülen İskitler, “kımız” içiyordu ve İskitlerin akrabası olan Masaget’lerde Tomris bayan adı vardı. Rus bilim adamlarına göre de İskitlerin ilk yerleşim yeri Altaylardır. Hazar’ın doğusunda yani Kazakistan’ın tarihi Mangışlak şehrinde ve Hakasya’nın Uybat bölgesinde tarihi İskit Mezarlığı vardır ve ben de bu mezarlıklarda saha araştırmaları yapmıştım.
Somuncuoğlu’na göre “1071’de Türklerin nüfus olarak daha yoğun geldikleri ve Anadoluyu Türkleştirdikleri tarihi kayıtlarda mevcuttur. Fakat 1071’de gelenler asla “tesadüfen” ve “rüzgarın önündeki yaprak” gibi gelmediler Anadolu’ya. Kendilerinden önce bu topraklara göç etmiş, burada yaşayan akrabalarının yanına gelmişlerdir. Mesela Hakkari- Gevaruk yaylasındaki 2900 rakımda bulunan kaya resimlerini, biz yapmadık. Bunlar M.Ö. 5000’de yapılmış olup Orta Asya Türkleriyle aynı kültür kodlarını taşıyor”.
Hakkari kaya resimlerinin yanında ve Yüksekova’da ki koç başlı mezar taşları ile Hakkari merkezinde bulunan Balballar da Türklerin milattan önceki yıllardan beri Anadolu’da var olduklarının işaretidir.
Somuncuoğlu’nun bir başka çarpıcı tespitini daha aktarmak istiyorum; “Türk tarihi, bugün tanımlandığı gibi asla bir “göçebe ve göçebelik” tarihi değildir. Türk tarihinin temel itici gücü, “dolma–taşma” ya dayanır. Altay dağlarındaki çanaklarda, nüfus yoğunluğu arttıkça bu çanaklardan meydana gelen taşmalar, tarihi yapan güç olmuştur. İşte bugün Asya’nın derinliklerinde Türkçeye, Türk kültürüne hala rastlanıyorsa, bu dolma–taşma ’dan dolayıdır. Çünkü göçebe ardında sadece yangın küllerinden başka bir şey bırakmaz. Türkler göçebe değil, göç eden bir millettir. İşte bundan dolayı Orta – Asya’nın her yerinde kurganlar, büyük toplu mezarlıklar vardır. Bugün Orta–Asya’nın her yerinde Türkçe ve Türk kültürünün temel kodları bütün canlılığı ile yaşamaya devam ediyorsa (ki ediyor) sadece bu bile Türklerin “göçebe” olmadığını anlatmaya yeter.
Somuncuoğlu, yapmış olduğu saha çalışmalarındaki gözlem ve karşılaştırmalarından hareketle şöyle diyor: “Baykal Gölü kıyılarından Macaristan ovalarına kadar tarih öncesindeki Türklüğün somut izlerini gördüm, fotoğrafladım. “Macaristan Solnok Müzesi”ndeki damga ile “Gorno Altay Müzesi”ndeki (Rusya Altay Özerk Cumhuriyeti) “damga” aynı ise, tarihe başka açılardan bakmak, yerinde ve doğru olacaktır. Türk tarih yazıcılığı aşağıda belirttiğim hususu dikkate alarak yeniden başlamalıdır. Artık tek disiplinli, tek alanlı çalışmaların dönemi kapanmıştır. Eğer tarihi yeni baştan çözümleyerek geleceğimizi daha güzel inşa etmek istiyorsak, Tarih, Türkoloji, Sosyoloji, Antropoloji, Sanat Tarihi, Arkeoloji, Fotoğraf Sanatı gibi disiplini bir araya getirerek çalışmak zorundayız. Anadolu Türk tarihinin bizzat Türkler tarafından yeni baştan yazılma zamanı geldi ve geçmeye başladı”.
Somuncuoğlu, “Sibirya’dan Anadolu’ya Taştaki Türkler” adlı eserinin nasıl meydana geldiğini şöyle anlatır:
“Çalışmalarıma Sibirya’daki Ulan-Ude’den başladım, Moğolistan, Tuva, Hakasya, Gorno Altay’da devam ettim. Kazakistan, Kırgızistan, Azerbaycan’da araştırmalar yaptıktan sonra Türkiye’de Kars’ın Kağızman ilçesinin Camuşlu Köyü, Şaban Köyü ve Kurban Ağa mağarasında, Erzurum’da ki Cunni mağarasında, Erzincan’ın Kemaliye ilçesindeki Dilli vadisindeki kaya yazıtı alanlarını fotoğrafladım. Ordu’nun Mesudiye İlçesi Esatlı Köyü’nde, Hakkari’nin Yüksekova ilçesindeki Gevaruk Yaylasında, Antalya-Beldibi, Eskişehir Seyitgazi Kümbet Köyü, Kütahya Çavdarhisar Aizonai tapınağı, İzmir’in Ödemiş ilçesinin Konaklı beldesinde bulunan kaya resmi alanlarını fotoğrafladıktan sonra bulgu ve belgeleri bu kitapta topladım. Kitapta da görüleceği gibi saha araştırması yapılan yerlerdeki kaya resimlerindeki benzerlik ve içerik çok önemli bilgileri gözler önüne sermiştir…”.
Türkler tarihi hafızalarından kaynaklanan bilgileri yazıyı kullanmadan önce taşlara kazımıştır. Bu gelenek yazının oluşmasına kaynaklık ettiği gibi zamanla yazıyla da beraber devam etmiştir.
Sibirya’dan Anadolu’ya Taştaki Türkler adlı eser Türk tarihinin ilk kaynaklarını ilgililere sunması açısından son derece önemli bir eser olup, Türkiye’de sanat tarihi, resim tarihi, dil tarihi, kültür tarihi vb. alanlarda araştırma yapanlara da önemli belgeler sunmaktadır.
Somuncuğlu, “Saymalıtaş – Gökyüzü Atları”[4] adlı eseri için şu bilgileri ifade eder:“Kaya resimlerinden damgalara, damgalardan alfabeye geçişin belge kitabı. Kırgızistan’da bulunan Saymalıtaş’a iki yıl üst üste gittim ve çalışmalar yaptım. Bugüne kadar tespit edilmiş yüz bin resmin olduğu Saymalıtaş’ta çektiğim on bin civarında fotoğraflar tarandı ve seçimleri yaptım. Konu başlıklarına göre sınıflandırmayı yaparak, bölüm başlarında gözlem ve analizleri içeren yazılarla Saymalıtaş kitabı ortaya çıktı…”.
Saymalıtaş – Gökyüzü Atları ile Türk Tarihinin mitolojik dönemlerine uzanan veriler, yolculuklar, bilimsel etiğe uygun olarak sunulmaya çalışılmıştır.
Tarih öncesi dönemde Sibirya Steplerinden Macaristan ovalarına kadar geniş bir alana yayılan arkeolojik verilerin toplanması ve karşılaştırmalarının yapılması mevcut tarih kuramlarını alt-üst edecek nitelikte, tarihin yeni baştan yazılmasını gerektirecek zenginliktedir.
Kaya resimlerindeki değişmeyi ve resimlerden damgaya geçişi ve damgadan yazıya geçişi takip etmek için mutlaka bu esere başvurmak gerekiyor. Bu açıdan “Saymalıtaş-Gökyüzü Atları” adlı eser Türk dil ve kültür tarihi hakkında önemli ipuçlarını içeriyor. Konu hakkında yapılacak önemli çalışmalar Türklerin yazıya ne zaman geçtikleri hakkında da bilgilerin elde edilmesine yardımcı olacaktır.
2011 yılında, Yapımcılığını-Yönetmenliğini ve Metin Yazarlığını Servet Somuncuğlu’nun yaptığı “Damgaların Göçü” ve “Zamana Karşı – Kazdağı Koşuburnu Türkmenleri” adlı iki belgesel çalışması da TRT Belgesel kanalında yayınlanmıştır. Umarız bu belgesellerin kitapları da yakın bir zamanda okuyucularına kavuşur. Her iki belgeselde çok önemli olmakla beraber “Damgaların Göçü” Türklerin ne zamandan beri Anadolu’da oldukları hakkında önemli bilgiler vermesinden dolayı ilgililere çok önemli belgeler sunmuştur.
Somuncuoğlu’nun “Karlı Dağlardaki Sır” belgeseli ile “Taştaki Türkler” adlı kitabından sonra Türkiye’nin her yerinde, Anadolu’da Antik dönem Türk izlerini arayan yerel araştırmacılar ortaya çıkmıştır. Çünkü ortaya koyulan çalışmalardan sonra neredeyse her gün Somuncuoğlu’na “sizin tespit ettiğiniz kaya resimleri bizim buradaki kayalarda da var. Lütfen gelip bakabilir misiniz” gibi haberler gelmeye başlamıştır. Bu haberlerden biri ise TRT de yayımlanan” Damgaların Göçü” belgeselinin yapılmasına vesile olmuştur. Somuncuoğlu diğer haberleri de imkanı ölçüsünde değerlendirerek, alanlara gidip görmeye çalışıyor ve yeni belgesel projeleri yapıyor.
“Taştaki Türkler” ve “Saymalıtaş – Gökyüzü Atları” kitapları ve “Damgaların Göçü” belgeseli ile Somuncuoğlu, Türklerin Orta Asya’dan Türkiye’ye milattan önceki yıllardaki yolculuğunu, resimden damgaya, damgadan yazıya geçişlerini tespit edip Türkoloji âlemine sunarak Türkoloji’ye kalıcı bir imza atmıştır. Bundan sonraki görev Türkoloji konusunda çalışan akademisyenlere kalmıştır. Umarız Anadolu Türk tarihi ve kültürü hakkında yazan ya da söz söyleyen akademisyenler Somuncuoğlu’nun tespit ettiği kültür unsurlarını değerlendirerek, Türkoloji’ye farklı imza atmaya çalışırlar. Aksi takdirde Türklerin 1071’de Anadolu’ya geldiklerini kabul edip birbirlerini tekrarlamaya devam ederler.
Çalışmalarını aralıksız sürdüren Somuncuoğlu, “Taştaki Türkler” adı ile ilk fotoğraf sergisini de 11-23 Ekim 2011 tarihlerinde Brezilya / Sau Paulo da ki Ses Sergi ve Görüntü Müzesinde açmıştır.
Sonuç olarak Somuncuoğlu şöyle diyor:
“Ben şunu savunuyorum: Benim yaptığım gazeteciliktir, televizyonculuktur, fotoğrafçılıktır. Tabii ki kendimce de gördüklerimi anlatıyorum. Ama bundan sonra yapılması gereken bu konuyla ilgili bir Enstitü’nün kurulmasıdır. Bu enstitüde, Arkeoloji, Sanat Tarihi, Sosyoloji, Antropoloji, Tarih, Türkoloji, Halkbilim, Filoloji hatta Psikoloji, Felsefe, Fotoğraf gibi farklı disiplinlerden insanların bir araya gelerek, öncelikle tam bir envanter çıkarılması, sonrasında ise Antik dönem Türk kültür ve medeniyetinin verilerini içeren bu envanterin yorumlanması çalışmalarının başlatılmasıdır”.
KAYNAK: Mustafa AKSOY
Dipnotlar:
[1]Geniş bilgi için bakınız: Mustafa Aksoy, “Tarihi Kaynak Olarak Etnografya Eserleri”, Türkiye Günlüğü, Sayı 106, 2011.
[2]Servet Somuncuoğlu, Taştaki Türkler, İstanbul, 2011
[3]Ankara Güdül Salihlerobası Köyü’nde 2009 Temmuz ayında araştırmalarını sürdüren Somuncuoğlu, daha önce tespit ettiği iki ayrı kaya resmi alanına ek olarak üçüncü bir kaya resmi alanı daha tespit ederek, üçüncü alanda yaklaşık elli kadar kurganın var olduğunu ifade etmiştir. İlk gözlemlerine göre, bu üç alandaki resimler, resim yapılan yerlerin seçimi ve kurganlar üslup açısından M. S. 4-5 yüzyıllara tekabül etmektedir. Alanda yapılan tespitlerden oluşan albüm kitap “Damgaların Göçü – Ankara Güdül Türk Kaya Resimleri” kitabı çok yakın bir zamanda meraklıları ile buluşacaktır.
[4]Servet Somuncuoğlu, Saymalıtaş-Gökyüzü Atları, İstanbul, 2011
Servet Somuncuoğlu’na göre “Avrasya coğrafyasındaki kaya resimlerinin çok büyük bir kısmı, Türklerin Asya’nın yüksek dağlık bölgelerindeki taşlara, kayalara çizdiği ve eski dünyanın dört bir yanına yurt kurarken, tarih öncesinden bugüne bıraktıkları izlerdir”.
Resimlerden damgalara geçiş tarihi belirsiz olmakla beraber Somuncuoğlu’na göre “Damgaların oluşması M.Ö. 10 bin ile M.Ö. 5 bin arasında yani 5000 yıllık bir dönemde devam ediyor. Damgalar, zaman içinde önce soyutlaşıyor, sonra da ses değerleri yani harflere dönüşmeye başlıyor. Kültür kodları öyle bir şeydir ki Altay dağlarında 10 bin yıl önce oluşmaya başlayan damgalar bugün Anadolu’da karşımıza çıkıyor”.
Yukarıda kısaca ifade edildiği gibi kaya resimleri ve damgalar çok önemli olmasına rağmen Türk kaya resimleri ve damgaları sosyal bilimcilerce yeterince araştırılmamış, tarih yazımında kaynak olarak kullanılmamıştır. Oysa bu belgeler tarih yazımından başka sosyal bilimlerin birçok alanında yeni ufuklar açacak özelliklere sahiptir. Ayrıca bu belgelerin yazıcıları geleneksel değerlere bağlı insanlar olduğu için en yalın tarihi bilgileri yansıtırlar[1].
Bu önemli belgeler hakkında Türkiye’de en kapsamlı ve ciddi araştırmayı yapmak Servet Somuncuoğlu’na nasip olmuştur. O çalışmalarına ilk defa 2004’de Kazakistan ve Kırgızistan’da yaptığı araştırmalarla başlamış olup o günden beri araştırmalarına aralıksız devam etmektedir. Bu zamana kadar iki kitap yazmış aynı zamanda üç belgeselin metin yazarlığını, yapım ve yönetmenliğini yapmıştır.
Servet Somuncuğlu’nun eserlerinden bahsederken aynı zamanda yaptığı araştırmalarının Türk ve dünya tarihindeki önemine vurgu yapmaya çalışacağız.
Somuncuoğlu, 2007 yılı 7 Aralık’ta yayınlanmaya başlanan “Karlı Dağlardaki Sır” belgeselinin, 28 Aralık 2007 tarihinde yayınlanan 4. bölümünde Ordu–Mesudiye, Esatlı Köyü Kaya Resmi alanındaki “Göktürk Harfli” yazıtı tespit ederek kamuoyu ile paylaştı. TRT tarafından yayınlanan “Karlı Dağlardaki Sır” adlı belgeselde, “Bu alan araştırmacıları bekliyor” diyor Somuncuoğlu, yine Ordu–Mesudiye, Esatlı Köyünde, Göktürk harfli, yani eski Türklerin kullandığı, literatürde ”Runik Türk Alfabesi” diye de tanımlanan alfabe ile yazılmış başka bir yazıtı Mayıs 2008 tarihinde tespit etmiştir ama alandaki yazıtlar sadece bu ikisi ile sınırlı olmayıp, kırk kadar farklı yazıt bulunmaktadır ve bunların hepsi “Türkçe”dir.
Diğer yandan Somuncuoğlu “çalışma yaptığım kaya resmi alanlarında Türkçe dışında hiçbir yazıyla karşılaşmadım. Yaklaşık iki yüz ayrı kaya resmi alanının yüze yakınında veya daha fazlasında bizim Orhun Abidelerini yazdığımız yazı vardır” demektedir.
“Karlı Dağlardaki Sır” adlı Türk tarihi açısından çok önemli belgeselin yapımcısı Servet Somuncuoğlu, “İstanbul Gazeteciler Cemiyeti Sedat Simavi Ödülleri”nde, “Sosyal Bilimler Araştırma Dalı”nda, “Sibiryadan Anadolu’ya Taştaki Türkler”[2] kitabı ile 2008 yılı ödülünü almaya layık görülmüştür.
Somuncuoğlu, “Başkent Üniversitesi ile Türk Dil Kurumu”nun düzenlediği “I. Uluslararası Dünya Dili Türkçe Sempozyumu (20–21 Kasım 2008)’nda “Uzaklardan Yakınlara Türkçenin Taşlardaki İzleri” adını taşıyan bildirisiyle de Türk tarihi, özellikle Türklerin Anadolu’ya ne zaman geldikleri konusundaki tartışmalara açıklık getirecek ve Türkoloji konusunda çalışanları şaşkına döndürecek çok önemli olan bir belgeyi bilim alemine sundu.
Bu belge Ankara–Güdül Salihler Köyü’ndeki Kaya Resmi alanında tespit edilmiş olup, üzerindeki damgalar Ordu Mesudiye, Esatlı Köyündeki ve “Orhun Abideleri”ndekinin aynısı. Yani tarihi Türk Alfabesi ile yazılmış satırlardan ibaret olup, hepimizi şaşkına çevirdi. Bu tarihi kaya resmi Ankara şehir merkezine 80 km. uzakta, yıllarca Türkologları beklemiş. Ancak akademisyenler açısından çok acı da olsa (gerçi bir çoğunun umurunda bile değil) onu bulmak ve bilim alemine kazandırmak Somuncuoğlu’na nasip olmuştur[3].
Somuncuoğlu söz konusu sempozyumda konuşmasına şöyle başladı: “Karlı Dağlardaki Sır” programının yayınlanmasından sonra Anadolunun muhtelif yerlerinden, ’bizim burada da bunlardan var’ diye haberler geldi. Birçoğunda bir şey yoktu ama Ankara–Güdül Salihler Köyünden Cemil Söylemezoğlu’nun verdiği bilgi, diğer bütün alanların yorgunluklarını unutturdu. Alanda, kaya resmi –yazıt– kurgan yani eski Türk anıt mezarları hep bir arada yer alıyordu. İşte bilim dünyasına ilk olarak burada açıklıyorum… Size sunduğum kayalardaki yazıtlar eski Türk yazıtları konusunda bütün dünyanın otorite kabul ettiği Prof. Dr. Dimitry Vasilyev tarafından “Yüzde yüz Türk Runik harfli yazıtlar” sözü ile tescillendi. Ben bunları bilim kamuoyuna sunuyorum. Bundan sonrası Türk yazıtlarını okuma konusunda uzman olduğunu söyleyen akademisyenlere kaldı”.
Somuncuoğlu’nun Orhun yazıtları hakkında da ilginç ve haklı bir görüşü var. Ona göre“bugüne kadar ders kitaplarımız Orhun Anıtları ile başlatılmıştır. Oysa Orhun Anıtları Türk Tarihinin önsözü değil, Türklerin taşlar üzerindeki son sözüdür. Ama yıllarca bize önsöz gibi takdim edilmiştir”. Gerçekten de o muhteşem devlet felsefesinin ve hayat tarzının anlatıldığı yazıtlar Türklerin ilkyazı denemesi olamazdı. Çünkü öyle bir yazı üslubunun oluşması için yüzlerce yılın gerekli olduğunu konu üzerinde çalışan herkesin bilmesi gerekmesine rağmen maalesef konu üzerinde Türk dil bilimcileri yeterince araştırma yapmamıştır.
Türk tarihi ve Türkoloji açısından son derece önemli olan Ankara Güdül Salihler köyündeki kaya resimlerinin Servet Somuncuoğlu tarafından tespit edilmesi onu bir belgesel çekimine sevk etmiştir. Somuncuoğlu bu süreci şöyle özetliyor:
“Cemil Söylemezoğlu ile 2008 yılı Nisan ayında başlayan araştırma çalışmalarımız 2010 yılı Nisan ayına kadar sürdü. Aralıklı olarak bölgede on ayrı araştırma gezisi yaptıktan sonra “Damgaların Göçü” belgeselinin projelendirmesi ile çekim süreci başladı. 8 farklı alanda 5 binden fazla kaya resmi, binden fazla eski Türk mezarı kurgan ve şu ana kadar tespit ettiğimiz 50 civarında yazıta rastladık. Bu ilk olarak şunu gösterir: Anadolu’da Türklerin varlığının tartışılamaz tarihi M.Ö 3000 yılıdır ve belgelenmiştir. İkinci olarak Türkler tarihin en eski çağlarından beri Anadolu’ya gelip gitmişler, göçler yatay ve dikey olarak devam etmiştir. Üçüncü olarak da Anadolu Türk tarihi baştan yazılmak zorundadır.Anadolu Türk tarihini Müslüman Türk tarihi olarak yorumladığınızda 1071’dir ama Türk tarihi olarak yorumladığınız da bu tarihi çok eskilere götürmek zorundayız. Çünkü 5-6 yıl boyunca topladığımız veriler bize diyor ki: “Tarih yeniden yazılmalıdır”. Kaya resmi alanları, bütün tarih kurgusunu değiştirebilecek öznelliğe, özgürlüğe ve yeterliliğe sahiptir.
Somuncuoğlu’nun da ifade ettiği gibi “Damgaların Göçü” belgeseli Türklerin Anadolu’ya 1071’den önce geldiğini ve Orta Asya’da sahip oldukları etnografya eserleri ile kültür unsurlarını Anadolunun merkezi olan Ankara’ya taşıdığının bir belgesiydi. Çünkü buradaki kaya resimleri Orta Asya Türk kaya resimleriyle birebir aynıdır.
Bu resimlerin, damgaların bize gösterdiği bir başka husus da şudur; nasıl ki biyolojik hayatımızda DNA’lar varsa sosyal hayatımızda da DNA’lar var. Ben buna sosyal DNA diyorum. Başka bir tabirle sosyal genetik diyoruz. Çünkü Sibiryadan Balkanlara kadar olan Türk kültür coğrafyasına baktığımızda birbirinden haberdar olmayan, birbirini görmeyen, birbirinin coğrafyasını tanımayan insanların çok farklı bölgelerde aynı üslubu ortaya koymaları, aynı damgaları kullanmaları son derece manidardır.
Damgaların Göçü belgeselinden sonra özellikle Türklerin “1071″de Anadolu’ya geldikleri iddiasının (yazılı belgesinin) yeniden değerlendirilmesini gerekecektir. Aslında Türklerin Anadolu’daki izlerine Herodotos da işaret etmiştir. Ona göre Anadolu’da görülen İskitler, “kımız” içiyordu ve İskitlerin akrabası olan Masaget’lerde Tomris bayan adı vardı. Rus bilim adamlarına göre de İskitlerin ilk yerleşim yeri Altaylardır. Hazar’ın doğusunda yani Kazakistan’ın tarihi Mangışlak şehrinde ve Hakasya’nın Uybat bölgesinde tarihi İskit Mezarlığı vardır ve ben de bu mezarlıklarda saha araştırmaları yapmıştım.
Somuncuoğlu’na göre “1071’de Türklerin nüfus olarak daha yoğun geldikleri ve Anadoluyu Türkleştirdikleri tarihi kayıtlarda mevcuttur. Fakat 1071’de gelenler asla “tesadüfen” ve “rüzgarın önündeki yaprak” gibi gelmediler Anadolu’ya. Kendilerinden önce bu topraklara göç etmiş, burada yaşayan akrabalarının yanına gelmişlerdir. Mesela Hakkari- Gevaruk yaylasındaki 2900 rakımda bulunan kaya resimlerini, biz yapmadık. Bunlar M.Ö. 5000’de yapılmış olup Orta Asya Türkleriyle aynı kültür kodlarını taşıyor”.
Hakkari kaya resimlerinin yanında ve Yüksekova’da ki koç başlı mezar taşları ile Hakkari merkezinde bulunan Balballar da Türklerin milattan önceki yıllardan beri Anadolu’da var olduklarının işaretidir.
Somuncuoğlu’nun bir başka çarpıcı tespitini daha aktarmak istiyorum; “Türk tarihi, bugün tanımlandığı gibi asla bir “göçebe ve göçebelik” tarihi değildir. Türk tarihinin temel itici gücü, “dolma–taşma” ya dayanır. Altay dağlarındaki çanaklarda, nüfus yoğunluğu arttıkça bu çanaklardan meydana gelen taşmalar, tarihi yapan güç olmuştur. İşte bugün Asya’nın derinliklerinde Türkçeye, Türk kültürüne hala rastlanıyorsa, bu dolma–taşma ’dan dolayıdır. Çünkü göçebe ardında sadece yangın küllerinden başka bir şey bırakmaz. Türkler göçebe değil, göç eden bir millettir. İşte bundan dolayı Orta – Asya’nın her yerinde kurganlar, büyük toplu mezarlıklar vardır. Bugün Orta–Asya’nın her yerinde Türkçe ve Türk kültürünün temel kodları bütün canlılığı ile yaşamaya devam ediyorsa (ki ediyor) sadece bu bile Türklerin “göçebe” olmadığını anlatmaya yeter.
Somuncuoğlu, yapmış olduğu saha çalışmalarındaki gözlem ve karşılaştırmalarından hareketle şöyle diyor: “Baykal Gölü kıyılarından Macaristan ovalarına kadar tarih öncesindeki Türklüğün somut izlerini gördüm, fotoğrafladım. “Macaristan Solnok Müzesi”ndeki damga ile “Gorno Altay Müzesi”ndeki (Rusya Altay Özerk Cumhuriyeti) “damga” aynı ise, tarihe başka açılardan bakmak, yerinde ve doğru olacaktır. Türk tarih yazıcılığı aşağıda belirttiğim hususu dikkate alarak yeniden başlamalıdır. Artık tek disiplinli, tek alanlı çalışmaların dönemi kapanmıştır. Eğer tarihi yeni baştan çözümleyerek geleceğimizi daha güzel inşa etmek istiyorsak, Tarih, Türkoloji, Sosyoloji, Antropoloji, Sanat Tarihi, Arkeoloji, Fotoğraf Sanatı gibi disiplini bir araya getirerek çalışmak zorundayız. Anadolu Türk tarihinin bizzat Türkler tarafından yeni baştan yazılma zamanı geldi ve geçmeye başladı”.
Somuncuoğlu, “Sibirya’dan Anadolu’ya Taştaki Türkler” adlı eserinin nasıl meydana geldiğini şöyle anlatır:
“Çalışmalarıma Sibirya’daki Ulan-Ude’den başladım, Moğolistan, Tuva, Hakasya, Gorno Altay’da devam ettim. Kazakistan, Kırgızistan, Azerbaycan’da araştırmalar yaptıktan sonra Türkiye’de Kars’ın Kağızman ilçesinin Camuşlu Köyü, Şaban Köyü ve Kurban Ağa mağarasında, Erzurum’da ki Cunni mağarasında, Erzincan’ın Kemaliye ilçesindeki Dilli vadisindeki kaya yazıtı alanlarını fotoğrafladım. Ordu’nun Mesudiye İlçesi Esatlı Köyü’nde, Hakkari’nin Yüksekova ilçesindeki Gevaruk Yaylasında, Antalya-Beldibi, Eskişehir Seyitgazi Kümbet Köyü, Kütahya Çavdarhisar Aizonai tapınağı, İzmir’in Ödemiş ilçesinin Konaklı beldesinde bulunan kaya resmi alanlarını fotoğrafladıktan sonra bulgu ve belgeleri bu kitapta topladım. Kitapta da görüleceği gibi saha araştırması yapılan yerlerdeki kaya resimlerindeki benzerlik ve içerik çok önemli bilgileri gözler önüne sermiştir…”.
Türkler tarihi hafızalarından kaynaklanan bilgileri yazıyı kullanmadan önce taşlara kazımıştır. Bu gelenek yazının oluşmasına kaynaklık ettiği gibi zamanla yazıyla da beraber devam etmiştir.
Sibirya’dan Anadolu’ya Taştaki Türkler adlı eser Türk tarihinin ilk kaynaklarını ilgililere sunması açısından son derece önemli bir eser olup, Türkiye’de sanat tarihi, resim tarihi, dil tarihi, kültür tarihi vb. alanlarda araştırma yapanlara da önemli belgeler sunmaktadır.
Somuncuğlu, “Saymalıtaş – Gökyüzü Atları”[4] adlı eseri için şu bilgileri ifade eder:“Kaya resimlerinden damgalara, damgalardan alfabeye geçişin belge kitabı. Kırgızistan’da bulunan Saymalıtaş’a iki yıl üst üste gittim ve çalışmalar yaptım. Bugüne kadar tespit edilmiş yüz bin resmin olduğu Saymalıtaş’ta çektiğim on bin civarında fotoğraflar tarandı ve seçimleri yaptım. Konu başlıklarına göre sınıflandırmayı yaparak, bölüm başlarında gözlem ve analizleri içeren yazılarla Saymalıtaş kitabı ortaya çıktı…”.
Saymalıtaş – Gökyüzü Atları ile Türk Tarihinin mitolojik dönemlerine uzanan veriler, yolculuklar, bilimsel etiğe uygun olarak sunulmaya çalışılmıştır.
Tarih öncesi dönemde Sibirya Steplerinden Macaristan ovalarına kadar geniş bir alana yayılan arkeolojik verilerin toplanması ve karşılaştırmalarının yapılması mevcut tarih kuramlarını alt-üst edecek nitelikte, tarihin yeni baştan yazılmasını gerektirecek zenginliktedir.
Kaya resimlerindeki değişmeyi ve resimlerden damgaya geçişi ve damgadan yazıya geçişi takip etmek için mutlaka bu esere başvurmak gerekiyor. Bu açıdan “Saymalıtaş-Gökyüzü Atları” adlı eser Türk dil ve kültür tarihi hakkında önemli ipuçlarını içeriyor. Konu hakkında yapılacak önemli çalışmalar Türklerin yazıya ne zaman geçtikleri hakkında da bilgilerin elde edilmesine yardımcı olacaktır.
2011 yılında, Yapımcılığını-Yönetmenliğini ve Metin Yazarlığını Servet Somuncuğlu’nun yaptığı “Damgaların Göçü” ve “Zamana Karşı – Kazdağı Koşuburnu Türkmenleri” adlı iki belgesel çalışması da TRT Belgesel kanalında yayınlanmıştır. Umarız bu belgesellerin kitapları da yakın bir zamanda okuyucularına kavuşur. Her iki belgeselde çok önemli olmakla beraber “Damgaların Göçü” Türklerin ne zamandan beri Anadolu’da oldukları hakkında önemli bilgiler vermesinden dolayı ilgililere çok önemli belgeler sunmuştur.
Somuncuoğlu’nun “Karlı Dağlardaki Sır” belgeseli ile “Taştaki Türkler” adlı kitabından sonra Türkiye’nin her yerinde, Anadolu’da Antik dönem Türk izlerini arayan yerel araştırmacılar ortaya çıkmıştır. Çünkü ortaya koyulan çalışmalardan sonra neredeyse her gün Somuncuoğlu’na “sizin tespit ettiğiniz kaya resimleri bizim buradaki kayalarda da var. Lütfen gelip bakabilir misiniz” gibi haberler gelmeye başlamıştır. Bu haberlerden biri ise TRT de yayımlanan” Damgaların Göçü” belgeselinin yapılmasına vesile olmuştur. Somuncuoğlu diğer haberleri de imkanı ölçüsünde değerlendirerek, alanlara gidip görmeye çalışıyor ve yeni belgesel projeleri yapıyor.
“Taştaki Türkler” ve “Saymalıtaş – Gökyüzü Atları” kitapları ve “Damgaların Göçü” belgeseli ile Somuncuoğlu, Türklerin Orta Asya’dan Türkiye’ye milattan önceki yıllardaki yolculuğunu, resimden damgaya, damgadan yazıya geçişlerini tespit edip Türkoloji âlemine sunarak Türkoloji’ye kalıcı bir imza atmıştır. Bundan sonraki görev Türkoloji konusunda çalışan akademisyenlere kalmıştır. Umarız Anadolu Türk tarihi ve kültürü hakkında yazan ya da söz söyleyen akademisyenler Somuncuoğlu’nun tespit ettiği kültür unsurlarını değerlendirerek, Türkoloji’ye farklı imza atmaya çalışırlar. Aksi takdirde Türklerin 1071’de Anadolu’ya geldiklerini kabul edip birbirlerini tekrarlamaya devam ederler.
Çalışmalarını aralıksız sürdüren Somuncuoğlu, “Taştaki Türkler” adı ile ilk fotoğraf sergisini de 11-23 Ekim 2011 tarihlerinde Brezilya / Sau Paulo da ki Ses Sergi ve Görüntü Müzesinde açmıştır.
Sonuç olarak Somuncuoğlu şöyle diyor:
“Ben şunu savunuyorum: Benim yaptığım gazeteciliktir, televizyonculuktur, fotoğrafçılıktır. Tabii ki kendimce de gördüklerimi anlatıyorum. Ama bundan sonra yapılması gereken bu konuyla ilgili bir Enstitü’nün kurulmasıdır. Bu enstitüde, Arkeoloji, Sanat Tarihi, Sosyoloji, Antropoloji, Tarih, Türkoloji, Halkbilim, Filoloji hatta Psikoloji, Felsefe, Fotoğraf gibi farklı disiplinlerden insanların bir araya gelerek, öncelikle tam bir envanter çıkarılması, sonrasında ise Antik dönem Türk kültür ve medeniyetinin verilerini içeren bu envanterin yorumlanması çalışmalarının başlatılmasıdır”.
KAYNAK: Mustafa AKSOY
Dipnotlar:
[1]Geniş bilgi için bakınız: Mustafa Aksoy, “Tarihi Kaynak Olarak Etnografya Eserleri”, Türkiye Günlüğü, Sayı 106, 2011.
[2]Servet Somuncuoğlu, Taştaki Türkler, İstanbul, 2011
[3]Ankara Güdül Salihlerobası Köyü’nde 2009 Temmuz ayında araştırmalarını sürdüren Somuncuoğlu, daha önce tespit ettiği iki ayrı kaya resmi alanına ek olarak üçüncü bir kaya resmi alanı daha tespit ederek, üçüncü alanda yaklaşık elli kadar kurganın var olduğunu ifade etmiştir. İlk gözlemlerine göre, bu üç alandaki resimler, resim yapılan yerlerin seçimi ve kurganlar üslup açısından M. S. 4-5 yüzyıllara tekabül etmektedir. Alanda yapılan tespitlerden oluşan albüm kitap “Damgaların Göçü – Ankara Güdül Türk Kaya Resimleri” kitabı çok yakın bir zamanda meraklıları ile buluşacaktır.
[4]Servet Somuncuoğlu, Saymalıtaş-Gökyüzü Atları, İstanbul, 2011